Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

Metafizik ve Sosyoloji: Seyyid Hüseyin Nasr ve John Carroll

PeriKızı

Moderatör
  • Üyelik Tarihi
    22 May 2019
  • Mesajlar
    8,671
  • MFC Puanı
    26,804
Finlandiya’daki Turku Üniversitesi’nde görev yapmakta olan sosyolog Osmo Kivinen ve Tero Piiroinen, “Sosyolojikleşen Metafizik ve Zihin: Sosyal Bilimler Metodolojisine Pragmatist Bir Bakış” başlıklı ortak makalelerinde, toplumsal ontolojinin olanağına ilişkin Platon’dan çağdaş filozoflara değin devam etmiş tartışmaları değerlendirmektedirler. Makalenin sorusu, sürekli değişen olguların deneysel verilerinin metafiziğinin mümkün olup olmadığıdır. Yazarlar, 20. yüzyılda pragmatizmin bütün insan bilgisini ve sosyal bilimleri etkileyerek neredeyse her birine yeni bir içerik ve işlev kazandırdığını bildikleri için Charles Darwin ve John R. Searle de dâhil düşünürlerin yaklaşımlarını, Charles Sanders Peirce, William James ve John Dewey’in görüşlerini merkeze alarak tartışmaktadırlar. Sonuçta ise, hiç kimsenin kişisel deneyimleri dışında konuşamayacağı, ama pragmatist düşünürlerin eylemlerin bütün toplumsal yaşamı açıkladığına ilişkin görüşlerinin güvenilebilir bir zemin sağlayabileceği kaydedilmektedir. Bütün deneyimlerin veya toplumsal yaşamın esası da ekonomide bulunabilir.

Kivinen ve Piiroinen’in makalelerinde inançları birer alışkanlığa indirgemeleri ve olguların deneysel verilerinin de yaklaşık olarak deneyim sırasında betimlenip daha sonra sonuçlarıyla değerlendirilebileceğini söylemeleri, muhtemelen Platon’a dayanan filozof Seyyid Hüseyin Nasr ve Martin Heidegger’den ilham alan Avustralyalı kıdemli sosyolog John Carroll’i pek memnun etmezdi. Çünkü Nasr’ın felsefe, bilgi, bilim ve sosyal bilimleri, kendini başlangıçta sürekli tekrarlayan bir şimdiki zamana ait bir ilkeyle temellendirme girişimi ilk etapta pragmatizmle uyuşturulamaz görünmektedir. Carroll’ın seküler modern Batı’nın cevap vermekte zorlanacağını saptadığı anlama ilişkin üç soru olarak, “Ben nereden geliyorum?”, “Ben hayatımda neler yapmalıyım?” ve “Ben öldüğümde bana ne olacak?” sorularının tatmin edici cevaplarını pragmatizmden beklemek herhalde hiç de kolay olmazdı. Ne var ki, hem Nasr’ın idealist rasyonalist nitelikli kutsal metafiziği, hem de Carroll’in Hıristiyan teolojisini sosyoloji ve varoluşçuluk üzerinden metafiziksel yorumlaması, Amerikan pragmatizmi olmaksızın mümkün olamazdı. Avrupa-merkezci ve tek tip tarih ve insan okumalarının hâkim olduğu bir 18. ve 19. yüzyılda muhtemelen iki düşünür de türbülansta kalırlardı. Ayrıca Nasr’ın kutsal bilim gereksinimini gerçek olan Bir Tanrı’dan hareketle değerlendirdiği kitabı, Amerikan rüyasının bir açılımı gibi coğrafi, teolojik ve spiritüalist bir kucaklayıcılık içermekte ve İslâm’ı pratik bir sorun niteliğinde çevre krizi üzerinden açıklamaktadır.Bu arada İslâm dünyasının anlatımında Nasr seviyesinde hem fen bilimlerine ve hem de felsefi ve geleneksel bilimlere hâkim gerçek metafizikçi bir filozofa denk gelmenin pek de kolay olmadığını söylemeye gerek yoktur. Hıristiyanlar açısından birçok metafizikçi filozoftan söz edilebilirse de metafiziksel sosyolojiden söz eden Carroll seviyesinde bir düşünüre çok nadiren rastlanılabilir.

İngiltere’de Bristol Üniversitesinde görev yapan ve teoloji ile sosyoloji arasındaki arayüzleri inceleyen Katolik sosyolog Kieran Flanagan,insanın parçalandığı ve Carroll’ın sözünü ettiği anlam gereksinimlerinin dışlandığı seküler sosyoloji nedeniyle Tanrı’nın görünümünün kaybolduğunu saptamaktadır. Fakat Flanagan’ın teolojiyle sosyoloji arasında modern ve çağdaş bir tarihyazımı geliştirdiği bu saptamada pragmatizmin Fransa’daki yansımalarından birisi olan postmodern teorinin argümanlaştırma içeriğini kullandığı göz ardı edilemez. Nihayet sosyal dünyaya ilişkin araştırmalarıyla tanınmış olan ve ABD’deki Tufts Üniversitesi felsefe bölümünde görev yapan Brian Epstein, bireyselleşmenin tüm dünyada yarattığı genellenemezlik sorununa yer verdiği 2016 yılındaki makalesinde, toplumu izah eden ontolojik yaklaşımla nedensel açıklamanın birbirine karşıt olduğunu değerlendirmektedir. Bu makalenin analiz ettiği bireysel örneklerde ontoloji ile nedensel izahı birbirinden ayırmak zor gibi görünmektedir.

Pragmatizmin tüm sosyal bilimleri ve felsefeyi dönüştürerek ya spekülasyonlardan kurtardığı veya deneyimlerde karşılığı bulunan spekülasyonlara yönlendirdiği bir dünyada sosyolojik, iktisadi, siyasi ve nihayet antropolojik izahlardan kaçınarak felsefe yapmak kolay değildir. Çünkü İngilizce dışındaki çağdaş dillerde düşünen, konuşan ve yazanlar açısından bir ortak dil sorunu bulunmaktadır ve bu sorunun aşılabilmesi olgulara dayanmayı zorunlu kılmaktadır. Nitekim İngilizce bütünüyle deneyime göreli ve iktisatla var olmuş bir dildir ve sürekli kendini tekrarlayan bir kuşatıcı ilke epistemolojisine elverişli değildir. Bu arada metafizik yapmak ile söz konusu felsefi etkinliğin birbirine karşıt gösterilmesinin işlevsel gerekçesi genellikle ortaya konulamamaktadır. Açık bir deyişle hakikat üzerine eğilen metafiziksel bir söylemin pratik taahhütleri hakkında konuşmacılar sessizdirler. Nasr, Carroll ve Flanagan’ı isabetli kılan vakıa, sosyal bilimlere dayanan bir felsefe yapma tarzının insanın anlam gereksiniminde eksik kaldığıdır. Çünkü Tanrı’ya ve toplumsal dine inanmak insan için başka türlü giderilmeyen iki önemli anlamsal gereksinimdir. Ne var ki, bu üç düşünürün anlatı geliştirmek dışında metafiziksel bağlamda ortaya koyabildikleri pratik bir çözüm de yok gibidir. İnançsal ve dinsel hakları savunan düşünürlerin metafizik yaptıkları da öne sürülemez.
 
Üst Alt