MANAS'IN ÇOCUKLUĞU (I. Bölüm)
Çok eski zamanlarda Kervan devrinde gün ışığında tulpar eşinirken ay ışığında kemerini çıkartamadan at üstünde kuş uykusu uyuyan erler zamanında aç arslana benzeyen suratıyladüşmana saldıran bayrağı gökyüzünde dalgalanan şanı âleme yayılan başından ak kalpağı çıkmayan binere tulpar dayanmayan kükreyerek yaşayan Kırgız denen çok eski bir millet yaşardı. Onların bayrağı gökmavisi idi. Dostlarından çok düşmanları vardı.
Bir zaman Tanrı Dağı'ndaki eski Kırgızları yöneten halkının şanını uzaklara duyuran Karahan adlı Han tahta geçti. Onun kahramanlığı söz ile anlatılamaz; zenginliği de tarif edilemezdi. Şöhreti gökyüzündeki yıldızlara ulaşmıştı.
Tanrım hiçbir şeyi ebedî yaratmamıştır. Tanrı bu korkunç dünyada geleni gideni büyüğü küçüğü dengelemiştir. Bir gün kara yeri titreten Karahan da öbür dünyaya göç etti. Onun tahtına oğlu Oğuz Han oturdu. Oğuz Han da adil ve heybetli idi askeri de çoktu Türk eline Kırgızlara baş olupkükreyip doğudan ovalarını düzlüklerini dağ ve ormanlarını arslan gibi dolaştı. O da dönüşü olmaya yere gitti. Oğuz Han'dan sonra Babir Han ondan sonra Tüböy han ondan sonra Kögöy han başa geçtiler Kögöy Han'dan sonra Nogoy Han geldi.
Yıllardan sonra karanlık bir gecede saksağan Nogoy Han'a uğursuz bir işaret verdi uzun zamandır ona kin besleyen onun malına mülküne ve yerine göz koyan kurnaz Kara-Hitay Hanı Esenhan savaş açtı. Nogay Han'ın beli kırıldı geniş dünyası daraldı. Ala-Dağ'daki Kırgızların Ak otağı yağmalandıocağı söndü Türk kabileleri darma dağın oldular.
Nogay Han'ın Orozdu Üsön Bay Cakıp (Yakup) adında dört oğlu vardı. Şimdi onlar kırılan kılıç gibikervan göçüne başladılar. Biri Altay'a biri Opal'a biri K'şgar'a biri Tibet'e sürüldü.
Kırk aile Kırgız ile Cakıp iki eli bağlı olarak Kalmuk'ta Çin'de dolaşıp Altay'a geldi. Sürgün edilen bu kırk Kırgız ailesini yerleştiren bölünmüş dağılmış halkı bir araya getiren Akbalta oldu. Kırgızlar Akbalta Batır'ın himayesine sığındılar. "Akıllıyı dinlersek millet oluruz Akbalta'nın sözünü dinlemezsek atalarımızın (ruhunun) gazabına uğrarız" diyerek bir araya gelip and içtiler. Akbalta Batır'ın bir dediğini iki etmediler.
Akbalta aksakal ve kutsaldı. Onu her zaman destekleyen ona yol gösteren bir meleği vardı.
Kırk Kırgız ailesi Altay'a geldiler. Ama barınmaya delik yemeye kavut giymeye elbise bulamadılar. Şimdi nasıl geçineceğiz diye düşünürken nerden aklına geldiyse Akbalta boz boğayı seçip kurban ederek halka şöyle dedi:
Halkın huzuru ahl'ksızlar bozar. Milletlerin kötüsü olmaz. Kalmuklar da Mançular da iyi millettir. Dünya Kalmuk'un tatlı tebessümüne kibarlığına aldanır ancak o herkesi yumuşakça ele geçirir. Eline düşersen çırpınan kuş olursun. Malın mülkün yoksa eksiksin varsa rahat yaşarsın. Kalmuklarla çatışmayalım. Hayvan yetiştirelim çiftçilikle uğraşalım. Altay'ın toprağı altındır. Ekersen meyvasıkazarsan altını vardır. Çalışsan toprak verir dua etsen Tanrı verir. Çalış Kırgız belini bağlayıp başını kaldır.
Yurtsuz Kırgızlar Akbalta'nın sözünü haklı bularak Kalmukların Hanına Ala Dağ'dan getirilen gümüşlerle süslenmiş tulpar (kırat)ı hediye ettiler. Altay'da yaz için yeşil yayla kış için düzlükten yer seçtiler ve orada yerleştiler.
Günler geçti yıllar geçti. Altay'daki Kırgızlar Kalmuk ile Mançuların arasında kalmasına rağmen tekrar canlandılar. Türk soydaşlarını bulup ilgi kurdular. Malları çoğalıp kırk aile yetmiş aile olduordu kurup hilâl işaretli bayrağını dalgalandırdılar ve düşmanı ürküttüler.
Cakıp Bay'ın yurdunda nesilden nesile geçen bir çift ak otak tam ortaya onun etrafında da kırk beyaz çadır kuruldu. Çocuklar oynamakta ağılda mallar dolu dağlarda yılkılar otluyorlar. Evlerin bacalarından sızarak çıkan duman yurdun huzur ve bereket içinde olduğunu gösteriyordu.
Cakıp tündükten giren güneş ışığı yüzüne geldiğinde kalkarak siyah tulumdaki iyi karıştırılmış bal gibi kımızdan bir kase yudumlayıp kır atına binerek yurttan ayrıldı. Atını kamçılamak maksadıyla ellerini sıvazlayarak gümüş saplı kamçısını şöyle kaldırır kaldırmaz kır atı uçar gibi yurttan uzaklaştı.
Kırk ocaklı Kırgız Altay'a yorgun bir halde geldiğinde Cakıp sanki hal' şımarıklığı bırakmayan bir çocuktu. Daha kimsenin dikkatini çekmemişti. Çocukluğunda Kalmuk Moğol ve Çinlilerin insanlık dışı muamelesini gören bir köle idi. Dünyadan nasibi kesilmemiş olmalı ki o eziyetlere açlıklara 'z'p ve ıztıraplara direnebilmişti. Çinlilerin ve Kalmukların dilini öğrenmeye mecbur oldu. Aklı erdi bıyığı çıkmaya başladı. Boylu poslu yiğit oldu. Önceki şımarık Cakıp artık değişti kibar oldu. Kalmukların içine girdi kendini beğendirdi onlarla alış veriş yaptı. Sonunda Çıyırdı adlı Hanımının üzerine Kalmuklardan Bakdöölöt isimli bir kızla da evlendi.
Cakıp sekiz yıl sonra Altay'da kendi evini kurdu. Aşağı yukarı on aileyi bir araya getirip bir odaya yerleştirdi. Meyvalı ormanları olan geniş yerlerde çiftçilikle uğraştılar. Ürettiği mahsûlü yaptığı kırmızı ceylanın ödünü boynuzunu yakaladığı kunduzun su samurunun kürklerini bulduğu altın ve gümüşleri zırh gömleğini hançerlerini derilerini komşu ülkelerini ipek porselen çay ve parfümleriyle değiştirdi. İyi para kazanarak işi gittikçe büyüttüler.
Altay'da 30 yıl Çinliler ve Kalmuklardan eziyet gören Cakıp Bay artık onlara "Han" seçilmişti. Kışın su samurundan şapka yazın altında süslenmiş ak kalpak giyebilecek sırtına kürk giyip beline hançer asıp altın eğerli bir kızıl cins ata binebilecek hale gelmişti. Beş yüz beyaz devesi bir baş ala sığırıhadsiz hesapsız koyunları vardı. Ağılı hayvanla heybesi yemekle hazinesi altınla dolmuş olmasına rağmen Cakıp Bay'ın yüreğinde bir acı vardı.
Onun derdi şuydu: Hesapsız sığırı ve devleti vardı. Yalancı dünyada gözü doymuştu. Her gün yağlaetle besleniyordu. Ancak kara günlerde onu koruyacak ocağını devam ettirecek tahtına varis olacak bir çocuğu yoktu. Çocuğu olmayanın dünyası kururmuş. Cakıp Bay'la obada "ihtiyar" "çocuksuz ihtiyar" denilerek alay ediliyordu.
Cakıp çocuğum yok diye gezmeye başladığı bir gün kutsal dağdaki bir süt pınarına gelerek dua etti. Göz yaşlarını yağmur gibi döktü. Sonra Azoo Bel'in kenarındaki Calgız Arça (Yalnız Ardıç)'ya varıp Tanrısı Ak Taylak'ı çağırıp çocuğum yok diye ağlayarak derdine derman istedi. Hanımı Çıyırdı'yıkendini günahkar hisseden miskin eşini beraberinde götürüp atalarının mezarında konakladı dua edip Tanrı'ya yalvardı.
Tanrı onu duymadı.
Cakıp Bay hayvan saymayı bahane ederek her gün erken obadan uzaklaşırdı. Bir gün dağda çobana uğramadan dertle telaşla cin çarpmış gibi değişik kıyafetle dağlarda dolaşıyor saçını başını yolarak "Tanrım benden bir çocuğu niçin esirgiyorsun?" diye sorarak şaşkın şaşkın yüzüyordu.
Cakıp akşama doğru Ulu Dağ'a gölge düştüğünde kendine gelip derhal atının başını yurda çevirdi. Tanrı böyle istemişse başka çare yoktur. Çocuksuz dünya kuşsuz yuvaya kuşları yok çınarabakımsız küçük göle otsuz çöle benzer.
Yanında Cakıp Bay dağdan inerken dağderesindeki Kara Önkür (Mağara) yolunda yaşı yetmiş civarında sakalı göğsüne kadar uzayan bir dervişe rastladı. Derviş Kara Önkür'e arasıra gelirdi. Kıpcak neslindendi. Dünyayı dolaşıp dururdu. Evi ocağı çoluk çocuğu yoktu. Sık sık Kırgızların yurduna gelirdi çoğu zaman Kalmuk Çinli Mançu ve Uygurdaki Türk soydaşlarını Andican'a İran'a kadar giderdi kuş gibi özgür yaşardı. Dünyaya zenginliğe doymuş bir adamdı. Bu dervişle konuşmak isteyen Cakıp atından indi. Elindeki tulumdan kımız heybesinden kurut alıp ona vererek:
"Derviş malın canın esen mi?" dedi. Derviş;
"Ey Cakıp Bay bana malımı sorma" dedi. "Benim malım yoktur. Dünyaya doymuş insanım. Göğün altındaki dünya benimdir. Senin dünyan da benimdir. Ben malı sizin gibi biriktirmem." Cakıp;
"A evliyam bunu bilmemişim kızmayın!" dedi.
"Tanrımın yarattığı insanlara kızmam" dedi. Derviş. "Ya sen neye küsüp duruyorsun Cakıp? Senin malın mülkün bol değil mi?"
"Yaşım kırk sekize ulaştı gençliğimde mal biriktirdim. Gördüm ki mala mülke sahip çıkacak olan çocuk imiş çocuğu olmayanın malı mülkü kurusun çocuğu olmayanın yuvası yıkılmış şehre benziyormuş". Cakıp Dervişe derdini anlattı.
Derviş düşündü.
"Bir yerden duymuştum. Tibet'e gidersem bir çeşit ottan yapılmış bir ilacı getireceğim. Geçmişte atalar hanımı doğurmazsa onu küçümser hakir görürlermiş. Eskiler böyle anlatırdı" dedi derviş.
"Evliyam sözüne aklına sağlık" Cakıp dervişin eline altın vererek yolcu etti. iren bir dağlar zinciri idi. Görülüyor ki bu karşılaştırmalar uzadıkçayeni yeni meseleler çıkıyor ve bir bölgede kalamaz oluyoruz.
Ondan beri Cakıp Bay hanımını yani ömür boyu gönlünü incitmeden saygı gösterdiği hanımını nasıl utandırabileceğini düşünüyordu.
Çocuk arzusuyla yanan Cakıp Bay hasret şiirleri söyleyerek Altay'ın dağ ve düzlüklerinde hüzünlü ağlıyordu.
Kırmızı saplı aybaltayı
Kırmadan kim yapabilir?
Darma dağın olan halkı
Kırmadan kim toplayabilir?
Sapasağlam aybaltayı
Kırmadan kim yapabilir?
Tutsak olan bu millete?
Kim adil han olabilir?
Zavallı Cakıp yurduna yaklaşığında boğuk sesini kesti. Önüne Akimbeğ'in Mendibay adlı şımarık çocuğu çıkıp selamladı.
"Babacığım niye bunca ağlıyorsunuz?" dedi çırak oğlan Cakıp Bay'a acıyarak.
Cakıp ancak o zaman kendine gelerek göz yaşlarını sildi. Çocuğun sorusuna cevap vermeden Atı Tuuçunak; direğe bağlanmadan sağa sola bakmadan evine girdi. Bu esnada dışarıya kaçtı "Cakıp Bay'ın atını yakalayın" diye bir gürültü koptu. Cakıp buna aldırış etmedi.
Çıyırdı ihtiyarın elbisesini çıkarmadan rastgele uzandığını görüp korkudan rengi uçtu hemen ipek döşek serip etrafında pervane oldu. HatunCakıp'ın son zamanlardaki derdini bildiği için nezaketsizlik etmedi. Kibar davrandı arzusunu sormaya cesaret edemedi bilmezlikten geldi. Çocuk doğurmadığı için yüzü safran gibi sarardı. Sonunda Çıyırdı:
"İhtiyar ne oldu sana ne derdin var?" diye bağırdı.
Cakıp yere delercesine bakarak suskun oturuyordu. Bir zaman sonra konuştu.
"Kocadığında mı bana çocuk doğurup neslimi devam ettireceksin. Bunu anlamıyor musun? Beni çocuksuz bırakıp çocuk gibi bağırıyorsun. Benim çocuksuz ihtiyar; senin kısır kadın diye adımız çıktı. Çocuğumu koklayıp öpseydim hasretim kalmazdı. Ne kardeşimin yüzünü gördüm ne de çocuk yüzü gördüm. Çocuk doğurmayan senin gibi karıyı çalılığa mı bıraksam çöle mi bıraksam diye düşünüyorum. Çocuksuz kadından ve balı keçi yeğdir."
İpek elbise giyen Çıyırdı'nın yüreği tuz serpilmiş gibi sızladı öleyim dedi. Yer kabul etmedi. Gönlü sökülüp gözlerinden yaş dökülüp üzüntüden kıvrandı.
Akşama doğru yorgun bir halde gelen Cakıp yattığı yerde horlayıp tanyeri ağarıncaya kadar kımıldamadan uyudu.
"Bayım gece kaçan Tuuçunak'ın peşinden giden çocuktan haber yok. Annesi çok merak ediyor. Kalkıp onun çocuğunu bul niye böyle hiçbir şey olmamış gibi uyuyorsun?" Ak maral gibi gerilen rengi uçan zavallı Çıyırdı Cakıp'ı uyandırdı.
"E hanım artık üzülme. Şu ana kadar ömrümüz hasret ile geçirdik. Bana bak uğurlu bir rüya gördüm. Anka kuşu gibi heybetli bir kuşu yakalamışım. Yer yüzündeki hayvanlar bu kuşun heybetimden çekiniyordu. Ona uzun ipek bağ taktım. Bu talihe işarettir. Tanrım bize lütfedecek gibi" diye Cakıp Tündüke bakarak Tanrıya sığındı. .
"Ağzına yağ vereyim ihtiyar dediğin olsun! Tanrım versin! Başına talih kuşu konacakmış" dedi. Çıyırdı sevinip "Ben de uğurlu bir rüya gördüm. Elma yemiştim içinden altmış kulaç ejderha ıslık çalarak çıkıp ata dönüşerek uzandı."
"Bunu başkalarına söyliyelim mi ya da kimseye söylemeyelim mi" diye birbirine danışıp dururken dışarıda yüksek sesle konuşan bir kadının sesi duyuldu.
Kapıdan Mengdibay adlı çocuğun annesi Kanımcan yüksek sesle hakarete başladı. Avulda bunun gibi şirret kadın yoktu.
"Y' Cakıp! Dünden beri senin atının peşinden giden çocuğumdan haber yok ya al senin kölen olsun. A. sen bu evde çocuk bakacağına dünyayı umursamadan karının yanında eğlenip oturursun ha. Çocuğu olmayan insan çocuğun kıymetini bilmez tabiî. Sizinki gibi Dünyanın bizim için anlamı yoktur çocuk kıymetlidir çocuğumu bul."
Cakkıp Bay terbiyesiz kadınla muhatap olmadı ama bu alayda da yanmadık yeri kalmadı. Huzuru kaçıp kapıya çıktı ve her tarafa adam gönderdi. Kendisi koyun çobanının bindiği kumral al renkli atla Tuuçunak'ın ardından giden Mengdibay'ı aramak için Kara su nehri boyunca at sürdü.
Cakıp ç****iz büyük bir ümitsizlikle giderken bir adacıkta deminki kahrolası Mengdibay hiçbir şey olmamış gibi oturuyordu. Tuuçunak'ın üzerine Akparsın derisi örtülmüştü.
Hiçbir şeyden korkmayan Mengdibay Cakıp Bay'a akla gelmedik hadiseleri anlattı: Mengdibay Tuuçunak'ı takibederek gelirken kırdan çıkan kırk çocuk atı yakalamış eğleniyorlarmış. Ormandan çıkıp saldıran parsı gürzle öldürüp derisini Tuuçunak'ın üzerine örtmüşler ve biz Cakıp Bay'ın çocuklarıyız demişler.
Hayrete düşen Cakıp avula gelip çocuktan duyduklarını sadece hanımına anlattı.
Ertesi gün Cakıp hanımları avuldaki büyükleri ve yakınları ile danışarak gece gördüğü rüyası lâyıkıyle büyük bir ziyafet vermeye hazırlandı.
Cakıp ziyafete Altay'daki on iki kabile ile birlikte Kırgız'ı Kazak'ı Noygut'u Nogoy'u Türk soydaşlarını bunlardan başka yine Kalmuk ve Tırgoot Moğolları da alınmasınlar diye davet etti. Servete düşkün Cakıp bu kez cimrilik etmedi. Sevincinden topladığını biriktirdiğini tamamiyle harcadı. İki altın hazinesinin ağzını açtı. Sayısız atlarından dokuz kara kısrak tulumluk altı malı ile doksan kara koyun ak baş dişi deve yedi inek kesti.
Cakıp'ın ziyafetine çağrılanlar birilerinden haber alanlar koşarak geldiler. Ziyafeti Akbalta idare etti. Yetmiş Kırgız ailesi iki gün misafir edildi. Cakıp Bay yağma gören Kırgız'a unuttuğu hayır duayı hatırlatmak için at kestirdi. Aç halkı doyurdu giydirip kuşattı. Eline para verdi uzaktan gelenlere çapan giydirdi değerli misafirlere at hediye etti.
Ziyafete gelenler Cakıp'ın bu cömertliği hakkında kendilerine göre yorum yaptılar. Bazıları ziyafetin Mengdibay sağ-salim bulunduğu için yapıldığını söylediler. Fakirler ve garipler ise "sahipsiz kalan malını Cakıp Bay koyacak yer bulamadığı için savuruyor" dediler. KalmuklarMoğollar basiretli halk olduğu için hemen şüphelendiler kusur bularak "Kırgız'ın malı var ama devleti yok. Cakıp'ın bize yaltaklanması bize tabi olmasındandır" diye düşündüler. Cakıp Bay ise "Allah ü Te'l' bize rüyayı boşuna göstermemiştir bu bir hayırlı işarettir rüyam gerçek olur muyüreğimdeki buzları eritir mi" diye dua edip iyi dilekler diledi.
Cakıp Bay ziyafetten sonra Kıpçak Noygut Nogay ve Türk kabilelerinin liderlerini ve yakınlarını rüyayı yorumlamak için alıkoydu. Onları ziyafet obasına davet etti onlara birer elbise giydirdi.
Bilgiçlar akıllılar rehberler başlarını eğip sarkmış uzun ak sakallarını sıvazlayıp Cakıp'ın gördüğü rüyayı zevkle dinleyip oturdular.
O zaman Cakıp şöyle dedi:
"Halkım! Bir acayip rüya gördüm rüyamda böyle bir iş gördüm. Ala dağ'da dolaşıyordum. Bir kuş yakaladım. Kuşun ötmesi çok değişikti. Kuyruğu ve başı parlıyordu gagası çelik ayağı hançer idi. Uçurduğum zaman göğün altını kara yerin üstünü karıştırdı gökteki kanatlılar yerdeki ayaklılar ona karşı gelemediler hiçbiri kurtulamadı. Halkın rüyamı yorunuz. Bunun tabiri nedir?
Oturanların hiçbirinden ses çıkmazken aksakallı görmüş geçirmiş Bay Cigit Cakıp'ın rüyasını iyiliğe yordu:
"Ey Cakıpım hanımının ve senin gördüğün rüya çok güzel rüyadır. Millete hayırlıdır. Başına talih kuşu konmuştur. Arzuladığın erkek çocuk dünyaya gelecektir. O arslan gibi heybetli bir yiğit olacaktır dünyaya hakim olacaktır. Başına devlet kuşu konacaktır. Rüyalarınız gerçek olsun! Niyetiniz makbul olsun!
Tanrı yardımcınız olsun!" Dağılan halk Tanrıya sığınıp sevincinden hıçkıran Cakıp'a hayır dualar ettiler.
Ziyafet yapıldı ve geçti. Ertesi gün Cakıp'ın avulundakiler gökte insan vücuduna benzeyen bir soğuk kara bulutun yer yüzünü kapladığını gördüler. Kadın Şaman bahşı ve gözü açıkların tarifine göre bu kötü haberin işareti idi. Nihayet söylenenler doğru çıktı kötülük avula çabucak geldi.
Cakıp Bay'ın yaptığı ziyafetin haberi Kalmuk ve Hitay hanlarına çabuk ulaşmıştı. Bu haberi aldığında korkunç suratlı ırmaklar dolusu kan akıtan Esen Han yerinde duramadı.
Hitayların ve Kalmukların Kırgızlarda ezile öcü bitmez tükenmez intikamı vardı. Esen Han "Kırgız hanları bizim batı ve kuzey tarafa yaptığımız yağmaları hep engellediler. Birkaç defa ipek kumaş çay ve türlü eşyalarımızı kervanlarımızı yağma ettiler. Bugün öldürsen ertesi gün tekrar kalkan böyle inatçı halk görmedim." dedi.
Esen Han sarayına durumu önceden sezer acayip sihirleri bilen gözü açıklara kürek kemiğiyle fal açan falcılara İlim-i Biçik (kalmukların mukaddes kitabı) okumuş sihirbazları çağırttırarak:
"Kahrolası Kırgızlar nasıl bu kadar canlandılar? Bunların haberini sırrını bana söyleyin" dedi.
Bilgiçler uzmanlar k'hinler üç gün evden çıkmadılar. Sonunda Esen han'a diz çökerek şöyle dediler:
"Esen Han Hazretleri biz söylesek yanılırız sizin gazabınıza uğrarız. Bunun doğru cevabı Çong-Beecin'deki Kara Han'ın sarayında açık asman (Gök) önündeki taş sandıkta özenle saklanan eski kutsal kitapta yazılıdır. Oraya adam gönderip öğrenelim!"
Esen han buna inandı. Kardeşi Kara Han'a mektup yazıp mühürünü bastı. Kırgızlardan Türklerden Kazaklardan yağmaladıkları kumaşı pars kürkünü bir kutu altını hediye koydu. Bunlara dört beş k'hin de gönderdi.
Çok eski zamanlarda Kervan devrinde gün ışığında tulpar eşinirken ay ışığında kemerini çıkartamadan at üstünde kuş uykusu uyuyan erler zamanında aç arslana benzeyen suratıyladüşmana saldıran bayrağı gökyüzünde dalgalanan şanı âleme yayılan başından ak kalpağı çıkmayan binere tulpar dayanmayan kükreyerek yaşayan Kırgız denen çok eski bir millet yaşardı. Onların bayrağı gökmavisi idi. Dostlarından çok düşmanları vardı.
Bir zaman Tanrı Dağı'ndaki eski Kırgızları yöneten halkının şanını uzaklara duyuran Karahan adlı Han tahta geçti. Onun kahramanlığı söz ile anlatılamaz; zenginliği de tarif edilemezdi. Şöhreti gökyüzündeki yıldızlara ulaşmıştı.
Tanrım hiçbir şeyi ebedî yaratmamıştır. Tanrı bu korkunç dünyada geleni gideni büyüğü küçüğü dengelemiştir. Bir gün kara yeri titreten Karahan da öbür dünyaya göç etti. Onun tahtına oğlu Oğuz Han oturdu. Oğuz Han da adil ve heybetli idi askeri de çoktu Türk eline Kırgızlara baş olupkükreyip doğudan ovalarını düzlüklerini dağ ve ormanlarını arslan gibi dolaştı. O da dönüşü olmaya yere gitti. Oğuz Han'dan sonra Babir Han ondan sonra Tüböy han ondan sonra Kögöy han başa geçtiler Kögöy Han'dan sonra Nogoy Han geldi.
Yıllardan sonra karanlık bir gecede saksağan Nogoy Han'a uğursuz bir işaret verdi uzun zamandır ona kin besleyen onun malına mülküne ve yerine göz koyan kurnaz Kara-Hitay Hanı Esenhan savaş açtı. Nogay Han'ın beli kırıldı geniş dünyası daraldı. Ala-Dağ'daki Kırgızların Ak otağı yağmalandıocağı söndü Türk kabileleri darma dağın oldular.
Nogay Han'ın Orozdu Üsön Bay Cakıp (Yakup) adında dört oğlu vardı. Şimdi onlar kırılan kılıç gibikervan göçüne başladılar. Biri Altay'a biri Opal'a biri K'şgar'a biri Tibet'e sürüldü.
Kırk aile Kırgız ile Cakıp iki eli bağlı olarak Kalmuk'ta Çin'de dolaşıp Altay'a geldi. Sürgün edilen bu kırk Kırgız ailesini yerleştiren bölünmüş dağılmış halkı bir araya getiren Akbalta oldu. Kırgızlar Akbalta Batır'ın himayesine sığındılar. "Akıllıyı dinlersek millet oluruz Akbalta'nın sözünü dinlemezsek atalarımızın (ruhunun) gazabına uğrarız" diyerek bir araya gelip and içtiler. Akbalta Batır'ın bir dediğini iki etmediler.
Akbalta aksakal ve kutsaldı. Onu her zaman destekleyen ona yol gösteren bir meleği vardı.
Kırk Kırgız ailesi Altay'a geldiler. Ama barınmaya delik yemeye kavut giymeye elbise bulamadılar. Şimdi nasıl geçineceğiz diye düşünürken nerden aklına geldiyse Akbalta boz boğayı seçip kurban ederek halka şöyle dedi:
Halkın huzuru ahl'ksızlar bozar. Milletlerin kötüsü olmaz. Kalmuklar da Mançular da iyi millettir. Dünya Kalmuk'un tatlı tebessümüne kibarlığına aldanır ancak o herkesi yumuşakça ele geçirir. Eline düşersen çırpınan kuş olursun. Malın mülkün yoksa eksiksin varsa rahat yaşarsın. Kalmuklarla çatışmayalım. Hayvan yetiştirelim çiftçilikle uğraşalım. Altay'ın toprağı altındır. Ekersen meyvasıkazarsan altını vardır. Çalışsan toprak verir dua etsen Tanrı verir. Çalış Kırgız belini bağlayıp başını kaldır.
Yurtsuz Kırgızlar Akbalta'nın sözünü haklı bularak Kalmukların Hanına Ala Dağ'dan getirilen gümüşlerle süslenmiş tulpar (kırat)ı hediye ettiler. Altay'da yaz için yeşil yayla kış için düzlükten yer seçtiler ve orada yerleştiler.
Günler geçti yıllar geçti. Altay'daki Kırgızlar Kalmuk ile Mançuların arasında kalmasına rağmen tekrar canlandılar. Türk soydaşlarını bulup ilgi kurdular. Malları çoğalıp kırk aile yetmiş aile olduordu kurup hilâl işaretli bayrağını dalgalandırdılar ve düşmanı ürküttüler.
Cakıp Bay'ın yurdunda nesilden nesile geçen bir çift ak otak tam ortaya onun etrafında da kırk beyaz çadır kuruldu. Çocuklar oynamakta ağılda mallar dolu dağlarda yılkılar otluyorlar. Evlerin bacalarından sızarak çıkan duman yurdun huzur ve bereket içinde olduğunu gösteriyordu.
Cakıp tündükten giren güneş ışığı yüzüne geldiğinde kalkarak siyah tulumdaki iyi karıştırılmış bal gibi kımızdan bir kase yudumlayıp kır atına binerek yurttan ayrıldı. Atını kamçılamak maksadıyla ellerini sıvazlayarak gümüş saplı kamçısını şöyle kaldırır kaldırmaz kır atı uçar gibi yurttan uzaklaştı.
Kırk ocaklı Kırgız Altay'a yorgun bir halde geldiğinde Cakıp sanki hal' şımarıklığı bırakmayan bir çocuktu. Daha kimsenin dikkatini çekmemişti. Çocukluğunda Kalmuk Moğol ve Çinlilerin insanlık dışı muamelesini gören bir köle idi. Dünyadan nasibi kesilmemiş olmalı ki o eziyetlere açlıklara 'z'p ve ıztıraplara direnebilmişti. Çinlilerin ve Kalmukların dilini öğrenmeye mecbur oldu. Aklı erdi bıyığı çıkmaya başladı. Boylu poslu yiğit oldu. Önceki şımarık Cakıp artık değişti kibar oldu. Kalmukların içine girdi kendini beğendirdi onlarla alış veriş yaptı. Sonunda Çıyırdı adlı Hanımının üzerine Kalmuklardan Bakdöölöt isimli bir kızla da evlendi.
Cakıp sekiz yıl sonra Altay'da kendi evini kurdu. Aşağı yukarı on aileyi bir araya getirip bir odaya yerleştirdi. Meyvalı ormanları olan geniş yerlerde çiftçilikle uğraştılar. Ürettiği mahsûlü yaptığı kırmızı ceylanın ödünü boynuzunu yakaladığı kunduzun su samurunun kürklerini bulduğu altın ve gümüşleri zırh gömleğini hançerlerini derilerini komşu ülkelerini ipek porselen çay ve parfümleriyle değiştirdi. İyi para kazanarak işi gittikçe büyüttüler.
Altay'da 30 yıl Çinliler ve Kalmuklardan eziyet gören Cakıp Bay artık onlara "Han" seçilmişti. Kışın su samurundan şapka yazın altında süslenmiş ak kalpak giyebilecek sırtına kürk giyip beline hançer asıp altın eğerli bir kızıl cins ata binebilecek hale gelmişti. Beş yüz beyaz devesi bir baş ala sığırıhadsiz hesapsız koyunları vardı. Ağılı hayvanla heybesi yemekle hazinesi altınla dolmuş olmasına rağmen Cakıp Bay'ın yüreğinde bir acı vardı.
Onun derdi şuydu: Hesapsız sığırı ve devleti vardı. Yalancı dünyada gözü doymuştu. Her gün yağlaetle besleniyordu. Ancak kara günlerde onu koruyacak ocağını devam ettirecek tahtına varis olacak bir çocuğu yoktu. Çocuğu olmayanın dünyası kururmuş. Cakıp Bay'la obada "ihtiyar" "çocuksuz ihtiyar" denilerek alay ediliyordu.
Cakıp çocuğum yok diye gezmeye başladığı bir gün kutsal dağdaki bir süt pınarına gelerek dua etti. Göz yaşlarını yağmur gibi döktü. Sonra Azoo Bel'in kenarındaki Calgız Arça (Yalnız Ardıç)'ya varıp Tanrısı Ak Taylak'ı çağırıp çocuğum yok diye ağlayarak derdine derman istedi. Hanımı Çıyırdı'yıkendini günahkar hisseden miskin eşini beraberinde götürüp atalarının mezarında konakladı dua edip Tanrı'ya yalvardı.
Tanrı onu duymadı.
Cakıp Bay hayvan saymayı bahane ederek her gün erken obadan uzaklaşırdı. Bir gün dağda çobana uğramadan dertle telaşla cin çarpmış gibi değişik kıyafetle dağlarda dolaşıyor saçını başını yolarak "Tanrım benden bir çocuğu niçin esirgiyorsun?" diye sorarak şaşkın şaşkın yüzüyordu.
Cakıp akşama doğru Ulu Dağ'a gölge düştüğünde kendine gelip derhal atının başını yurda çevirdi. Tanrı böyle istemişse başka çare yoktur. Çocuksuz dünya kuşsuz yuvaya kuşları yok çınarabakımsız küçük göle otsuz çöle benzer.
Yanında Cakıp Bay dağdan inerken dağderesindeki Kara Önkür (Mağara) yolunda yaşı yetmiş civarında sakalı göğsüne kadar uzayan bir dervişe rastladı. Derviş Kara Önkür'e arasıra gelirdi. Kıpcak neslindendi. Dünyayı dolaşıp dururdu. Evi ocağı çoluk çocuğu yoktu. Sık sık Kırgızların yurduna gelirdi çoğu zaman Kalmuk Çinli Mançu ve Uygurdaki Türk soydaşlarını Andican'a İran'a kadar giderdi kuş gibi özgür yaşardı. Dünyaya zenginliğe doymuş bir adamdı. Bu dervişle konuşmak isteyen Cakıp atından indi. Elindeki tulumdan kımız heybesinden kurut alıp ona vererek:
"Derviş malın canın esen mi?" dedi. Derviş;
"Ey Cakıp Bay bana malımı sorma" dedi. "Benim malım yoktur. Dünyaya doymuş insanım. Göğün altındaki dünya benimdir. Senin dünyan da benimdir. Ben malı sizin gibi biriktirmem." Cakıp;
"A evliyam bunu bilmemişim kızmayın!" dedi.
"Tanrımın yarattığı insanlara kızmam" dedi. Derviş. "Ya sen neye küsüp duruyorsun Cakıp? Senin malın mülkün bol değil mi?"
"Yaşım kırk sekize ulaştı gençliğimde mal biriktirdim. Gördüm ki mala mülke sahip çıkacak olan çocuk imiş çocuğu olmayanın malı mülkü kurusun çocuğu olmayanın yuvası yıkılmış şehre benziyormuş". Cakıp Dervişe derdini anlattı.
Derviş düşündü.
"Bir yerden duymuştum. Tibet'e gidersem bir çeşit ottan yapılmış bir ilacı getireceğim. Geçmişte atalar hanımı doğurmazsa onu küçümser hakir görürlermiş. Eskiler böyle anlatırdı" dedi derviş.
"Evliyam sözüne aklına sağlık" Cakıp dervişin eline altın vererek yolcu etti. iren bir dağlar zinciri idi. Görülüyor ki bu karşılaştırmalar uzadıkçayeni yeni meseleler çıkıyor ve bir bölgede kalamaz oluyoruz.
Ondan beri Cakıp Bay hanımını yani ömür boyu gönlünü incitmeden saygı gösterdiği hanımını nasıl utandırabileceğini düşünüyordu.
Çocuk arzusuyla yanan Cakıp Bay hasret şiirleri söyleyerek Altay'ın dağ ve düzlüklerinde hüzünlü ağlıyordu.
Kırmızı saplı aybaltayı
Kırmadan kim yapabilir?
Darma dağın olan halkı
Kırmadan kim toplayabilir?
Sapasağlam aybaltayı
Kırmadan kim yapabilir?
Tutsak olan bu millete?
Kim adil han olabilir?
Zavallı Cakıp yurduna yaklaşığında boğuk sesini kesti. Önüne Akimbeğ'in Mendibay adlı şımarık çocuğu çıkıp selamladı.
"Babacığım niye bunca ağlıyorsunuz?" dedi çırak oğlan Cakıp Bay'a acıyarak.
Cakıp ancak o zaman kendine gelerek göz yaşlarını sildi. Çocuğun sorusuna cevap vermeden Atı Tuuçunak; direğe bağlanmadan sağa sola bakmadan evine girdi. Bu esnada dışarıya kaçtı "Cakıp Bay'ın atını yakalayın" diye bir gürültü koptu. Cakıp buna aldırış etmedi.
Çıyırdı ihtiyarın elbisesini çıkarmadan rastgele uzandığını görüp korkudan rengi uçtu hemen ipek döşek serip etrafında pervane oldu. HatunCakıp'ın son zamanlardaki derdini bildiği için nezaketsizlik etmedi. Kibar davrandı arzusunu sormaya cesaret edemedi bilmezlikten geldi. Çocuk doğurmadığı için yüzü safran gibi sarardı. Sonunda Çıyırdı:
"İhtiyar ne oldu sana ne derdin var?" diye bağırdı.
Cakıp yere delercesine bakarak suskun oturuyordu. Bir zaman sonra konuştu.
"Kocadığında mı bana çocuk doğurup neslimi devam ettireceksin. Bunu anlamıyor musun? Beni çocuksuz bırakıp çocuk gibi bağırıyorsun. Benim çocuksuz ihtiyar; senin kısır kadın diye adımız çıktı. Çocuğumu koklayıp öpseydim hasretim kalmazdı. Ne kardeşimin yüzünü gördüm ne de çocuk yüzü gördüm. Çocuk doğurmayan senin gibi karıyı çalılığa mı bıraksam çöle mi bıraksam diye düşünüyorum. Çocuksuz kadından ve balı keçi yeğdir."
İpek elbise giyen Çıyırdı'nın yüreği tuz serpilmiş gibi sızladı öleyim dedi. Yer kabul etmedi. Gönlü sökülüp gözlerinden yaş dökülüp üzüntüden kıvrandı.
Akşama doğru yorgun bir halde gelen Cakıp yattığı yerde horlayıp tanyeri ağarıncaya kadar kımıldamadan uyudu.
"Bayım gece kaçan Tuuçunak'ın peşinden giden çocuktan haber yok. Annesi çok merak ediyor. Kalkıp onun çocuğunu bul niye böyle hiçbir şey olmamış gibi uyuyorsun?" Ak maral gibi gerilen rengi uçan zavallı Çıyırdı Cakıp'ı uyandırdı.
"E hanım artık üzülme. Şu ana kadar ömrümüz hasret ile geçirdik. Bana bak uğurlu bir rüya gördüm. Anka kuşu gibi heybetli bir kuşu yakalamışım. Yer yüzündeki hayvanlar bu kuşun heybetimden çekiniyordu. Ona uzun ipek bağ taktım. Bu talihe işarettir. Tanrım bize lütfedecek gibi" diye Cakıp Tündüke bakarak Tanrıya sığındı. .
"Ağzına yağ vereyim ihtiyar dediğin olsun! Tanrım versin! Başına talih kuşu konacakmış" dedi. Çıyırdı sevinip "Ben de uğurlu bir rüya gördüm. Elma yemiştim içinden altmış kulaç ejderha ıslık çalarak çıkıp ata dönüşerek uzandı."
"Bunu başkalarına söyliyelim mi ya da kimseye söylemeyelim mi" diye birbirine danışıp dururken dışarıda yüksek sesle konuşan bir kadının sesi duyuldu.
Kapıdan Mengdibay adlı çocuğun annesi Kanımcan yüksek sesle hakarete başladı. Avulda bunun gibi şirret kadın yoktu.
"Y' Cakıp! Dünden beri senin atının peşinden giden çocuğumdan haber yok ya al senin kölen olsun. A. sen bu evde çocuk bakacağına dünyayı umursamadan karının yanında eğlenip oturursun ha. Çocuğu olmayan insan çocuğun kıymetini bilmez tabiî. Sizinki gibi Dünyanın bizim için anlamı yoktur çocuk kıymetlidir çocuğumu bul."
Cakkıp Bay terbiyesiz kadınla muhatap olmadı ama bu alayda da yanmadık yeri kalmadı. Huzuru kaçıp kapıya çıktı ve her tarafa adam gönderdi. Kendisi koyun çobanının bindiği kumral al renkli atla Tuuçunak'ın ardından giden Mengdibay'ı aramak için Kara su nehri boyunca at sürdü.
Cakıp ç****iz büyük bir ümitsizlikle giderken bir adacıkta deminki kahrolası Mengdibay hiçbir şey olmamış gibi oturuyordu. Tuuçunak'ın üzerine Akparsın derisi örtülmüştü.
Hiçbir şeyden korkmayan Mengdibay Cakıp Bay'a akla gelmedik hadiseleri anlattı: Mengdibay Tuuçunak'ı takibederek gelirken kırdan çıkan kırk çocuk atı yakalamış eğleniyorlarmış. Ormandan çıkıp saldıran parsı gürzle öldürüp derisini Tuuçunak'ın üzerine örtmüşler ve biz Cakıp Bay'ın çocuklarıyız demişler.
Hayrete düşen Cakıp avula gelip çocuktan duyduklarını sadece hanımına anlattı.
Ertesi gün Cakıp hanımları avuldaki büyükleri ve yakınları ile danışarak gece gördüğü rüyası lâyıkıyle büyük bir ziyafet vermeye hazırlandı.
Cakıp ziyafete Altay'daki on iki kabile ile birlikte Kırgız'ı Kazak'ı Noygut'u Nogoy'u Türk soydaşlarını bunlardan başka yine Kalmuk ve Tırgoot Moğolları da alınmasınlar diye davet etti. Servete düşkün Cakıp bu kez cimrilik etmedi. Sevincinden topladığını biriktirdiğini tamamiyle harcadı. İki altın hazinesinin ağzını açtı. Sayısız atlarından dokuz kara kısrak tulumluk altı malı ile doksan kara koyun ak baş dişi deve yedi inek kesti.
Cakıp'ın ziyafetine çağrılanlar birilerinden haber alanlar koşarak geldiler. Ziyafeti Akbalta idare etti. Yetmiş Kırgız ailesi iki gün misafir edildi. Cakıp Bay yağma gören Kırgız'a unuttuğu hayır duayı hatırlatmak için at kestirdi. Aç halkı doyurdu giydirip kuşattı. Eline para verdi uzaktan gelenlere çapan giydirdi değerli misafirlere at hediye etti.
Ziyafete gelenler Cakıp'ın bu cömertliği hakkında kendilerine göre yorum yaptılar. Bazıları ziyafetin Mengdibay sağ-salim bulunduğu için yapıldığını söylediler. Fakirler ve garipler ise "sahipsiz kalan malını Cakıp Bay koyacak yer bulamadığı için savuruyor" dediler. KalmuklarMoğollar basiretli halk olduğu için hemen şüphelendiler kusur bularak "Kırgız'ın malı var ama devleti yok. Cakıp'ın bize yaltaklanması bize tabi olmasındandır" diye düşündüler. Cakıp Bay ise "Allah ü Te'l' bize rüyayı boşuna göstermemiştir bu bir hayırlı işarettir rüyam gerçek olur muyüreğimdeki buzları eritir mi" diye dua edip iyi dilekler diledi.
Cakıp Bay ziyafetten sonra Kıpçak Noygut Nogay ve Türk kabilelerinin liderlerini ve yakınlarını rüyayı yorumlamak için alıkoydu. Onları ziyafet obasına davet etti onlara birer elbise giydirdi.
Bilgiçlar akıllılar rehberler başlarını eğip sarkmış uzun ak sakallarını sıvazlayıp Cakıp'ın gördüğü rüyayı zevkle dinleyip oturdular.
O zaman Cakıp şöyle dedi:
"Halkım! Bir acayip rüya gördüm rüyamda böyle bir iş gördüm. Ala dağ'da dolaşıyordum. Bir kuş yakaladım. Kuşun ötmesi çok değişikti. Kuyruğu ve başı parlıyordu gagası çelik ayağı hançer idi. Uçurduğum zaman göğün altını kara yerin üstünü karıştırdı gökteki kanatlılar yerdeki ayaklılar ona karşı gelemediler hiçbiri kurtulamadı. Halkın rüyamı yorunuz. Bunun tabiri nedir?
Oturanların hiçbirinden ses çıkmazken aksakallı görmüş geçirmiş Bay Cigit Cakıp'ın rüyasını iyiliğe yordu:
"Ey Cakıpım hanımının ve senin gördüğün rüya çok güzel rüyadır. Millete hayırlıdır. Başına talih kuşu konmuştur. Arzuladığın erkek çocuk dünyaya gelecektir. O arslan gibi heybetli bir yiğit olacaktır dünyaya hakim olacaktır. Başına devlet kuşu konacaktır. Rüyalarınız gerçek olsun! Niyetiniz makbul olsun!
Tanrı yardımcınız olsun!" Dağılan halk Tanrıya sığınıp sevincinden hıçkıran Cakıp'a hayır dualar ettiler.
Ziyafet yapıldı ve geçti. Ertesi gün Cakıp'ın avulundakiler gökte insan vücuduna benzeyen bir soğuk kara bulutun yer yüzünü kapladığını gördüler. Kadın Şaman bahşı ve gözü açıkların tarifine göre bu kötü haberin işareti idi. Nihayet söylenenler doğru çıktı kötülük avula çabucak geldi.
Cakıp Bay'ın yaptığı ziyafetin haberi Kalmuk ve Hitay hanlarına çabuk ulaşmıştı. Bu haberi aldığında korkunç suratlı ırmaklar dolusu kan akıtan Esen Han yerinde duramadı.
Hitayların ve Kalmukların Kırgızlarda ezile öcü bitmez tükenmez intikamı vardı. Esen Han "Kırgız hanları bizim batı ve kuzey tarafa yaptığımız yağmaları hep engellediler. Birkaç defa ipek kumaş çay ve türlü eşyalarımızı kervanlarımızı yağma ettiler. Bugün öldürsen ertesi gün tekrar kalkan böyle inatçı halk görmedim." dedi.
Esen Han sarayına durumu önceden sezer acayip sihirleri bilen gözü açıklara kürek kemiğiyle fal açan falcılara İlim-i Biçik (kalmukların mukaddes kitabı) okumuş sihirbazları çağırttırarak:
"Kahrolası Kırgızlar nasıl bu kadar canlandılar? Bunların haberini sırrını bana söyleyin" dedi.
Bilgiçler uzmanlar k'hinler üç gün evden çıkmadılar. Sonunda Esen han'a diz çökerek şöyle dediler:
"Esen Han Hazretleri biz söylesek yanılırız sizin gazabınıza uğrarız. Bunun doğru cevabı Çong-Beecin'deki Kara Han'ın sarayında açık asman (Gök) önündeki taş sandıkta özenle saklanan eski kutsal kitapta yazılıdır. Oraya adam gönderip öğrenelim!"
Esen han buna inandı. Kardeşi Kara Han'a mektup yazıp mühürünü bastı. Kırgızlardan Türklerden Kazaklardan yağmaladıkları kumaşı pars kürkünü bir kutu altını hediye koydu. Bunlara dört beş k'hin de gönderdi.