-
- Üyelik Tarihi
- 14 Ocak 2014
-
- Mesajlar
- 1,409
-
- MFC Puanı
- 354
Rebab, Hz.Mevlana´nın ve oğlu Sultan Veled´in icra ettiklerine dair güçlü deliller bulunan(1), gövdesi hindistan cevizi kabuğundan olup, üzerine deri gerilen ve at kuyruğundan oluşan tellerine, yine at kuyruğundan yapılan yay sürülerek icra edilen perdesiz bir müzik aletidir.
Kültürümüzde çok önemli bir yere sahip olan bu enstruman, günümüzde maalesef çok az kişi tarafından bilinmektedir.
Rebabın ortaya çıkış yeri olarak Orta Asya gösterilmektedir. Mevlânâ´nın rebab üstüne okuduğu beyitler bize, tam çıkış yeri olarak Horasan´ı düşündürmektedir.
"Güneş ülkesi" ya da "Güneş Halkının Ülkesi" olarak da anılan Horasan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, İran´ın bir kısmı ve Kazakistan topraklarını kapsayan geniş bir coğrafyadır ve Orta Asya´nın büyük nehri Amuderya´nın deltasında yer almaktadır. Horasan´ın tarihi birkaç bin yılı kapsamaktadır. Tarih ve kültürün yüzlerce muhteşem eseri, antik Horasan´ın başkenti Köhne Örgenç´te toplanmıştır. Efsaneye göre bu kentte her gün 160 Pazar kurulurmuş. 144 kapı, 7700 medrese, 5300 minareli cami, 1000 kervansaray ve 5000 hamam varmış...(2)
Rebab´ın bu bölgede doğduğu, ardından Mevlânâ´nın babası Sultan ül ulema Bahaaddin Veled önderliğindeki göç kafilesi ile birlikte Anadolu´ya geldiğine ve Mevlevî kültürünün bünyesinde geliştiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Eski minyatürlerde, rebab icra edenlerin umumiyetle Mevlevî sikke-i şerifi giydikleri görülmektedir. Bu konuda en önemli belgelerden biri, Kasımpaşa Mevlevihanesi rebabilerinden, Saçlı Emir Efendi Camii ve tekkesi şeyhi Haşimi Osman Efendi´nin torunu Süreyya Baba´nın rebab çalarken çekilmiş, 19. yüzyıla ait fotoğraftır.
Silsilenin Süreyya Baba´dan sonra gelen rebabilerince de rebabın orjinal yapısı korunmuş ve besteci, udi ve rebabi Cahit Gözkan´a kadar bozulmadan gelmiştir. Cahit Gözkan´ın bu saza çok saygı duymuş ve sevmiş olduğunu, rebab hakkında söylediği şu sözlerden anlamak mümkündür:
"Herhangi bir alet-i musikîde icrakârlık iki şıktan hâli değildir. Birinci mertebede, yani bidayette, saz icrakâra hükmeder. Bu mertebeden sonra icrakâr saza hükmetmeye başlar ki, artık muvaffakiyet yolu açılmış demektir.
Rebabda hemen hemen birinci şık devam eder. Rebab icrakâra karşı daima ağırlığını koyar. Yani icrakârın tasarrufuna girmez. Bu mübarek sazın sazende ile ülfeti, sazendenin kendi şartlarına uyması ile olur. Bu da sazendenin, rebabın ağır manevi tavır ve nağme ahengine intibak edebilmek zevk ve kabiliyetini göstermesine bağlıdır. Rebabın bünyesine uygun olan, ayini şerifler, ilahiler, beste ve semailerdir. Hülasa, rebab mecazdan ziyade hakikatı terennüm eden bir saz olduğundan ehli aşkın elinde dile gelir ve aynı şartlara haiz muhatab arar. Bu sebepledir ki Mevlevî dergah-ı şeriflerinde icra edilerek uşşaka hitab etmiş ve dergah canlarının mahremi olmuştur." (3)
Cahit Gözkan´ın ardından gelen ressam Ahmet Yakuboğlu da bu geleneği aynı hassasiyetle taşımıştır.
Yapı olarak 19. yüzyılda Süreyya Baba´nın çaldığına çok benzer bir başka rebaba da Viyana´da "Museum der Wiener Musikfreun" müzesinde tesadüf edilmiştir. Açıklama yazısında Viyana´ya Türkiye´den gittiği belirtilen ve en az 200 yıllık olduğu söylenen bu rebab, bu enstrumanın aslının nasıl olduğuna dair bir başka kuvvetli delil teşkil etmektedir.
Hz. Mevlânâ´nın ve oğlu Sultan Veled´in bizzat rebab çaldıkları bilinmektedir(4). Sultan Veled Rebabname adında, tasavvufi konuları inceleyen bir eser yazmıştır. Rebab Orta Asya ve Anadolu´da müzikterapi uygulamalarında kullanılmış ve tesirli sesi Hz. Mevlânâ tarafından methedilmiştir. Bu konuda, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından, Mevlânâ Celaleddin isimli kitabında şöyle bir rivayet aktarılmaktadır.
"Konya biginleri Kadı Sıraceddin´e başvurarak şeriatte haram olan rebab ve sema´ı reddetmesini istemişlerdi. Sıraceddin, "Bu erin kuvveti..." demişti, "... Tanrı´dan... Bütün bilgilerde örneksiz, onunla uğraşmamak gerek". Bu söze kanaat etmeyen bir hoca fıkıha, mantığa, usûle, tefsîre, tıbba, nücûma ve sair bilgilere ait birçok meseleler tertib ederek Mevlânâ´ya yollamıştı. Mevlânâ da her meselenin cevabını o meselenin altına yazmış, ayrıca bütün o meseleri karıştırarak tek bir mesele yapmış, kağıdın altına da "Bütün alimler bilsinler ki dünya isteklerinden vazgeçtik, medreseleri tekkeleri onlara bıraktık. İstedikleri gibi bunların gelirlerinden faydalansınlar. Her şeyden vazgeçip bir bucağa sığındık. İşlerine yarasaydı, rebabı da din imamlarına bırakırdık. Fakat ne yapalım? Onlar rebaba haramdır diyorlar, aleyhinde bulunuyorlar. Rebab garip kalmış. Biz de o garibi okşamada ve onun gönlünü yapmadayız. Gariplere dost olmak erlerin kârıdır" sözlerini yazmış, kağıda bir de rebab hakkında gazel ilave etmişti..."
Hz.Mevlana´nın rubailerinde de büyük bir övgüyle söz ettiği rebab, klasik Türk musikîsinde ve ayrıca müzik terapisinde başarı ile kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Osmanlı döneminde, padişahın çocuklarının sünnet düğünü gibi büyük eğlenceleri konu alan eski minyatürlerde, sazendelerin arasında rebab icra edenler de göze çarpmaktadır (kapak resmi). Rebab, yine bu eski minyatürlerde görüldüğü üzere, hanımların çok ilgi gösterdiği bir saz olması ile de ayrıca dikkati çekmektedir.
Günümüzde ise, rebabla Ahmet Yakuboğlu sayesinde tanışan Oruç Güvenç, bu enstrumanı yeniden ihya etmeye, yozlaştırmadan geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Bugün, Tümata eğitim faaliyetlerinden olarak Türkiye, Almanya, Avusturya, İspanya ve İsviçre´de rebab öğrenen ve icra etmeye başlayan yüzden fazla öğrenci bulunmaktadır. Yine Tümata bünyesinde kurulan atölyelerde, pek çok otantik Türk enstrumanı gibi rebab da aslına sadık kalınarak üretilmektedir.
2002 Mart´ında, rebabı tekrar gündeme taşımak ve bu enstrumana olan ilgiyi artırmak amacı ile bir rebab turu düzenlenmiş, sahnede aynı anda yirmi dört rebab birden çalınarak konuya verilen önem vurgulanmaya çalışılmıştır.
UNESCO tarafından Hz. Mevlana yılı ilan edilmesi sebebiyle, Nisan 2007 sonunda ikinci bir rebab turu düzenlenmiştir. İzmir, Bodrum, Manisa, Konya, Kastamonu, İstanbul, Yalova ve Ankara´yı kapsayan ve Türkiye, Almanya, İsviçre, İspanya, Avusturya ve Şili´den toplam kırk altı kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bu turda, eğitim çalışmaları, konserler ve sergiler gerçekleştirilmiştir.
Oruç Güvenç tarafından Almanya, Avusturya, İsviçre, İspanya ve Türkiye´de rebab eğitimine devam edilmektedir.
Rebabın yapısı
Rebabın teknesi hindistan cevizi kabuğundan yapılır. Oyuk kısmı üzerine balık, keçi veya koyun derisi gerilir. Eşik bu derinin üzerine koyulur. Sapı sert bir ağaçtan, tornada silindir biçiminde çekilerek yapılır. Uzunluğu yaklaşık olarak 65cm´dir.
Rebab üç telli bir sazdır. Bu tellerden esas melodiyi çalmakta kullanılanı at kuyruğu kılındandır ve en sola takılır. Diğer iki madeni tel ise rezonans telidir. Bunlar ipek üzerine metal sarımdır. At kılından yapılan telin akordu davud, kız ya da bolahenktir. Teller sırasıyla en soldaki (at kılı olan) rast, ikincisi yegah, üçüncüsü kaba rast olarak akord edilir.
Rebabın altında, genellikle gövde ile aynı ağaçtan yapılan bir çubuk, tekneyi delerek alttan 15 cm kadar dışarı çıkartılır. Rebab, bu ayak da dizler arasına sıkıştırılarak çalınır.
Rebabın yayı at kuyruğu kılındandır ve elle gerilerek çalınır(4).
Notlar
1 Abdülbâki Gölpınarlı. Mevlânâ Celâleddin, Hayatı Eserleri, Felsefesi, Sayfa 214-216
2 Türkcan, Türkmenistan havayolları dergisi, Haziran 1993
3 Gökçe Güneygül. Onnik rebabın yapımı ve organanolojik olarak incelenmesi (Bit. Çal.), İstanbul 2003. s. 69.
4 Abdülbâki Gölpınarlı Mevlânâ Celâleddin, Hayatı Eserleri, Felsefesi, İnkılâp Yayınları 1999, Sayfa 214-216
5 Gökçe Güneygül Onnik rebabın yapımı ve organanolojik olarak incelenmesi (Bitirme çalışması), , İstanbul 2003.