-
- Üyelik Tarihi
- 12 Ağu 2018
-
- Mesajlar
- 9,084
-
- MFC Puanı
- 41
Zaman, âhiret saadetine nâil olabilmek için en kıymetli bir sermaye olmuş oluyor.
Cenâb-ı Hak da îkaz ediyor. Bu zamanı iyi değerlendirmek, çünkü buna çok pişman olunacak. Kabirde pişman olunacak, âhirette pişman olunacak, çünkü kazanma kaybetme yok.
Cenâb-ı Hak:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel. [el-İnşirah, 7-8]) buyuruyor. Yani bir hayır işini yaptın, ondan sonra arada boşluk yapma, başka bir hayır işine
Ticaret ehli isek, hayırlı bir ticaret. Muallim isek, öğretmen isek, imam isek, o şekilde bir, ümmet-i Muhammede faydalı olacak bir istikamette bulunmak
Velhâsıl en kıymetli şey; zaman. İsrafın en beteri de zamanın israfı olmuş oluyor. En çok pişman olacağımız da zamanın israfı.
Geçen zamanı geri almak mümkün değil. Hayat da bir sefere mahsus. Yani tekrarı da yok. Tekrar dönüp gelmek isteyenler var, oldu. Cehennemden Cenâb-ı Hak bir manzara bildiriyor. Cenâb-ı Hak onlara iki tane soru soruyor
Velhâsıl her an hayat kasetimizi dolduruyoruz. Kıyamet günü kasetimiz açılacak.
اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyrulacak.
Kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olacak kendi nefsin yeter. (el-İsrâ, 14)
O gün hesap sorucu olarak, gözler konuşacak. Bu gözleri nerede harcadın? Allah sana âmâlık vermedi. Çünkü her Allâhın verdiği lûtfun bir mukâbili olacak. Gözünü nerde kullandın? Hangi ekranlar üzerinde dolaştırdın, müsbet-menfî?
Kulağını nerde kullandın?
Dilini nerde kullandın?
Velhâsıl bunların hepsi Bugün bir ağzımız konuşuyor; orada bütün uzuvlar orada konuşacak. Yani kendimiz kendimizin şahidi olacağız.
Yani insanlar, ölümden korkarlar. Depremden, zelzeleden korkarlar. Hâlbuki esas korkulacak olan, kendi günahlarımız. O günahlarımızla gideceğiz öbür tarafa.
Ömür nedir ömür? Üzerinde metrajı yazılmayan bir makara gibi. Kimsenin son nefesinden haberi yok. An gelecek, o makara gibi bir kopacak, son nefes olacak. Ondan sonra bitmeyen dâimî bir hayat başlayacak.
Nasıl dünyaya bir, farkında olmadan geldik. Bir annenin karnından dünyaya geldik. Dünyaya gelmeden evvel dünyayı bilmiyorduk. Ne var ne yok; kuş, ağaç, vesâire, toprak Hiçbir şey bilmiyorduk.
Şimdi buradan bir mezar âlemine geçeceğiz. O mezar âleminden de Efendimiz dünyevî intibâlarla bildiriyor. Fakat tabi ne gibi şartlarla, ne gibi bir gurbet hayatı olacak, bilemiyoruz. Eş, dost, vesâire, mal, mülk hepsine bir veda olacak son nefeste. Bir kabir hayatı başlayacak.
Orada da Rasûlullah Efendimiz;
Ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veyahut da Cehennem çukurlarından bir çukur buyuruyor. (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Yine bu kabir hayatı hakkında çok manzaralar, Rasûlullah Efendimiz bildiriyor. Meselâ; sâlih bir insan vefat eder diyor, hesapları verir diyor, rahatça diyor, Kirâmen Kâtibînin sorularına. Ona iki pencere açılır, bir Cennetten, bir Cehennemden. Ona denir ki; Sen dünyada iken Cenneti tercih ettin.
Öbür fâsığa da, ona zor bir şey verir, mezar hayatı ona çok zordur. Hatta çirkin bir siluet görür. Daha da çok ürperir.
Sen kimsin? der.
Ben senin dünyadaki yaptığın, yanlış, kötü işlerim. Allah burada tecessüm ettirdi. der.
Ona da bir pencere açılır, Cehennemden bir pencere.
Sen dünyadayken Cehennemi tercih ettin. denir. (Bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 32. Ayrıca bkz. Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70)
Velhâsıl bu zaman çok kıymetli. Yani ömür hızla gidiyor.
Cenâb-ı Hak وَالْفَجْرِ (Fecre andolsun. [el-Fecr, 1]) buyuruyor. Yani zamana, her gün bir sayfa açılıyor.
İki nîmet vardır; insanların çoğu bu nîmetleri, bu nîmetlerde aldanmıştır. buyruluyor.
Birincisi sıhhat.
İnsan ancak hasta olduğu zaman sıhhatin ne olduğunu anlıyor. Dişi ağrıdığı zaman dişin ne olduğunu anlıyor.
Bir de; geçen boş zaman. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 1)
Boş zaman da Boş vakitte ne oluyor? Dedikoduya dalıyor, yanlış şeylere dalıyor. Boş boş sözlerle zamanı geçiriyor.
Efendimiz, Muaz -radıyallâhu anh-ı şöyle bir tuttu, bir de salladı:
Bak Muaz dedi, bu duayı her gün yap dedi. Her namazdan sonra yap dedi.
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
(Allâhʼım! Senʼi zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce kulluk etmek için bana yardım et. [Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26])
Demek ki insan, Cenâb-ı Hakkı unutmayacak. Unutmazsa, besmele çekerek kimse bir çelme takmaz. Ağzından ağır bir söz çıkmaz.
Demek ki Cenâb-ı Hakla bir beraberlik, zikretmek. Zaten bir mümin her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakkı hatırlayacak. Hepsi Cenâb-ı Hakkın lûtfu. Hepsini yine yaratan, Cenâb-ı Hak. Evlâdını gördüğü zaman da Cenâb-ı Hakkı hatırlayacak. Onu Cenâb-ı Hak verdi, kendisinin bir dahli yoktu.
İkincisi, şükretmek Cenâb-ı Hak şükür istiyor, teşekkür istiyor.
Yine bir, İnsan Sûresinde buyruluyor, Cenâb-ı Hak insana hitap ediyor:
İster (diyor) şükredici ol, istersen nankör ol. buyuruyor. (Bkz. el-İnsân, 3)
En zor şey, şükürdür. Şükür, lâfzıyla beraber fiilî olacak. Şükretmek, Allâhın sonsuz nîmetleri karşısında gafletten kendini muhafaza ederek daima hamd ve şükür hâlinde bulunabilmek
Dilin şükrü; ya susmak yahut da hayır söylemek. Efendimiz;
Ya sus diyor, veyahut da hayır söyle. diyor. (Bkz. Müslim, Îmân, 77)
Efendimiz sükût ettiği zaman da, semâya bakardı. İlâhî azamet. Toprağa bakardı. O bir toprak terkibinden neler çıkıyor?! Allâhın çeşit, çeşit hediyeleri Kışın ayrı, yazın ayrı, sonbaharda ayrı, ilkbaharda ayrı. Toprağın durumuna göre, toprakla tohumun anlaşması lâzım. Ona göre sebzeler, meyveler Cenâb-ı Hak veriyor.
Hep hikmet, ibret
Demek ki dilin şükrü; ya susmak veyahut da hayır söylemek. Sustuğun zaman da tefekkür etmek.
Gözün şükrü:
Gözlerimizi haramdan, yanlış ekranlardan koruyabilmek. Çünkü her yanlış ekrana bakış, kalbimize bir zarar verir. Ruhâniyetimize zarar verir. Gözümüzü dâimâ rûhânî vitrinlere çevireceğiz. Aman yâ Rabbi! diyeceğiz.
Her gözümüzün gördüğü şeyde, Cenâb-ı Hakkın azametini düşüneceğiz. Bir toprak terkibinden neler-neler çıkıyor?! Hep insana Gördüğümüz mahlûkat, hayvanat; Cenâb-ı Hak hepsini bizim için yarattı. En vahşisinden en uysalına kadar. İbret almak El-Musavvir, el-Bârî sıfatlarının tecellîsi
Kulağın şükrü:
Dedikodu, gıybet, tecessüs, söz taşıma gibi sözleri dinlememek. Kulağımızı Kurân-ı Kerîm, sohbetler, ezanlar, faydalı tilâvetler gibi rûhânî sadâlarla rûhânîleştirmek.
Hâlin şükrü:
Cenâb-ı Hak, ne hâldeyiz, Ona bir şükür hâlinde bulunmak.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.)
Cenâb-ı Hak Süleyman -aleyhisselâm-a büyük bir varlık verdi, saltanat verdi. Bütün mahlûkat, insanlar birleşse öyle bir saltanatı bir kişiye verse, öyle bir saltanat elde edilemez.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor Süleyman -aleyhisselâm- hakkında; نِعْمَ الْعَبْدُ o ne güzel bir kuldu buyuruyor. (Sâd, 30)
Dünya kalbinde yoktu. Kalbini dünyaya kasa yapmadı. Daima Cenâb-ı Hakka bir istikamet hâlinde idi. Ben fakirim, bana fakirlerle beraber olmak düşer. diyordu.
Cenâb-ı Hak نِعْمَ الْعَبْدُ o (Süleyman) ne güzel bir kuldu buyuruyor.
Yani varlık onu zedelemedi. Demek ki varlık zehirlemeyecek. İşte bazı kişileri, -Allah korusun- âyet gelecek aşağıda, varlık zehirliyor. عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kazanmıştır, boşuna! (el-Ğâşiye, 3) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Ömrünü ziyan etmiştir
Yine yoklukta insan, Eyyûb -aleyhisselâm-a bakacak. Nasıl varlıktan yokluğa düştü? Hep şükür hâlindeydi, sabır hâlinde. Cenâb-ı Hak نِعْمَ الْعَبْدُ diyor, o ne güzel kuldu (Eyyûb) buyuruyor. (Sâd, 44)
Kalbin şükrü:
Verdiği nîmetleri daima teşekkür edâsı ile Besmele ile başlayacaksın, nîmeti düşüneceksin -en berrak, en güzel şey- bitirdiğin zaman hamdele ile bitireceksin. Bu kalbin şükrü. Kalbe yanlış şeyler girmesinden koruyacaksın. Kalp Cenâb-ı Hakla beraber olacak. Kalp bir, ilâhî azameti tefekkür hâlinde olacak.
Cenâb-ı Hak:
Bilesiniz (diyor) kalpler ancak Allâhı anmakla huzur bulur. (er-Rad, 28)
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
En çok çileler, peygamberlerin başından geçer. En mesut insanlar da peygamberlerdir. Çünkü kalp, Cenâb-ı Hakla beraberdir.
Onun için Cenâb-ı Hak âyette;
İster şükret, ister nankör ol. (Bkz. el-İnsân, 3) buyuruyor. Yani ikisinin karşılığında, şükrün karşılığında mükâfat, Allah korusun, nankörlüğün karşılığında ceza var.
İki şeyi unutma buyruluyor:
Birincisi, Cenâb-ı Hakkı unutmayacaksın saâdet için. Unutmazsan yanlış hâllerden kendini korursun. Her şeyde, her mekânda, her zamanda, ilâhî azameti düşünebilmek, Cenâb-ı Hakkı unutmamak. Nîmetlerini tefekkür edebilmek.
Ölümü ve âhireti unutma!
Efendimizin sık sık yaptığı duâ vardı:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ
Yâ Rabbi, kabir azâbından ve âhiret azâbından Sana sığınırım diyor Efendimiz. (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134)
Zeyneb Vâlidemizi Efendimiz, vefat ettiği, gömdüğü zaman rengi sapsarı oldu.
Yâ Râsûlâllah, ne hâl oldu? denince;
Zeynebi kabir sıktı, sonra kabir açıldı, Zeynep ferahladı. (Bkz. İbn-i Esîr, Üsdül-Gâbe, VII, 131)
Tabi bu sıkma nasıl bir sıkma, o tarafını bilmiyoruz. Yani işin mânevî tarafını bilmiyoruz.
Yine Sad -radıyallâhu anh-, o da sâlih bir sahâbî idi. Onu da kabir sıktı da sıktı buyuruyor Efendimiz, sonra açıldı buyuruyor. (Bkz. Taberânî, el-Muʻcemul-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)
Demek ki Cenâb-ı Hakka kulluğa hazırlanmak Ve hepimiz âhiret talebesiyiz. Âhiret talebesi. Kitabımız da, ders kitabımız da Kurân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeler.
Cenâb-ı Hak îkaz ediyor:
Ey îmân edenler! Allahtan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın (el-Haşr, 18)
Yarın; ölüm ve kıyamet. Orada telâfi etme yok, kazanma yok, bitti. Son nefeste bitiyor. Bütün antenler kesiliyor. Hattâ Allah dostlarından biri buyuruyor ki:
Dünyanın diyor, bir günü diyor, saâdetle geçmiş, Cenâb-ı Hakla bir gün diyor, âhiretin bin senesinden daha hayırlıdır diyor. Çünkü âhirette kazanmak, kaybetmek yok. diyor.
Dünyaya dalanlar, âhireti unutanlar. Cenâb-ı Hak, onlara da yine Haşr Sûresinde;
Allâhı unutan, Allâhın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın (buyuruyor). Onlar yoldan çıkan kimselerdir. (el-Haşr, 19) buyuruyor.
Demek ki yoldan çıkaran en büyük engel, nefsânî arzu; kibirle başlıyor. En tehlikelisi bu! Çünkü kibrin ucu Cehennemde. Cehennemde bu uç varken, Cennete girmek çok zor.
Onun için evliyâullahta, baktığımız zaman, ilk merhalede benliği, enâniyeti, kibri önlerler. Aziz Mahmud Hüdâyîye ciğer sattırıldı. Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerine helâların temizliği verildi ki, ilimde zirvedeyken. Yunus Emrenin başı eşiğe kondu. Ondan sonra dergâha alındı.
Demek ki en büyük engel, kul ben demeyecek. Ne diyecek? Yâ Rabbi, Sen! diyecek. Seni yaratan Allah. O zaman ben demeyeceksin. Yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi! diyeceksin.
Cenâb-ı Hak;
İbadurrahman (yani Rahmânın rahmetinin tecellî ettiği kullar) yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar (el-Furkân, 63)
Hiçlik halinde Tamamen Yâ Rabbi! diyerek.
Câhiller gelip sataştığı zaman da, onlara «selâmâ» derler. (el-Furkân, 63)
Geceleri de seherlerde; سُجَّدًا وَقِيَامًا secde ve kıyam hâlinde olurlar geceleri. (Bkz. el-Furkân, 64) O havanın loş karanlığında Cenâb-ı Hakka ilticâ hâlinde olurlar.
Çünkü o seherler çok mühim. O seherden gündüze gireceksin. Gündüze gönül âlemini doldurarak gireceksin. Ki nefsânî arzulara gündüz bir mukâvemet göstereceksin. Nasıl gece gündüzü, gündüz de geceyi birbirini takip ediyor, aynı şekilde seherlerde kalbini gündüze hazırlayacaksın.
Zikirle, salevât-ı şerîfe ile, istiğfarla, ölümü düşünmek ile, birtakım merkezlerin zikri ile, o şekilde gündüzleri bir huzurlu bir gündüze gireceksin.
Gündüz bitecek, bir muhasebe hâlinde olacaksın.
حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا
(Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin.)
Bana Allâhın verdiği bu günde ben günümü nasıl geçirdim? Ne kadar Allah rızâsı için gayret ettim? Ne kadar nefsime uydum?
Bir geceye giriş var. Gece de bir ölüm tatbikatı sanki. Uyuyorsun, dünyayla irtibatın kesiliyor. Hiçbir alâkan kalmıyor dünyadan.
Yine seherlerde kalkıyorsun, اَلْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ sanki ölümden sonra tekrar bir diriliş
Her şey bir ibret kâinatta
Cenâb-ı Hak da îkaz ediyor. Bu zamanı iyi değerlendirmek, çünkü buna çok pişman olunacak. Kabirde pişman olunacak, âhirette pişman olunacak, çünkü kazanma kaybetme yok.
Cenâb-ı Hak:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel. [el-İnşirah, 7-8]) buyuruyor. Yani bir hayır işini yaptın, ondan sonra arada boşluk yapma, başka bir hayır işine
Ticaret ehli isek, hayırlı bir ticaret. Muallim isek, öğretmen isek, imam isek, o şekilde bir, ümmet-i Muhammede faydalı olacak bir istikamette bulunmak
Velhâsıl en kıymetli şey; zaman. İsrafın en beteri de zamanın israfı olmuş oluyor. En çok pişman olacağımız da zamanın israfı.
Geçen zamanı geri almak mümkün değil. Hayat da bir sefere mahsus. Yani tekrarı da yok. Tekrar dönüp gelmek isteyenler var, oldu. Cehennemden Cenâb-ı Hak bir manzara bildiriyor. Cenâb-ı Hak onlara iki tane soru soruyor
Velhâsıl her an hayat kasetimizi dolduruyoruz. Kıyamet günü kasetimiz açılacak.
اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyrulacak.
Kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olacak kendi nefsin yeter. (el-İsrâ, 14)
O gün hesap sorucu olarak, gözler konuşacak. Bu gözleri nerede harcadın? Allah sana âmâlık vermedi. Çünkü her Allâhın verdiği lûtfun bir mukâbili olacak. Gözünü nerde kullandın? Hangi ekranlar üzerinde dolaştırdın, müsbet-menfî?
Kulağını nerde kullandın?
Dilini nerde kullandın?
Velhâsıl bunların hepsi Bugün bir ağzımız konuşuyor; orada bütün uzuvlar orada konuşacak. Yani kendimiz kendimizin şahidi olacağız.
Yani insanlar, ölümden korkarlar. Depremden, zelzeleden korkarlar. Hâlbuki esas korkulacak olan, kendi günahlarımız. O günahlarımızla gideceğiz öbür tarafa.
Ömür nedir ömür? Üzerinde metrajı yazılmayan bir makara gibi. Kimsenin son nefesinden haberi yok. An gelecek, o makara gibi bir kopacak, son nefes olacak. Ondan sonra bitmeyen dâimî bir hayat başlayacak.
Nasıl dünyaya bir, farkında olmadan geldik. Bir annenin karnından dünyaya geldik. Dünyaya gelmeden evvel dünyayı bilmiyorduk. Ne var ne yok; kuş, ağaç, vesâire, toprak Hiçbir şey bilmiyorduk.
Şimdi buradan bir mezar âlemine geçeceğiz. O mezar âleminden de Efendimiz dünyevî intibâlarla bildiriyor. Fakat tabi ne gibi şartlarla, ne gibi bir gurbet hayatı olacak, bilemiyoruz. Eş, dost, vesâire, mal, mülk hepsine bir veda olacak son nefeste. Bir kabir hayatı başlayacak.
Orada da Rasûlullah Efendimiz;
Ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veyahut da Cehennem çukurlarından bir çukur buyuruyor. (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Yine bu kabir hayatı hakkında çok manzaralar, Rasûlullah Efendimiz bildiriyor. Meselâ; sâlih bir insan vefat eder diyor, hesapları verir diyor, rahatça diyor, Kirâmen Kâtibînin sorularına. Ona iki pencere açılır, bir Cennetten, bir Cehennemden. Ona denir ki; Sen dünyada iken Cenneti tercih ettin.
Öbür fâsığa da, ona zor bir şey verir, mezar hayatı ona çok zordur. Hatta çirkin bir siluet görür. Daha da çok ürperir.
Sen kimsin? der.
Ben senin dünyadaki yaptığın, yanlış, kötü işlerim. Allah burada tecessüm ettirdi. der.
Ona da bir pencere açılır, Cehennemden bir pencere.
Sen dünyadayken Cehennemi tercih ettin. denir. (Bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 32. Ayrıca bkz. Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70)
Velhâsıl bu zaman çok kıymetli. Yani ömür hızla gidiyor.
Cenâb-ı Hak وَالْفَجْرِ (Fecre andolsun. [el-Fecr, 1]) buyuruyor. Yani zamana, her gün bir sayfa açılıyor.
İki nîmet vardır; insanların çoğu bu nîmetleri, bu nîmetlerde aldanmıştır. buyruluyor.
Birincisi sıhhat.
İnsan ancak hasta olduğu zaman sıhhatin ne olduğunu anlıyor. Dişi ağrıdığı zaman dişin ne olduğunu anlıyor.
Bir de; geçen boş zaman. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 1)
Boş zaman da Boş vakitte ne oluyor? Dedikoduya dalıyor, yanlış şeylere dalıyor. Boş boş sözlerle zamanı geçiriyor.
Efendimiz, Muaz -radıyallâhu anh-ı şöyle bir tuttu, bir de salladı:
Bak Muaz dedi, bu duayı her gün yap dedi. Her namazdan sonra yap dedi.
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
(Allâhʼım! Senʼi zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce kulluk etmek için bana yardım et. [Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26])
Demek ki insan, Cenâb-ı Hakkı unutmayacak. Unutmazsa, besmele çekerek kimse bir çelme takmaz. Ağzından ağır bir söz çıkmaz.
Demek ki Cenâb-ı Hakla bir beraberlik, zikretmek. Zaten bir mümin her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakkı hatırlayacak. Hepsi Cenâb-ı Hakkın lûtfu. Hepsini yine yaratan, Cenâb-ı Hak. Evlâdını gördüğü zaman da Cenâb-ı Hakkı hatırlayacak. Onu Cenâb-ı Hak verdi, kendisinin bir dahli yoktu.
İkincisi, şükretmek Cenâb-ı Hak şükür istiyor, teşekkür istiyor.
Yine bir, İnsan Sûresinde buyruluyor, Cenâb-ı Hak insana hitap ediyor:
İster (diyor) şükredici ol, istersen nankör ol. buyuruyor. (Bkz. el-İnsân, 3)
En zor şey, şükürdür. Şükür, lâfzıyla beraber fiilî olacak. Şükretmek, Allâhın sonsuz nîmetleri karşısında gafletten kendini muhafaza ederek daima hamd ve şükür hâlinde bulunabilmek
Dilin şükrü; ya susmak yahut da hayır söylemek. Efendimiz;
Ya sus diyor, veyahut da hayır söyle. diyor. (Bkz. Müslim, Îmân, 77)
Efendimiz sükût ettiği zaman da, semâya bakardı. İlâhî azamet. Toprağa bakardı. O bir toprak terkibinden neler çıkıyor?! Allâhın çeşit, çeşit hediyeleri Kışın ayrı, yazın ayrı, sonbaharda ayrı, ilkbaharda ayrı. Toprağın durumuna göre, toprakla tohumun anlaşması lâzım. Ona göre sebzeler, meyveler Cenâb-ı Hak veriyor.
Hep hikmet, ibret
Demek ki dilin şükrü; ya susmak veyahut da hayır söylemek. Sustuğun zaman da tefekkür etmek.
Gözün şükrü:
Gözlerimizi haramdan, yanlış ekranlardan koruyabilmek. Çünkü her yanlış ekrana bakış, kalbimize bir zarar verir. Ruhâniyetimize zarar verir. Gözümüzü dâimâ rûhânî vitrinlere çevireceğiz. Aman yâ Rabbi! diyeceğiz.
Her gözümüzün gördüğü şeyde, Cenâb-ı Hakkın azametini düşüneceğiz. Bir toprak terkibinden neler-neler çıkıyor?! Hep insana Gördüğümüz mahlûkat, hayvanat; Cenâb-ı Hak hepsini bizim için yarattı. En vahşisinden en uysalına kadar. İbret almak El-Musavvir, el-Bârî sıfatlarının tecellîsi
Kulağın şükrü:
Dedikodu, gıybet, tecessüs, söz taşıma gibi sözleri dinlememek. Kulağımızı Kurân-ı Kerîm, sohbetler, ezanlar, faydalı tilâvetler gibi rûhânî sadâlarla rûhânîleştirmek.
Hâlin şükrü:
Cenâb-ı Hak, ne hâldeyiz, Ona bir şükür hâlinde bulunmak.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.)
Cenâb-ı Hak Süleyman -aleyhisselâm-a büyük bir varlık verdi, saltanat verdi. Bütün mahlûkat, insanlar birleşse öyle bir saltanatı bir kişiye verse, öyle bir saltanat elde edilemez.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor Süleyman -aleyhisselâm- hakkında; نِعْمَ الْعَبْدُ o ne güzel bir kuldu buyuruyor. (Sâd, 30)
Dünya kalbinde yoktu. Kalbini dünyaya kasa yapmadı. Daima Cenâb-ı Hakka bir istikamet hâlinde idi. Ben fakirim, bana fakirlerle beraber olmak düşer. diyordu.
Cenâb-ı Hak نِعْمَ الْعَبْدُ o (Süleyman) ne güzel bir kuldu buyuruyor.
Yani varlık onu zedelemedi. Demek ki varlık zehirlemeyecek. İşte bazı kişileri, -Allah korusun- âyet gelecek aşağıda, varlık zehirliyor. عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kazanmıştır, boşuna! (el-Ğâşiye, 3) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Ömrünü ziyan etmiştir
Yine yoklukta insan, Eyyûb -aleyhisselâm-a bakacak. Nasıl varlıktan yokluğa düştü? Hep şükür hâlindeydi, sabır hâlinde. Cenâb-ı Hak نِعْمَ الْعَبْدُ diyor, o ne güzel kuldu (Eyyûb) buyuruyor. (Sâd, 44)
Kalbin şükrü:
Verdiği nîmetleri daima teşekkür edâsı ile Besmele ile başlayacaksın, nîmeti düşüneceksin -en berrak, en güzel şey- bitirdiğin zaman hamdele ile bitireceksin. Bu kalbin şükrü. Kalbe yanlış şeyler girmesinden koruyacaksın. Kalp Cenâb-ı Hakla beraber olacak. Kalp bir, ilâhî azameti tefekkür hâlinde olacak.
Cenâb-ı Hak:
Bilesiniz (diyor) kalpler ancak Allâhı anmakla huzur bulur. (er-Rad, 28)
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
En çok çileler, peygamberlerin başından geçer. En mesut insanlar da peygamberlerdir. Çünkü kalp, Cenâb-ı Hakla beraberdir.
Onun için Cenâb-ı Hak âyette;
İster şükret, ister nankör ol. (Bkz. el-İnsân, 3) buyuruyor. Yani ikisinin karşılığında, şükrün karşılığında mükâfat, Allah korusun, nankörlüğün karşılığında ceza var.
İki şeyi unutma buyruluyor:
Birincisi, Cenâb-ı Hakkı unutmayacaksın saâdet için. Unutmazsan yanlış hâllerden kendini korursun. Her şeyde, her mekânda, her zamanda, ilâhî azameti düşünebilmek, Cenâb-ı Hakkı unutmamak. Nîmetlerini tefekkür edebilmek.
Ölümü ve âhireti unutma!
Efendimizin sık sık yaptığı duâ vardı:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ
Yâ Rabbi, kabir azâbından ve âhiret azâbından Sana sığınırım diyor Efendimiz. (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134)
Zeyneb Vâlidemizi Efendimiz, vefat ettiği, gömdüğü zaman rengi sapsarı oldu.
Yâ Râsûlâllah, ne hâl oldu? denince;
Zeynebi kabir sıktı, sonra kabir açıldı, Zeynep ferahladı. (Bkz. İbn-i Esîr, Üsdül-Gâbe, VII, 131)
Tabi bu sıkma nasıl bir sıkma, o tarafını bilmiyoruz. Yani işin mânevî tarafını bilmiyoruz.
Yine Sad -radıyallâhu anh-, o da sâlih bir sahâbî idi. Onu da kabir sıktı da sıktı buyuruyor Efendimiz, sonra açıldı buyuruyor. (Bkz. Taberânî, el-Muʻcemul-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)
Demek ki Cenâb-ı Hakka kulluğa hazırlanmak Ve hepimiz âhiret talebesiyiz. Âhiret talebesi. Kitabımız da, ders kitabımız da Kurân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeler.
Cenâb-ı Hak îkaz ediyor:
Ey îmân edenler! Allahtan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın (el-Haşr, 18)
Yarın; ölüm ve kıyamet. Orada telâfi etme yok, kazanma yok, bitti. Son nefeste bitiyor. Bütün antenler kesiliyor. Hattâ Allah dostlarından biri buyuruyor ki:
Dünyanın diyor, bir günü diyor, saâdetle geçmiş, Cenâb-ı Hakla bir gün diyor, âhiretin bin senesinden daha hayırlıdır diyor. Çünkü âhirette kazanmak, kaybetmek yok. diyor.
Dünyaya dalanlar, âhireti unutanlar. Cenâb-ı Hak, onlara da yine Haşr Sûresinde;
Allâhı unutan, Allâhın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın (buyuruyor). Onlar yoldan çıkan kimselerdir. (el-Haşr, 19) buyuruyor.
Demek ki yoldan çıkaran en büyük engel, nefsânî arzu; kibirle başlıyor. En tehlikelisi bu! Çünkü kibrin ucu Cehennemde. Cehennemde bu uç varken, Cennete girmek çok zor.
Onun için evliyâullahta, baktığımız zaman, ilk merhalede benliği, enâniyeti, kibri önlerler. Aziz Mahmud Hüdâyîye ciğer sattırıldı. Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerine helâların temizliği verildi ki, ilimde zirvedeyken. Yunus Emrenin başı eşiğe kondu. Ondan sonra dergâha alındı.
Demek ki en büyük engel, kul ben demeyecek. Ne diyecek? Yâ Rabbi, Sen! diyecek. Seni yaratan Allah. O zaman ben demeyeceksin. Yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi! diyeceksin.
Cenâb-ı Hak;
İbadurrahman (yani Rahmânın rahmetinin tecellî ettiği kullar) yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar (el-Furkân, 63)
Hiçlik halinde Tamamen Yâ Rabbi! diyerek.
Câhiller gelip sataştığı zaman da, onlara «selâmâ» derler. (el-Furkân, 63)
Geceleri de seherlerde; سُجَّدًا وَقِيَامًا secde ve kıyam hâlinde olurlar geceleri. (Bkz. el-Furkân, 64) O havanın loş karanlığında Cenâb-ı Hakka ilticâ hâlinde olurlar.
Çünkü o seherler çok mühim. O seherden gündüze gireceksin. Gündüze gönül âlemini doldurarak gireceksin. Ki nefsânî arzulara gündüz bir mukâvemet göstereceksin. Nasıl gece gündüzü, gündüz de geceyi birbirini takip ediyor, aynı şekilde seherlerde kalbini gündüze hazırlayacaksın.
Zikirle, salevât-ı şerîfe ile, istiğfarla, ölümü düşünmek ile, birtakım merkezlerin zikri ile, o şekilde gündüzleri bir huzurlu bir gündüze gireceksin.
Gündüz bitecek, bir muhasebe hâlinde olacaksın.
حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا
(Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin.)
Bana Allâhın verdiği bu günde ben günümü nasıl geçirdim? Ne kadar Allah rızâsı için gayret ettim? Ne kadar nefsime uydum?
Bir geceye giriş var. Gece de bir ölüm tatbikatı sanki. Uyuyorsun, dünyayla irtibatın kesiliyor. Hiçbir alâkan kalmıyor dünyadan.
Yine seherlerde kalkıyorsun, اَلْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ sanki ölümden sonra tekrar bir diriliş
Her şey bir ibret kâinatta