1- Sultan Orhan zamanında Bizansta taht kavgaları oluyordu. Kantakuzinusun yardımına giden Türkler, Bizansta büyük bir itibar kazanmışlardı. Saraya serbestçe girip çıkabiliyor, Bizanslılara hâkim sıfatını takınıyorlardı. 2-Osmanlı Şehzadeleri babaları ile beraber savaşa giderlerse ihtiyat kuvvetlerini kumanda ederlerdi. 3-Osmanlıların yükselme devrinde şehzadeler sancaklara gönderilerek oraların başında yetiştirilir ve divana da riyaset ettirilirdi. Eğer şehzadeler pek gençse bu divana onların mürebbileri olan Lalaları vekâleten başkanlık ederdi.
4-İbni Batuta, Orhan Gazi zamanındaki Türk kadınlarından bahsederken şöyle demektedir: Türk kadınları yüzlerini örtmezler. Erkekleri onlara hürmet gösterir ki, görenler onların melek sanır.
5-Padişahların mutlak vekâletlerine delalet eden mühri hümayun geleneği Abbasi halifeleri zamanından kalmadır. Önceleri mühri hümayun yüzükte olup sadrazamlar parmaklarına takarlardı. Sonraları inci zincire bağlı altın keseler içinde boyunlara takılıp cepte taşımak adet olmuştu. Sadrazamlar, mührü yatakta bile yanlarından ayırmazlardı. Hatta Ali Paşa hamama giderken bile yanında bulundururmuş.
6-Evliya Çelebiye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken İran Şahı, Kanuniye, parası yetmezse satıp tamamlasın diye, bir çekmece elmas yollamış. Padişah ise o elmasları küçük minarelerden sağdakinin taşları arasına koydurtmuş. Buna da cevahir minaresi denmiştir. XVII- XIX. Yüzyıl başlarında İstanbul kibar gençleri başlarına üç arşın şal sararlar, fakat göğüs, kol ve bacaklar açık, çıplak gezer, ayaklarına da yalnız altı bulunan kırmızı yemeni giyerlerdi.
7-Sokullunun, şehit edildiği zamanki kanlı gömleğini ailesi iki buçuk asır sakladı. Her sene mevlüdü okunup ziyaret edildi. Sonra Karaağaçtaki yalılarıyla birlikte yandı.
8-Lale Devrinin en namlı lalecisi Tabak Ata isminde esnaftan fakir bir adamdı. 80 çeşit nefis lale yetiştirmişti ve sarayların bahçelerine soğanlar ondan alınırdı. Bu çiçek yüzünden İstanbulun en zengin simalarından biri olmuştur.
9-XVI. Yüzyıl. da Macaristanda bir kaya kitlesi üzerinde kartal yuvasına benzeyen Filek Kalesine, Demirbaş Hasan Pehlivan denilen bir kahraman, 40 arkadaşıyla zapt etmişti. Bir gece kalenin mazgal deliğine merdiven dayadı, evvela, bu deliği kapayan 80 kantarlık bir topa göğsünü vererek itti. Sonra başını koyup ikinci hamlede topu içeriye doğru tamamen attı ve yalın kılıç arkadaşlarıyla daldı ve kaleyi fethetti
10-XVI. Yüzyılın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa 75 yaşlarında iken bir gün okçular başına gelip ok ısmarlamıştı. Esnaf; Pehlivan, ihtiyarladın, sana ok ve yay ne lazım, dediler. O da atını çarşının kapısına sürdü, kapıdaki zincirlere kollarıyla asıldı ve bacaklarını atının karnına sardı. Kollarını kısınca koca atı havaya kaldırarak: Bazumda azıcık kuvvetim var gibi! cevabını verdi.
11-Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, aydın ve inkılâpçı III. Selimin düşmanlarından, Aygır İmam diye meşhur Derviş Efendi isimli bir softadır. Bir seferinde 40 yumurta üstüne 2 okka pastırma doğratıp, bir pastırmalı yumurta yemiş; fakat koca leğeni sıyırdıktan az sonra dili ağzına sığmayıp ölmüştür.
12-Amerika Birleşik Devleti cumhurbaşkanlarından General Grant, II. Abdülhamit zamanında Türkiyeyi ziyaret etmiştir. Bu zat memleketimize gelmiş ilk Amerika cumhurbaşkanıdır.
13-Abdülazizin Şeyhülislamlarından Ahmet Muhtar Efendi, Ayasofyada bir fakir turşucunun oğlu idi ve çocukluğunda cami derslerine yalınayak giderdi. Sırf kendi gayretinin hakkı olarak ulaştığı bu yüksek makamdan da bir gün kayığına binmeyip halk ile beraber vapura bindiği için azledilmiştir.
14-İstanbuldaki Hürriyet abidesinin altı bir yer altı mescididir. Bu mescide abidenin kapısından girilir. Hürriyet şehitleri bu mescidin mihrap duvarının arkasında yatmaktadır.
15-Şehzadelerin sünnet düğünlerinde esnaf kurumlarının kıymetli hediyeler sunması adetti.
16-XV. Yüzyılda Bursada Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin hesap ederek 3 milyon 6 yüz bin florin gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak 7 yıl yaşadı. Bütün paralarını yedi ve yalınayak, sefil, bir hamam külhanında öldü. Mirasyediliğine misal: Bir gün, bir bağda tavşan yatağı bulunduğunu haber verdiler. 100 florin verdi. 100 florine de bir tazı aldı. Tavşanı ininden çıkarana 100 florin verdi, fakat tazı tavşana saldırmadı. Tazıyı kılıçla ikiye böldü.
17-Abdülaziz zamanında Arifaki isminde bir adam Musavver Medeniyet isminde bir gazete çıkarmış ve ilk sayfasına Şehzade Yusuf İzzettin Efendinin bir resmini koymuş, bu vesile ile valide sultandan ve padişahtan ve saray mensuplarından ikibin altına yakın bahşiş kopartmıştı. Bu hanedandan bir zatın, bir gazeteye basılan ilk resmiydi.
18-Kanuni Sultan Süleyman gayet mahir bir kuyumcu idi ve sağ kulağında daima, bir fındık büyüklüğünde ve armut şeklinde çok kıymetli bir inci küpe taşırdı.
19-IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi.
20-İstanbulda ilk kahvehane XVI. Yüzyıl ortalarında Tahtakalede açıldı. Burada okuryazar ve zarif insanlar toplanır, edebi muhasebeler yapar, satranç oynarlardı. Zamanla bunlar fazlalaştı. Fakat işe müdahale edilerek men edildi.
21-XVII. asırda İstanbul genişleyince büyük şehir ahlaksızlığı başlamıştı. Bazı kimseler kör cariye ve esir satın alıp dilendirirler yahut birinin boynuna zincir takıp borçlu mahsup tur diye merhamet çekerek para toplarlardı. Softalar, eski elbise giyen kadınlar, dilenciler kâhyasına rüşvet vererek dilenirlerdi.
22-Kanuninin sadrazamı İbrahim Paşanın adamlarından Alvaryo Griti adında birisi vardı. Bu zat, o zamanki Venedik Cumhuriyetinin elçisi idi. Taksim civarında bir sarayı vardı. Kendisine yazılan resmi evrakta Beyoğlu diye yâd olunurdu. Beyoğlu semtinin adı buradan gelmektedir.
23-XVIII. Yüzyıl başlarında kasapları hükümet tayin ederdi ve bunları zengin kimselerden seçerlerdi. Bunlar narha göre satarlar ve zararları olursa hükümet kapardı. Zorla kasap yazılan bir zengin Mısıra kaçmıştı.
24-III. Murat zamanında şımarık vaizlerden Şeyh Şuca, maymunlar insanlara benziyor diye başlarına bir şey giymelerine irade aldı ve İstanbuldaki iki yüz maymuna birer kırmızı takke giydirildi.
25-Sokaklarda daimi ışık bulunmadığından geceleri sokağa çıkan İstanbul halkı fener kullanırdı. Bunlar camlı veya muşambalı olurdu. Daha evvelleri bu fenerlerdeki mumların adedi de sahibinin mertebesine göre değişirdi. 26-Kibritten evvel çubuk yakmak için kav kullanılırdı. Çakmak taşına çelik demirle vurularak çıkarılan şerare ile yakılırdı.
27-Kösler, üzerlerine kalın deriler gerili muazzam davullardı. Harp meydanlarında zaferler bunlarla ilan edilir ve yer gök inlerdi ( küslere halk kös derdi).
28-Gündelik gazetelerin mevcut olmadığı devirlerde günlük bazı devlet emirleri, ahali tellalları vasıtasıyla toplanarak tebliğ edilirdi. Tellallar, komşular, komşular! Bu gece camiye buyurun, tembih var! diye bağırarak halkı camilere toplarlardı.
29-Avrupakari fayton denilen arabalar Türkiyeye II. Mahmut tarafından girmişti. Evvelce bunlara padişahtan başkası binemezken, padişahın seyahatlerinde yakınları da rahat etsinler diye onlara da müsaade edilmiş ve neden sonra herkes binebilmiştir.
30-Bizde müdde-i umumilik (savcılık) ilk defa 1880′de Adliye teşkilatı kanunu ile ihdas edildi. Unvanları hasmı mensuptu (yani tayin edilmiş hasım). İki taraf varken 3. şahsın muhakemeye müdahalesini halk ilk zamanlar anlayamamıştı
31Köprülü Mehmet Paşa vilayetlerle payitahttaki eşkıya ve zorbaları temizlemek maksadıyla otuz bine yakın insan idam ettirmiştir. Yalnız cellâdı Zülfikar 4000 kişiyi denize atmıştır. Tarihler, o zamanı ıslah için bu hunharlığı mazur görmektedir.
32-Eskiden devletin harici işlerini gören zatın unvanı Reisilküttab idi. Akif Paşa, resmi yazı lisanını sadeleştiren bir edibimizdi. Namık Kemal, kitabeti Akif Paşanın eserlerinden öğrendiğini söylerdi.
33-XVII. Yüzyıl ortalarında İstanbulda bir elekçi delisi vardı. Bu deli her gün 3-4 elek telini koparır ve bükerek bir pide gibi iştahla yerdi.
34-Hicaz, Türkiyede bulunduğu müddetçe, I. Dünya Savaşı sonuna kadar, Peygamberimizin markadı üzerindeki kandillerde daima gül yağı yakılmıştır.
35-IV. Avcı Mehmet, Trakyada bir köylü çocuğu görmüştü. Bu çocuğun sol bacağı, bir keçi bacağı gibi kıllı idi. Padişah bu çocuğa 100 altın verdi.
36-Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşa güzelliği ile meşhur genç bir vezirdi. Çocukluğunda Dalmaçyalı fakir bir çocuk olan Yusuf Paşa, bir kış günü çıplak ayaklarına bir çift eski kundura giydiren kadına, vezir olduktan sonra bu partal kunduraları, içlerine altın doldurarak iade etmiştir.
37-IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi
38-Bir zamanlar hocalar kavrulup kömür haline geldiği için kahvenin dinen haram olduğuna dair fetvalar verdiler. Tütün aleyhinde ise çoktan fetva verilmişti. Fakat vaizlerle müftüler bile bu yasağa dayanamayarak gizli kahvehanelere arka kapıdan girer oldular.
39-Padişah töreye göre memleketinin sahibi sayılırdı Osmanlı devletinin sadece tek bir hanedan iş başından kalmıştır.
40-Üzerinde sahibinin ismi kazılı olan mühür, bilhassa resmi işlerde imza yerine kullanılırdı. Bu usul 1908 senesine kadar devam etmiştir.
41-Osmanlı tahtı babadan oğula kalırdı. I. Ahmet değiştirip, hükümdarlığın, hanedanın en büyük erkeğine kalması usulünü koymuştu. Bundan sonradır ki Osmanlı şehzadeleri sarayda hususi dairelerde bir nevi mahpus hayatı geçirip cahil ve atıl kalmışlardı
42-Padişah yemek yerken sofrada yemekleri vermek ve değiştirmek kilercibaşı ile çeşnigirbaşının vazifesi idi. Yemek sırasında rikabdar ağa yelpaze ile sinekleri kovardı.
43-Kanuninin oğlu II. Selim savaşa gitmeyen ilk Osmanlı padişahı idi. Zevk ve sefahate düşkündü. Sarhoşken hamamda düşme neticesinde ölmüştü.
44-Napolyonun 15 bin kişi ile 20 günde geçebildiği çölü, Yavuz Selim, Mısır fethine giderken 60 bin kişi ile 10 günde geçmişti.
45-Osmanlıda Enderuna (Saray Akademisine) kesinlikle Türk gençleri alınmamıştır
46-II. Mehmet Veziri Azam Çandarlı Halil Paşayı idam ettirince yönetime devrişmeler söz sahibi olmuştur.
47-Şehzade; şeyh-zade, şeyhinoğlu anlamına gelirdi.
48-Veliaht; veli olmasına söz verilmiş kişi demektir.
49-Lala; tecrübeli devlet adamı, şehzadenin danışmanı, hocası Sancaktaki Şehzadelere Çelebi Sultan denirdi. Şehzadelere isyan edecekleri endişesiyle Rumelide sancak verilmemiştir.
50-Divanda bulunan beyler burma tülbent giyerlerdi, giymeyenler ayıplanırdı. Orhan Beyden, Fatihe kadar divan her gün toplanırdı. XVI Yüzyıldan itibaren divan toplantıları haftada dört güne inmiştir. III Ahmet zamanında haftada bir güne indirildi Divan toplantısı sabah namazından sonra ve öğleye kadar devam ederdi. Divanın bittiğini çavuşbaşı elindeki asasını yere vurarak bildirirdi ve divan dağılırdı Çavuşbaşı da divan toplantılarına iştirak ederdi ancak bunun sonucunda divan hizmetlileri sayıldığından oturamazlar ayakta dururlardı.
51-Veziri Azamlar sefere giderken vekil olarak sadaret kaymakamı bırakırdı ikinci divanında Türkçe bilmeyenler için tercümanı bulunurdu bayram tebriklerinde padişah vezirlere olduğu gibi defterdarda ayağa kalkardı. 52-Devletin maaşlı, ilk resmi tarihçisi Vaka-i nüvis Halepli Mustafa Naima Efendidir.
53-Divanda elçiler için her zaman devlet tercümanı bulunmuştur.
54-Osmanlı da Papazların çocuklarında Cizye alınmazdı. 55-Padişahların tahta geçiş sırasında fazla gurura kapılmamaları için maaşlı uyarı grubu bulunurdu ve halkın Padişahım çok yaşa diye bağırması sonucu bu uyarı bölüğü yavaşça gururlanma padişahım senden büyük ALLAH var diye seslenmesi, adet halini almıştı. 56-Osmanlı Devleti cüzamlı hastaları dışlanmamıştır, onlar için İstanbul Üsküdar ve Karacaahmete Miskinler Tekkesi denilen bir hastane açmıştır.
57-Osmanlıda haberleşme (posta) için belirli aralıkla konaklama yerleri bulunur buralarda ise bir görevli ve atlar beslenirdi her at için bütçe den para ayrıldı. Mesela; İstanbul -Halepe kadar 370 at kullanırlardı. Buraları da menzil emini ve menzilkeşler (posta görevlisi) yönetirlerdi.
58-Yolların ve gezginlerin emniyetini sağlamak için karakollar yerine Derbentler vardı.
59-Devletin üst düzey görevlisi görevlerinden ayrıldıkları zaman arpalık denilen bir yer verilirdi. Buraların (ilçe, il) gelirleri kullanırlardı.
60-Osmanlıda Hazreti Muhammedin neslinden geldikleri kabul edilen aileler vardı. Bunların liderleri Nakib-ül eşraflık makamına getirildi. Nakib-ül eşraflar padişaha kılıç kuşandırırlardı. Bunlarda divanda bulunurdu.
61-Osmanlıda mür***ıkan diye bir sınıf vardı. Bu sınıf sadat ( peygamber evladı) diye anılırdı mür***ıkan dua günü, padişahların övgüler yapar ve çalışmadan maaş alırlardı. (halka göre tembel ve bedavacı sınıftı.)Bu sınıfa da devlet maaş bağlamıştı halk arasında Mekke fukarası , Medine fukarasıolarak adlandırılırdı.
62-Yönetici sınıfın tüm üyelerinin giysilerini düzenleyen kanunlar vardı. Memurların kaftanlarının rengi, kol resimleri ve saçlarının biçimi en ince ayrıntısına kadar bu kanunnamelerde yer almıştır. Vezirler yeşil, mabeyinciler kızıl, Lala mor, Mollalar açık mavi kaftan giyerlerdi. Babıâli memurları, sarı ayakkabı, saray memurları açık kırmızı ayakkabı giyerlerdi. Rumlar siyah, Ermeniler mor, Museviler mavi ayakkabı giyerlerdi. 63-Yeniçeri Ocağından yemek malzemelerinin sağlanması ve pişirilmesiyle ilgili olduğu için albaya çorbacı denirdi.
64-Yeniçerilerin en değer verdikleri eşyalar yaşamlarının sembolü olan çorba kazanıydı. Çorba kazanını düşmana kaptıran rezil olurdu.
65-Yeniçeriler ayaklandıklarında padişahın yemeğini Kabul etmediklerini ve sadakatlerini geri aldıklarını göstermek için törenle bakır kazanlarını çevirirlerdi.
66-İstiklal Caddesinin eski adı Fransızca Grand Rue de Peraydı.
67-Perada içki serbest, İstanbulda yasaktı.
68-Osmanlı Eyüp Sultanda, Müslüman olmayanların böyle mukaddes bir bölgede dükkân açmalarına izin vermiyordu.
69-Hükümdarın heybetine yakışır biçimde yavaş ve ağır adımlarla yürümesi için atı. Bir gece önceden yemsiz ve uykusuz bırakılırdı.
70-Hanedan damatları karısının odasına kabul edildiği zaman ya da kabul edilirse, yatağa ancak dibinden yaklaşmaya cüret edilirdi. Kocalar bazen eyalet yönetimi için başkent dışına gönderilirdi. Hanım Sultanlar, bir istisna dışına, asla onlarla beraber gitmeye razı olmazdı.
71-Padişah kızlarının ve kız kardeşlerinin çocukları1607 yılından itibaren genellikle doğar doğmaz öldürülmeye başladı.1842 yılına gelindiğinde Sultan bu geleneğe son vermek istedi.
72-Avrupa da eşcinseller hepsi atılabilir yâda cezalandırılabilirlerdi. Fatih ise askerlerine hem genç, güzel ve alımlı kadınlar hem de yakışıklı ve soylu oğlanlar vaat etmişti. Eflak Prensi asıl Drakula- Kazıklı Voyvoda Vladın erkek kardeşi Radul, Sultanın en makbul gözdesiydi. Radul 7 yaşında, rehin olarak saraya geldiğinde boyu bir demet çiçek kadar bile yoktu. İlk defasında kendisinden isteneni reddetmiş ve Sultanı kılıçla yaralayarak, geceyi bir ağaç üstünde geçirmişti. Sultanın sevgilisi olduktan sonra ise kardeşinin tahtıyla ödüllendirildi. 73-Yeniçerilerin ve denizcilerin devam ettiği meyhanelerde ve kışın varlıklı ailelerin helva âlemlerinde Altıntop- kıvırcık, yani dünya gibi isimler taşıyan, allı pullu, uzun saçlı köçeklerin yaptıkları danslar hayal gücüne yapacak hiç bir şey bırakmazdı.
74-Devlet 1771de Rusya ile savaşırken İstanbul başka bir mücadeleyle meşguldü: Galata meyhanelerinden birinde, bir grup Yeniçeri ile birkaç Levent arasında 14 yaşındaki bir köçek yüzünden tartışma çıkmıştı. İşler bırakıldı, toplar durduruldu ve sonuçta elli kişi yaşamını yitirdi. Asayişi sağlamak 4 gün sürdü. Vezir-i azam oğlanın iki tarafa da kalmayacağına karar vermek zorunda kaldı Oğlan idam edildi, kavga bitti.
75-1830 yılından sonra II. Mahmutun Sarayı Avrupa benzeri servis personelleri, Fransız masa, sandalye ve saatleriyle donatıldı. Gerçi personel yastıkların üzerinde uzanmaktan gelen bir alışkanlıkla ayaklarını yere değil, hala sandalyenin basamak çubuğuna da dayıyorlardı. Sarayda kahve servisi fincanlar, tabaklar, kaşıklar, şeker ve hatta şeker maşasıyla oldukça Frenk usulü yapılıyordu. Sultan günde iki kez: Saat onbir civarlarında ve akşam gün batımına doğru yemek yiyor, adet olduğu üzere yerde tepsi başına oturmuyor: Masa başında çatal ve bıçak kullanılıyordu. Masanın en lezzetli yiyecekler ve en iyi Fransız şaraplarıyla donatılmış olduğunu görmekten büyük zevk alırdı Sofrada hep ağzının tadını bilenlerin seveceği türden yemekler vardır ve bazen kendisi de yemeğinin ölçüsünü kaçırırdı.
76-Osmanlıda padişahın ölümünden sonra kız anneleri saraydan çıkıp, hoşlarına giden soylu kişilerle evlenme serbestliğine sahiptirler. Fakat şehzade (erkek) anneleri eski saraya alınırlar ve orada oğulları tahta geçinceye kadar yaşarlardı.
77-Osmanlıda genellikle ayrı din ve ırktan olan cemaatler ayrı mahallelerde otururlardı. Sadece Eyüp semtine Gayri Müslimlerin yerleşmesine izin verilmezdi. Yalnız Hıristiyanlar meskûn yerlerde kiliselerde çan çalabilirdi. Buna karşılık karışık nüfuslu mahallelerdeki ve köylerdeki yerlerde çan çalınması yasaktı. Buralarda ibadet zamanı, çan yerine şamandıra denilen tahta gonglar, tahta veya çalparalar ve benzeri aletlerle yahut münadi (çağrıcı)aracılığıyla belli edilirdi.
78-Kural olarak Gayri Müslimlerin evleri ve Müslüman evlerinden ve camilerinden yüksek olmazdı.
79-Gayri Müslimlerin evleri genellikle koyu renk ve tercihan siyah boyalı olurdu.
80-Sarık rengi ve sarık sarma biçimi çamaşır ve ayakkabı rengi v.b Müslümanlar ve Gayri Müslimler için farklı olmak zorundaydı.
81-Sadece konsolosluk tercümanların Müslümanlar gibi beyaz sarık ve sarı ayakkabı giymeye hakları vardı.
82-Gayri Müslimler özellikle şehir içlerinde ata binemez, kılıç taşıyamaz ve hamamda nalın kullanamazlardı. Yüksek ruhban ve tabip v.b meslek sahipleri bu kuralın dışında tutulurdu. Havrada ibadet sırasında Müslüman ulema gibi sarığa beyaz tülbent saran Yahudi din adamı şikâyet üzerine zaman cezalandırılmıştır.
83-Hıristiyanların cenazeleri at ve at at arabasıyla taşınmazdı.
84-Tazminat Fermanının ilan edildiği yıl Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında kilise çanı yüzünden büyük sorunlar yaşandı.
85-Tazminat Fermanına göre herkes kendi dini inancına göre ibadet özgürlüğü ve eşitliği öngörüyordu. Rumlar bu maddeye dayanarak her yerde çan çalabileceklerini iddia ettiler. Oysa maddeye göre cemaatler sadece oturdukları mahallelerde çalabileceklerdi. Müslümanların karşı çıkmalarına rağmen çan her mahalledeki kiliselerde çalmaya başladı. Osmanlıda Milli Eğitimi planlayanların başında Safi Bey ve Emrullah Efendi gelir. Eğitimci Safi Beyin (el Hüsri) ve Maarif Nazırı Emrullah Efendinin çabasıyla dinine bağlı, milliyetini tanır, meşrutiye ve vatanına sadık, eğitimci ve aydın vatansever gençler yetiştirmeye yönelik uygulamalar yürürlüğe konuldu.
86-İlk defa Balkan Savaşında devletlerarasında sağlık hizmetlerinde din ve ırk ayırımı yapılmayıp benzeri ölçülerde bir iş birliğine girildi Cenevredeki Uluslararası Kızılhaç Genel Merkezi savaş esirlerine yardımcı olmak üzere Belgratta başkanlığına İsviçre Büyükelçisinin getirildiği Uluslararası bir büro oluşturuldu. Üye devletlerin Kızılhaç ve Kızılay Cemiyetleri Belgrattaki ana büro ile bağlantılı çalışan yerel bilimler kurdular. Hilal-i amerin (Kızılay) İstanbul da açtığı büro 14 Aralık 1912 de göreve başladı. Müslüman- Türk kadınları için hemşirelik mesleği de Balkan savaşı ile başladı. O zamana kadar hastanelerde Gayri Müslim Levanten veya yabancı kadınlar hemşirelik yapıyordu.
87-Meşrutiyetin ilanı ile birlikte büyük şehirlerde kadınların konumunu ve sosyal yaşamda daha çok yer almaları ile ilgileri çalışmalarda Balkan Savaşı sonunda hızlandı.
88- Mamulât-ı Dahılaye İstihlaki Kadınlar Cemiyeti Hayrıyesi(Yerli mamulleri Tüketimi için Yardımsever Kadınlar Cemiyeti) Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği ve Türk Kadınları biçki Yurdu, gibi kuruluşlar olmuştur. 1916 Temmuz ayında, kadınlar ise yetiştirmede yardımcı olmak üzere Enver Paşanın girişimiyle Karısı Naciye Sultanın başkanlığında Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslammıyesi kuruldu.
89-Tanzimat döneminin elediği diğer devlet büyükleri, elli beş yıldır vezaret rütbesini dosya taşıyan ve Şeyhul vüzera denilen Hüsrev Paşa birbirlerinin kuyusunu kazan Akif Paşa ve Pertev Paşa, bu gibi vezirlerdi. Hüsrev Paşa gizli bir tutucuydu, Mehmet Ali olayındaki gelişmelerde hırsının ve hatalarının payı görüldüğünden Tekirdağa sürgüne gönderildi. Akif Paşa ise rakibi Pertev Paşanın katiline neden oldu. Bu son entrika idi ve Pertev Paşa katledilen son Osmanlı veziri oldu.
90-Kanuninin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa o kadar şişmandı ki, koca imparatorlukta kendisini taşıyabilecek ancak iki at bulunabiliyordu.
91-Türk Milletinin modernite hayatı III. Selim ve yeğeni aydın insan II. Mahmutla başlamıştır, dersek pek yanlış olmaz sanırım.
4-İbni Batuta, Orhan Gazi zamanındaki Türk kadınlarından bahsederken şöyle demektedir: Türk kadınları yüzlerini örtmezler. Erkekleri onlara hürmet gösterir ki, görenler onların melek sanır.
5-Padişahların mutlak vekâletlerine delalet eden mühri hümayun geleneği Abbasi halifeleri zamanından kalmadır. Önceleri mühri hümayun yüzükte olup sadrazamlar parmaklarına takarlardı. Sonraları inci zincire bağlı altın keseler içinde boyunlara takılıp cepte taşımak adet olmuştu. Sadrazamlar, mührü yatakta bile yanlarından ayırmazlardı. Hatta Ali Paşa hamama giderken bile yanında bulundururmuş.
6-Evliya Çelebiye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken İran Şahı, Kanuniye, parası yetmezse satıp tamamlasın diye, bir çekmece elmas yollamış. Padişah ise o elmasları küçük minarelerden sağdakinin taşları arasına koydurtmuş. Buna da cevahir minaresi denmiştir. XVII- XIX. Yüzyıl başlarında İstanbul kibar gençleri başlarına üç arşın şal sararlar, fakat göğüs, kol ve bacaklar açık, çıplak gezer, ayaklarına da yalnız altı bulunan kırmızı yemeni giyerlerdi.
7-Sokullunun, şehit edildiği zamanki kanlı gömleğini ailesi iki buçuk asır sakladı. Her sene mevlüdü okunup ziyaret edildi. Sonra Karaağaçtaki yalılarıyla birlikte yandı.
8-Lale Devrinin en namlı lalecisi Tabak Ata isminde esnaftan fakir bir adamdı. 80 çeşit nefis lale yetiştirmişti ve sarayların bahçelerine soğanlar ondan alınırdı. Bu çiçek yüzünden İstanbulun en zengin simalarından biri olmuştur.
9-XVI. Yüzyıl. da Macaristanda bir kaya kitlesi üzerinde kartal yuvasına benzeyen Filek Kalesine, Demirbaş Hasan Pehlivan denilen bir kahraman, 40 arkadaşıyla zapt etmişti. Bir gece kalenin mazgal deliğine merdiven dayadı, evvela, bu deliği kapayan 80 kantarlık bir topa göğsünü vererek itti. Sonra başını koyup ikinci hamlede topu içeriye doğru tamamen attı ve yalın kılıç arkadaşlarıyla daldı ve kaleyi fethetti
10-XVI. Yüzyılın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa 75 yaşlarında iken bir gün okçular başına gelip ok ısmarlamıştı. Esnaf; Pehlivan, ihtiyarladın, sana ok ve yay ne lazım, dediler. O da atını çarşının kapısına sürdü, kapıdaki zincirlere kollarıyla asıldı ve bacaklarını atının karnına sardı. Kollarını kısınca koca atı havaya kaldırarak: Bazumda azıcık kuvvetim var gibi! cevabını verdi.
11-Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, aydın ve inkılâpçı III. Selimin düşmanlarından, Aygır İmam diye meşhur Derviş Efendi isimli bir softadır. Bir seferinde 40 yumurta üstüne 2 okka pastırma doğratıp, bir pastırmalı yumurta yemiş; fakat koca leğeni sıyırdıktan az sonra dili ağzına sığmayıp ölmüştür.
12-Amerika Birleşik Devleti cumhurbaşkanlarından General Grant, II. Abdülhamit zamanında Türkiyeyi ziyaret etmiştir. Bu zat memleketimize gelmiş ilk Amerika cumhurbaşkanıdır.
13-Abdülazizin Şeyhülislamlarından Ahmet Muhtar Efendi, Ayasofyada bir fakir turşucunun oğlu idi ve çocukluğunda cami derslerine yalınayak giderdi. Sırf kendi gayretinin hakkı olarak ulaştığı bu yüksek makamdan da bir gün kayığına binmeyip halk ile beraber vapura bindiği için azledilmiştir.
14-İstanbuldaki Hürriyet abidesinin altı bir yer altı mescididir. Bu mescide abidenin kapısından girilir. Hürriyet şehitleri bu mescidin mihrap duvarının arkasında yatmaktadır.
15-Şehzadelerin sünnet düğünlerinde esnaf kurumlarının kıymetli hediyeler sunması adetti.
16-XV. Yüzyılda Bursada Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin hesap ederek 3 milyon 6 yüz bin florin gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak 7 yıl yaşadı. Bütün paralarını yedi ve yalınayak, sefil, bir hamam külhanında öldü. Mirasyediliğine misal: Bir gün, bir bağda tavşan yatağı bulunduğunu haber verdiler. 100 florin verdi. 100 florine de bir tazı aldı. Tavşanı ininden çıkarana 100 florin verdi, fakat tazı tavşana saldırmadı. Tazıyı kılıçla ikiye böldü.
17-Abdülaziz zamanında Arifaki isminde bir adam Musavver Medeniyet isminde bir gazete çıkarmış ve ilk sayfasına Şehzade Yusuf İzzettin Efendinin bir resmini koymuş, bu vesile ile valide sultandan ve padişahtan ve saray mensuplarından ikibin altına yakın bahşiş kopartmıştı. Bu hanedandan bir zatın, bir gazeteye basılan ilk resmiydi.
18-Kanuni Sultan Süleyman gayet mahir bir kuyumcu idi ve sağ kulağında daima, bir fındık büyüklüğünde ve armut şeklinde çok kıymetli bir inci küpe taşırdı.
19-IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi.
20-İstanbulda ilk kahvehane XVI. Yüzyıl ortalarında Tahtakalede açıldı. Burada okuryazar ve zarif insanlar toplanır, edebi muhasebeler yapar, satranç oynarlardı. Zamanla bunlar fazlalaştı. Fakat işe müdahale edilerek men edildi.
21-XVII. asırda İstanbul genişleyince büyük şehir ahlaksızlığı başlamıştı. Bazı kimseler kör cariye ve esir satın alıp dilendirirler yahut birinin boynuna zincir takıp borçlu mahsup tur diye merhamet çekerek para toplarlardı. Softalar, eski elbise giyen kadınlar, dilenciler kâhyasına rüşvet vererek dilenirlerdi.
22-Kanuninin sadrazamı İbrahim Paşanın adamlarından Alvaryo Griti adında birisi vardı. Bu zat, o zamanki Venedik Cumhuriyetinin elçisi idi. Taksim civarında bir sarayı vardı. Kendisine yazılan resmi evrakta Beyoğlu diye yâd olunurdu. Beyoğlu semtinin adı buradan gelmektedir.
23-XVIII. Yüzyıl başlarında kasapları hükümet tayin ederdi ve bunları zengin kimselerden seçerlerdi. Bunlar narha göre satarlar ve zararları olursa hükümet kapardı. Zorla kasap yazılan bir zengin Mısıra kaçmıştı.
24-III. Murat zamanında şımarık vaizlerden Şeyh Şuca, maymunlar insanlara benziyor diye başlarına bir şey giymelerine irade aldı ve İstanbuldaki iki yüz maymuna birer kırmızı takke giydirildi.
25-Sokaklarda daimi ışık bulunmadığından geceleri sokağa çıkan İstanbul halkı fener kullanırdı. Bunlar camlı veya muşambalı olurdu. Daha evvelleri bu fenerlerdeki mumların adedi de sahibinin mertebesine göre değişirdi. 26-Kibritten evvel çubuk yakmak için kav kullanılırdı. Çakmak taşına çelik demirle vurularak çıkarılan şerare ile yakılırdı.
27-Kösler, üzerlerine kalın deriler gerili muazzam davullardı. Harp meydanlarında zaferler bunlarla ilan edilir ve yer gök inlerdi ( küslere halk kös derdi).
28-Gündelik gazetelerin mevcut olmadığı devirlerde günlük bazı devlet emirleri, ahali tellalları vasıtasıyla toplanarak tebliğ edilirdi. Tellallar, komşular, komşular! Bu gece camiye buyurun, tembih var! diye bağırarak halkı camilere toplarlardı.
29-Avrupakari fayton denilen arabalar Türkiyeye II. Mahmut tarafından girmişti. Evvelce bunlara padişahtan başkası binemezken, padişahın seyahatlerinde yakınları da rahat etsinler diye onlara da müsaade edilmiş ve neden sonra herkes binebilmiştir.
30-Bizde müdde-i umumilik (savcılık) ilk defa 1880′de Adliye teşkilatı kanunu ile ihdas edildi. Unvanları hasmı mensuptu (yani tayin edilmiş hasım). İki taraf varken 3. şahsın muhakemeye müdahalesini halk ilk zamanlar anlayamamıştı
31Köprülü Mehmet Paşa vilayetlerle payitahttaki eşkıya ve zorbaları temizlemek maksadıyla otuz bine yakın insan idam ettirmiştir. Yalnız cellâdı Zülfikar 4000 kişiyi denize atmıştır. Tarihler, o zamanı ıslah için bu hunharlığı mazur görmektedir.
32-Eskiden devletin harici işlerini gören zatın unvanı Reisilküttab idi. Akif Paşa, resmi yazı lisanını sadeleştiren bir edibimizdi. Namık Kemal, kitabeti Akif Paşanın eserlerinden öğrendiğini söylerdi.
33-XVII. Yüzyıl ortalarında İstanbulda bir elekçi delisi vardı. Bu deli her gün 3-4 elek telini koparır ve bükerek bir pide gibi iştahla yerdi.
34-Hicaz, Türkiyede bulunduğu müddetçe, I. Dünya Savaşı sonuna kadar, Peygamberimizin markadı üzerindeki kandillerde daima gül yağı yakılmıştır.
35-IV. Avcı Mehmet, Trakyada bir köylü çocuğu görmüştü. Bu çocuğun sol bacağı, bir keçi bacağı gibi kıllı idi. Padişah bu çocuğa 100 altın verdi.
36-Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşa güzelliği ile meşhur genç bir vezirdi. Çocukluğunda Dalmaçyalı fakir bir çocuk olan Yusuf Paşa, bir kış günü çıplak ayaklarına bir çift eski kundura giydiren kadına, vezir olduktan sonra bu partal kunduraları, içlerine altın doldurarak iade etmiştir.
37-IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi
38-Bir zamanlar hocalar kavrulup kömür haline geldiği için kahvenin dinen haram olduğuna dair fetvalar verdiler. Tütün aleyhinde ise çoktan fetva verilmişti. Fakat vaizlerle müftüler bile bu yasağa dayanamayarak gizli kahvehanelere arka kapıdan girer oldular.
39-Padişah töreye göre memleketinin sahibi sayılırdı Osmanlı devletinin sadece tek bir hanedan iş başından kalmıştır.
40-Üzerinde sahibinin ismi kazılı olan mühür, bilhassa resmi işlerde imza yerine kullanılırdı. Bu usul 1908 senesine kadar devam etmiştir.
41-Osmanlı tahtı babadan oğula kalırdı. I. Ahmet değiştirip, hükümdarlığın, hanedanın en büyük erkeğine kalması usulünü koymuştu. Bundan sonradır ki Osmanlı şehzadeleri sarayda hususi dairelerde bir nevi mahpus hayatı geçirip cahil ve atıl kalmışlardı
42-Padişah yemek yerken sofrada yemekleri vermek ve değiştirmek kilercibaşı ile çeşnigirbaşının vazifesi idi. Yemek sırasında rikabdar ağa yelpaze ile sinekleri kovardı.
43-Kanuninin oğlu II. Selim savaşa gitmeyen ilk Osmanlı padişahı idi. Zevk ve sefahate düşkündü. Sarhoşken hamamda düşme neticesinde ölmüştü.
44-Napolyonun 15 bin kişi ile 20 günde geçebildiği çölü, Yavuz Selim, Mısır fethine giderken 60 bin kişi ile 10 günde geçmişti.
45-Osmanlıda Enderuna (Saray Akademisine) kesinlikle Türk gençleri alınmamıştır
46-II. Mehmet Veziri Azam Çandarlı Halil Paşayı idam ettirince yönetime devrişmeler söz sahibi olmuştur.
47-Şehzade; şeyh-zade, şeyhinoğlu anlamına gelirdi.
48-Veliaht; veli olmasına söz verilmiş kişi demektir.
49-Lala; tecrübeli devlet adamı, şehzadenin danışmanı, hocası Sancaktaki Şehzadelere Çelebi Sultan denirdi. Şehzadelere isyan edecekleri endişesiyle Rumelide sancak verilmemiştir.
50-Divanda bulunan beyler burma tülbent giyerlerdi, giymeyenler ayıplanırdı. Orhan Beyden, Fatihe kadar divan her gün toplanırdı. XVI Yüzyıldan itibaren divan toplantıları haftada dört güne inmiştir. III Ahmet zamanında haftada bir güne indirildi Divan toplantısı sabah namazından sonra ve öğleye kadar devam ederdi. Divanın bittiğini çavuşbaşı elindeki asasını yere vurarak bildirirdi ve divan dağılırdı Çavuşbaşı da divan toplantılarına iştirak ederdi ancak bunun sonucunda divan hizmetlileri sayıldığından oturamazlar ayakta dururlardı.
51-Veziri Azamlar sefere giderken vekil olarak sadaret kaymakamı bırakırdı ikinci divanında Türkçe bilmeyenler için tercümanı bulunurdu bayram tebriklerinde padişah vezirlere olduğu gibi defterdarda ayağa kalkardı. 52-Devletin maaşlı, ilk resmi tarihçisi Vaka-i nüvis Halepli Mustafa Naima Efendidir.
53-Divanda elçiler için her zaman devlet tercümanı bulunmuştur.
54-Osmanlı da Papazların çocuklarında Cizye alınmazdı. 55-Padişahların tahta geçiş sırasında fazla gurura kapılmamaları için maaşlı uyarı grubu bulunurdu ve halkın Padişahım çok yaşa diye bağırması sonucu bu uyarı bölüğü yavaşça gururlanma padişahım senden büyük ALLAH var diye seslenmesi, adet halini almıştı. 56-Osmanlı Devleti cüzamlı hastaları dışlanmamıştır, onlar için İstanbul Üsküdar ve Karacaahmete Miskinler Tekkesi denilen bir hastane açmıştır.
57-Osmanlıda haberleşme (posta) için belirli aralıkla konaklama yerleri bulunur buralarda ise bir görevli ve atlar beslenirdi her at için bütçe den para ayrıldı. Mesela; İstanbul -Halepe kadar 370 at kullanırlardı. Buraları da menzil emini ve menzilkeşler (posta görevlisi) yönetirlerdi.
58-Yolların ve gezginlerin emniyetini sağlamak için karakollar yerine Derbentler vardı.
59-Devletin üst düzey görevlisi görevlerinden ayrıldıkları zaman arpalık denilen bir yer verilirdi. Buraların (ilçe, il) gelirleri kullanırlardı.
60-Osmanlıda Hazreti Muhammedin neslinden geldikleri kabul edilen aileler vardı. Bunların liderleri Nakib-ül eşraflık makamına getirildi. Nakib-ül eşraflar padişaha kılıç kuşandırırlardı. Bunlarda divanda bulunurdu.
61-Osmanlıda mür***ıkan diye bir sınıf vardı. Bu sınıf sadat ( peygamber evladı) diye anılırdı mür***ıkan dua günü, padişahların övgüler yapar ve çalışmadan maaş alırlardı. (halka göre tembel ve bedavacı sınıftı.)Bu sınıfa da devlet maaş bağlamıştı halk arasında Mekke fukarası , Medine fukarasıolarak adlandırılırdı.
62-Yönetici sınıfın tüm üyelerinin giysilerini düzenleyen kanunlar vardı. Memurların kaftanlarının rengi, kol resimleri ve saçlarının biçimi en ince ayrıntısına kadar bu kanunnamelerde yer almıştır. Vezirler yeşil, mabeyinciler kızıl, Lala mor, Mollalar açık mavi kaftan giyerlerdi. Babıâli memurları, sarı ayakkabı, saray memurları açık kırmızı ayakkabı giyerlerdi. Rumlar siyah, Ermeniler mor, Museviler mavi ayakkabı giyerlerdi. 63-Yeniçeri Ocağından yemek malzemelerinin sağlanması ve pişirilmesiyle ilgili olduğu için albaya çorbacı denirdi.
64-Yeniçerilerin en değer verdikleri eşyalar yaşamlarının sembolü olan çorba kazanıydı. Çorba kazanını düşmana kaptıran rezil olurdu.
65-Yeniçeriler ayaklandıklarında padişahın yemeğini Kabul etmediklerini ve sadakatlerini geri aldıklarını göstermek için törenle bakır kazanlarını çevirirlerdi.
66-İstiklal Caddesinin eski adı Fransızca Grand Rue de Peraydı.
67-Perada içki serbest, İstanbulda yasaktı.
68-Osmanlı Eyüp Sultanda, Müslüman olmayanların böyle mukaddes bir bölgede dükkân açmalarına izin vermiyordu.
69-Hükümdarın heybetine yakışır biçimde yavaş ve ağır adımlarla yürümesi için atı. Bir gece önceden yemsiz ve uykusuz bırakılırdı.
70-Hanedan damatları karısının odasına kabul edildiği zaman ya da kabul edilirse, yatağa ancak dibinden yaklaşmaya cüret edilirdi. Kocalar bazen eyalet yönetimi için başkent dışına gönderilirdi. Hanım Sultanlar, bir istisna dışına, asla onlarla beraber gitmeye razı olmazdı.
71-Padişah kızlarının ve kız kardeşlerinin çocukları1607 yılından itibaren genellikle doğar doğmaz öldürülmeye başladı.1842 yılına gelindiğinde Sultan bu geleneğe son vermek istedi.
72-Avrupa da eşcinseller hepsi atılabilir yâda cezalandırılabilirlerdi. Fatih ise askerlerine hem genç, güzel ve alımlı kadınlar hem de yakışıklı ve soylu oğlanlar vaat etmişti. Eflak Prensi asıl Drakula- Kazıklı Voyvoda Vladın erkek kardeşi Radul, Sultanın en makbul gözdesiydi. Radul 7 yaşında, rehin olarak saraya geldiğinde boyu bir demet çiçek kadar bile yoktu. İlk defasında kendisinden isteneni reddetmiş ve Sultanı kılıçla yaralayarak, geceyi bir ağaç üstünde geçirmişti. Sultanın sevgilisi olduktan sonra ise kardeşinin tahtıyla ödüllendirildi. 73-Yeniçerilerin ve denizcilerin devam ettiği meyhanelerde ve kışın varlıklı ailelerin helva âlemlerinde Altıntop- kıvırcık, yani dünya gibi isimler taşıyan, allı pullu, uzun saçlı köçeklerin yaptıkları danslar hayal gücüne yapacak hiç bir şey bırakmazdı.
74-Devlet 1771de Rusya ile savaşırken İstanbul başka bir mücadeleyle meşguldü: Galata meyhanelerinden birinde, bir grup Yeniçeri ile birkaç Levent arasında 14 yaşındaki bir köçek yüzünden tartışma çıkmıştı. İşler bırakıldı, toplar durduruldu ve sonuçta elli kişi yaşamını yitirdi. Asayişi sağlamak 4 gün sürdü. Vezir-i azam oğlanın iki tarafa da kalmayacağına karar vermek zorunda kaldı Oğlan idam edildi, kavga bitti.
75-1830 yılından sonra II. Mahmutun Sarayı Avrupa benzeri servis personelleri, Fransız masa, sandalye ve saatleriyle donatıldı. Gerçi personel yastıkların üzerinde uzanmaktan gelen bir alışkanlıkla ayaklarını yere değil, hala sandalyenin basamak çubuğuna da dayıyorlardı. Sarayda kahve servisi fincanlar, tabaklar, kaşıklar, şeker ve hatta şeker maşasıyla oldukça Frenk usulü yapılıyordu. Sultan günde iki kez: Saat onbir civarlarında ve akşam gün batımına doğru yemek yiyor, adet olduğu üzere yerde tepsi başına oturmuyor: Masa başında çatal ve bıçak kullanılıyordu. Masanın en lezzetli yiyecekler ve en iyi Fransız şaraplarıyla donatılmış olduğunu görmekten büyük zevk alırdı Sofrada hep ağzının tadını bilenlerin seveceği türden yemekler vardır ve bazen kendisi de yemeğinin ölçüsünü kaçırırdı.
76-Osmanlıda padişahın ölümünden sonra kız anneleri saraydan çıkıp, hoşlarına giden soylu kişilerle evlenme serbestliğine sahiptirler. Fakat şehzade (erkek) anneleri eski saraya alınırlar ve orada oğulları tahta geçinceye kadar yaşarlardı.
77-Osmanlıda genellikle ayrı din ve ırktan olan cemaatler ayrı mahallelerde otururlardı. Sadece Eyüp semtine Gayri Müslimlerin yerleşmesine izin verilmezdi. Yalnız Hıristiyanlar meskûn yerlerde kiliselerde çan çalabilirdi. Buna karşılık karışık nüfuslu mahallelerdeki ve köylerdeki yerlerde çan çalınması yasaktı. Buralarda ibadet zamanı, çan yerine şamandıra denilen tahta gonglar, tahta veya çalparalar ve benzeri aletlerle yahut münadi (çağrıcı)aracılığıyla belli edilirdi.
78-Kural olarak Gayri Müslimlerin evleri ve Müslüman evlerinden ve camilerinden yüksek olmazdı.
79-Gayri Müslimlerin evleri genellikle koyu renk ve tercihan siyah boyalı olurdu.
80-Sarık rengi ve sarık sarma biçimi çamaşır ve ayakkabı rengi v.b Müslümanlar ve Gayri Müslimler için farklı olmak zorundaydı.
81-Sadece konsolosluk tercümanların Müslümanlar gibi beyaz sarık ve sarı ayakkabı giymeye hakları vardı.
82-Gayri Müslimler özellikle şehir içlerinde ata binemez, kılıç taşıyamaz ve hamamda nalın kullanamazlardı. Yüksek ruhban ve tabip v.b meslek sahipleri bu kuralın dışında tutulurdu. Havrada ibadet sırasında Müslüman ulema gibi sarığa beyaz tülbent saran Yahudi din adamı şikâyet üzerine zaman cezalandırılmıştır.
83-Hıristiyanların cenazeleri at ve at at arabasıyla taşınmazdı.
84-Tazminat Fermanının ilan edildiği yıl Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında kilise çanı yüzünden büyük sorunlar yaşandı.
85-Tazminat Fermanına göre herkes kendi dini inancına göre ibadet özgürlüğü ve eşitliği öngörüyordu. Rumlar bu maddeye dayanarak her yerde çan çalabileceklerini iddia ettiler. Oysa maddeye göre cemaatler sadece oturdukları mahallelerde çalabileceklerdi. Müslümanların karşı çıkmalarına rağmen çan her mahalledeki kiliselerde çalmaya başladı. Osmanlıda Milli Eğitimi planlayanların başında Safi Bey ve Emrullah Efendi gelir. Eğitimci Safi Beyin (el Hüsri) ve Maarif Nazırı Emrullah Efendinin çabasıyla dinine bağlı, milliyetini tanır, meşrutiye ve vatanına sadık, eğitimci ve aydın vatansever gençler yetiştirmeye yönelik uygulamalar yürürlüğe konuldu.
86-İlk defa Balkan Savaşında devletlerarasında sağlık hizmetlerinde din ve ırk ayırımı yapılmayıp benzeri ölçülerde bir iş birliğine girildi Cenevredeki Uluslararası Kızılhaç Genel Merkezi savaş esirlerine yardımcı olmak üzere Belgratta başkanlığına İsviçre Büyükelçisinin getirildiği Uluslararası bir büro oluşturuldu. Üye devletlerin Kızılhaç ve Kızılay Cemiyetleri Belgrattaki ana büro ile bağlantılı çalışan yerel bilimler kurdular. Hilal-i amerin (Kızılay) İstanbul da açtığı büro 14 Aralık 1912 de göreve başladı. Müslüman- Türk kadınları için hemşirelik mesleği de Balkan savaşı ile başladı. O zamana kadar hastanelerde Gayri Müslim Levanten veya yabancı kadınlar hemşirelik yapıyordu.
87-Meşrutiyetin ilanı ile birlikte büyük şehirlerde kadınların konumunu ve sosyal yaşamda daha çok yer almaları ile ilgileri çalışmalarda Balkan Savaşı sonunda hızlandı.
88- Mamulât-ı Dahılaye İstihlaki Kadınlar Cemiyeti Hayrıyesi(Yerli mamulleri Tüketimi için Yardımsever Kadınlar Cemiyeti) Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği ve Türk Kadınları biçki Yurdu, gibi kuruluşlar olmuştur. 1916 Temmuz ayında, kadınlar ise yetiştirmede yardımcı olmak üzere Enver Paşanın girişimiyle Karısı Naciye Sultanın başkanlığında Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslammıyesi kuruldu.
89-Tanzimat döneminin elediği diğer devlet büyükleri, elli beş yıldır vezaret rütbesini dosya taşıyan ve Şeyhul vüzera denilen Hüsrev Paşa birbirlerinin kuyusunu kazan Akif Paşa ve Pertev Paşa, bu gibi vezirlerdi. Hüsrev Paşa gizli bir tutucuydu, Mehmet Ali olayındaki gelişmelerde hırsının ve hatalarının payı görüldüğünden Tekirdağa sürgüne gönderildi. Akif Paşa ise rakibi Pertev Paşanın katiline neden oldu. Bu son entrika idi ve Pertev Paşa katledilen son Osmanlı veziri oldu.
90-Kanuninin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa o kadar şişmandı ki, koca imparatorlukta kendisini taşıyabilecek ancak iki at bulunabiliyordu.
91-Türk Milletinin modernite hayatı III. Selim ve yeğeni aydın insan II. Mahmutla başlamıştır, dersek pek yanlış olmaz sanırım.