Ölümsüzlük gerçek olabilir mi? İbrahimi dinler bu konuda ne diyor? Mitolojide ölümsüzlük. Ölümsüzlük deneyleri. Ruh nedir? Kalbin durması olayı? Dirilmek mümkün olabilir mi? Bütün bu soruları bu başlık altında bulacaksınız.
İnsanoğlunun binlerce yıl boyunca merak ettiği bir konu olmuştur, ölümsüzlük. Eski Mısır ve Maya kaynaklarına bakıldığında ölümsüzlük ile ilgili birçok anlatım görmek mümkündür. Eski medeniyetler ölümsüzlüğü yenmenin yolunun doğa ile birleşme olduğunu düşünüyorlardı. Ki bu yüzden, birçok mitolojik dinde en yüce tanrıça, doğurganlık ve ölümsüzlüğün sembolü olan doğa anadır. İbrahimi dinlerde ise, ölümsüzlük olmasa bile oldukça uzun süre yaşamış insanlarla ilgili bilgiler vardır. Örneğin, tufan peygamberi Nuh'un Tevrat'ta ve Kuran'da yaklaşık bin yıl yaşadığı geçmektedir. ( Ankebut Suresi -ayet 14 ).
Şimdi, tarihi-dini konulardan çok şu anki bilimsel gelişmelere bakalım; 2008 yılında Minnesota Üniversitesi'nde gerçekleştirilen tamamen ölü bir kalbin tekrar canlandırılmasından, vücudun nanoteknoloji kullanılarak geliştirilmesine kadar birçok ölümsüzlüğü sağlamaya yönelik tıbbi çalışmalar gerçekleştirildi.
Öncelikle hatırlama amaçlı, kalbin canlandırılması çalışmasına bakalım:
-Deneyde ölü farenin kalbine yeni doğmuş bir farenin kök hücreleri şırınga edildi.
-4 gün sonra kalp kendi kendini yenilemeye başladı.
-8'inci gün ölü kalp yeniden atmaya başladı.
-Kök hücreler yardımıyla ve vücudun kendi kendini yenileme özelliği üzerine çalışılarak ilerleyen yıllarda iflas etmiş organların yerine her hasta insana özel organ üretilmesinin mümkün olacağını belirtildi.
Ünlü bilim adamlarından Ray Kurzweil, "Şimdilerde yapay pankreas ve sinir uçlarının nakli bile mümkün, ben ve birçok bilim adamı 20 yıl içinde insan vücudunun yeniden programlanabileceği düşüncesi üzerine çalışıyoruz. Bu yeniden programlama sayesinde yaşlanmayı da tam tersine çevirebileceğimizden hiç kuşkumuz yok. Nanoteknoloji sonsuza kadar yaşamamızı sağlayacak" demiştir.
Ölümsüzlük üzerinde daha fazla ayrıntıya girmeden önce, aslında önemli olan ölümün ne olduğunu anlamaktır.
Bir soru: Tıbbi olarak kalbin durması ölmek demek ise, kalp masajı ve elektroşok ile tekrar kalbin atmaya başlaması dirilmek midir? Tek başına bulunan fare kalbinin 8 gün sonra bile atmaya başlayacağını söylemiştik, peki vücut içinde bulunan bir kalbin sınırı ne kadar süredir? Dünyanın birçok yerinde kalbin durduktan ortalama 1-2 saat sonra tekrar müdahale ile atmaya başladığı durumlar mevcut. Hatta Türkiye'de bir gencin öldükten tam 4 saat sonra kalbinin atmaya başladığı bir olay gerçekleşmiştir. Yıllar önce Discovery'de izlediğim talihsiz bir kadının hastalığı aklıma geliyor, kadının hastalığı nedeniyle metabolizması aşırı derecede yavaşlıyor ve kalbi duruyordu, yaklaşık 2-3 saat süren bu olay sırasında kadın iki kere öldü sanılarak morga konulmuştu. Bilinci yerine geldiğinde ise tahmin edersiniz ki, birçok ölü arasında morgdan kurtarılmayı beklerken (yanlış hatırlamıyorsam 5 saat sonra kurtarılmıştı) pek de hoş anlar yaşamamıştı.
Tıbbi açıklamaların aksine, ne kalbin atması canlılık, ne de durması ölüm (ex) durumu olarak değerlendirilemez. Ruh denen insanın iç enerjisinin vücudu terk etmesi anına ölüm diyoruz. Bu süre tahmini minimum 7 saatlik bir süredir. Kısaca iddia şu ki, insanın kalbi durduktan yaklaşık 7 saatlik bir süre sonunda ruhu bedenden ayrılır ve insan gerçek anlamda ölür. Tabi ki, 5-6 saatlik sonunda gerçekleşen bir kalbin tekrar atmaya başlaması durumunda kişi eskisi gibi olamayacaksa da (beyne kan gitmediği için, bitkisel hayat durumu), yine de ruh bedende olacak ve kişi canlı kalacaktır. Ayrıca bitkisel hayatta iken 1-50 yıl arasında tekrar normal hayata dönmüş hastalar mevcuttur. Bu da ruhun bedeni bitkisel hayat sırasında terk etmediğinin bir göstergesidir. Ve bu yüzden, kesinlikle bitkisel hayattakilerin bağlı oldukları yaşam destek ünitesinin kapatılması etik ve ahlaki değildir.
Şimdi şöyle bir durum düşünelim; kişinin kalbi durdu ve öldü. Bu sırada ölü kişinin ruhunun bedenden ayrıldığını farz ediyoruz. Kişinin kalbi tekrar çalıştırıldığında ise ruh bedene geri dönecektir. Peki ruh, hangi kıstasa göre bedene geri dönmüştür? Beynin ruh için bir önemi olmadığından bahsetmiştik çünkü beyin ölümü gerçekleşen bir insan yaşamaya devam edebilir. Kalbin çalışması ölüm ve yaşam ile doğrudan ortanılıdır ancak ruhun sadece kalp üzerinden ayrıldığını düşünmek de mantıksız olacaktır. Çünkü bu duruma göre, olası bir kalp nakli gerçekleştiğinde ve ölü kişinin kalbi tekrar atmaya başladığında ölenin ruhunun geri gelmesi gerekmektedir. Bu paradoksun yanıtı Gölge Teorisi ile açıklanabilir ancak yine de yeterli değildir.
Not: Gölge Teorisi 2011 yılında Cg. tarafından oluşturulmuş Sekizyol destekli bir filozofik görüştür.
Bu arada ruhtan bahsederken aklıma, Ertuğrul Özkök'ün yıllar önce köşesinde yazdığı (2004 Ocak 25) bir konu geldi: Ruhun ağırlığı... Özkök, Mary Roach'ın 1907 de yapılmış ruhsal deneylerle ilgili yazığı kitaptan (Stiff) bahsediyordu. Kitapta Duncan Macdougall adlı bir doktorun ölüm döşeğindeki hastaları için özel bir yatak yaptırarak, bu yatak sayesinde ölen bir kişinin ölüm anındaki ağırlık kaybını ölçmesinden bahsediliyordu. Doktor Macdougall'a göre ölen kişi bu ağırlık kaybı olan 21 gram, ruhun ağırlığıydı. Tabi ki görünüşte dikkat çeken bu deney yanlışlarla doluydu ( buharlaşma hesaba katılmamıştı). Ayrıca bizim savunduğumuz felsefeye de aykırıydı ki, ruh kişi öldüğü anda değil, saatler sonra vücudu (ya da bölgeyi) terk ediyordu. Ancak bu deneyin bir önemi vardır ki, o da ruhun ilk kez dini değil aynı zamanda fiziki bir şekilde gösterilmesi olmuştur. Ruhun bir tür enerji olduğunu düşünürsek eğer, her enerji gibi bir kütlesi olabilirdi (enerjiden maddeye dönüşüm), ve kütlesi olabileceği için yerinde de tutulabilirdi ( hatta ölümden sonra nereye gittiği bile araştırılabilirdi) ...
Şimdi tekrar ölümsüzlüğe dönecek olursak, önceki paragraflardan görüldü ki, ölümsüzlüğe çıkan yol insanın beden sağlığından geçiyor. Ünlü İngiliz bilim insanı Desmond Morris, "Eğer tıp, bağışıklık sistemini mükemmel hale getirebilir ve her türlü virüse karşı bizi koruyabilirse, ölümsüzlük neden gerçek olmasın." İddiasını ortaya atmıştır. Morris, savını güçlendirmek için 121. yaş günü partisine katıldığı dünyanın en uzun yaşayan kadınlarından biri olan Fransız Jeanne Calment ile tanışmasından söz etti: "Ne diyet yaptı, ne de fitness meraklısıydı. Tam tersi, alkol düşkünü, sigara tiryakisi, çikolata ve tatlı tutkunu bir insandı. Doktoru 117 yaşındayken içkiyi ve sigarayı bırakmasını salık vermiş. Calment, uzun yaşamını sakin doğasına borçlu olduğunu düşünüyordu. Doktoru, Calmentin yaşamı boyunca hiç hastalanmadığını söyledi. Demek ki Calmentin harika bir bağışıklık sistemi var. İşte uzun yaşamın sırrı bu. Morris, "Her birimiz, ölümsüz genlerimizin deposu durumundayız. Genlerimiz çocuklarımıza geçer ve biz ölürüz. Ama eğer bağışıklık sistemimiz mükemmel hale getirilebilirse, uzun yaşamak ve hatta ölümsüzlük hayal olmaktan çıkar. Belki şimdi değil ama yakın gelecekte bu gerçekleşebilir" diye yazdı. Gerçekten de uzun yıllar yaşayan birçok insanın hayatları süresince oldukça az hastalığa yakalandıklarına dair yüzlerce örnek var. Kısaca ölümsüzlüğün yolu bağışıklık sisteminden geçiyor. Ancak yalnızca bu kadar mı? Tarihteki eski inanışları ve şuanki bilimsel çalışmaları incelediğimiz zaman oldukça açık bir şekilde görünüyor ki, mutlu, huzurlu ve stresten arındırılmış bir yaşam insan ömürünü uzatıyor.
Şuana kadar sadece insan ömrünün uzatılmasından bahsettim, peki ya ölümsüzlük?
Gelişen medikal teknoloji ve tarihte gerçekleştirilmiş çalışmaların yardımı ile insan ruhunun bedende maksimum sürede kalması elbet sağlanacaktır (bu süre 1000 yıl bile olabilir). Şuanda pek dikkat etmesek de ölümü yenmenin en basit yollarından biri olan, kalp masajı, elektroşok gibi yöntemler gelecek yıllarda yerini vücudun en kötü yaralardan bile geri iyileştirilmesini sağlayacak aletlere bırakacaktır. Ancak ölümsüzlük mümkün değildir. Burada bahsedilen, limiti olmayan bir yaşam süresidir, ancak bir düşünün, evrenin yok olduğu bir anda kim ölümsüz olabilir? Ya da en basiti, insan vücudunun en dayanıksız olduğu element olan ateşe karşı hangi bilimsel teknik karşı koyabilir. Tıp istediği kadar ilerlesin, bir nükleer patlamada vücudu buharlaşmış bir insanı geri döndürmenin yolu yoktur.
Şimdi de kısaca mitolojik kültürden bahsedelim;
Birçok antik uygarlık doğayı oluşturan temel 5 element olduğuna inanmıştır. Bu elementlerden hava (rüzgâr), su (sıvı), ateş ve toprak (dünya) genel olarak değişmeksizin Asya veya Avrupa fark etmeden aynıdır. 5. element ise cennet, ruh, can, aether, ether gibi isimlerle anılmıştır. Pagan kaynaklarına baktığımızda bu 5. elementin aslında daha çok ruh ve yıldırım (elektrik) için kullanıldığı gözükmektedir (ether bazı kaynaklarda bir tür üst-hava olarak geçmektedir ancak Avrupa doğacılığını temel alarak bu fikri kesinlikle reddediyoruz). İşin ilginç yanı, elektrik binlerce yıl önce can olarak temsil edilmiştir, ancak beynin düşünürken elektrik akımı kullandığı ve ex durumunda bu elektrik akımının tamamıyla yok olduğu oldukça yakın döneme ait bir buluştur. Ayrıca yine mitolojik kaynaklarda ether gücünün cansız varlıklara can verebileceğinden bahsedilmiştir ve bu güç yine elektrik (yıldırım) olarak temsil edilmiştir. İkinci olarak tanrının binlerce yıl gökyüzünde yaşadığının farz edilmesi (hala inananları var) aynı zamanda ether gücünün de gökle bağlantılı olması ve insan ruhunu temsil etmesi, gökyüzünden toprağa doğru iniyormuş gibi görünen yıldırımın, sanki tanrı tarafından gökten yeryüzüne yollanan insan ruhuna benzemesi ilginç bir durumdur. Son olarak Paganlar insana en uzak elementleri ateş ve elektrik olarak görmüşlerdir ki, bildiğimiz gibi (kesme-yarma işlemi hariç) geri döndürülemeyen yaraların veya en net ölümlerin birçoğu elektrik akımı veya yanma (daha önce bahsettiğimiz kanser, radyasyon vs.) yüzünden olur. Ayrıca yine bu yüzdendir ki, elektroşok gibi bir yöntem kalbin atmasını sağlayabilmektedir, yani Paganlar bu düşünceyi binlerce yıl önce fark etmiştirler). Peki, buradan ne çıkarmamız gerekiyor? İnsan ruhunun bir tür elektrik akımı olduğunu iddia etmiyoruz, sadece daha önce dediğimiz gibi insan ruhunun bir çeşit enerji olduğu düşüncesinin baskınlığına vurgu yapıyoruz.
Elbette, insan ruhunun enerji olması iddiası, yobaz dini çevreleri kızdırabilir. Dünya üzerinde öyle insanlar yaşamaktadır ki, örneğin daha önce bahsettiğimiz Minnesota deneyi haberi Türkiye'de duyulduğunda tepkileri "Allah'a nasıl eş koşarlar?, hainler, dinsizler vs. gibi olmuştu. Hâlbuki dini içerik değil midir Nuh'un 1000 yıl yaşadığını söyleyen? Her canlı ölümü tadacaktır sözü ise tamamıyla dorudur. Yaşam süresi arttırılabilir ancak evren yok olduğunda sonuç mutlak ölümdür.
Aynı şekilde daha önce bahsettiğimiz gerek Morris iddiası olsun, gerek Minnesota araştırması olsun, gerekse eski uygarlıkların binlerce yıl önce keşfettikleri bir teknik olsun, her gün gelişen teknikler canlıların yaşam sürelerini uzatmaya hatta belki de sınırsız yapmaya yarayabilir, ancak net bir ölümden kimse kaçamaz. İlahi dinlerde dendiği gibi "herkes topraktan ayrılmıştır ve tekrar toprakla bir olacaktır".
Kısaca anlamamız gereken şudur; ölümsüzlük ile sonsuza kadar yaşamak aynı şey değildir, biri gelecekteki tıbbi gelişmelerle mümkün, diğeri ise imkânsızdır.
ALINTIDIR
İnsanoğlunun binlerce yıl boyunca merak ettiği bir konu olmuştur, ölümsüzlük. Eski Mısır ve Maya kaynaklarına bakıldığında ölümsüzlük ile ilgili birçok anlatım görmek mümkündür. Eski medeniyetler ölümsüzlüğü yenmenin yolunun doğa ile birleşme olduğunu düşünüyorlardı. Ki bu yüzden, birçok mitolojik dinde en yüce tanrıça, doğurganlık ve ölümsüzlüğün sembolü olan doğa anadır. İbrahimi dinlerde ise, ölümsüzlük olmasa bile oldukça uzun süre yaşamış insanlarla ilgili bilgiler vardır. Örneğin, tufan peygamberi Nuh'un Tevrat'ta ve Kuran'da yaklaşık bin yıl yaşadığı geçmektedir. ( Ankebut Suresi -ayet 14 ).
Şimdi, tarihi-dini konulardan çok şu anki bilimsel gelişmelere bakalım; 2008 yılında Minnesota Üniversitesi'nde gerçekleştirilen tamamen ölü bir kalbin tekrar canlandırılmasından, vücudun nanoteknoloji kullanılarak geliştirilmesine kadar birçok ölümsüzlüğü sağlamaya yönelik tıbbi çalışmalar gerçekleştirildi.
Öncelikle hatırlama amaçlı, kalbin canlandırılması çalışmasına bakalım:
-Deneyde ölü farenin kalbine yeni doğmuş bir farenin kök hücreleri şırınga edildi.
-4 gün sonra kalp kendi kendini yenilemeye başladı.
-8'inci gün ölü kalp yeniden atmaya başladı.
-Kök hücreler yardımıyla ve vücudun kendi kendini yenileme özelliği üzerine çalışılarak ilerleyen yıllarda iflas etmiş organların yerine her hasta insana özel organ üretilmesinin mümkün olacağını belirtildi.
Ünlü bilim adamlarından Ray Kurzweil, "Şimdilerde yapay pankreas ve sinir uçlarının nakli bile mümkün, ben ve birçok bilim adamı 20 yıl içinde insan vücudunun yeniden programlanabileceği düşüncesi üzerine çalışıyoruz. Bu yeniden programlama sayesinde yaşlanmayı da tam tersine çevirebileceğimizden hiç kuşkumuz yok. Nanoteknoloji sonsuza kadar yaşamamızı sağlayacak" demiştir.
Ölümsüzlük üzerinde daha fazla ayrıntıya girmeden önce, aslında önemli olan ölümün ne olduğunu anlamaktır.
Bir soru: Tıbbi olarak kalbin durması ölmek demek ise, kalp masajı ve elektroşok ile tekrar kalbin atmaya başlaması dirilmek midir? Tek başına bulunan fare kalbinin 8 gün sonra bile atmaya başlayacağını söylemiştik, peki vücut içinde bulunan bir kalbin sınırı ne kadar süredir? Dünyanın birçok yerinde kalbin durduktan ortalama 1-2 saat sonra tekrar müdahale ile atmaya başladığı durumlar mevcut. Hatta Türkiye'de bir gencin öldükten tam 4 saat sonra kalbinin atmaya başladığı bir olay gerçekleşmiştir. Yıllar önce Discovery'de izlediğim talihsiz bir kadının hastalığı aklıma geliyor, kadının hastalığı nedeniyle metabolizması aşırı derecede yavaşlıyor ve kalbi duruyordu, yaklaşık 2-3 saat süren bu olay sırasında kadın iki kere öldü sanılarak morga konulmuştu. Bilinci yerine geldiğinde ise tahmin edersiniz ki, birçok ölü arasında morgdan kurtarılmayı beklerken (yanlış hatırlamıyorsam 5 saat sonra kurtarılmıştı) pek de hoş anlar yaşamamıştı.
Tıbbi açıklamaların aksine, ne kalbin atması canlılık, ne de durması ölüm (ex) durumu olarak değerlendirilemez. Ruh denen insanın iç enerjisinin vücudu terk etmesi anına ölüm diyoruz. Bu süre tahmini minimum 7 saatlik bir süredir. Kısaca iddia şu ki, insanın kalbi durduktan yaklaşık 7 saatlik bir süre sonunda ruhu bedenden ayrılır ve insan gerçek anlamda ölür. Tabi ki, 5-6 saatlik sonunda gerçekleşen bir kalbin tekrar atmaya başlaması durumunda kişi eskisi gibi olamayacaksa da (beyne kan gitmediği için, bitkisel hayat durumu), yine de ruh bedende olacak ve kişi canlı kalacaktır. Ayrıca bitkisel hayatta iken 1-50 yıl arasında tekrar normal hayata dönmüş hastalar mevcuttur. Bu da ruhun bedeni bitkisel hayat sırasında terk etmediğinin bir göstergesidir. Ve bu yüzden, kesinlikle bitkisel hayattakilerin bağlı oldukları yaşam destek ünitesinin kapatılması etik ve ahlaki değildir.
Şimdi şöyle bir durum düşünelim; kişinin kalbi durdu ve öldü. Bu sırada ölü kişinin ruhunun bedenden ayrıldığını farz ediyoruz. Kişinin kalbi tekrar çalıştırıldığında ise ruh bedene geri dönecektir. Peki ruh, hangi kıstasa göre bedene geri dönmüştür? Beynin ruh için bir önemi olmadığından bahsetmiştik çünkü beyin ölümü gerçekleşen bir insan yaşamaya devam edebilir. Kalbin çalışması ölüm ve yaşam ile doğrudan ortanılıdır ancak ruhun sadece kalp üzerinden ayrıldığını düşünmek de mantıksız olacaktır. Çünkü bu duruma göre, olası bir kalp nakli gerçekleştiğinde ve ölü kişinin kalbi tekrar atmaya başladığında ölenin ruhunun geri gelmesi gerekmektedir. Bu paradoksun yanıtı Gölge Teorisi ile açıklanabilir ancak yine de yeterli değildir.
Not: Gölge Teorisi 2011 yılında Cg. tarafından oluşturulmuş Sekizyol destekli bir filozofik görüştür.
Bu arada ruhtan bahsederken aklıma, Ertuğrul Özkök'ün yıllar önce köşesinde yazdığı (2004 Ocak 25) bir konu geldi: Ruhun ağırlığı... Özkök, Mary Roach'ın 1907 de yapılmış ruhsal deneylerle ilgili yazığı kitaptan (Stiff) bahsediyordu. Kitapta Duncan Macdougall adlı bir doktorun ölüm döşeğindeki hastaları için özel bir yatak yaptırarak, bu yatak sayesinde ölen bir kişinin ölüm anındaki ağırlık kaybını ölçmesinden bahsediliyordu. Doktor Macdougall'a göre ölen kişi bu ağırlık kaybı olan 21 gram, ruhun ağırlığıydı. Tabi ki görünüşte dikkat çeken bu deney yanlışlarla doluydu ( buharlaşma hesaba katılmamıştı). Ayrıca bizim savunduğumuz felsefeye de aykırıydı ki, ruh kişi öldüğü anda değil, saatler sonra vücudu (ya da bölgeyi) terk ediyordu. Ancak bu deneyin bir önemi vardır ki, o da ruhun ilk kez dini değil aynı zamanda fiziki bir şekilde gösterilmesi olmuştur. Ruhun bir tür enerji olduğunu düşünürsek eğer, her enerji gibi bir kütlesi olabilirdi (enerjiden maddeye dönüşüm), ve kütlesi olabileceği için yerinde de tutulabilirdi ( hatta ölümden sonra nereye gittiği bile araştırılabilirdi) ...
Şimdi tekrar ölümsüzlüğe dönecek olursak, önceki paragraflardan görüldü ki, ölümsüzlüğe çıkan yol insanın beden sağlığından geçiyor. Ünlü İngiliz bilim insanı Desmond Morris, "Eğer tıp, bağışıklık sistemini mükemmel hale getirebilir ve her türlü virüse karşı bizi koruyabilirse, ölümsüzlük neden gerçek olmasın." İddiasını ortaya atmıştır. Morris, savını güçlendirmek için 121. yaş günü partisine katıldığı dünyanın en uzun yaşayan kadınlarından biri olan Fransız Jeanne Calment ile tanışmasından söz etti: "Ne diyet yaptı, ne de fitness meraklısıydı. Tam tersi, alkol düşkünü, sigara tiryakisi, çikolata ve tatlı tutkunu bir insandı. Doktoru 117 yaşındayken içkiyi ve sigarayı bırakmasını salık vermiş. Calment, uzun yaşamını sakin doğasına borçlu olduğunu düşünüyordu. Doktoru, Calmentin yaşamı boyunca hiç hastalanmadığını söyledi. Demek ki Calmentin harika bir bağışıklık sistemi var. İşte uzun yaşamın sırrı bu. Morris, "Her birimiz, ölümsüz genlerimizin deposu durumundayız. Genlerimiz çocuklarımıza geçer ve biz ölürüz. Ama eğer bağışıklık sistemimiz mükemmel hale getirilebilirse, uzun yaşamak ve hatta ölümsüzlük hayal olmaktan çıkar. Belki şimdi değil ama yakın gelecekte bu gerçekleşebilir" diye yazdı. Gerçekten de uzun yıllar yaşayan birçok insanın hayatları süresince oldukça az hastalığa yakalandıklarına dair yüzlerce örnek var. Kısaca ölümsüzlüğün yolu bağışıklık sisteminden geçiyor. Ancak yalnızca bu kadar mı? Tarihteki eski inanışları ve şuanki bilimsel çalışmaları incelediğimiz zaman oldukça açık bir şekilde görünüyor ki, mutlu, huzurlu ve stresten arındırılmış bir yaşam insan ömürünü uzatıyor.
Şuana kadar sadece insan ömrünün uzatılmasından bahsettim, peki ya ölümsüzlük?
Gelişen medikal teknoloji ve tarihte gerçekleştirilmiş çalışmaların yardımı ile insan ruhunun bedende maksimum sürede kalması elbet sağlanacaktır (bu süre 1000 yıl bile olabilir). Şuanda pek dikkat etmesek de ölümü yenmenin en basit yollarından biri olan, kalp masajı, elektroşok gibi yöntemler gelecek yıllarda yerini vücudun en kötü yaralardan bile geri iyileştirilmesini sağlayacak aletlere bırakacaktır. Ancak ölümsüzlük mümkün değildir. Burada bahsedilen, limiti olmayan bir yaşam süresidir, ancak bir düşünün, evrenin yok olduğu bir anda kim ölümsüz olabilir? Ya da en basiti, insan vücudunun en dayanıksız olduğu element olan ateşe karşı hangi bilimsel teknik karşı koyabilir. Tıp istediği kadar ilerlesin, bir nükleer patlamada vücudu buharlaşmış bir insanı geri döndürmenin yolu yoktur.
Şimdi de kısaca mitolojik kültürden bahsedelim;
Birçok antik uygarlık doğayı oluşturan temel 5 element olduğuna inanmıştır. Bu elementlerden hava (rüzgâr), su (sıvı), ateş ve toprak (dünya) genel olarak değişmeksizin Asya veya Avrupa fark etmeden aynıdır. 5. element ise cennet, ruh, can, aether, ether gibi isimlerle anılmıştır. Pagan kaynaklarına baktığımızda bu 5. elementin aslında daha çok ruh ve yıldırım (elektrik) için kullanıldığı gözükmektedir (ether bazı kaynaklarda bir tür üst-hava olarak geçmektedir ancak Avrupa doğacılığını temel alarak bu fikri kesinlikle reddediyoruz). İşin ilginç yanı, elektrik binlerce yıl önce can olarak temsil edilmiştir, ancak beynin düşünürken elektrik akımı kullandığı ve ex durumunda bu elektrik akımının tamamıyla yok olduğu oldukça yakın döneme ait bir buluştur. Ayrıca yine mitolojik kaynaklarda ether gücünün cansız varlıklara can verebileceğinden bahsedilmiştir ve bu güç yine elektrik (yıldırım) olarak temsil edilmiştir. İkinci olarak tanrının binlerce yıl gökyüzünde yaşadığının farz edilmesi (hala inananları var) aynı zamanda ether gücünün de gökle bağlantılı olması ve insan ruhunu temsil etmesi, gökyüzünden toprağa doğru iniyormuş gibi görünen yıldırımın, sanki tanrı tarafından gökten yeryüzüne yollanan insan ruhuna benzemesi ilginç bir durumdur. Son olarak Paganlar insana en uzak elementleri ateş ve elektrik olarak görmüşlerdir ki, bildiğimiz gibi (kesme-yarma işlemi hariç) geri döndürülemeyen yaraların veya en net ölümlerin birçoğu elektrik akımı veya yanma (daha önce bahsettiğimiz kanser, radyasyon vs.) yüzünden olur. Ayrıca yine bu yüzdendir ki, elektroşok gibi bir yöntem kalbin atmasını sağlayabilmektedir, yani Paganlar bu düşünceyi binlerce yıl önce fark etmiştirler). Peki, buradan ne çıkarmamız gerekiyor? İnsan ruhunun bir tür elektrik akımı olduğunu iddia etmiyoruz, sadece daha önce dediğimiz gibi insan ruhunun bir çeşit enerji olduğu düşüncesinin baskınlığına vurgu yapıyoruz.
Elbette, insan ruhunun enerji olması iddiası, yobaz dini çevreleri kızdırabilir. Dünya üzerinde öyle insanlar yaşamaktadır ki, örneğin daha önce bahsettiğimiz Minnesota deneyi haberi Türkiye'de duyulduğunda tepkileri "Allah'a nasıl eş koşarlar?, hainler, dinsizler vs. gibi olmuştu. Hâlbuki dini içerik değil midir Nuh'un 1000 yıl yaşadığını söyleyen? Her canlı ölümü tadacaktır sözü ise tamamıyla dorudur. Yaşam süresi arttırılabilir ancak evren yok olduğunda sonuç mutlak ölümdür.
Aynı şekilde daha önce bahsettiğimiz gerek Morris iddiası olsun, gerek Minnesota araştırması olsun, gerekse eski uygarlıkların binlerce yıl önce keşfettikleri bir teknik olsun, her gün gelişen teknikler canlıların yaşam sürelerini uzatmaya hatta belki de sınırsız yapmaya yarayabilir, ancak net bir ölümden kimse kaçamaz. İlahi dinlerde dendiği gibi "herkes topraktan ayrılmıştır ve tekrar toprakla bir olacaktır".
Kısaca anlamamız gereken şudur; ölümsüzlük ile sonsuza kadar yaşamak aynı şey değildir, biri gelecekteki tıbbi gelişmelerle mümkün, diğeri ise imkânsızdır.
ALINTIDIR