Türk milletinin tarih sahnesine ne zaman çıktığını tam bir kesinlikle hâlâ bilmiyoruz. Yine de, en azından, 5 bin yıllık bir geçmişe sahip bulunduğumuza şüphe yoktur. Fakat şimdiki bilgilerimize göre millet haline gelmemizi ve ilk büyük Türk İmparatorluğunun kurulmasını sağlamak şerefi bütün zamanların en tanınmış cihangirlerinden biri sayılan Mete Hana aittir. Kaynaklardan pek çoğu destanlarımızdaki Oğuz Hanla Mete Hanın aynı kimse olduğu konusunda birleşiyorlar.
Büyük Hun İmparatorluğunun, asıl özelliği Türk ülküsünü ilk defa gerçekleştirmesi, diğer bir söyleyişle, bütün Türk boylarını tek bir bayrak altında toplamayı başarmasıdır. Hunların ülkücülüğünü Mete Hanın davranışları temsil ediyor. Zamanımıza kadar ulaşan iki rivayet, ülkü yolunda katlanılması gereken fedakârlıkları anlatması bakımından son derece önemlidir. Rivayetlerden biri, güçsüz ve hazırlıksız olduğu bir dönemde, Mete Hanın zaman kazanmak için en çok sevdiklerini gözden çıkarmasına dairdir. Çinliler, Hunları erken bir savaşa kışkırtmanın faydalarını düşünerek, Mete Hana bir elçi gönderir ve atını isterler. Han, Kurultayı toplar, görüşme açılır. Beylerin hepsi bir Türk Hanından atını istemenin hakaret mânâsına geldiğini, savaşmanın daha yerinde bir karşılık olacağını öne sürerler. Ama Mete Han, kendisine ait bir şey için milleti savaşa sokamayacağını bildirir ve sevgili atını Çin İmparatoruna yollar. Bir müddet sonra, Çinden yeni bir elçi gelir. Mete Hanın eşini ister, verilmezse savaş açacaklarını bildirir. Kurultay bir daha toplanır, bütün beyler, sonsuz bir öfke içinde, derhal savaş kararı alınması gerektiğini söylerler. Mete Han yine karşı çıkar; eşini Çin İmparatoruna yollar. Nihayet Çinden üçüncü bir elçi gelir, Hun ülkesinin hiç bir işe yaramaz, çorak bir parçasını ister. Kurultay toplanır. Beylerin kararı kesindir. Hanın atı ve eşi verildikten sonra, işe yaramaz bir toprak parçası uğruna savaşa girilemeyeceğini öne sürerler. Fakat Mete Han şöyle der: Atımı istediler, verdim. Çünkü o benimdi. Eşimi istediler, verdim, o da benimdi. Ama yurdumun bir karış toprağını asla veremem. Çünkü o benim değil, milletimindir. Hazırlanın, savaşacağız.
İkinci rivayeti de hatırlayacaksın. Mete Han, çerilerini eğitirken, her birinin karşısına en çok sevdiği kimseyi diker, oklamalarını istermiş! Eli titreyenleri cezalandırırmış! Senin için önemli olan rivayetlerin doğruluğu veya yanlışlığı değil, verdikleri derstir. 2200 yıl önce yaşamış ataların, ülkücülüğün güçlüklerini, hedefe varmak isteyenlerin ne büyük fedakârlıklara katlanması ge*rektiğini anlatıyorlar. Ülkünü kendine ait bütün değerlerden yüce tutacak, en çok sevdiklerini bile feda edeceksin. Sana ait olan her şeyi verecek, ama vatanının bir karış toprağı uğrunda ölmeyi bileceksin. Mete Han, büyük bir ülkücü olmasaydı ilk Türk birliğini kuramaz, çağının en kalabalık ve kuvvetli devleti olan Çin İmparatorluğunu korkudan titretemezdi.
Galip Erdem - Bozkurt, Temmuz 1974
Büyük Hun İmparatorluğunun, asıl özelliği Türk ülküsünü ilk defa gerçekleştirmesi, diğer bir söyleyişle, bütün Türk boylarını tek bir bayrak altında toplamayı başarmasıdır. Hunların ülkücülüğünü Mete Hanın davranışları temsil ediyor. Zamanımıza kadar ulaşan iki rivayet, ülkü yolunda katlanılması gereken fedakârlıkları anlatması bakımından son derece önemlidir. Rivayetlerden biri, güçsüz ve hazırlıksız olduğu bir dönemde, Mete Hanın zaman kazanmak için en çok sevdiklerini gözden çıkarmasına dairdir. Çinliler, Hunları erken bir savaşa kışkırtmanın faydalarını düşünerek, Mete Hana bir elçi gönderir ve atını isterler. Han, Kurultayı toplar, görüşme açılır. Beylerin hepsi bir Türk Hanından atını istemenin hakaret mânâsına geldiğini, savaşmanın daha yerinde bir karşılık olacağını öne sürerler. Ama Mete Han, kendisine ait bir şey için milleti savaşa sokamayacağını bildirir ve sevgili atını Çin İmparatoruna yollar. Bir müddet sonra, Çinden yeni bir elçi gelir. Mete Hanın eşini ister, verilmezse savaş açacaklarını bildirir. Kurultay bir daha toplanır, bütün beyler, sonsuz bir öfke içinde, derhal savaş kararı alınması gerektiğini söylerler. Mete Han yine karşı çıkar; eşini Çin İmparatoruna yollar. Nihayet Çinden üçüncü bir elçi gelir, Hun ülkesinin hiç bir işe yaramaz, çorak bir parçasını ister. Kurultay toplanır. Beylerin kararı kesindir. Hanın atı ve eşi verildikten sonra, işe yaramaz bir toprak parçası uğruna savaşa girilemeyeceğini öne sürerler. Fakat Mete Han şöyle der: Atımı istediler, verdim. Çünkü o benimdi. Eşimi istediler, verdim, o da benimdi. Ama yurdumun bir karış toprağını asla veremem. Çünkü o benim değil, milletimindir. Hazırlanın, savaşacağız.
İkinci rivayeti de hatırlayacaksın. Mete Han, çerilerini eğitirken, her birinin karşısına en çok sevdiği kimseyi diker, oklamalarını istermiş! Eli titreyenleri cezalandırırmış! Senin için önemli olan rivayetlerin doğruluğu veya yanlışlığı değil, verdikleri derstir. 2200 yıl önce yaşamış ataların, ülkücülüğün güçlüklerini, hedefe varmak isteyenlerin ne büyük fedakârlıklara katlanması ge*rektiğini anlatıyorlar. Ülkünü kendine ait bütün değerlerden yüce tutacak, en çok sevdiklerini bile feda edeceksin. Sana ait olan her şeyi verecek, ama vatanının bir karış toprağı uğrunda ölmeyi bileceksin. Mete Han, büyük bir ülkücü olmasaydı ilk Türk birliğini kuramaz, çağının en kalabalık ve kuvvetli devleti olan Çin İmparatorluğunu korkudan titretemezdi.
Galip Erdem - Bozkurt, Temmuz 1974