-
- Üyelik Tarihi
- 2 Ağu 2016
-
- Mesajlar
- 11,694
-
- MFC Puanı
- -894
Yüce Allah (c.c.); bilinmeyen, üzeri örtülü, sonsuz ve gizli hazineler idi. O sonsuz bir bilinmezlikti. Her şeyi kuşatmıştı; her şey Ondaydı; bilgisi, ilmi içindeydi. Ne kâinat, ne de madde yaratılmıştı. O yalnız ve Tekti.
O Bir idi. O Tek idi. Zamanla Onda bir tanınma iradesi belirdi. O, Zatını yarattıklarına tanıtmak, bildirmek istedi.
Önce Nur-u Habib'i yarattı. Buna sevgi belirtisi dendi. Bu belirti gerçek bir nur ve gerçek bir ışık halinde olduğundan Hakikat dendi. Ona Nur-ul Envar adı verildi.
İlk yaratılan bu nur gelmiş geçmiş ve gelecek en büyük insan olan peygamberimiz Muhammed'in (a.s.v) nurudur. O Nur ki bütün kâinatın yaratılma vesilesidir.
Ardından melek cinsi diğer varlıklar yaratıldılar.
Yüce Allah'ın (c.c.) peygamberimizin nuru dışında o zamana kadar yarattıkları melek cinsindendiler ve Ona devamlı tespih ve tehlil durumundaydılar.
Onlardaki iman, yaratılışlarındaki öz ve hikmette vardı. Bunun için yaratılmışlardı. Seçim hakları yoktu. Başka türlü davranmaları mümkün değildi.
Bu nedenle onların imanları bir bakıma iradesizdi, bilinçsizdi. Onlar yaptıkları her hareketle ister istemez Allah'a (c.c.) secde ve tespih hâlindeydiler.
Şanı yüce Allah (c.c.) bilinçli olarak bilinmeyi, tanınmayı murat etti. Evrene serpiştirdiği varlıklardan bir kısmının özgür bir iradeye, seçim hakkına sahip olmalarını; kendi istekleri, kendi akılları, kendi vicdanlarıyla Yaratıcı olan Zatını seçmelerini, arayıp bulmalarını, bilmelerini istedi.
Onlara akıl ve irade ile donatacaktı. Onlar öyle yaratıklar olmalıydı ki, evrenin oluşumundaki, düzenindeki, yaratılışındaki muhteşem sanatı, bilgiyi ve gücü okuyup anlasınlar; ona hayran kalsınlar, yaratıcılarının O olduğunu anlayıp bilsinler, verdiği nimetler için gönülden şükretsinler ve O Büyük Sanatkâr'a ulaşmak için çırpınsınlar.
Bu nedenle yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlu başıboş yaratılmadı, başıboş bırakılmadı.
O Yaratıcısını arayıp bulma üzerinedir. Yaratıcısını arayıp bulma ve Onu bilme yaratılış hikmetidir.
İnsanoğlunun yaratılmasından önce, ona mekân olacak bir yer hazırlamak gerekiyordu.
Şanı yüce Allah (c.c.), Zat-ı Zül Celal'inden vücutsuz bir nur zerresinin zerresini ortaya koyarak, ona:
-Kün (Ol) buyurdu. (Yasin-82)
Bu nur zerresinin zerresi tüm evreni meydana getirecek yoğunlukta bir güce, hıza ve enerjiye sahipti.
O, tüm kâinatın vücutsuz bir zerreciğe sığışmış, dönüşmüş hâliydi.
O, Allah'ın (c.c.) sonsuz varlığından bir parçaydı.
Onun varlığının kanıtı, ayetiydi ama Onun büyüklüğü, ululuğu, sonsuzluğu yanında bir hiçti.
Bu nur zerresinin zerresi kün emri üzerine tıpkı bir balon gibi şişmeye, büyümeye, genişlemeye başladı.
Genişleyip, büyüdükçe yoğunluğu, hızı azaldı. Sonunda hızı, ışık hızının altına indi; madde zerreciklerine dönüştü, zaman ve mekân kavramı oluştu.
Sezilgenlikten gerçeğe geçildi.
Işık hızı maddeye dönüşmenin ve zamanlamanın sınırı oldu. Bir bakıma madde ve zaman ışık hızıyla sınırlı kaldı.
Kainat altı devirde (Hud-7) yaratıldı.(Araf 54)
Madde; enerjinin yoğunlaşıp bazı özellikler kazanarak üç boyut alması, zaman ise madde içinde oluşan olay dizeleridir.
Bu sınırın içindeki kâinat, altında ve üstünde yedişer kat evrenden oluştu. Üst kat evrenlerde zaman ve madde olgusu yoktur.
Hız, ışık hızının üstündedir. Bu evrenler Allah'tan (c.c.) gelen saf nurun gölgesidirler.
Orada ezel ve ebet bir aradadır. Her kat birbirleriyle etkileşim ve iletişim içindedirler.
Kopmamışlar, ayrılmamışlar, iç içedirler ama birbirlerine de karışmamışlardır. Aralarındaki fark, yoğunlukla beraber hız ve döngülerindedir.
Madde, gerçekte enerjinin ağırlaşarak hızının azalması, yavaşlamış şeklidir.
İçinde bulunduğumuz maddesel evren en alt katın yedi kat üstündedir. Yani; görünen, algılanan şu evrenin altında da üstünde olduğu gibi yedi kat kâinat vardır.
Hız burada yavaşlayıp en aza doğru iner. Bu nedenle alt katlarda zaman durgundur, çok yavaş akar.
Bu katlarda alta doğru inildikçe hız azalır, maddeleşme yoğunlaşır.
Burada maddeler sert, keskin ve soğukturlar. Yaratan tarafından bahşedilen nuru azaltanların ya da söndürenlerin mekânı burasıdır.
Burayı mekân tutanların hepsi de üst dünyadakiler gibi ruhsal bilinç sahibidirler.
Duyuları son derece keskinleşmiştir. Acıları, azapları, üzüntüleri bütün şiddetiyle algılarlar.
Burada hayat katmanlara göredir ve çok uzundur. Alta doğru inildikçe artar. En alt katmanlarda ebede kadar uzayabilir. Burası zamanın donduğu, durduğu yerdir.
Alttaki bu yedi kat günahkâr ins ve cinlerin mahşere kadar oyalandıkları mekânı; içlerinde bir nebze iman kırıntısı olanların tövbe hânesi, ibadethânesi, çilehânesidir.
Orası günahkârların günâhlarından arınma, temizlenme yurdudur.
Üst katlarda ise zaman ve mekân olgusu yoktur. Yaratılışlarında bahşedilen nuru çoğaltanlar, artıranlar buraya geleceklerdir.
Varlıkları saf nur/enerji hâlindedirler. Her şey ezel ve ebet içindedir. Ölüm yoktur.
Bu katmandakiler; hayvanlar ve bitkiler hariç ruhsal bilinç sahibidirler.
Sevinçleri, üzüntüleri, mutlulukları, acıları bütün güç ve şiddetiyle algılayabilirler.
Buraları onların ebedi mutluluklar yurtlarının kapısıdır.
Alt ve üst katmanlar arasında iletişim, gidiş gelişler ise yaratılıştan gelen enerjinin/nurun azalıp çoğalması iledir.
O Bir idi. O Tek idi. Zamanla Onda bir tanınma iradesi belirdi. O, Zatını yarattıklarına tanıtmak, bildirmek istedi.
Önce Nur-u Habib'i yarattı. Buna sevgi belirtisi dendi. Bu belirti gerçek bir nur ve gerçek bir ışık halinde olduğundan Hakikat dendi. Ona Nur-ul Envar adı verildi.
İlk yaratılan bu nur gelmiş geçmiş ve gelecek en büyük insan olan peygamberimiz Muhammed'in (a.s.v) nurudur. O Nur ki bütün kâinatın yaratılma vesilesidir.
Ardından melek cinsi diğer varlıklar yaratıldılar.
Yüce Allah'ın (c.c.) peygamberimizin nuru dışında o zamana kadar yarattıkları melek cinsindendiler ve Ona devamlı tespih ve tehlil durumundaydılar.
Onlardaki iman, yaratılışlarındaki öz ve hikmette vardı. Bunun için yaratılmışlardı. Seçim hakları yoktu. Başka türlü davranmaları mümkün değildi.
Bu nedenle onların imanları bir bakıma iradesizdi, bilinçsizdi. Onlar yaptıkları her hareketle ister istemez Allah'a (c.c.) secde ve tespih hâlindeydiler.
Şanı yüce Allah (c.c.) bilinçli olarak bilinmeyi, tanınmayı murat etti. Evrene serpiştirdiği varlıklardan bir kısmının özgür bir iradeye, seçim hakkına sahip olmalarını; kendi istekleri, kendi akılları, kendi vicdanlarıyla Yaratıcı olan Zatını seçmelerini, arayıp bulmalarını, bilmelerini istedi.
Onlara akıl ve irade ile donatacaktı. Onlar öyle yaratıklar olmalıydı ki, evrenin oluşumundaki, düzenindeki, yaratılışındaki muhteşem sanatı, bilgiyi ve gücü okuyup anlasınlar; ona hayran kalsınlar, yaratıcılarının O olduğunu anlayıp bilsinler, verdiği nimetler için gönülden şükretsinler ve O Büyük Sanatkâr'a ulaşmak için çırpınsınlar.
Bu nedenle yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlu başıboş yaratılmadı, başıboş bırakılmadı.
O Yaratıcısını arayıp bulma üzerinedir. Yaratıcısını arayıp bulma ve Onu bilme yaratılış hikmetidir.
İnsanoğlunun yaratılmasından önce, ona mekân olacak bir yer hazırlamak gerekiyordu.
Şanı yüce Allah (c.c.), Zat-ı Zül Celal'inden vücutsuz bir nur zerresinin zerresini ortaya koyarak, ona:
-Kün (Ol) buyurdu. (Yasin-82)
Bu nur zerresinin zerresi tüm evreni meydana getirecek yoğunlukta bir güce, hıza ve enerjiye sahipti.
O, tüm kâinatın vücutsuz bir zerreciğe sığışmış, dönüşmüş hâliydi.
O, Allah'ın (c.c.) sonsuz varlığından bir parçaydı.
Onun varlığının kanıtı, ayetiydi ama Onun büyüklüğü, ululuğu, sonsuzluğu yanında bir hiçti.
Bu nur zerresinin zerresi kün emri üzerine tıpkı bir balon gibi şişmeye, büyümeye, genişlemeye başladı.
Genişleyip, büyüdükçe yoğunluğu, hızı azaldı. Sonunda hızı, ışık hızının altına indi; madde zerreciklerine dönüştü, zaman ve mekân kavramı oluştu.
Sezilgenlikten gerçeğe geçildi.
Işık hızı maddeye dönüşmenin ve zamanlamanın sınırı oldu. Bir bakıma madde ve zaman ışık hızıyla sınırlı kaldı.
Kainat altı devirde (Hud-7) yaratıldı.(Araf 54)
Madde; enerjinin yoğunlaşıp bazı özellikler kazanarak üç boyut alması, zaman ise madde içinde oluşan olay dizeleridir.
Bu sınırın içindeki kâinat, altında ve üstünde yedişer kat evrenden oluştu. Üst kat evrenlerde zaman ve madde olgusu yoktur.
Hız, ışık hızının üstündedir. Bu evrenler Allah'tan (c.c.) gelen saf nurun gölgesidirler.
Orada ezel ve ebet bir aradadır. Her kat birbirleriyle etkileşim ve iletişim içindedirler.
Kopmamışlar, ayrılmamışlar, iç içedirler ama birbirlerine de karışmamışlardır. Aralarındaki fark, yoğunlukla beraber hız ve döngülerindedir.
Madde, gerçekte enerjinin ağırlaşarak hızının azalması, yavaşlamış şeklidir.
İçinde bulunduğumuz maddesel evren en alt katın yedi kat üstündedir. Yani; görünen, algılanan şu evrenin altında da üstünde olduğu gibi yedi kat kâinat vardır.
Hız burada yavaşlayıp en aza doğru iner. Bu nedenle alt katlarda zaman durgundur, çok yavaş akar.
Bu katlarda alta doğru inildikçe hız azalır, maddeleşme yoğunlaşır.
Burada maddeler sert, keskin ve soğukturlar. Yaratan tarafından bahşedilen nuru azaltanların ya da söndürenlerin mekânı burasıdır.
Burayı mekân tutanların hepsi de üst dünyadakiler gibi ruhsal bilinç sahibidirler.
Duyuları son derece keskinleşmiştir. Acıları, azapları, üzüntüleri bütün şiddetiyle algılarlar.
Burada hayat katmanlara göredir ve çok uzundur. Alta doğru inildikçe artar. En alt katmanlarda ebede kadar uzayabilir. Burası zamanın donduğu, durduğu yerdir.
Alttaki bu yedi kat günahkâr ins ve cinlerin mahşere kadar oyalandıkları mekânı; içlerinde bir nebze iman kırıntısı olanların tövbe hânesi, ibadethânesi, çilehânesidir.
Orası günahkârların günâhlarından arınma, temizlenme yurdudur.
Üst katlarda ise zaman ve mekân olgusu yoktur. Yaratılışlarında bahşedilen nuru çoğaltanlar, artıranlar buraya geleceklerdir.
Varlıkları saf nur/enerji hâlindedirler. Her şey ezel ve ebet içindedir. Ölüm yoktur.
Bu katmandakiler; hayvanlar ve bitkiler hariç ruhsal bilinç sahibidirler.
Sevinçleri, üzüntüleri, mutlulukları, acıları bütün güç ve şiddetiyle algılayabilirler.
Buraları onların ebedi mutluluklar yurtlarının kapısıdır.
Alt ve üst katmanlar arasında iletişim, gidiş gelişler ise yaratılıştan gelen enerjinin/nurun azalıp çoğalması iledir.