METAFİZİK
Felsefe Üzerine Genel Bir Değerlendirme
İnsan, tabiatı gereği daima gerçeğin arayıcısı olarak görünmüştür ve görünecektir. Çünkü onun yaratılışında , belki de yaratılış gayesinde, bu merak, bu arayış veya bir başka deyişle, en güzele, en iyi olana susamışlık bulunmaktadır. Onun düşünce hayatında, daima duyularla algılanan duyularla algılanamaz olanı, görünen görünmeyeni, gizli olanı, gerçekle ideal olanı istemiş, gerektirmiştir. Böylece insan, bu kavramlardan en kolay olan da kendine asla yeterli görmemiş; her yeni buluş, biliş ve görüşten sonra bununda gerisinde daha yeni bir şeyler, hâlâ gizli kalan hususlar bulunduğunu düşünmüştür. Bu şekildedir ki, insanlık felsefe dediğimiz ve gerçek olanın ideal olanın, en güzel olanın, gizli olanın arayışı demek olan bilimi ortaya çıkarmıştır. Eski çağlardan beri devam eden bu arayış ve düşünüş hâlâ devam etmekte ve devam edecektir; yani insanlık felsefe yapmaktan asla geri kalmayacaktır.
Eskiden felsefe bütün bilimleri içine alıyordu; diğer bilimleri ondan ayırmak veya ayrı düşünmek mümkün değildi. Onun için eski çağ filozoflarının bir çoğu sadece felsefe ile değil, onun yanında matematik, mantık, tabiat, fizik musiki, tıp vs. gibi bilimlerde söz sahibi idiler. Daha sonra ilimler Felsefeden ayrılarak kendi alanlarını ve bu alanda geçerli olan prensipleri belirlediler. Böylece ilimler belli bir tasnife tabi tutulurlar. Fakat felsefe daima meşruiyetini devam ettirmiştir.
Metafizik Nedir?
Metafizik, sadece akıl yoluyla kavranan bir varlık sahasıdır. Ne duyular ne de deneyin bu sahada bir rolü olamaz. Buna rağmen Metafizik felsefenin en mühim disiplinlerinden biridir. Kelime olarak “fizikten sonra” manasına gelmektedir. Böyle bir lügat anlamı daha sonraları bir teknik terim haline gelmiş ve maddi olmayan varlık’ın ilmine isim olmuştur. Böylece maddenin özünü sembolleştiren her türlü kavramın (mesela cevher, zât yahut öz, töz veya substance, usia vs.) bu ilimde tartışılan konuların halinde gelmiştir.
Üzerinde yaşadığımız dünyayı ve kainatı fizik-metafizik veya ilmî-felsefî olarak sınıflandırabilir, değerlendirebiliriz. Bunlardan birincisi, duyularla algılanabilenin, görünenin, gerçeğin adı, ikincisi hissi olmayanın, gizli olanın, idealin adıdır. İşte bizim konumuz bu ikincisi, hissî olmayanın ilmi yani Metafiziktir. Bu kelime ile ontoloji arasındaki ilgi açıktır; her ikisinin tanımı aynı konuları kapsar ve şöyle denir: ontoloji veya varlık bilimi veyahut genel Metafizik. İlim olarak ortaya arayış çıkışından beri Metafiziğin hem taraftarları hem de karşı olanları olmuştur. Sözgelimi Viyana ekolü karşı çıkmış ve Hobbes onu “boş ve karanlık” bir araştırma olarak değerlendirmiştir.
Etimoloji ve Tarihçe
Metafizik terimini ilk olarak Aristo'nun eserlerini kendine göre düzenleyen Yunan Peripatetik filozof Rodoslu Andronicus'un, MÖ 70 civarında Roma'da kullandığı sanılıyor. Onun düzenlemesine göre, asil adi ilk Felsefe veya Teoloji olan risale, Fizik risalesinden sonra gelmekteydi. Böylece de, ilk Felsefe meta (ta) physica, ya da fiziği izleyen, olarak biline geldi ve zamanla kısaltılarak metafizik oldu. Aristo'nun Metafiziğindeki konular (cevher, nedensellik, var olmanın mahiyeti, ve Tanrının varlığı) yüzyıllarca metafiziksel spekülasyonların içeriğini belirledi. Metafizik Ortaçağın skolastik filozofları arasında transphysical (fizik ötesi) bilim olarak bilinirdi. Bunun nedeni de onların, bir öğrencinin fiziksel dünyadan algıların ötesindeki dünyaya metafizik vasıtasıyla felsefi olarak geçiş yapabileceğine inanmalarıydı. 13. yüzyıl skolastik filozof ve ilahiyatçısı Aziz Thomas Aquinas, metafiziğin amacinin, sonlu ve algılanabilir varlıkların nedensel açıdan incelenmesi yoluyla Tanrının tanınması olduğunu bildirdi. 16. yüzyılda bilimsel araştırmaların yükselişiyle birlikte bilim ve imanın uzlaştırılması gittikçe önem kazandı.
Akademik Anlam
Metafizik, geleneksel olarak, görünen-görünmeyen tüm gerçekliğin esas mahiyetini anlamaya çalışan felsefi bir alandır. Metafizikçi, ilahi, insani veya başka ne türlü olursa olsun, her şeye uygulanabilecek en temel, esas itibariyle en basit ve her şeyi kapsayan bir tanımlama peşindedir.
Bu geleneksel ve felsefi anlamda birine metafizikçi demek, onun her şeyin neden, öz ve mahiyetini anlamaya çalışan biri olduğunu söylemekle ayni anlamdadır. Bu anlamda fizikçiden tek farkı, fizikçinin bu kavramları açıklamak için gözlenebilen, ölçülebilen ve denenebilen nicelikler araması, metafizikçinin ise sadece bunlara bağlı kalmayıp fiziksel alemin ötesindeki, gözlenemeyen, ölçülemeyen ve denenemeyen açıklamaları da kabul etmesidir. Bu da fizikçinin metafiziksel açıklamaları kabul etmeyeceği fakat metafizikçinin fiziksel açıklamaları kabul edebileceği anlamına geliyor.
Böyle bakınca, madde ve hareketten başka bir şey yoktur diyen eski materyalistler ve her şeyin cansız ve deneyim kazanamayan enerjiden ibaret olduğunu söyleyen yeni materyalistler kadar, ideler veya zihin ya da ruhtan başka bir şeyin var olmadığını benimseyen idealistleri de metafizikçi kategorisine sokmak yanlış olmaz.
John Locke’de Metafizik
Bilgi teorisini, bilgi üzerindeki araştırmaları başlı başına bir felsefe dalı olarak ilk defa gerçekleştiren Locke olmuştur, Locke her türlü Metafizik savı bir yana bırakıp doğrudan doğruya bilginin yapısını ele alan, ilk filozoftur. Ve bu araştırmayı da “Essay”sinde ele almıştır. “İnsan Anlığı Üzerinde Bir Deneme”nin konusu ve amacı, Locke’un kendi sözleriyle: “İnsan bilgisinin kökü, kesinliği ve genişliği üzerine bir araştırmadır...
Leibniz’in Metafizik Anlayışı
Leibniz önce, bu dünyadaki kötülüğün, günahın Metafizik bir gerçek olduğunu reddeder. Yanlış doğrunun eksikliği olduğu gibi, monadlardaki pasiflik de aktifliğin eksikliğinden ileri gelir; günah, bulanık ve karışık tasarımların oluşturduğu bir tutku durumunun sonucudur. Kötülüğü “fizik”, “moral” ve “Metafizik” kötülükler diye üçe ayıran Leibniz, gerek fizik kötülüğün gerekse moral kötülüğün köklerini “Metafizik Kötülük”te bulur. Başka bir deyişle: fizik ve moral kötülükler, sonlu monadların karışık ve bulanık tasarımları ile bunların oluşturduğu durumlardan ileri gelir; fizik ve moral kötülükler Metafizik eksikliğin bir sonucudurlar. Yalnız, bu Metafizik eksiklik pozitif bir şey olmayıp yetkinliğin derece derece eksik olmasıdır. Pozitif olarak var olan yalnız yetkinliktir. Acı olmasaydı haz olmazdı. Günah olmasaydı sevap da olmazdı; yetkin olmayış yetkin olmanın koşuludur. Tek tek monadlara baktığımızda, diyor Leibniz, bunların hep yetkin olmadıklarını görürüz.
Tanrı bir dünya oluşturacaksa-etkinliğini göstermek için oluşturması gerekirdi-bunun sonlu varlıklardan kurulması bir zorunluluktu. İşte sonlu varlıların eksik oluşları, yetkin olmayışlar “Metafizik kötülük”tür. Tanrı dünyayı oluştururken mutlak olarak özgür değildi, sonsuz bilgeliğinin olanaklarına bağlıydı.
Immanuel Kant’ın Metafizik Anlayışı
Deneye dayanmayan Metafiziğin yargılarının hepsi a priori’dir. Ama Metafizikte de –matematik ve fizikte olduğu gibi- gerçek bilgilere varmak istersek, yalnız kavram çözümlemelerinde kalmamalı, sentetik yargılarımız da olabilmelidir. Şimdi Metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü “Salt Aklın Kritiği”nin ana problemi, “Metafizik mümkün müdür?” sorusudur. Kant’a göre gerçi “doğal bir Metafizik” vardır; istesin istemesin insanın aklına Metafizik nitelikte bir takım sorular dadanır; ama bilimsel bir metafiziğe henüz varılamamıştır. Bu son düşünceleri Kant, “Salt Aklın Kritiği”nin araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar:
1- “Metafizik nasıl mümkündür?”
2- “Doğa bilimi nasıl mümkündür?
3- “Bir bilim olarak Metafizik nasıl mümkündür?”
Sonuncu soruda Kant’ın demek istediği, Metafiziğin bir bilim olması mümkün müdür? Ya da tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi? Buna göre, Metafiziği güvenilir bir temele dayatmak için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor; çünkü bu güç problem tek bir formüle bağlanmaktadır: A priori olan sentetik yargılar nasıl mümkündür?
Kant (Leibniz-Wolf) Metafiziğini şöyle eleştirir. “Duyular-olmayan”ın, “duyular-üstü”nün bir bilimi olmak istek ve iddiasında olan bu Metafiziğin üç ana konusu vardır: Ruh, Evren ve Tanrı. İşte Kant da, Metafiziği incelerken bu üç konunun eleştirisini yapmaktadır.
Onun burada göstermek istediği şudur: Akıl ile aklın sonuç çıkarmaları ve metafizik arasında içten bir bağlantı vardır. Çünkü akıl, yapısı gereği Metafiziğin üç büyük konusu ile ilgili olan bir takım sonuçlar çıkarır. Şimdi Kant’a göre, sağlam bilgi ancak deney verileri ile a priori form öğelerinin karşılaştıkları, birbirleriyle kaynaştıkları yerde meydana geliyordu. Bundan dolayı, Metafizik de anlığın başlatmış olduğu “birleştirmeyi” sonuna kadar götürürse –istediği de budur- olumlu bir şey yapmış olur. Kant, böyle bir şeyi denemek, insan aklının yapısı gereğidir der ve metafiziğin insanda “doğal bir yatkınlık” olarak bulunduğunu söyler.
“Salt Aklın Kritiği”nin gözönünde bulundurduğu başlıca bir iş, rationalist Metafiziği eleştirmekti. Bu eleştirmenin sonunda Kant’ın Metafizik karşısındaki durumunun ne olduğunu bilmek istersek, şunu söyleyebiliriz: Metafizik deyince, “duyular üstü”nün bilinmesini anlarsak, böyle bir şeyi düşünmek isteğini Kant yersiz bulmaz. Ona göre, Metafizik insan için doğal bir istidattır, bu yapısı insanı zorunlu olarak Metafizik sorulara sürükler.
Ancak, son sözü söylemeyi bu doğal Metafiziğe bırakmamalı, bilim niteliğinde olan bir Metafiziğe varmaya çalışmalıdır. Bilimsel bir Metafiziğin olup olmayacağı konusunda, Kant’ın birbirleriyle tam olarak denkleştirilemeyen iki davranışı var:
Bir yandan Metafizik düşmanı bir anlayış, öbür yandan da pratik akıl temeli üzerinde akıl bakımından zorunlu olan yani bir Metafizik kurma denemesidir.
Metafizik düşmanlığı, numenî bilemeyeceğimizi ileri süren öğretiye tutarlı olarak bağlı kalmak demektir. Biz ancak fenomenleri, deney çerçevesine girenleri biliriz; onun için bu çerçeveyi aşandan kaçınmalıdır; “kritik”ten maksat da “duyulur-üstü”ye geçmeyi önlemektir. “Salt Aklın Kritiği”nden çıkan başlıca bir sonuç budur. Buna karşılık Kant’ın pratik akla dayanan yeni bir Metafizik kurmak isteğinden şüphe edilemez. Böylece o, teorik akıl ile bilimsel bir Metafizik kurulamayacağını göstererek, zamanına kadar bu yolla geliştirilmiş olan Metafiziği yıktıktan sonra, yeni Metafiziği pratik akıl inancı üzerinde, duyguya değil de, akla dayandığı için zorunlu olan bir inanç üzerinde kurmayı denemiştir. Onun için “Kant Metafiziği yıkmıştır” demek pek doğru olmaz; yıktığı bir Metafizik yanında kurduğu bir Metafizik de var demek daha doğru olur.
Campanella’nın Metafizik Anlayışı
Konusu bakımından düşünülürse, evrensel felsefe yahut Metafizik, prensiplerin yahut varlığın ilk şartlarının bilimidir. O, kaynakları, araçları, metotları bakımından aklın bilimidir, kesinliğiyle ve otoritesiyle deneysel bilime üstündür.
Evren, zihinsel, meleksel yahut Metafizik alemi (melekler, otoriteler, alemin ruhu, ölmez ruhlar), ezeli ve ebedi yahut Metafizik alemi ve dünyevi yahut cisimsel alemi içeren bir mertebeler silsilesidir. Bizzat cisimler aleme varıncaya kadar, bütün bu alemlerin mutlaktan payları vardır ve onu oluşturan üç unsur kendilerinde bulunur:
İktidar, bilgi, irade; o derecede ki, bizzat ölü tabiat, ölü değildir; duygu, zeka, irade, inorganik madde de dahil olmak üzere, bütün varlıklarda farklı derecelerde bulunur.
Francis Bacon’un Metafizik Anlayışı
İngiltere’de felsefî reform, sakson ırkının dehasından gelen ve İtalya’dakinden çok farklı bir karakter kazanıyor. Ilımlı ve pozitif karakterli İngiliz ruhu, aynı zamanda skolastik gelenekten ve serbest Metafiziğin çabuk yapılmış sentezlerinden sakınır. Çabuk tepeye varan ama orada duramayıp, cesareti kırılmış olarak şüpheciliğe düşen İtalyan düşüncesine, deney yoluyla yavaş ve derece derece yükselmeyi tercih eder.
Francis Bacon Yeniçağ pozitivizminin babasıdır; şu anlamdaki, ilk olarak, açık ve belagatlı sözlerle, hakiki felsefe ile bilimin bağlılığını ve ayrı bir Metafiziğin boşluğunu dile getirmiştir. Aşkıncılığın açık ve belli düşmanı olarak okuyucularından “niyetinin felsefede eski Yunanlılar veya bazı yenilik şeklinde bir tarikat kurmak olduğunu düşünmemelerini” açıkça rica ediyor; onun amacı bu değildir ve “bir zihnin tabiat ve eşyanın prensipleri hakkındaki soyut fikirlerinin ne olduğunu bilmek insanların işleri için pek az önemlidir.”
Şu halde, hıncı yalnız Aristoteles’e değil fakat “tabiat hakkındaki her soyut fikre, yani bilimlerden ayrı bütün Metafiziğedir.
Esasen, ilk felsefe ile Metafizik’i birbirinden ayırmaktadır. İlk felsefe, özel bilimlere yani, medeni tarih ile tabii tarihi kapsayan tarih’e, şiire ve tabii ilahiyat, tabii felsefe ve beşeri felsefe diye ayırdığı felsefeye ortak temel hizmetini gören kavram ve genel önermelerin bilimidir. Metafizik, tabii felsefenin spekülatif kısmıdır; o, formlar ve gayelerle uğraşır, oysa tabii felsefenin iş gören kısmı yahut tam anlamıyla fizik, yalnız kuvvetler ve cevherlerden bahseder. Fakat, Bacon Metafiziğe çok az önem veriyor ve gayesel nedenlerin kısır bakirelere benzediklerini söyledikten sonra, bunların hakiki yeri olarak bu bilimi gösterdiği vakit, bu bir alay gibi görünüyor. Tabii ilahiyata gelince, onun biricik amacı ateizmi çürütmektir. Doğmalar, bilimin değil inancın konusudur.
Descartes’in Metafizik Anlayışı
Descartes her şeyden önce matematikçidir, o kendini geometri ve cebire veren bir filozof olmaktan çok, Metafizik yapan bir geometrici ve cebircidir. Bunun için felsefesi sadece genelleştirilmiş bir matematik olmak ister; amacı matematik metodu evrensel bilime uygulamak, bunun felsefe metodu yapmaktadır. Kesin bir bilim yapmak amacıyla geometrik metodu Metafiziğe uygulamak Dekartçılığın ana fikri işte budur.
SONUÇ
Buradan anlaşıldığına göre Metafizik; kapsama alanı çok geniş olan bir bilim dalıdır. Tarih boyunca hemen hemen bütün filozofların ilgi odağı olmuş bir disiplinin adıdır. Zaman ne kadar geçerse geçsin Metafizik evrenselliğini devam ettirecek, geçmişteki insanların ilgi odağı olduğu gibi gelecekteki insanların da ilgilendiği bir alan olmaya devam edecektir.
Metafizik geçmişte varlığını felsefe içerisinde devam ettirmiştir, fakat günümüz dünyasında baktığımızda artık felsefeden yavaş yavaş ayrıldığını ve kendi başına bir disiplin olduğunu görmekteyiz. İnsanoğlu artık fizik dünyasını aşmış, metafizik alemine dalmaya başlamıştır.İnsanlığın sonuna dek metafizik dünyasına dalmaya devam edecektir.
Felsefe Üzerine Genel Bir Değerlendirme
İnsan, tabiatı gereği daima gerçeğin arayıcısı olarak görünmüştür ve görünecektir. Çünkü onun yaratılışında , belki de yaratılış gayesinde, bu merak, bu arayış veya bir başka deyişle, en güzele, en iyi olana susamışlık bulunmaktadır. Onun düşünce hayatında, daima duyularla algılanan duyularla algılanamaz olanı, görünen görünmeyeni, gizli olanı, gerçekle ideal olanı istemiş, gerektirmiştir. Böylece insan, bu kavramlardan en kolay olan da kendine asla yeterli görmemiş; her yeni buluş, biliş ve görüşten sonra bununda gerisinde daha yeni bir şeyler, hâlâ gizli kalan hususlar bulunduğunu düşünmüştür. Bu şekildedir ki, insanlık felsefe dediğimiz ve gerçek olanın ideal olanın, en güzel olanın, gizli olanın arayışı demek olan bilimi ortaya çıkarmıştır. Eski çağlardan beri devam eden bu arayış ve düşünüş hâlâ devam etmekte ve devam edecektir; yani insanlık felsefe yapmaktan asla geri kalmayacaktır.
Eskiden felsefe bütün bilimleri içine alıyordu; diğer bilimleri ondan ayırmak veya ayrı düşünmek mümkün değildi. Onun için eski çağ filozoflarının bir çoğu sadece felsefe ile değil, onun yanında matematik, mantık, tabiat, fizik musiki, tıp vs. gibi bilimlerde söz sahibi idiler. Daha sonra ilimler Felsefeden ayrılarak kendi alanlarını ve bu alanda geçerli olan prensipleri belirlediler. Böylece ilimler belli bir tasnife tabi tutulurlar. Fakat felsefe daima meşruiyetini devam ettirmiştir.
Metafizik Nedir?
Metafizik, sadece akıl yoluyla kavranan bir varlık sahasıdır. Ne duyular ne de deneyin bu sahada bir rolü olamaz. Buna rağmen Metafizik felsefenin en mühim disiplinlerinden biridir. Kelime olarak “fizikten sonra” manasına gelmektedir. Böyle bir lügat anlamı daha sonraları bir teknik terim haline gelmiş ve maddi olmayan varlık’ın ilmine isim olmuştur. Böylece maddenin özünü sembolleştiren her türlü kavramın (mesela cevher, zât yahut öz, töz veya substance, usia vs.) bu ilimde tartışılan konuların halinde gelmiştir.
Üzerinde yaşadığımız dünyayı ve kainatı fizik-metafizik veya ilmî-felsefî olarak sınıflandırabilir, değerlendirebiliriz. Bunlardan birincisi, duyularla algılanabilenin, görünenin, gerçeğin adı, ikincisi hissi olmayanın, gizli olanın, idealin adıdır. İşte bizim konumuz bu ikincisi, hissî olmayanın ilmi yani Metafiziktir. Bu kelime ile ontoloji arasındaki ilgi açıktır; her ikisinin tanımı aynı konuları kapsar ve şöyle denir: ontoloji veya varlık bilimi veyahut genel Metafizik. İlim olarak ortaya arayış çıkışından beri Metafiziğin hem taraftarları hem de karşı olanları olmuştur. Sözgelimi Viyana ekolü karşı çıkmış ve Hobbes onu “boş ve karanlık” bir araştırma olarak değerlendirmiştir.
Etimoloji ve Tarihçe
Metafizik terimini ilk olarak Aristo'nun eserlerini kendine göre düzenleyen Yunan Peripatetik filozof Rodoslu Andronicus'un, MÖ 70 civarında Roma'da kullandığı sanılıyor. Onun düzenlemesine göre, asil adi ilk Felsefe veya Teoloji olan risale, Fizik risalesinden sonra gelmekteydi. Böylece de, ilk Felsefe meta (ta) physica, ya da fiziği izleyen, olarak biline geldi ve zamanla kısaltılarak metafizik oldu. Aristo'nun Metafiziğindeki konular (cevher, nedensellik, var olmanın mahiyeti, ve Tanrının varlığı) yüzyıllarca metafiziksel spekülasyonların içeriğini belirledi. Metafizik Ortaçağın skolastik filozofları arasında transphysical (fizik ötesi) bilim olarak bilinirdi. Bunun nedeni de onların, bir öğrencinin fiziksel dünyadan algıların ötesindeki dünyaya metafizik vasıtasıyla felsefi olarak geçiş yapabileceğine inanmalarıydı. 13. yüzyıl skolastik filozof ve ilahiyatçısı Aziz Thomas Aquinas, metafiziğin amacinin, sonlu ve algılanabilir varlıkların nedensel açıdan incelenmesi yoluyla Tanrının tanınması olduğunu bildirdi. 16. yüzyılda bilimsel araştırmaların yükselişiyle birlikte bilim ve imanın uzlaştırılması gittikçe önem kazandı.
Akademik Anlam
Metafizik, geleneksel olarak, görünen-görünmeyen tüm gerçekliğin esas mahiyetini anlamaya çalışan felsefi bir alandır. Metafizikçi, ilahi, insani veya başka ne türlü olursa olsun, her şeye uygulanabilecek en temel, esas itibariyle en basit ve her şeyi kapsayan bir tanımlama peşindedir.
Bu geleneksel ve felsefi anlamda birine metafizikçi demek, onun her şeyin neden, öz ve mahiyetini anlamaya çalışan biri olduğunu söylemekle ayni anlamdadır. Bu anlamda fizikçiden tek farkı, fizikçinin bu kavramları açıklamak için gözlenebilen, ölçülebilen ve denenebilen nicelikler araması, metafizikçinin ise sadece bunlara bağlı kalmayıp fiziksel alemin ötesindeki, gözlenemeyen, ölçülemeyen ve denenemeyen açıklamaları da kabul etmesidir. Bu da fizikçinin metafiziksel açıklamaları kabul etmeyeceği fakat metafizikçinin fiziksel açıklamaları kabul edebileceği anlamına geliyor.
Böyle bakınca, madde ve hareketten başka bir şey yoktur diyen eski materyalistler ve her şeyin cansız ve deneyim kazanamayan enerjiden ibaret olduğunu söyleyen yeni materyalistler kadar, ideler veya zihin ya da ruhtan başka bir şeyin var olmadığını benimseyen idealistleri de metafizikçi kategorisine sokmak yanlış olmaz.
John Locke’de Metafizik
Bilgi teorisini, bilgi üzerindeki araştırmaları başlı başına bir felsefe dalı olarak ilk defa gerçekleştiren Locke olmuştur, Locke her türlü Metafizik savı bir yana bırakıp doğrudan doğruya bilginin yapısını ele alan, ilk filozoftur. Ve bu araştırmayı da “Essay”sinde ele almıştır. “İnsan Anlığı Üzerinde Bir Deneme”nin konusu ve amacı, Locke’un kendi sözleriyle: “İnsan bilgisinin kökü, kesinliği ve genişliği üzerine bir araştırmadır...
Leibniz’in Metafizik Anlayışı
Leibniz önce, bu dünyadaki kötülüğün, günahın Metafizik bir gerçek olduğunu reddeder. Yanlış doğrunun eksikliği olduğu gibi, monadlardaki pasiflik de aktifliğin eksikliğinden ileri gelir; günah, bulanık ve karışık tasarımların oluşturduğu bir tutku durumunun sonucudur. Kötülüğü “fizik”, “moral” ve “Metafizik” kötülükler diye üçe ayıran Leibniz, gerek fizik kötülüğün gerekse moral kötülüğün köklerini “Metafizik Kötülük”te bulur. Başka bir deyişle: fizik ve moral kötülükler, sonlu monadların karışık ve bulanık tasarımları ile bunların oluşturduğu durumlardan ileri gelir; fizik ve moral kötülükler Metafizik eksikliğin bir sonucudurlar. Yalnız, bu Metafizik eksiklik pozitif bir şey olmayıp yetkinliğin derece derece eksik olmasıdır. Pozitif olarak var olan yalnız yetkinliktir. Acı olmasaydı haz olmazdı. Günah olmasaydı sevap da olmazdı; yetkin olmayış yetkin olmanın koşuludur. Tek tek monadlara baktığımızda, diyor Leibniz, bunların hep yetkin olmadıklarını görürüz.
Tanrı bir dünya oluşturacaksa-etkinliğini göstermek için oluşturması gerekirdi-bunun sonlu varlıklardan kurulması bir zorunluluktu. İşte sonlu varlıların eksik oluşları, yetkin olmayışlar “Metafizik kötülük”tür. Tanrı dünyayı oluştururken mutlak olarak özgür değildi, sonsuz bilgeliğinin olanaklarına bağlıydı.
Immanuel Kant’ın Metafizik Anlayışı
Deneye dayanmayan Metafiziğin yargılarının hepsi a priori’dir. Ama Metafizikte de –matematik ve fizikte olduğu gibi- gerçek bilgilere varmak istersek, yalnız kavram çözümlemelerinde kalmamalı, sentetik yargılarımız da olabilmelidir. Şimdi Metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü “Salt Aklın Kritiği”nin ana problemi, “Metafizik mümkün müdür?” sorusudur. Kant’a göre gerçi “doğal bir Metafizik” vardır; istesin istemesin insanın aklına Metafizik nitelikte bir takım sorular dadanır; ama bilimsel bir metafiziğe henüz varılamamıştır. Bu son düşünceleri Kant, “Salt Aklın Kritiği”nin araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar:
1- “Metafizik nasıl mümkündür?”
2- “Doğa bilimi nasıl mümkündür?
3- “Bir bilim olarak Metafizik nasıl mümkündür?”
Sonuncu soruda Kant’ın demek istediği, Metafiziğin bir bilim olması mümkün müdür? Ya da tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi? Buna göre, Metafiziği güvenilir bir temele dayatmak için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor; çünkü bu güç problem tek bir formüle bağlanmaktadır: A priori olan sentetik yargılar nasıl mümkündür?
Kant (Leibniz-Wolf) Metafiziğini şöyle eleştirir. “Duyular-olmayan”ın, “duyular-üstü”nün bir bilimi olmak istek ve iddiasında olan bu Metafiziğin üç ana konusu vardır: Ruh, Evren ve Tanrı. İşte Kant da, Metafiziği incelerken bu üç konunun eleştirisini yapmaktadır.
Onun burada göstermek istediği şudur: Akıl ile aklın sonuç çıkarmaları ve metafizik arasında içten bir bağlantı vardır. Çünkü akıl, yapısı gereği Metafiziğin üç büyük konusu ile ilgili olan bir takım sonuçlar çıkarır. Şimdi Kant’a göre, sağlam bilgi ancak deney verileri ile a priori form öğelerinin karşılaştıkları, birbirleriyle kaynaştıkları yerde meydana geliyordu. Bundan dolayı, Metafizik de anlığın başlatmış olduğu “birleştirmeyi” sonuna kadar götürürse –istediği de budur- olumlu bir şey yapmış olur. Kant, böyle bir şeyi denemek, insan aklının yapısı gereğidir der ve metafiziğin insanda “doğal bir yatkınlık” olarak bulunduğunu söyler.
“Salt Aklın Kritiği”nin gözönünde bulundurduğu başlıca bir iş, rationalist Metafiziği eleştirmekti. Bu eleştirmenin sonunda Kant’ın Metafizik karşısındaki durumunun ne olduğunu bilmek istersek, şunu söyleyebiliriz: Metafizik deyince, “duyular üstü”nün bilinmesini anlarsak, böyle bir şeyi düşünmek isteğini Kant yersiz bulmaz. Ona göre, Metafizik insan için doğal bir istidattır, bu yapısı insanı zorunlu olarak Metafizik sorulara sürükler.
Ancak, son sözü söylemeyi bu doğal Metafiziğe bırakmamalı, bilim niteliğinde olan bir Metafiziğe varmaya çalışmalıdır. Bilimsel bir Metafiziğin olup olmayacağı konusunda, Kant’ın birbirleriyle tam olarak denkleştirilemeyen iki davranışı var:
Bir yandan Metafizik düşmanı bir anlayış, öbür yandan da pratik akıl temeli üzerinde akıl bakımından zorunlu olan yani bir Metafizik kurma denemesidir.
Metafizik düşmanlığı, numenî bilemeyeceğimizi ileri süren öğretiye tutarlı olarak bağlı kalmak demektir. Biz ancak fenomenleri, deney çerçevesine girenleri biliriz; onun için bu çerçeveyi aşandan kaçınmalıdır; “kritik”ten maksat da “duyulur-üstü”ye geçmeyi önlemektir. “Salt Aklın Kritiği”nden çıkan başlıca bir sonuç budur. Buna karşılık Kant’ın pratik akla dayanan yeni bir Metafizik kurmak isteğinden şüphe edilemez. Böylece o, teorik akıl ile bilimsel bir Metafizik kurulamayacağını göstererek, zamanına kadar bu yolla geliştirilmiş olan Metafiziği yıktıktan sonra, yeni Metafiziği pratik akıl inancı üzerinde, duyguya değil de, akla dayandığı için zorunlu olan bir inanç üzerinde kurmayı denemiştir. Onun için “Kant Metafiziği yıkmıştır” demek pek doğru olmaz; yıktığı bir Metafizik yanında kurduğu bir Metafizik de var demek daha doğru olur.
Campanella’nın Metafizik Anlayışı
Konusu bakımından düşünülürse, evrensel felsefe yahut Metafizik, prensiplerin yahut varlığın ilk şartlarının bilimidir. O, kaynakları, araçları, metotları bakımından aklın bilimidir, kesinliğiyle ve otoritesiyle deneysel bilime üstündür.
Evren, zihinsel, meleksel yahut Metafizik alemi (melekler, otoriteler, alemin ruhu, ölmez ruhlar), ezeli ve ebedi yahut Metafizik alemi ve dünyevi yahut cisimsel alemi içeren bir mertebeler silsilesidir. Bizzat cisimler aleme varıncaya kadar, bütün bu alemlerin mutlaktan payları vardır ve onu oluşturan üç unsur kendilerinde bulunur:
İktidar, bilgi, irade; o derecede ki, bizzat ölü tabiat, ölü değildir; duygu, zeka, irade, inorganik madde de dahil olmak üzere, bütün varlıklarda farklı derecelerde bulunur.
Francis Bacon’un Metafizik Anlayışı
İngiltere’de felsefî reform, sakson ırkının dehasından gelen ve İtalya’dakinden çok farklı bir karakter kazanıyor. Ilımlı ve pozitif karakterli İngiliz ruhu, aynı zamanda skolastik gelenekten ve serbest Metafiziğin çabuk yapılmış sentezlerinden sakınır. Çabuk tepeye varan ama orada duramayıp, cesareti kırılmış olarak şüpheciliğe düşen İtalyan düşüncesine, deney yoluyla yavaş ve derece derece yükselmeyi tercih eder.
Francis Bacon Yeniçağ pozitivizminin babasıdır; şu anlamdaki, ilk olarak, açık ve belagatlı sözlerle, hakiki felsefe ile bilimin bağlılığını ve ayrı bir Metafiziğin boşluğunu dile getirmiştir. Aşkıncılığın açık ve belli düşmanı olarak okuyucularından “niyetinin felsefede eski Yunanlılar veya bazı yenilik şeklinde bir tarikat kurmak olduğunu düşünmemelerini” açıkça rica ediyor; onun amacı bu değildir ve “bir zihnin tabiat ve eşyanın prensipleri hakkındaki soyut fikirlerinin ne olduğunu bilmek insanların işleri için pek az önemlidir.”
Şu halde, hıncı yalnız Aristoteles’e değil fakat “tabiat hakkındaki her soyut fikre, yani bilimlerden ayrı bütün Metafiziğedir.
Esasen, ilk felsefe ile Metafizik’i birbirinden ayırmaktadır. İlk felsefe, özel bilimlere yani, medeni tarih ile tabii tarihi kapsayan tarih’e, şiire ve tabii ilahiyat, tabii felsefe ve beşeri felsefe diye ayırdığı felsefeye ortak temel hizmetini gören kavram ve genel önermelerin bilimidir. Metafizik, tabii felsefenin spekülatif kısmıdır; o, formlar ve gayelerle uğraşır, oysa tabii felsefenin iş gören kısmı yahut tam anlamıyla fizik, yalnız kuvvetler ve cevherlerden bahseder. Fakat, Bacon Metafiziğe çok az önem veriyor ve gayesel nedenlerin kısır bakirelere benzediklerini söyledikten sonra, bunların hakiki yeri olarak bu bilimi gösterdiği vakit, bu bir alay gibi görünüyor. Tabii ilahiyata gelince, onun biricik amacı ateizmi çürütmektir. Doğmalar, bilimin değil inancın konusudur.
Descartes’in Metafizik Anlayışı
Descartes her şeyden önce matematikçidir, o kendini geometri ve cebire veren bir filozof olmaktan çok, Metafizik yapan bir geometrici ve cebircidir. Bunun için felsefesi sadece genelleştirilmiş bir matematik olmak ister; amacı matematik metodu evrensel bilime uygulamak, bunun felsefe metodu yapmaktadır. Kesin bir bilim yapmak amacıyla geometrik metodu Metafiziğe uygulamak Dekartçılığın ana fikri işte budur.
SONUÇ
Buradan anlaşıldığına göre Metafizik; kapsama alanı çok geniş olan bir bilim dalıdır. Tarih boyunca hemen hemen bütün filozofların ilgi odağı olmuş bir disiplinin adıdır. Zaman ne kadar geçerse geçsin Metafizik evrenselliğini devam ettirecek, geçmişteki insanların ilgi odağı olduğu gibi gelecekteki insanların da ilgilendiği bir alan olmaya devam edecektir.
Metafizik geçmişte varlığını felsefe içerisinde devam ettirmiştir, fakat günümüz dünyasında baktığımızda artık felsefeden yavaş yavaş ayrıldığını ve kendi başına bir disiplin olduğunu görmekteyiz. İnsanoğlu artık fizik dünyasını aşmış, metafizik alemine dalmaya başlamıştır.İnsanlığın sonuna dek metafizik dünyasına dalmaya devam edecektir.