- Üyelik Tarihi
- 22 May 2019
- Konular
- 2,801
- Mesajlar
- 9,706
- MFC Puanı
- 60,560
Türkiye ile Libyada BMnin meşru hükümet olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında Akdenizdeki deniz yetki alanlarının sınırlanmasına ilişkin bir mutabakat muhtırasının imzalanması uluslararası politikada son zamanların en çok dikkat çeken hadiselerinden biri oldu.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) anlaşmaya sert tepki gösterirken, Avrupa Birliği de eleştiri dalgasına katıldı. Yunanistanın tepkisi Libyanın Atinadaki büyükelçisinden dün ülkeyi terk etmesinin istenmesine kadar vardı.
Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki günlerde bu anlaşmadan daha çok söz edeceğiz. Libya anlaşmasının tetiklediği süreçler muhtemelen gerilimli bir hareketliliğin yaşanmasına, Akdenizde suların ısınmasına yol açacak.
Peki Türkiye neden bu adımı attı? Bu anlaşma Türkiye ve Akdeniz açısından ne anlama geliyor?
ÖNCE HAKKANİYET İLKESİ
Sorulara yanıt ararken önce kısa bir tarihçe ile yola çıkalım. Akdenizdeki ekonomik yetki alanlarının sınırlanması meselesi, 2000li yılların başlarında Doğu Akdenizde petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunmasıyla birlikte stratejik bir önem kazandı. Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003te Mısır, 2007de Lübnan ve 2010da İsrail ile kıta sahanlığı anlaşmaları imzaladı. KRY, ayrıca, kendi yetkisinde gördüğü bu alanlarda Batılı şirketlere arama ruhsatları tahsis etmeye başladı. Buna karşılık Türkiye ve KKTC de TPAOya Kıbrıs adasının çevresinde ruhsat verdi.
Mısır-KRY anlaşmasına Türkiyenin verdiği karşılık, 2004 yılında Birleşmiş Milletlere yaptığı bir bildirimle Akdenizdeki kıta sahanlığının dış sınırlarını nasıl tarif ettiğini kayda geçirmesi oldu. Bu bildirimde, Türkiye için kıta sahanlığı sınırının 32 derece 16 dakika 18 saniyedeki meridyen hattının (haritada C noktası) batısına uzanan alanda hakkaniyete uygun bir şekilde belirlenmesi gerektiği vurgulandı. BMye daha sonra yapılan bildirimlerde hattın 28inci meridyenin (D noktası) de batısına gittiği belirtildi.
BMye bildirimlerde hakkaniyet ilkesine yapılan atıf, Türkiyenin Mısır ile arasındaki kıta sahanlığı sınırını koordinatlar verilmese de- ana karalar arasında çekilen ortay hat olarak öngördüğüne işaret ediyor. Bu ortay hat haritadaki C-D-E güzergahıdır.
ANTALYA KÖRFEZİNE SIKIŞMAK
Sonraki süreçte bir başka dikkat çekici gelişme Türkiye ile KKTCnin 2011 yılında kıta sahanlığı sınırlama anlaşması imzalamalarıydı. Bunu izleyen dönemde Türkiye ve KKTCnin petrol ve doğal gaz aramalarında sondaj çalışması için ruhsat verdiği alanlarla KRYnin ruhsatlı sahalarının yer yer üst üste çakışmasının neden olduğu gerilimlere tanıklık edildi.
Bu arada Yunanistan/KRY ile Türkiye arasında Akdeniz üzerinde yaşanan çatışmanın temelinde yatan hukuki anlaşmazlığa da değinmeliyiz. Yunanistan, adaların da kıta sahanlığı bulunduğu tezinden hareket ediyor ve Giritten kuzeydoğu istikametinde Kaşot, Kerpe, Rodos ve Kaşın hemen bitişiğindeki Meis adasına kadar uzanan bir hat çekiyor. Yunan tezinde bu adaların kıta sahanlığının doğuya ve güneye doğru genişlemesi, Türkiyenin ekonomik yetki alanının Akdenizin güneyine doğru inişini ciddi bir şekilde sınırlandırıyor. Türkiye, yalnızca Antalya körfezi civarında güneye doğru belli bir derinlik kazanabiliyor, ancak ortay hatta kadar inemiyor.
ABnin İspanyadaki Sevilla Üniversitesine hazırlattığı ve bazı resmi belgelerinde de kullandığı Avrupa Deniz Yetki Alanları Haritası büyük ölçüde Yunanistanın bu tezine dayanıyor. ABnin bu haritaya referans vermesi Türkiye ile AB arasında gerginliğe yol açıyor. Türkiye adaların kıta sahanlığı bulunduğu tezini kabul etmiyor ve bu tezini destekleyen birçok uluslararası mahkeme kararını hatırlatıyor.
ÜÇ KRİTİK HAMLE
Türkiyenin Libya ile yaptığı anlaşma Yunanistanın Akdenizdeki kıta sahanlığı tezlerine kuvvetli bir yanıt olarak görülebilir. Aslında Libya hamlesini hazırlayan ilk adım anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce Türkiyenin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından 13 Kasımda BM Genel Sekreteri Antonio Guterrese iletilen bir mektupla atıldı.
Türkiye, bu bildirimiyle 28inci meridyenin yani (D) noktasının batısındaki kıta sahanlığı sınırlarını ilk kez tam olarak netleştirdi. Bu bildirimde, Türkiyenin kıta sahanlığının 28inci meridyenin batısında kalan alanlardaki Yunan adalarının (6 mil olan) karasuları sınırına kadar uzandığı belirtildi. Burada kastedilen Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarının oluşturduğu hat. Ankaranın tezinde bu hattaki adaların kıta sahanlığı sınırlanınca Türkiyenin kıta sahanlığı da Akdenizin ortasına kadar iniyor.
Bu bildirimi destekleyen ikinci hamle Libya ile 27 Kasım tarihinde imzalanan anlaşmaydı. Anlaşmada haritada E-F hattı olarak görünen yaklaşık 30 kilometrelik hat Türkiye ile Libya arasındaki kıta sahanlığı sınırını çiziyor. Bu hattın bitiminin Girit adasının hemen güneyinde olduğu dikkate alınırsa, Türkiye kendi pozisyonunda kıta sahanlığını Girit adasının güneyine kadar indirmiş oldu. Türkiyenin Libya ile bu anlaşmayı imzalamasının önemi, Akdenizdeki tezlerine ilk kez bir başka ülkeyle akdettiği bir anlaşma üzerinden destek sağlayabilmiş olmasıdır.
Bu adımları tamamlayan kritik bir diğer gelişme geçen pazartesi günü (2 Aralık) tarihinde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İlişkiler ve Havacılık Denizcilik Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyesin yaptığı bir tweet paylaşımı oldu. Bu paylaşımda bugünkü köşemizde yayımlanan harita yer alıyordu. Türkiye, daha önce BMye yaptığı bildirimlerde kavramlar üzerinden tarif ettiği kıta sahanlığı sınırını bu kez harita üzerinde somut bir çizgiyle gösteriyordu. Dışişleri Bakanlığının resmi tweet hesabı da bu paylaşımı retweet etti.
Bu haritada Girit, Kaşot, Kerpe ve Rodos adalarına kıta sahanlığı olarak yalnızca karasuları kadar, yani 6 millik bir alan bırakılıyor. Meis için kıta sahanlığı gösterilmiyor. Bu harita, Yunanistanın yetki bölgesinin doğuya doğru genişlemesini sınırlarken, Türkiyeye Akdenizin ortasına kadar inen bir deniz yetki alanı bırakıyor.
AKDENİZDEKİ ÇIKARLAR
Ankaranın bakışındaki ana noktalardan biri, Yunanistan ile KRYnin pozisyonlarını yansıtan, ABnin benimsediği Sevilla haritasında şekillenen tasarımın Libya anlaşması ile tersyüz edildiğidir. Ankara, böylelikle Türkiyenin Akdenizde ekonomik yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili mücadelede hamle üstünlüğü kazandığı, Akdenizin enerji jeopolitiğinde kendi çıkarları yönünde etki icra edebileceği önemli bir pozisyon ele geçirdiği görüşündedir. Libya mutabakatı da bu çerçevede hukuki ve meşru zeminde kazanılmış bir hak olarak görülüyor.
Bu arada Ankara, aynı zamanda müzakerelere açık olduğunu da duyuruyor. Gelinen noktada yapılması gereken bir tespit, Türkiye ile Yunanistan arasında var olan Egedeki sorunlara bu kez de Akdenizdeki deniz yetki alanlarından kaynaklanan büyük bir anlaşmazlığın eklenmiş olmasıdır. Bu yönüyle ikili anlaşmazlıkların gündemi daha da ağırlaşmıştır. ABnin Yunanistan/KRY ikilisi yanında taraf konuma geçmesi işi daha da zora sokuyor.
Meseleyi iyice karmaşık hale getiren bir faktör de, sahada çıkarı bulunan çok sayıda oyuncunun olmasıdır. Akdenize sahili olan Türkiye, Yunanistan, KKTC, KRY, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Devleti, Mısır ve Libya olmak üzere toplam 10 ülkeden söz ediyoruz.
Türkiyenin içinde bulunduğumuz yüzyılda Akdenizdeki hak ve çıkarlarının sınırlarının belirlenmesiyle ilgili son derece kritik hamlelere tanıklık ediyoruz. Önümüzdeki dönemde Doğu Akdenizin Türkiyenin gündeminde giderek daha geniş bir yer tutmasına hazır olalım. Ancak bunu yaparken diyalog ve diplomasinin rolünün de hayati bir önem kazanacağını akıldan çıkartmayalım.
Sedat Ergin
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) anlaşmaya sert tepki gösterirken, Avrupa Birliği de eleştiri dalgasına katıldı. Yunanistanın tepkisi Libyanın Atinadaki büyükelçisinden dün ülkeyi terk etmesinin istenmesine kadar vardı.
Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki günlerde bu anlaşmadan daha çok söz edeceğiz. Libya anlaşmasının tetiklediği süreçler muhtemelen gerilimli bir hareketliliğin yaşanmasına, Akdenizde suların ısınmasına yol açacak.
Peki Türkiye neden bu adımı attı? Bu anlaşma Türkiye ve Akdeniz açısından ne anlama geliyor?
ÖNCE HAKKANİYET İLKESİ
Sorulara yanıt ararken önce kısa bir tarihçe ile yola çıkalım. Akdenizdeki ekonomik yetki alanlarının sınırlanması meselesi, 2000li yılların başlarında Doğu Akdenizde petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunmasıyla birlikte stratejik bir önem kazandı. Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003te Mısır, 2007de Lübnan ve 2010da İsrail ile kıta sahanlığı anlaşmaları imzaladı. KRY, ayrıca, kendi yetkisinde gördüğü bu alanlarda Batılı şirketlere arama ruhsatları tahsis etmeye başladı. Buna karşılık Türkiye ve KKTC de TPAOya Kıbrıs adasının çevresinde ruhsat verdi.
Mısır-KRY anlaşmasına Türkiyenin verdiği karşılık, 2004 yılında Birleşmiş Milletlere yaptığı bir bildirimle Akdenizdeki kıta sahanlığının dış sınırlarını nasıl tarif ettiğini kayda geçirmesi oldu. Bu bildirimde, Türkiye için kıta sahanlığı sınırının 32 derece 16 dakika 18 saniyedeki meridyen hattının (haritada C noktası) batısına uzanan alanda hakkaniyete uygun bir şekilde belirlenmesi gerektiği vurgulandı. BMye daha sonra yapılan bildirimlerde hattın 28inci meridyenin (D noktası) de batısına gittiği belirtildi.
BMye bildirimlerde hakkaniyet ilkesine yapılan atıf, Türkiyenin Mısır ile arasındaki kıta sahanlığı sınırını koordinatlar verilmese de- ana karalar arasında çekilen ortay hat olarak öngördüğüne işaret ediyor. Bu ortay hat haritadaki C-D-E güzergahıdır.
ANTALYA KÖRFEZİNE SIKIŞMAK
Sonraki süreçte bir başka dikkat çekici gelişme Türkiye ile KKTCnin 2011 yılında kıta sahanlığı sınırlama anlaşması imzalamalarıydı. Bunu izleyen dönemde Türkiye ve KKTCnin petrol ve doğal gaz aramalarında sondaj çalışması için ruhsat verdiği alanlarla KRYnin ruhsatlı sahalarının yer yer üst üste çakışmasının neden olduğu gerilimlere tanıklık edildi.
Bu arada Yunanistan/KRY ile Türkiye arasında Akdeniz üzerinde yaşanan çatışmanın temelinde yatan hukuki anlaşmazlığa da değinmeliyiz. Yunanistan, adaların da kıta sahanlığı bulunduğu tezinden hareket ediyor ve Giritten kuzeydoğu istikametinde Kaşot, Kerpe, Rodos ve Kaşın hemen bitişiğindeki Meis adasına kadar uzanan bir hat çekiyor. Yunan tezinde bu adaların kıta sahanlığının doğuya ve güneye doğru genişlemesi, Türkiyenin ekonomik yetki alanının Akdenizin güneyine doğru inişini ciddi bir şekilde sınırlandırıyor. Türkiye, yalnızca Antalya körfezi civarında güneye doğru belli bir derinlik kazanabiliyor, ancak ortay hatta kadar inemiyor.
ABnin İspanyadaki Sevilla Üniversitesine hazırlattığı ve bazı resmi belgelerinde de kullandığı Avrupa Deniz Yetki Alanları Haritası büyük ölçüde Yunanistanın bu tezine dayanıyor. ABnin bu haritaya referans vermesi Türkiye ile AB arasında gerginliğe yol açıyor. Türkiye adaların kıta sahanlığı bulunduğu tezini kabul etmiyor ve bu tezini destekleyen birçok uluslararası mahkeme kararını hatırlatıyor.
ÜÇ KRİTİK HAMLE
Türkiyenin Libya ile yaptığı anlaşma Yunanistanın Akdenizdeki kıta sahanlığı tezlerine kuvvetli bir yanıt olarak görülebilir. Aslında Libya hamlesini hazırlayan ilk adım anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce Türkiyenin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından 13 Kasımda BM Genel Sekreteri Antonio Guterrese iletilen bir mektupla atıldı.
Türkiye, bu bildirimiyle 28inci meridyenin yani (D) noktasının batısındaki kıta sahanlığı sınırlarını ilk kez tam olarak netleştirdi. Bu bildirimde, Türkiyenin kıta sahanlığının 28inci meridyenin batısında kalan alanlardaki Yunan adalarının (6 mil olan) karasuları sınırına kadar uzandığı belirtildi. Burada kastedilen Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarının oluşturduğu hat. Ankaranın tezinde bu hattaki adaların kıta sahanlığı sınırlanınca Türkiyenin kıta sahanlığı da Akdenizin ortasına kadar iniyor.
Bu bildirimi destekleyen ikinci hamle Libya ile 27 Kasım tarihinde imzalanan anlaşmaydı. Anlaşmada haritada E-F hattı olarak görünen yaklaşık 30 kilometrelik hat Türkiye ile Libya arasındaki kıta sahanlığı sınırını çiziyor. Bu hattın bitiminin Girit adasının hemen güneyinde olduğu dikkate alınırsa, Türkiye kendi pozisyonunda kıta sahanlığını Girit adasının güneyine kadar indirmiş oldu. Türkiyenin Libya ile bu anlaşmayı imzalamasının önemi, Akdenizdeki tezlerine ilk kez bir başka ülkeyle akdettiği bir anlaşma üzerinden destek sağlayabilmiş olmasıdır.
Bu adımları tamamlayan kritik bir diğer gelişme geçen pazartesi günü (2 Aralık) tarihinde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İlişkiler ve Havacılık Denizcilik Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyesin yaptığı bir tweet paylaşımı oldu. Bu paylaşımda bugünkü köşemizde yayımlanan harita yer alıyordu. Türkiye, daha önce BMye yaptığı bildirimlerde kavramlar üzerinden tarif ettiği kıta sahanlığı sınırını bu kez harita üzerinde somut bir çizgiyle gösteriyordu. Dışişleri Bakanlığının resmi tweet hesabı da bu paylaşımı retweet etti.
Bu haritada Girit, Kaşot, Kerpe ve Rodos adalarına kıta sahanlığı olarak yalnızca karasuları kadar, yani 6 millik bir alan bırakılıyor. Meis için kıta sahanlığı gösterilmiyor. Bu harita, Yunanistanın yetki bölgesinin doğuya doğru genişlemesini sınırlarken, Türkiyeye Akdenizin ortasına kadar inen bir deniz yetki alanı bırakıyor.
AKDENİZDEKİ ÇIKARLAR
Ankaranın bakışındaki ana noktalardan biri, Yunanistan ile KRYnin pozisyonlarını yansıtan, ABnin benimsediği Sevilla haritasında şekillenen tasarımın Libya anlaşması ile tersyüz edildiğidir. Ankara, böylelikle Türkiyenin Akdenizde ekonomik yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili mücadelede hamle üstünlüğü kazandığı, Akdenizin enerji jeopolitiğinde kendi çıkarları yönünde etki icra edebileceği önemli bir pozisyon ele geçirdiği görüşündedir. Libya mutabakatı da bu çerçevede hukuki ve meşru zeminde kazanılmış bir hak olarak görülüyor.
Bu arada Ankara, aynı zamanda müzakerelere açık olduğunu da duyuruyor. Gelinen noktada yapılması gereken bir tespit, Türkiye ile Yunanistan arasında var olan Egedeki sorunlara bu kez de Akdenizdeki deniz yetki alanlarından kaynaklanan büyük bir anlaşmazlığın eklenmiş olmasıdır. Bu yönüyle ikili anlaşmazlıkların gündemi daha da ağırlaşmıştır. ABnin Yunanistan/KRY ikilisi yanında taraf konuma geçmesi işi daha da zora sokuyor.
Meseleyi iyice karmaşık hale getiren bir faktör de, sahada çıkarı bulunan çok sayıda oyuncunun olmasıdır. Akdenize sahili olan Türkiye, Yunanistan, KKTC, KRY, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Devleti, Mısır ve Libya olmak üzere toplam 10 ülkeden söz ediyoruz.
Türkiyenin içinde bulunduğumuz yüzyılda Akdenizdeki hak ve çıkarlarının sınırlarının belirlenmesiyle ilgili son derece kritik hamlelere tanıklık ediyoruz. Önümüzdeki dönemde Doğu Akdenizin Türkiyenin gündeminde giderek daha geniş bir yer tutmasına hazır olalım. Ancak bunu yaparken diyalog ve diplomasinin rolünün de hayati bir önem kazanacağını akıldan çıkartmayalım.
Sedat Ergin