- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Müslümanlık, sevgi ve kardeşlik dînidir
Müslümânlık, sevgi, kardeşlik, afv, mağfiret ve güzel ahlâk dînidir. Kurân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İslâm târihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Sevgi hakkındaki âyet-i kerîmelerden birkaçı meâlen şöyledir. Allahü (teâlâ) şu kimseleri sever:
... Allahü (teâlâ) iyilik edenleri sever. [Bakara (2), 195]
... Allahü (teâlâ) ihsân edenleri sever. [Âl-i İmrân (3), 134]
... Allahü (teâlâ) sabredenleri sever. [Âl-i İmrân (3), 146]
... Allahü (teâlâ) adâlet edenleri sever. [Mâide (5), 42]
Ama Allahü teâlâ şu kimseleri sevmez [Yine misâl olmak üzere, sâdece birkaç tanesini zikredeceğiz]:
... Allahü (teâlâ) zâlimleri sevmez. [Âl-i İmrân (3), 57]
... Allahü (teâlâ) isrâf edenleri sevmez. [Enâm (6), 141]
... Allahü (teâlâ) kibirlenenleri sevmez. [Nahl (16), 23]
Bazı hadîs-i şerîflerde, sevgiyle alâkalı olarak buyuruldu ki:
Allahü teâlâ cemîldir [güzeldir], cemâl sâhiplerini sever. [Müslim]
Allahü teâlâyı seven hayâ sâhibi olur. [Râmûzul-Ehâdîs]
Seven kişi, sevdiği ile berâberdir. [Buhârî]
Âşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhâfaza eden, şehîd olarak ölür. [Hatîb Bağdâdî]
Kendisi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, [kâmil] mümin olamaz. [Buhârî]
İnsanlar arasında muhabbeti, meveddeti, sevgiyi temîn eden en mühim vesîlelerden biri olan selâmlaşmanın dînimizde önemi büyüktür. Müslümânların yanına girerken, çıkarken, karşılaşınca, ayrılırken mutlakâ selâm vermelidir! Bu husûstaki hadîs-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
Mümin kardeşine selâm vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitâp etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir. [Taberânî]
Tatlı dilli olmak, selâmlaşmak ve yemek yedirmek, Cennete götürür. [Hâkim]
Darlıkta infâk eden, rastladığı Müslümâna selâm veren, kendi aleyhinde de olsa adâletli davranan, îmân hasletlerini toplamış olur. [Ebû Nuaym]
İYİ BİR MÜSLÜMÂN...
Ulemâ ve evliyânın büyüklerinden Sehl-i Tüsterîye (rahmetullahi teâlâ aleyh), bir genç gelerek: Efendim! İyi bir Müslümân nasıl olur? diye sordu.
Büyük velî ona cevâbında: İyi bir Müslümân, insanları memnûn etmeyi değil, Allahü teâlânın rızâsını düşünür buyurdu.
Bilindiği gibi, Allahü teâlâ ve Resûlü, emirlerinin yapılmasından ve yasaklarından sakınılmasından râzıdırlar; ama harâmların işlenmesinden ve bidatlardan râzı değildirler.
Aynı âlime, bir başkası da, İhlâslı olmak nasıl olur? diye sorduğunda, ona cevâben de:
İhlâslı olan kul, bir iş yapacağı zaman: İnsanlar beğenir mi? diye düşünmez. Rabbim beğenir mi? diye düşünür ve O beğenecekse yapar, yoksa yapmaz buyurdu.
İnsanlardan ilk istenen şey, doğru îmân etmek ve İslâmın şartlarını yerine getirmektir. Peygamber Efendimiz, doğru îmânın ve İslâmın ne olduğunu, Kurân-ı kerîmin nâzil olduğu 23 yıl boyunca Eshâb-ı kirâmına anlattılar ve öğrettiler. Doğru yol, benim ve Eshâbımın gittiği yoldur, fırka-i nâciye budur buyurdular.
Bu îmân ve İslâm bilgilerini Eshâb-ı kirâm, Tâbiîne, onlar da Tebe-i Tâbiîne, onlar ise Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîne öğrettiler.
Tâbiînden olan İmâm-ı Azam ve kendisi gibi müctehid olan talebeleri, Tebe-i Tâbiînden diğer üç mezhep imâmlarımız ve müctehid talebeleri, Peygamberimizin 23 yıllık tefsîrini, hadîs-i şerîflerini, îmân ve İslâm bilgilerini toplayarak fevkalâde güzel, mufassal bir şekilde kitaplara yazdılar. Böylece dört hak mezhep meydâna geldi.
Bu âlimlerin kitapları, Osmânlı târih sahnesinden çekilinceye kadar şer-i şerîf olarak esâs alındı.
EHL-İ SÜNNET ÂLİMLER...
İslâm devletlerinin Şeyhul-islâmlık, Müftülük makâmları ve şerî mahkemeler, bu ana kaynaklara, yanî şer-i şerîfe uymayan sözlere ve kitaplara izin vermediler.
İslâm âlemindeki bütün âlimler, yüzyıllar boyunca, dört hak mezhep âlimlerinin kitaplarını esâs alarak, yanî onların kitaplarından nakiller yaparak, çok külliyyetli miktarda tefsîr, hadîs, fıkıh ve ahlâk kitapları yazdılar.
Dört hak mezhebin müctehid âlimlerine ve onların kitaplarından naklederek yazan âlimlere Ehl-i Sünnet Âlimleri denir. Kitaplarındaki bilgilere de Ehl-i Sünnet Yolu denir. Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yapmayarak, onlara aykırı olarak, kendi akılları ve görüşleriyle yazanların tefsîrleri ve dîn kitapları bidat ehlinin kitapları diye tavsîf olunmaktadır.
... Allahü (teâlâ) iyilik edenleri sever. [Bakara (2), 195]
... Allahü (teâlâ) ihsân edenleri sever. [Âl-i İmrân (3), 134]
... Allahü (teâlâ) sabredenleri sever. [Âl-i İmrân (3), 146]
... Allahü (teâlâ) adâlet edenleri sever. [Mâide (5), 42]
Ama Allahü teâlâ şu kimseleri sevmez [Yine misâl olmak üzere, sâdece birkaç tanesini zikredeceğiz]:
... Allahü (teâlâ) zâlimleri sevmez. [Âl-i İmrân (3), 57]
... Allahü (teâlâ) isrâf edenleri sevmez. [Enâm (6), 141]
... Allahü (teâlâ) kibirlenenleri sevmez. [Nahl (16), 23]
Bazı hadîs-i şerîflerde, sevgiyle alâkalı olarak buyuruldu ki:
Allahü teâlâ cemîldir [güzeldir], cemâl sâhiplerini sever. [Müslim]
Allahü teâlâyı seven hayâ sâhibi olur. [Râmûzul-Ehâdîs]
Seven kişi, sevdiği ile berâberdir. [Buhârî]
Âşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhâfaza eden, şehîd olarak ölür. [Hatîb Bağdâdî]
Kendisi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, [kâmil] mümin olamaz. [Buhârî]
İnsanlar arasında muhabbeti, meveddeti, sevgiyi temîn eden en mühim vesîlelerden biri olan selâmlaşmanın dînimizde önemi büyüktür. Müslümânların yanına girerken, çıkarken, karşılaşınca, ayrılırken mutlakâ selâm vermelidir! Bu husûstaki hadîs-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
Mümin kardeşine selâm vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitâp etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir. [Taberânî]
Tatlı dilli olmak, selâmlaşmak ve yemek yedirmek, Cennete götürür. [Hâkim]
Darlıkta infâk eden, rastladığı Müslümâna selâm veren, kendi aleyhinde de olsa adâletli davranan, îmân hasletlerini toplamış olur. [Ebû Nuaym]
İYİ BİR MÜSLÜMÂN...
Ulemâ ve evliyânın büyüklerinden Sehl-i Tüsterîye (rahmetullahi teâlâ aleyh), bir genç gelerek: Efendim! İyi bir Müslümân nasıl olur? diye sordu.
Büyük velî ona cevâbında: İyi bir Müslümân, insanları memnûn etmeyi değil, Allahü teâlânın rızâsını düşünür buyurdu.
Bilindiği gibi, Allahü teâlâ ve Resûlü, emirlerinin yapılmasından ve yasaklarından sakınılmasından râzıdırlar; ama harâmların işlenmesinden ve bidatlardan râzı değildirler.
Aynı âlime, bir başkası da, İhlâslı olmak nasıl olur? diye sorduğunda, ona cevâben de:
İhlâslı olan kul, bir iş yapacağı zaman: İnsanlar beğenir mi? diye düşünmez. Rabbim beğenir mi? diye düşünür ve O beğenecekse yapar, yoksa yapmaz buyurdu.
İnsanlardan ilk istenen şey, doğru îmân etmek ve İslâmın şartlarını yerine getirmektir. Peygamber Efendimiz, doğru îmânın ve İslâmın ne olduğunu, Kurân-ı kerîmin nâzil olduğu 23 yıl boyunca Eshâb-ı kirâmına anlattılar ve öğrettiler. Doğru yol, benim ve Eshâbımın gittiği yoldur, fırka-i nâciye budur buyurdular.
Bu îmân ve İslâm bilgilerini Eshâb-ı kirâm, Tâbiîne, onlar da Tebe-i Tâbiîne, onlar ise Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîne öğrettiler.
Tâbiînden olan İmâm-ı Azam ve kendisi gibi müctehid olan talebeleri, Tebe-i Tâbiînden diğer üç mezhep imâmlarımız ve müctehid talebeleri, Peygamberimizin 23 yıllık tefsîrini, hadîs-i şerîflerini, îmân ve İslâm bilgilerini toplayarak fevkalâde güzel, mufassal bir şekilde kitaplara yazdılar. Böylece dört hak mezhep meydâna geldi.
Bu âlimlerin kitapları, Osmânlı târih sahnesinden çekilinceye kadar şer-i şerîf olarak esâs alındı.
EHL-İ SÜNNET ÂLİMLER...
İslâm devletlerinin Şeyhul-islâmlık, Müftülük makâmları ve şerî mahkemeler, bu ana kaynaklara, yanî şer-i şerîfe uymayan sözlere ve kitaplara izin vermediler.
İslâm âlemindeki bütün âlimler, yüzyıllar boyunca, dört hak mezhep âlimlerinin kitaplarını esâs alarak, yanî onların kitaplarından nakiller yaparak, çok külliyyetli miktarda tefsîr, hadîs, fıkıh ve ahlâk kitapları yazdılar.
Dört hak mezhebin müctehid âlimlerine ve onların kitaplarından naklederek yazan âlimlere Ehl-i Sünnet Âlimleri denir. Kitaplarındaki bilgilere de Ehl-i Sünnet Yolu denir. Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yapmayarak, onlara aykırı olarak, kendi akılları ve görüşleriyle yazanların tefsîrleri ve dîn kitapları bidat ehlinin kitapları diye tavsîf olunmaktadır.