• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Osmanlı Döneminde Felsefe

Pamira

Moderatör
İçerik Üreticisi
Üyelik Tarihi
22 May 2019
Konular
2,801
Mesajlar
9,706
MFC Puanı
60,560
Özellikle de Osmanlı döneminde felsefeye ilişkin açık tartışmalar yapılmıştır. Osmanlı düşünürlerinin felsefeden ne anladıkları ve nasıl tanımladıkları ve nasıl kullandıklarını, onların bakış açılarıyla ele alıp değerlendirmek, teorik düşünce anlayışlarının resminin oluşmasında etkili bir yoldur. Bu amaçla Taşköprülüzade, Kınalızade ve Katip Çelebi’nin felsefeye nasıl baktıkları üzerinde kısaca durulmaktadır.

Taşköprülüzade (1459 - 1561), öğrencilerin ilim öğrenme sürecindeki vazifelerini ele alırken, yedinci vazife olarak, her ilimden bir şeyler öğrenmeyi, hiçbirini terk etmemeyi, her ilmin gaye, maksat ve yolunu bilmeyi dile getirmiştir. Genel olarak ilimleri tanıdıktan sonra, ömrü oldukça her ilmin detaylı olarak tanınması ve birini iyi bir şekilde tanımadan diğerine geçilmemesi gerektiğini de bildirmiştir. Bilinmeyen şeylere düşmanlıkların oluşması nedeniyle, ilimlerin genelini tanıma tavsiye edilmiştir. Bununla birlikte Taşköprülüzade’ye göre, dine uymayan her ilim elbette kötüdür. Fakat kalbinde şeriatın, yani İslam dininin sağlam bilgilerini bulundurup, imanı tam, gönlü Resulullah’ın azametiyle dopdolu,Kur’an’ı bilen, hadisi şerifleri öğrenmiş olan, şeriatın emir ve yasaklarına uyan ve bunlarla din ve imanını kuvvetlendirenin felsefi ilimlere bakması helaldir. Lakin bunda iki şart vardır: 1 Onların şeriata, İslam dinine uymayan sözlerine bakmamalıdır. Bakarsa başkalarını reddetmek niyetiyle bakmalı, mütalaa etmelidir. 2 Felsefecilerin sözlerini, İslam alimlerinin sözleriyle karıştırmamalı, o eşsiz cevherleri saksı kırıntısı cam parçası haline getirmemelidir. Taşköprülüzade’ye göre insan, ömrünü felsefe öğrenmek için harcamamalıdır; bu yüzden çok Müslüman zarar görmüştür. Çünkü insanların çoğu hak ile batıl, doğru ile yanlış arasındaki farkı anlayamazlar. Cahil insanlar bazı meselelerin kelam kitaplarında ele alınmasına dayanarak doğruluğuna şahitlik ederler. Bu anlayış Tusi ve takipçileriyle oluşmuştur. Gazali ve Fahreddin Razi gibi alimler, kelam kitaplarını hikmet yani felsefe ile bir arada yapmışlarsa da, böyle yapmaları, bozuk yolun önüne, anında ve yerinde set çekmek içindir. Taşköprülüzade’ye göre felsefi ilimlerle uğraşanların çoğu doğruyu yanlıştan ayıramadıklarından, felsefeye olumsuz gözle bakılır. Bu felsefenin kusuru değil, felsefeyle uğraşanların kusurudur.

Kınalızade (1510-1572), hikmet üzerinde duran düşünürlerinden biridir. Ahlaki Alai adlı kitabında ahlâkı, hikmetin bir bölümü olarak tanımlayın Kınalızade, öncelikle hikmetin tanımları üzerinde durmuştur. Hikmetin genel kabul görmüş olduğunu belirttiği tanım şöyledir: Hikmet, harici varlıkları ilk planda ne halde ise, o hal üzere bilmektir.Kınalızade’ye göre bu tanım, doğruya yakın ve makbul olmakla birlikte, amelin kendine şamil değildir. Bazı filozoflar şöyle tarif etmişlerdir: Hikmet, insan nefsinde ilim ve amelin meydana gelmesi ve insan nefsinin bu iki yönden kemal mertebesine ulaşmasıdır. Kınalızade’ye göre nazari hikmet üç kısımdır: 1 Hariçte ve zihinde cismani bir maddeden uzak olan varlıklardır. Cenabı Hak, mücerret akıl ve ruh gibi, cisimden (heyuladan) ve maddeyle birleşmekten uzak olanlar. Bunlardan bahseden ilme, ilahi ilim (ilmi A’lâ) denir.

Zira cismin maddesi sefil ve noksan olduğundan, en yüce konuları içine alan ilme en yüce (ilahi) demek uygundur. 2 Zihinde maddeden uzak, fakat hariçte madde ye muhtaç olan küre, üçgen ve dörtgen gibi varlıklardır. Bunların hariçte muayyen maddesi vardır. Bunlarla ilmi riyazi ya da ilmi evsat uğraşır. Riyaziye ilmi dört kısımdır: Heyet (yıldızlarla ilgili hesap), hendese (geometri), hesap (cebir) ve Musiki. 3 Zihinde ve hariçte maddeye muhtaç olanlar. Bundan bahseden ilme İlmi Tabii ya da ilmi Esfel denir. Zira tabiat, hareket ve sükunun başlangıcıdır. İşte bu ilim bundan bahseder. “İlmi Efsel” denmesinin sebebi, hariçte ve zihinde eksik olan maddeye muhtaç olmasıdır. Kınalızade’ye göre, hikmetin konuları arasında olan harici varlıklar iki kısımdır: 1 Varlığında, insanın güç ve iradesinin etkisi olmayanlar. Yer, gök, şahıslar, insan ve hayvan gibi. 2 Varlığı, insanın güç ve iradesine bağlı olanlar. İnsanının ortaya koyduğu fiiller, hareketler ve ameller gibi Harici varlıkların ikiye ayrılması gibi, hikmet de ikiye ayrılır: 1 İnsanın güç ve iradesinden bağımsız varlıklardan bahseder. Buna nazari hikmet denir. Zira bunu elde etmenin yolu, tetkik ve incelemeye bağlıdır. 2 İnsanın güç ve irademizin de tesiri muhakkak olan ve onlarsız meydana gelmeyen harici varlıklardan bahseder ki, buna da Ameli hikmet denir. Amelin nasıllığından bahsettiği için, amele nispet ederler. Ameli hikmet, fertlerin fiil ve amellerinden insan nefsinden bahseden ilimdir. Kınalıza de’nin verdiği malzemeler, hikmetin bilgi temelli bir yapı olduğu ortaya koymaktadır. Hikmetin özellikle de ameli hikmetin amacı, insanın saadetidir. Kınalızade’ye göre amel, salih ve makbul olduğunda, insan nefsini hakiki saadete ulaştırır. Fasid ve çirkin olan ameller, insanı ahirette zarara götürür. Ameli hikmetin faydası salt mücerret ilim sevgisi olmayıp, asıl kaygı, ameli mükemmelleştirmek ve davranışları güzelleştirmektir. İlim ağacı, amel meyvesini vermezse, itibar dairesinin dışında kalır.
Katip Çelebi (1609-1659), hikmet ilmini tanıtırken İslam’da felsefenin nasıl başladığını ve geliştiğini içeren kısa bir felsefe tarihi resmi çizmiştir. Söz konusu resim, Halife Me’mun felsefenin benimsenmesindeki katkılarını, Me’mun’un rüyasında Aristoteles’i güzel huylu bir adam olarak görüp, nedenini sorduğunda, Aristoteles’in, “akılda güzel olan şeydir”, “şeriatta güzel olan şeydir” şeklinde cevap vermesi, Bizans’tan felsefe kitaplarının getirilmesi için girişimleri, Atina ve felsefe hakkında malumatlara yer vermesi, kendi dönemine kadar İslam dünyasında felsefenin seyrini içermektedir. Katip Çelebi’ye göre, yaratılıştan beri bütün kavimler ve ümmetlerin arasında zaruri, gerçek ve bir delile dayanan, varlıkların hakikatini araştıran ilimler olmuştur. Vahiy kitaplarında bildirilen şeriat ilimleri ile akli ilimlerin konuları ve meseleleriyle bir çok noktada birleşip uyuşmuşlar, bazı maddelerde de ayrılmışlardır. Bundan dolayı Hıristiyan milletler felsefeyi reddetmişler, Müslümanlar Tehafüt (reddiye) ile karşılık vermişler fakat reddetmemişlerdir. Katip Çelebi felsefeyi olumlu bir gözle değerlendirmektedir. Felsefenin İslam dünyasındaki seyrini anlatırken bu olumlu izlenimi açıkça ortaya çıkmaktadır.

Katip Çelebi’ye göre Osmanlı Devleti’nin orta dönemlerine kadar Anadolu’da felsefeye ve hikmete çok önem verilmiştir. Bu asırlarda insanın değeri, öğrendiği ve kavradığı akla ve nakle dayalı ilimlerle ölçülmüştür. Onların döneminde hikmet ile şeriatı bir araya getirecek insanlar ortaya çıkmıştır. Duraklama dönemine geldiği zaman bazı müftülerin felsefe öğrenimin yasaklamaları, hidayeti ve en mükemmel olanı yönlendirmesi sebebiyle ilimlerin rüzgarı durgunlaşmış ve azalmıştır, azmiktarda belirtisi dışında ilimler tamamen yok olmuştur. Fatih, Semaniye Medresesi’ni yaptırıp kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haşiyei Tecrid (açıklamalı kelam kitabı) ve Şerh-i Mevakıf (el İci’nin kelama ilişkin kitabının şerhi) derslerinin okutulmasını bildirmişti.
Sonra gelenler bu dersler felsefiyattır diye kaldırıp Hidaye ve Ekmel (Peygamberin mükemmeliğini konu edinme) derslerini okutmayı akla uygun görmüşler. Yalnız bunlarla yetinmek akla uygun olmadığı için ne felsefe kaldı ne de Hidaye kaldı, ne Ekmel. Bununla Osmanlı ülkesinde ilim pazarına kesat gelip bunları okutacak olanların kökü kurumaya yüz tuttu (Katip Çelebi 1993, 9). Bu cahillikten sonra Anadolu’da yetişen öğrenciler İstanbul’da tavra atmışlardır. Nedim, Fihris’de (Fihrisü’l Ulum) hikmet ile meşgul olanların ve kişilik olarak hikmeti kabul ettiği bilinen kimselerin dışındakilere hikmetin yasaklanmış olduğunu nakletmiştir. Felsefeciler hikmet ve felsefe öğrenmek isteyenlerin doğum tarihlerine bakıp; eğer doğum tarihlerinden, kişinin bu ilmi elde edeceği çıkartılırsa,onu çalıştırmışlar ve ona hikmet sunmuşlar, aksi olduğunda öğrenci olarak kabul etmemişlerdir. İbni Haldun’un da anlattığı gibi, bu durum devletin çöküşünün belirtilerindendir.

Katip Çelebi’ye göre hikmetin konusu varlıkta ve zihinlerde var olan şeylerdir. Hikmet, mevcut varlıkların hakikatlerini insanın gücü oranında bilmesidir, şeklinde tanımlanmış ve böylece konusu mevcut varlıklar olarak belirlenmiştir. Hikmetle elde edilen sonuçlar, şu andaki olgunluklarla onurlanmak ve sonraki hayatta ahiret mutluluğunu elde etmektir. Söz konusu varlıklar, ya fiillerdir, ya da önce insan gücü ve seçmesi sayesinde var olan amellerdir. Birincinin durumlarını bilmek,hayatın ve ahretin düzeltilmesine yol açması bakımından pratik hikmet diye isimlendirilir. İkincinin durumlarını bilmek teorik hikmet diye isimlendirilir. Çünkü bununla amaçlanan şeyler, araştırma ile ortaya çıkan şeylerdir, bunların her ikisi de üç bölümdür. Pratik olanın kısımları, 1 Erdemlerle donanması ve ahlaksızlıkları bırakması için kişinin tek başına yararlı işlerini bilmektir. Buna ahlakın düzeltilmesi denir. 2 Aile gibi birlikte yaşayan topluluğun yararlı işlerini bilmektir; buna ev idaresi denir. 3 şehirde beraber yaşayan topluluğun yararlı işlerini bilmektir; buna şehir yönetimi denir. Teorik olanın kısımları, 1 İlah gibi dıştaki varoluşta ve kavrayışta maddeye ihtiyacı olmayan şeyleri bilmek olan ilahi ilim; 2 Küre gibi dıştaki varoluşta kavrayış dışında bunlara ihtiyacı olan şeyleri bilmek olan orta ilim denen matematik ve öğretim ilgili olanlar girer. 3 İnsan gibi dıştaki varlıkta ve kavrayışta bunlara ihtiyacı olan şeylerin durumlarını bilmek olan yakin ilmi ya da doğayla ilgili ilimler yer alırlar. Bazı kimseler maddeye asla ihtiyacı olmayanları iki kısma ayırmışlardır, ilah ve akıllar gibi mutlaka maddeyle aynı olmayanlar, teklik, çokluk ve diğer genel işler gibi ihtiyaç duyma şeklinde olmaksızın maddeyle aynı olanlar; birincinin durumlarını bilmeye ilahi ilim denir. İkincinin durumlarını bilmeye de genel ilim ve temel felsefe denir.

Bilimler sınıflamasında felsefeye önemli bir yer verilmiştir. Katip Çelebi’ye göre felsefe ilimleri dört çeşittir: Matematik ilimleri, mantık ilimleri, fizik ilimleri ve ilahi ilimler Matematik ilimler dört bölümdür: aritmetik, geometri, astronomi, musiki Mantık ilimleri beş çeşittir:Analitik, şiir sanatını bilmektir. Buturika, hitabet sanatını bilmek. Butika, tartışma sanatını bilmektir. Vulutiki,kesin delil sanatını bilmektir. Sofistika, de mogoji sanatını Fizik İlimleri, yedi çeşittir: 1 İlkeler ilmi. Cismin kendisinden ayrılmayan, madde, şekil, zaman, mekan ve sebep olan beş şeyi bilmektir. 2 Gök ve evrenin içindekilerin ilmidir. 3 Dünya ilmidir 4 Atmosfer olayları ilmi 5 Madenler ilmi, 6 Bitkiler ilmi. 7 Canlılar ilmi tıp ve dallarını da içerir. İlahi ilimler beş çeşittir: 1 Zorunlu varlık ve niteliği. 2 Manevi varlıklar ilmi.eleklerden ibaret olan faal akılla ilgili basit cevherleri bilmektir. 3 Ruhla ilgili ilimler. Vücut sahibi olmuş ruhları ve kuşatıcı felekten dünyanın merkezine kadar felek ve doğa varlıklarındaki yaygın olan ruhları bilmektir. 4 Siyasetle ilgili bilgiler ilmi beş çeşittir. a Peygamberlik siyaseti ilmi, b Yöneticilik siyaseti ilmi, bu öbekte çiftçilik, denizcilik ve çobanlık da yer alır. şehirlerin kurulması için işin başında ihtiyaç duyulur c Asker yönetme, savaş hileleri, veterinerlik, doğancılık, kralların adabı. d Toplumu yönetme ve özel kişileri yönetme ilmi gibi şehirle ilgili ilimdir. e Ev yönetimidir 5 Kendini yönetme ilmi ahlak Katip Çelebi, felsefe hakkında bütün olumlu düşüncelerine rağmen, felsefe ilimlerinde çalışmanın iki şartla helal olacağını bildirmiştir. 1 Zihni İslam inançlarından boş olmamak bilakis dininde güçlü ve şerefli, şeriat hakkında geniş bilgili olmak. 2 Felsefenin şeriata aykırı problemlerine geçmemektir. Eğer geçerse onları sadece cevap vermek için kullanmalıdır. Bu türden şartlar getirilmesinin asıl nedeni ilimlerin görevleriyle ilgilidir. Ona göre ilimlerin en üstünü Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve Allah hakkında belirlenenleri bilmektir, çünkü neticesi ebedi mutluluktur.

Osmanlı düşünürlerinin felsefe karşısındaki tutumları, evren tasavvurlarını temellendirdikleri değer dizilerinin hiyerarşik yapısından kaynaklandığı açıktır. Değer hiyerarşisinin tepesinde, itikada ilişkin değerler yer aldığından, sonraki değerlerin yerleri tepedeki değere göre belirlenmiştir. İlim anlayışı çerçevesinde yeri belirlenen felsefenin konumu, olumsuz yaklaşımlara rağmen kötü değildir. İtikadın dayandığı değerler ve ilkelere saldırmadıkları ve felsefeyle uğraşanları inançları konusunda şüpheye düşürmediği sürece, felsefeyle uğraşmak sakıncalı görülmemiştir. Tasavvuf konusunda da, felsefeye karşı olumsuz tutuma benzer bir durum ortaya çıkmıştır. Olumsuz tutuma rağmen, felsefenin düşünce yapılarının önemli bir bölümünü oluşturduğu açıktır. Tanrı ve sıfatları, varlık, varlık tabakaları, evrenin yapısı, insanın oluşumu, bilgi, bilme yetenekleri, bilginin kaynağı,bilgi türleri, mantık, ilim tanımları ve sınıflamaları gibi İslam dünyasında, teorik tartışmaların ana konusu unsurlar, salt felsefe sorunlarıdırlar. Söz konusu sorunlarla ilgili tartışmalarda felsefi bir tutumun uygulandığı görülmektedir. Belki de sorun, felsefe yapmak için felsefe değil, inancın bazı sorunlarını tartışarak felsefe yapmış olmalarıdır. Felsefe ilimlerin bir dalı olarak tanımlandığından, teorik düşünceyi tümüyle temsil etmemiştir. Teorik düşünceyi en iyi temsil eden, bilgi ve ilim anlayışları olmuştur.
 
Üst