KİŞİLİK NEDİR?
Ruh bilimcilere göre kişilik, bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünü olarak tanımlanır. Batı dillerinde, kişilik sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan sözcükler (personality, personalité, persönlichkeit), Latincede tiyatro oyuncularının rollerine uygun olarak yüzlerine taktıkları maske anl¤¤¤¤¤ gelen persona sözcüğünden türetilmiştir. Kişiliğin bir yanı, insanın öteki kişilerle ilişkilerinde aldığı tavır, gösterdiği davranış, yani taktığı maskedir. İnsan, çevresiyle sürekli ilişki içindedir ve çoğu kez duygularına, düşüncelerine, tutum ve davranışlarına, olduklarından daha değişik bir biçim vermeye çalışır. Kimi insanda bu durum süreklidir; kimisi ise yerine göre değişik görünmek ister. Böylece insan, sürekli ya da zaman zaman takılan bir maskenin arkasına sığınarak, kendisini istediği ya da istendiği gibi göstermeye çalışır. O halde kişilik kavramı, bireyin başkalarıyla kurduğu ilişkilerdeki tepkiyi ve kendisini gösterme biçimini de içermektedir.
Ruhbilim açısından kişilik sorununa yaklaşanlar, kullandıkları yöntemlere göre, değişik açıklamalar ve yorumlar yapmışlardır. Bunlar, temel gruplar olarak şunlardır:
Kişilik, bütün bedensel özelliklerin, içgüdülerin, dürtülerin, eğilimlerin, kazanılmış deneyimlerin bütünüdür.
Kişilik, bir insanın gelişme evrelerinde gerçekleştirdiği bağlantıların bütünüdür. Bu bütünlük içinde tutum ve davranışa yansıyan özellikler yer alır.
Kişilik, eğilim ve deneyimlerin belirli evreler içinde bütünleşmesi sonucu oluşan bir süreçtir.
Kişilik, bir insanın çevresine uyum sağlamak amacıyla yaptığı davranışlarının bütünüdür.
Kişilik, bireysel farklılığa dayanan duyguların, düşüncelerin, becerilerin, yeteneklerin, alışkanlıkların oluşturduğu işlevsel bir bütündür.
İnsan kişiliği, bilinen ve bilinmeyen yanlarıyla dışa yansıtılan ve yansıtılmayan niteliklerden oluşur. Kişiliğin, iç, öznel, dışa yansımayan yanı yorumlanarak; nesnel, dışa yansıyan yanıysa ölçülerek anlaşılmaya çalışılır. Kişiliğin öznel ve nesnel yanları arasındaki uyum ve tutarlılık, güçlü ve sağlıklı bir kişiliğin temelidir.
HUY, KARAKTER, KİŞİLİK
Mizaç ya da huy; günlük yaşantı içinde kişiye özgü, oldukça sınırlı, belirli duygusal tepkilerin nitelik ve nicelik bakımından değişmesidir. Çabuk kızmak, sıkılmak, öfkelenmek, neşelenmek, hareketli ya da hareketsiz olmak vb. bireylere göre değişen mizaç özellikleri ya da huydur. Kısaca, insanın duygulanım ve coşkularının bütünü olarak tanımlanabilen huy ya da mizaç, kişiliğin sadece bir yanını ya da bir öğesini oluşturmaktadır.
Karakter; kişiye özgü davranışların bütünü olup, insanın bedensel, duygusal ve zihinsel etkinliğine, çevrenin verdiği değerdir. Bireyin karakteri, kişisel özellikler ile içinde yaşanılan çevrenin değer yargılarından oluşur.
Karakter, aile, okul, çevre içinde, çocukluk çağından itibaren gelişmeye, biçimlenmeye başlar. Karakterin gelişmesi ve biçimlenmesine ilişkin değişik ruhbilim ve toplumbilim öğretileri bulunmasına karşın, bunların hepsi karakterin oluşmasıyla üstbenliğin ve vicdanın oluşması arasında sıkı bir bağlantı olduğunu vurgulamışlardır. Çocuklukta başlayan özümleme, benimseme ve özdeşleşme süreçleri sonunda oluşan vicdanın niteliği ve niceliği, aynı zamanda karakterin de nitelik ve niceliğini saptar. Çocukluk dönemindeki yetersizlikler, çatışmalar, karmaşalar, olumsuz çevre koşullarıyla birlikte, karakteropat, sosyopat, psikopat denilen kişilik yapılarının ortaya çıkmasına neden olur. Bu kişiler, bütün yaşamları boyunca, kendi iç dünyaları ve çevreyle sürtüşme ve çatışma içinde olduklarından, daima toplumun değer yargılarına ve ahlak kurallarına ters düşen davranışlar yaparlar.
KİŞİLİĞİN KATMANLARI:
Kişilik, birbirlerini tamamlayıcı biçimde işlev gören farklı katmanlardan oluşmuş bir bütündür. Bu katmanlar aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanabilir:
1. Kişiliğin bedensel nitelikleri. Bunlar arasında kalıtımla geçen ve gebelik ya da doğum sırasında dölüt üzerinde etkili nedenlerin oluşturduğu, beden yapısına ilişkin özellikler, sakatlıklar, özürler yer alır.
2. Bedensel ve ruhsal yapının oluşmasında, gelişmesinde önemli rol oynayan, bedensel yapıya biçim ve renk veren içsalgı bezlerinin işlevi.
3. Kişiliğin oluşup gelişeceği ruhsal yapının temelini oluşturan zeka.
4. Yaşam gereksinimlerini karşılamaya yönelik içgüdü ve dürtülerden oluşan güdüler.
5. Güdülerden kaynaklanan duygulanım ve coşku alanı. Bu katmanın dişiye özgü özelliklerine huy (mizaç) adı verilir. İç ve dış uyarımlara bağlı olarak kişinin mizacında ortaya çıkan kısa süreli değişmeler de, duygu durumu (ruh hali) adını alır.
6. Kişiliğin benliği. Benliğin kendi iç ve dış çevreyle kesintisiz sürüp giden iletişim ve etkileşimi, kişiliğe özgü özellikleri verir.
7. Kişiliğin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından algılanan, değerlendirilen duyguları, düşünceleri, tutumları, davranışları, hareketleri ve eylemleri. Bu katman, daha önceki katmanlarda oluşan öznel kişilik yapısının nesnel, gözlenebilen, ölçülebilen yanıdır.
8. Kişiliğin dışarıya yansıyan özelliklerinin toplum değerleri, kuralları ve ahlak açısından değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan karakter. Bu katman, kişiliğin benimsediği değer yargılarının, başkaları tarafından değerlendirilmesi sonucu oluşur.
9. Kişinin kendini olduğu ya da olmak istediği biçimde kabullenmesi ya da kabul ettirmesi, kişiliğinin gerçekliğini kanıtlaması, kendini varlaması için başvurduğu yöntemler, yollar, bu amaç uğruna harcadığı çaba ve ortaya çıkardığı ürünler.
10. Bu katmanda kişi, kişiliğini oluşturan öteki katmanların bilincinde olarak akıp giden zaman içinde evrendeki yerini ve değerlerini saptar.
Bütün kişilik yapıları, söz konusu edilen bu on katmanı içerir. Ancak, kişinin içinde yaşadığı çevrenin ekonomik, toplumsal, kültürel koşullarına göre benliğin gelişmesi, olgunlaşması, kişinin kendisini kabul etmesi ve ettirmesi, kendisini varlaması için başvurduğu yöntemler, yani kişiliğinin bilincine varması farklı olabilir. İdeal olan, bu katmanların dengeli, düzenli bir bileşme ve bütünleşme içinde olmasıdır. İnsanın insanca nitelikler kazanması ancak böyle gerçekleşebilir.
Kişiliği tanımlamaya çalışan bütün yaklaşımların ortak noktası, kişiliğin dışa yansıyan yanının arkasında birbirleriyle bağlantılı ve birbirini etkileyen yüzlerce, binlerce öğenin bulunduğunu vurgulamasıdır.
SOYAÇEKİM ( KALITIM ) :
Kalıtım ya da soyaçekim, çevre etkisiyle köklü olarak değişmeyen özelliklerin, anne ve babanın kromozomlarıyla bir kuşaktan ötekine geçmesidir.
Kalıtım, insanın tüm yaş¤¤¤¤¤ biçim veren önemli bir etkendir; insanların geleceğini, iyi ya da kötü şansını, doğumundan yıllar, hatta kuşaklar önce belirler. Doğuştan olan ya da sonradan ortaya çıkan gelişme eksikliklerinin, bedensel ve ruhsal bozukluk ve sakatlıkların, hastalıkların, alışkanlıkların, tutku ve tutsaklıkların nedenleri arasında kalıtımın önemli bir yeri vardır.
Ancak, kişilik yapısında ve gelişmesinde kalıtımın mı, yoksa çevrenin mi daha etkili rol oynadığı tartışılmaktadır. Kalıtımın ve çevrenin kişilik yapısına etkisi, hayvan deneyleri ve tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Tek yumurta ikizleri, aynı kromozom ve genleri taşımakta, cinsiyet, beden yapısı ve ruhsal durumları açısından birbirlerine benzemektedirler. Bunlar, gelişip büyüdükçe, kişilik özellikleri açısından da birbirlerine benzerlik gösterirler. Bu nedenle, tek yumurta ikizlerinin, gençlik çağında ve daha sonraki yaşam dönemlerinde, kişilik yapıları farklı olursa, bunun çevre etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Araştırmalar, aynı çevre içinde gelişen kardeşler ya da çift yumurta ikizleri arasındaki kişilik benzerliğine oranla, tek yumurta ikizlerinin çok daha büyük kişilik benzerliği gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bu bulgulara dayanarak kişilik gelişmesinde kalıtımın daha etkili rol oynadığını benimseyen görüşler doğmuştur. Ancak kişilik yapısında ve gelişmesinde, çevrenin daha etkili olduğu görüşünü benimseyenlerse, tek yumurta ikizlerine, doğuştan beri aynı çevrenin aynı biçimde davrandığını ileri sürerek, kişilik benzerliğinin buradan kaynaklandığını savunmuşlardır. Öte yandan bu görüşe karşı olan araştırmalar ve olaylar da vardır. Doğuştan beri çeşitli nedenlerle birbirlerinden ayrı çevrelerde yetişen tek yumurta ikizlerindeki kişilik benzerliğinin, aynı çevrede birlikte büyüyen kardeşler arasındaki benzerlikten çok daha fazla olduğu ortaya konularak, kişilik gelişmesinde kalıtımın çevreye oranla daha etkili olduğu öne sürülmüştür. Bu konuda önemli bir araştırma yapan Shields, doğduktan sonra ayrı çevrelerde yetişen çok sayıda tek yumurta ikizini, çeşitli psikometrik yöntemlerle zeka ve kişilik yapısı açısından inceleyerek bulduğu benzerliklerin, aynı çevrede birarada büyüyen kardeşler ve çift yumurta ikizlerinden çok daha fazla olduğunu görmüştür.
O halde, kalıtımla gelen gizil güçler, kişilik yapısında ve gelişmesinde önemli rol oynar ve kişiliğin temel katmanlarından birisini oluşturur.
Kalıtımla kuşaktan kuşağa aktarılan; kişilik yapısı ve davranışın kendisi olmayıp, bu üst yapıların üzerinde gelişip oluşacağı merkezi sinir sistemidir. Bu sistem, insanın içinde yaşadığı çevreyle durmaksızın sürüp giden etkileşimleri soncunda ortaya çıkan davranışın niteliğini ve yapısını oluşturur. Yani, üstünde kişiliğin oluştuğu, insanın doğuştan getirdiği temel yapı, kalıtımla geçer. Kişilik, bu temel yapı ile çevrenin sürekli etkileşimi sonucu oluşur.
İÇSALGILAR :
Grekçeden gelen içsalgı - hormon sözcüğü; yapmak, yaratmak, harekete geçirmek anlamlarına gelir. Genel olarak, bedenin belirli bir bölümünde ya da organında yapılan, etkisini bütün bedende ya da bir organda gösteren kimyasal maddeleri anlatmak için kullanılır.
Hormonları, içsalgı bezleri ya da endokrin bezler adı verilen yapılar salgılar.
İçsalgı bezleri hücreler, hücre grupları, dokular ve organlar arasında haberleşme ve işbirliği yapacak bağlantıyı kurup yürütürler. Böylece canlının doğal ve toplumsal çevreye uyumunda yardımcı olurlar. Genel olarak, içsalgı bezlerinin yerine getirdiği görev; üreme, büyüme, değişik organlar, sistemler ve dış çevre arasında uyum sağlama biçiminde özetlenebilir.
İçsalgı bezlerinin bedensel ve ruhsal işlevler üzerinde etkili olabileceği görüşü, çok eski çağlara kadar uzanır. Yapılan araştırma ve çalışmalar sonucu, içsalgı bezleri ve bunların oluşturdukları çeşitli kimyasal maddelerin, beden ve ruh üzerindeki etkilerinin önemi ortaya çıkmıştır. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, cinsiyetle ilgili bezlerin çıkarılması sonucu, cinsiyetle birinci ve ikinci derecede ilgili organlarda gerileme ve buna bağlı olarak da kişilik ve davranış değişmeleri olduğunu göstermiştir. Ayrıca hipofiz, tiroid, böbreküstü bezlerinin salgılarının da zeka ve duygulanım gelişmesinde önemli rol oynadığı kabul edilmiştir. Gerçekten de küçük yaşlarda tiroid bezinin az çalışması sonucu zeka gelişmesinin durması ya da yavaşlamasına bağlı hastalık durumları bilinmektedir.
İçsalgı bezlerinin dengeli ve düzenli çalışmasını ve denetimini, hipofiz sağlar. Hipofizin sinir sistemiyle sinirsel ve kimyasal ilişkisi vardır. Yani, içsalgı bezlerinin çalışması, doğrudan ya da dolaylı olarak sinir sistemiyle bağlantılıdır. Böylece, içsalgı bezlerinin çalışmasıyla sinir sistemi arasında bir geri denetimden söz edilir. Bu tür denetimle, bedensel ve ruhsal denge için gerekli olan içsalgı düzenlenmiş olur.
Günümüze dek içsalgı bezlerinin işlevi ve görevindeki aksaklıklara bağlı, yüzlerce hastalık tablosu bildirilmiştir. Bu tabloların temel özelliği, hemen hepsinde, bedensel hastalıklar yanında, kişilik ve davranış bozukluklarının da bulunmasıdır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç ise, cinsiyet, zeka, mizaç, duygulanım gibi kişiliğin oluşmasında rol oynayan katmanların gelişmesinde içsalgı bezlerinin önemli bir yerinin olduğudur.
Yaşam Ritmine göre Kişilik :
İçsalgı bezlerinin istem dışı çalışan sinir sistemiyle birlikte yüklendikleri bir görev de, bedensel ve ruhsal işlevlerin, yaşamın belirli zamanları ve günün belirli saatlerine göre düzenlenmesidir. Yaşam ritmi ya da beden ve ruh saati denilen bu görevle, insanın uykusu, uyanıklığı, çalışması, dinlenmesi, düşünmesi, duyması gibi günlük yaşamın değişmelerine uygun beden ve ruh güçleri düzenlenir.
Her canlıda olduğu gibi, insanların da kendilerine özgü yıllık, aylık, günlük yaşam devreleri vardır. Kimi insanın sabah erken uyanması, kimi insanın gece geç saatlere kadar uyanık kalıp çalışabilmesi, kimi insanın sabah yorgun öğleden sonra güçlü olması, kişilere özgü devrelerin yarattığı günlük değişmelerdir. Benzer değişmeler, mevsimler ve aylar için de söz konusudur. Kimi insan, yazın canlı ve hareketlidir. Kimisi baharda daha neşeli ve verimli çalışır. Bazıları, kışın uyuşuktur; kimisi, yazın isteksiz ve durgun...
İnsanlar, kendi saatlerini iyice tanıyıp günlük yaşamlarını buna göre düzenleyebilirlerse, daha verimli çalışıp daha kolay dinlenebilirler.
ZEKA :
Latincede zeka sözcüğünün karşılığı olan intellectus sözcüğü; algılama, bilme, anlayış, tanıma anlamlarına gelir. Algı, bellek, öğrenme, düşünme, soyutlama, yeni durumlara uyma gibi birçok zihinsel işlevin bileşimidir.
Zekanın tanımlanması değişik zamanlarda, değişik araştırıcılar tarafından, değişik biçimlerde yapılmıştır. Ancak son zamanlarda yapılan, niteliksel anlamın vurgulandığı tanımlamalar, zekayı; kişinin bulunduğu çevreye, o an için gerekli uyumunu sağlayan bir yetenek olarak kabul etmiştir. Kişinin bu yetenekten yararlanması, en basit algıdan en karmaşık düşünceye kadar varan zihinsel işlevlerin kullanılmasına bağlıdır.
Bütün tanımlamaların ortak yanı göz önünde tutularak denilebilir ki zeka; kişinin yeni durum, engel ve sorunlar karşısında deneyimlerinden ve öğrendiklerinden yararlanarak o an için gerekeni yapması, uyumunu sağlayabilmesi, yeni çözümler bulabilmesi yeteneğidir. Uyumlu, düzenli, sağlıklı kişilik yapısı ve davranışlar için gerekli olan temel zihinsel işlevdir.
Zekanın kişilik gelişmesinde önemli rolü vardır. Özellikle çocukluk ve gençlik çağlarında kişiliğin gelişmesi, sağlıklı ilişkiler kurulması ve sürdürülmesi, kişinin zeka düzeyiyle yakından ilgilidir.
Zeka, birçok zihinsel işlevi içerdiğinden, aynı zeka düzeyinde olan kişilerde bu işlevlerin değişik olması sonucu, değişik kişilik yapıları, davranış biçimleri, uyum ve çözümler görülebilir: Kimi insanda el becerileri daha iyi gelişir. Kimisi de, soyut konularda daha başarılı olur.
Zekanın günlük yaşama yansıyan, bu yaşamı etkileyen ilişkilerin, kurulup sürdürülmesinde önemli rol oynayan özellikleri de vardır: Sözlü ve yazılı anlatımı kolayca kavrama, sözcükleri ve bunların oluşturduğu kavramları tanıma ve anlama, basit hesap işlemlerini kolayca ve çabuk yapabilme gibi. Bireyler, bu özelliklerden birisinde, birkaçında ya da hepsinde üstünlük gösterebilirler. Bu özellikler arasında anlamlı bağlantılar vardır. Yani, birinde ya da birkaçında görülen üstünlük genel olarak diğerlerini olumlu biçimde etkiler. Bu özelliklerin gelişmesi, insanın içinde yaşadığı çevrenin toplumsal yapısı ve koşulları ile yakından ilgilidir. (Zekanın gelişmesinde kalıtımla gelen gizilgücün de etkisi vardır. Gizilgüç, zekanın gelişmesinde ya da geri kalmasında önemli rolü olan değişik etkenlerin, rastlantı sonucu oluşturduğu bir bileşimdir.)
Zekanın Gelişim Evreleri :
Kimi araştırmacılara göre, zekanın gelişmesi yavaş yavaş, kimisine göre ise önceleri hızlı, sonraları yavaş olur. Genel olarak, on-on iki yaşına kadar, zeka gelişmesinin hızlı olduğu, sonra yavaşladığı kabul edilmiştir. Bu gelişme, gittikçe yavaşla¤¤¤¤¤ yirmi yaşlarına kadar sürer. Yetişkinlerde uzun süre düşüş göstermeden gider. Orta yaştan sonra yavaş yavaş azalma ve düşüş görülür. Doğumdan, iki-dört yaş sonuna kadar uzayan dönemde, zeka için gerekli olan ilkel kavramlar kazanılır. Bu dönemde, çocuk duygularını kullanmayı, uyarımlara uygun tepkiler vermeyi, öğrendiği davranışları yineliye yineliye pekiştirmeyi başarabilir. Dört yaşından yedi yaşına kadar, sayı, zaman, ağırlık, derinlik, boyut, uzay kavramları gelişir ve yerleşir. Pekişen davranışlar ve yerleşen kavramlar, düşüncenin ilk öğelerini oluşturur. Ancak bu tür düşüncelerde sezgiler ağırlık taşır. Henüz soyutlama yapılamaz. Sevgi, saygı, korku, ölüm gibi kavramlar tam olarak gelişmemiştir. Daha çok somut olan bu düşünce biçimi, on iki yaşına kadar sürer. Bu yaştan sonra soyut düşünce gelişir.
GÜDÜLER :
Kişiliğin oluşmasında, biçimlenmesinde tutum ve davranışı başlatan, açığa çıkaran, sürdüren, yönlendiren, bilinçli ya da bilinçsiz etkenlere, güdü denir. Güdülerin etkisiyle oluşan sürece de, güdülenme adı verilir.
Yeni doğan bebekte, bütün insanlarda ortak olan doğal ve evrensel içgüdüler, bedensel gereksinimlerden kaynaklanan dürtüler vardır. Gelişme süreci içinde, bunlara toplumdan gelen yeni güdüler eklenir.
Güdü kavramı içinde; içgüdü, dürtü, içsel itilme, gereksinim, eğilim, ilgi, istek, istem (irade) , tutku, umut, beklenti, amaç kavramları da yer alır. Bunlar, kişilik gelişmesinde rol oynadığı gibi, bir tutum ve davranışı ortaya çıkaran temel etkenler arasında da bulunabilir. Bunların arasında sıkı bağlantılar vardır. Herhangi birinde ortaya çıkan gelişme ve değişme, tutum ve davranışı değiştirebileceği gibi, bu gelişme ve değişmenin süresi, kişilik yapısını da etkileyebilir.
Güdüler, doğal ve toplumsal olarak iki büyük grup içinde toplanabilir. Ancak, bunları birbirinden kesin olarak ayırmak çok güç, hatta olanaksızdır. Yine de bu ayırımın yapılabilmesini kolaylaştıran bazı ölçütler bulunur.
Doğal güdüler tüm canlılarda vardır. Canlının temel gereksinimlerini sağlar, yaşamını sürdürebilmesi için gereklidir. İnsanda doğuştan varolan doğal güdüler, bebeklik ve ilk çocukluk yaşlarında kişilik gelişmesini ve davranışı önemli ölçüde etkiler.
Toplumsal güdülerin tanınması ve tanımlanması ise güçtür. Değişik renk ve biçimde karşımıza çıkarlar. Yaş ilerleyip insan geliştikçe, toplumsal güdüler de daha güçlenir, kişilik yapısı ve davranışlar üzerinde daha etkili olurlar. Kişiliğin gelişmesine, kişinin toplum içindeki durumunun sürdürülmesine, korunmasına, düzelmesine, iyileşmesine, pekişmesine yardım ederler.
Genel olarak, doğal olan güdülerin doğuştan varolduğu, toplumsal olan güdülerin ise sonradan kazanıldığı, öğrenildiği kabul edilmiştir.
Toplumsal güdülerin bir bölümü doğal güdülerden kaynaklanır. Örneğin; insanda doğal olarak bulunan beslenme içgüdüsü, toplumsallaşma süreci içinde biçim ve nitelik değiştirerek çalışmak, kazanmak, geleceğe yönelik tasarımlar ve yatırımlar yapmak, diğer insanlarla yeni yeni ilişkiler kurmak biçiminde değişerek toplumsal hale gelir.
Toplumsal güdüler, ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişirler. Değişik toplumlarda bugüne dek yapılan araştırmalar sonucu, her toplumun yapı ve kültür özelliklerine göre, birbirinden farklı yüzlerce toplumsal güdü olduğu ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en sık görülenler, ortak olanlar, bütün toplumlar için geçerli temel güdü olarak kabul edilmiştir. Bunlar; saygınlık, özgürlük özerklik ve saldırganlıktır.
DUYGULANIM VE COŞKU :
Duygulanım, iç ve dış uyarımların, zihinsel işlevlerden ayrı olarak kişide yarattığı değişme, etki ve tepkilerin bütünüdür. Bir başka deyişle, uyarımların hoşa gitmesi ya da gitmemesi sonucu, insanda haz ya da elem doğrultusunda uyanan izlenimlerdir.
Günlük yaşamda sevgi, sevinç, neşe, umut, hayret, kaygı, sıkıntı, tedirginlik, üzüntü, korku, nefret, kin, öfke, kızgınlık, isteksizlik, bezginlik, durgunluk gibi sözcüklerle dile getirilen durumlar, zihinsel işlevlerin dışında, duygulanım alanı oluşturur.
Duygulanım şiddetinin artması durumunda duygular coşkuya dönüşür. Coşkular kısa süreli olur ve tipine göre, insanda gevşeklik ya da gerginlik yaratır.
Duygulanım ve coşku, güdülerden kaynaklanır, güdülere doyum sağlanması ya da sağlanmaması, nitelik ve nicelik bakımından farklı duygusal ve coşkusal durumların doğmasına neden olur. Kişiliğin oluşmasında, tutum ve davranışın ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Duygular ve coşkuların günlük yaşama etkileri çok önemli ve derindir. Davranışların en önemli nedeni ve kökenidir. Genel olarak, hafif şiddette duyulan duygu ve coşkular, uyarıcı etki yapar, bedensel işlevleri arttırır, bireyi daha verimli iş yapabilecek duruma getirir. Şiddetli olduğunda ise, iş yapmayı, çalışmayı aksatır, organizmayı bedensel ve ruhsal açıdan bütünüyle sarsar, yapıcı işlere ve çabaya olanak vermez. Böylece, şiddetli kaygı, öfke, korku, kıskançlık gibi coşkular, fizyolojik ve psikolojik karışıklıklara yol açar. O halde, duyguların ve coşkuların şiddetine bağlı olarak, kişiden kişiye değişen bir sınırdan sonra davranışlar bozulur.
Coşkuyu doğuran kaynakla ilgili davranış; uyarandan uzaklaşma, yaklaşma, hareketsiz kalma ya da uyarana karşı olma olarak ortaya çıkar. Bu yönler, coşkunun çeşidine göre belirlenir.
İnsanların duygusal tepkileri birbirinden farklıdır. Her insanın kendine özgü duygulanım ve coşku özellikleri vardır. Bu durum, kişilik yapısına, kişinin gününe ve saatine göre değişebilir. Bu değişmeler doğaldır ve yaşam için gereklidir.
BENLİK :
Ben ya da Benlik , kişiliğin temel özelliklerini verir. Benlik ve kişilik arasında, gelişme ve yapı bakımından, kesin bir sınır çizmek çok zordur. Benlik ile kişilik iç içe olmakla birlikte, benlik kişilikten farklı özellikler taşır. İnsan, kişiliğinin karakter ve mizaç gibi kimi özelliklerinin bir bölümünden ya da bütününden haberdar olmayabilir. Bunlara ilişkin bilgisi ya yoktur, ya da az ve hatalıdır. Kişiliğinin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından değerlendirilen yanlarını bilmez, tanımaz. Benlik, insanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının toplamı, insanın kendisini tanıma ve değerlendirme biçimidir. Yani benlik, kişiliğin öznel yanıdır, insanın iç varlığını oluşturur.
Benlik, kişilik gibi anlaşılması güç ve karmaşık bir kavramdır. Bu kavramın anlaşılması ve yapısını oluşturan öğelerin çözümlenmesi için, insanın kendi kendisine sorduğu sorulara içtenlikle cevap araması gerekir. Böylece insan, kim olduğu, amacının ne olduğu, ne yapabileceği, nelere değer verip inanıp bağlanacağı sorularına yanıt ara¤¤¤¤¤ benliğini tanır. Aslında, benliğin gelişmesi, oluşması ve yapısı, bütün yaşam boyu bu sorulara bilerek ya da bilmeden, bilinçli ya da bilinçsiz olarak cevap aramakla geçer. İnsanın duygusu, düşüncesi, davranışı, tutumu, eylemi bu soruların yanıtını bulmaya yönelmiştir. O halde benlik, insanın özellikleri, amaç ve beklentiler, yetenek ve olanakları, değer yargıları ve inançlarından oluşan, durağan olmayan, her an değişen bir yapıdır.
Gerçek ve İdeal Benlik Bireyin kendi fizyolojik, psişik ve sosyo-psişik özellikleri ile tüm yetenekleri hakkındaki kanıları, genel olarak gerçek benlik olarak adlandırılır. Bunun yanında, bireyin toplumdan kendine göre edindiği bir değer sistemi vardır. Güncel yaşamında neyi yapacağına, neyi yapamayacağına karar verirken, birey bu öznelleşmiş değer sistemine başvurur. İşte kişinin bu değerleri algılama biçimi ile, yaş¤¤¤¤¤ yön veren hedef ve idealleri üzerindeki kanıları da ideal benliktir.
Benlik gelişmesi doğuştan başlar. Doğumdan sonra, önce bedensel, sonra da ruhsal ve toplumsal gelişme, benliğin oluşmasını etkiler. Başlangıçta kendi varlığının bilincinde olmayan çocuk, ben ile ben olmayanı , yani kendisiyle ilgili ve bağlantılı olanla olmayanı ayıramaz. Çocuğun kendi benliğinde olanla olmayanı ayırabilmesi, üç yaşından sonra başlar. Benliğin gelişmesinde içe yansıtma, birleştirme ve özdeşleşme düzenleri önemli rol oynar. Bu gelişmede, insanın çocukluktan başla¤¤¤¤¤, tüm yaşam boyu, çevresinde bulunan kişilerle kurduğu ilişkiler, iletişim ve etkileşim, bir yandan bireyin toplumsallaşmasını, öte yandan kendi benliğini tanımasını sağlar. İnsanın başkaları tarafından değerlendirilişi, bu değerlendirmenin kişilik tarafından algılanışı ve benimsenmesi, benlik kavramının değer sistemini saptar. Bütün bunlar, insanın çevresindeki olaylara, nesnelere, kişilere karşı oluşturduğu tutumu, davranışı, eylemi biçimlendirir ve renklendirir.
Benlik, çeşitli deneyimler sonunda öğrenilen ve sürekli olarak gelişen, kişiyi kendi içinden gözetleyen, yargılayan,değerlendiren ve davranışlar üzerinde düzenleyici ve yönetici bir etkisi olan potansiyel bir olgu, bir süreçtir. Ruhbilimciler, kişinin benliği ve özellikle ideal benliği ile gerçek yaşamı ve deneyimleri arasında bir uyum ve tutarlılık bulunmasının önemini vurgulamışlardır. Kişi kendi benliği ile ilgili kanılarına ne kadar uygun davranışlarda bulunursa, kendini o ölçüde rahat ve bağımsız hisseder. Aksine, ideal benliği ile çelişen deneyimler yaşadığı oranda, huzursuz ve kaygılı olur. Kendi değer yargılarına, hedef ve ideallerine uyumlu bir biçimde davranmak, insanın kendine olan saygınlığını, güven ve mutluluğunu arttırır.
Benliğin Görevleri :
İçgüdülerden ve dürtülerden kaynaklanan güdüleri engellemek, denetlemek ve düzenlemek
Çevredeki nesne ve kişilerle bağlantı kurmak
Gerçeği tanımak, denemek, anlamak
Gerçeğe uyum sağlamak
Çevreden gelen uyarımları sınırlamak, sıralamak, zamanlamak
Algılamak, saklamak, hatırlamak, düşünmek, karşılaştırmak, çıkarımlar yapmak, yargıya varmak
Kavramları birleştirmek ve bütünleştirmek
Kişinin karşılaştığı engelleri aşabilecek güçleri toplamak
Geleceğe ilişkin beklenti ve amaçlar saptamak
Kişiliği kaygıdan kurtaran savunma düzenlerini kullanmak
KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ:
Bir insanın duygu, düşünce, yetenek, ilgi, tutum, davranış ve eylemleri, kişiliğini oluşturan başlıca öğeler arasındadır. Bu öğeler, insanın görünüşü, hareketleri, mimikleri, jestleri ve çevreye uyumuyla dışarı yansır.
Kişiliğin bütünlüğü içinde her insanın öteki insanlardan farklı olmasını sağlayan, kendine özgü özellikleri vardır. Bu özellikler kişiliğin belli öğeleriyle bağlantılıdır ve bunların dışarıya yansımasıdır. Örneğin; iyi ya da kötü hatırlama, çabuk duygulanma, öfkelenme, alınganlık, kolay ve çabuk düşünüp karar verme, iyi konuşma... Bunların yanı sıra insanın giyinişi, yürüyüşü, el ve kol hareketleri, ses tonu, beğenisi de kişiliğinin birer parçasıdır.
Günlük yaşamda herkes, bir bireyin davranışlarını, o bireyi başkalarından ayırt eden nitelikler kullanarak anlatmaya ve öngörmeye çalışır. G.W. Allport, İngilizcede kişilik özelliklerini ifade eden 17953 adet deyim bulmuştur. Bu da toplam kelime dağarcığının %4,5i gibi yüksek bir oranı bulmaktadır. Bu sıfatlardan birinci grubu oluşturanlar (toplam deyimlerin %25i), en dar anlamıyla kişilik çizgilerini veren kelimelerden oluşur: kaba, dalgın, nazik gibi. İkinci gruptaki deyimler (%25), geçici psikolojik durumları belirler: şaşkın, neşeli, kendinden geçmiş gibi. Üçüncü gruptaki deyimler (%29), kişi üzerinde bir değer yargısı içerir: anlamsız, saçma, sevimli gibi. Son grup ise (%21), heterojen bir nitelik taşır. Bu grupta, davranış açıklayıcı (şımarık çocuk), fiziksel çizgileri psikolojik çizgilerle ilişkilendiren (tombul yanaklı, tıknaz, babacan, kısık sesli) ve de yetenek ve becerileri belirleyen (yetenekli, çalışkan, verimli) deyimlerle karşılaşılmaktadır.
Kişiliği tanıyıp anlama ve değerlendirme girişimleri çok eski zamanlarda başlamıştır. Kişilik özelliklerinin ve bunlarla ilişkili olarak birbirinden farklı tiplerin gruplanması ve tanımlanmasına ilişkin çalışma ve araştırmalar başlıca iki temel üzerinde sürdürülmüştür. Bunlardan birinde kişilikle beden yapısı arasında bağlantı aranmış, diğerinde ise kişilik, beden yapısından ayrı olarak ruhsal ve toplumsal özellikleriyle tiplere ayrılmıştır. Zamanla ikinci görüşü benimseyenlerden bir bölümü, kişilik yapılarını ruhsal çözümleme ve derinlik ruhbilimi açısından da tiplere ayırmaya çalışmışlardır.
BEDEN KİMYASI VE MİZACA GÖRE KİŞİLİK :
Kişiliğin önemli bir yanını oluşturan mizaç üzerinde duran ve mizacın beden yapısından ve kimyasından etkilenişine göre kişiliği tiplere ayıran, Hippocrates (M.Ö. 460-377) olmuştur. Hippocrates, insanın mizacını, bedende en çok bulunan ve kişiliği etkileyen sıvılara göre dört grup içinde toplamıştır:
1 Hafif kanlı mizaç (Sanguine) Bu tipte olanların bedeninde kan etkin rol oynar. Kanlı canlı, neşeli insanlardır. Bol ve tatlı konuşurlar. Kolay ilişki kurarlar. Eğlence, müzik ve şaraptan hoşlanırlar.
2 Ağır kanlı mizaç (Phlegmatic) Bedenlerinde lenf sıvısı etkin rol oynar. Ağır kanlı insanlardır. Yavaş hareket ederler. Geç ve güç duygulanırlar. Dinlenmeye ve uykuya düşkündürler.
3 Karasevdalı Mizaç (Melancolic) Bedenlerinde kara safranın etkin olduğu mizaçtır. Duygusal insanlardır. Derin ve uzak görüşlüdürler. Yürekli ve atılgan olurlar.
4 Sinirli mizaç (Choleric) Bedenlerinde sarı safra etkindir. Çabuk kızan, saldırgan, ateşli, sert insanlardır.
Modern hekimliğin babası olarak tanınan ünlü anatomici ve hekim Galen (131-201) de insanın mizacının, bedende en çok bulunan sıvılarla yakından ilgili olduğunu kabul etmiş, etkisini yüzyıllar boyu sürdüren Humorisme görüşünü ve Hippocratesin mizaç anlayışını benimsemiştir.
Daha sonra Kant (1724-1804), bu dört mizaca ilişkin özellikleri beden yapısından ayrı olarak şöyle tanımlamıştır:
Hafif kanlı mizaç : Bunlar tasasız insanlardır. Neşelidirler. Umut doludurlar. Yaşadıkları zamanı değerlendirmeye çalışırlar. O anda ellerindeki uğraşıyı, zihinlerindeki düşünceyi önemser, ama az sonra unuturlar. Sözlerinde durmazlar. Çok kişi ve konuyla ilgilenir, ancak bunların çoğunu sürdüremezler. Topluluktan, kalabalıktan, insanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar. Giyime, süse, gösterişe düşkündürler. Yaşamlarından hoşnutturlar. Olayları, kişileri fazla ciddiye almazlar. Sürekli değişiklik ararlar.
Ağır kanlı mizaç : Ağır kanlı insanlardır. Yavaş yavaş harekete geçerler. Davranışlarda duygudan çok düşünce ağır basar. Kurallara ve ilkelere sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Karasevdalı mizaç : Kendileriyle ilgili konulara büyük önem verirler. Aşırı duyarlı, kaygılı ve endişelidirler. İlgilendikleri her konuda tedirgin olacak, üzülüp sıkılacak bir yan bulurlar. İnsanlarla ilişki kurmaktan çekinirler. Yapacakları her davranışı uzun uzun düşünür, ölçüp biçerler. Çoğu zaman da eyleme geçmeden, vazgeçerler. Değerlere ve kurallara bağlıdırlar.
Sinirli mizaç : Kolay, çabuk kızar, öfkelenir, bağırıp çağırır ve yatışırlar. Kolay karar verip hemen eyleme geçerler. Hızlı hareket ederler. Başladıkları işin sonunu getiremezler. Bu nedenle çalışmayı sevmezler. Buyruk vermeyi, işlerini başkalarına yaptırmayı severler. Gösterişten hoşlanırlar. Tanınmak, övülmek isterler. Kendilerini beğenir, yerli yersiz övünür, yaptıklarını abartırlar. Hep kendilerinden söz eder, başkalarının da ondan söz etmesini isterler.
Hippocratesin ve daha sonra da Kantın mizaca göre yaptıkları bu ayırımların, bugün için bilimsel bir değeri yoktur. Ancak yine de bu ayırımlar, beden kimyasının kişiliği etkileyebileceği görüşünün başlangıcı sayılabileceğinden önemlidirler. Son yıllarda hormonların kişiliğin oluşması ve yapısı üzerindeki etkilerinin incelendiği araştırmalarda, hipofiz, tiroid, böbreküstü gibi içsalgı bezlerinin önemi ortaya konmuştur. Bunlara, beyinde ve çevresel sinir sisteminde bulunan adrenalin, noradrenalin, dopamin, serotonin gibi kimyasal ileticilerin de etkisi eklenebilir. Bugüne kadar, gerek içsalgı bezlerinin, gerekse kimyasal ileticilerin, kişilik gelişmesini ve yapısını nasıl etkilediğini, davranışın oluşmasında ne denli rol oynadığını doğrudan doğruya ortaya koyacak bilimsel yöntemler tam olarak geliştirilememişse de, içsalgı bezlerinin ve kimyasal ileticilerin, kişilik gelişmesinde ve yapısında dolaylı da olsa, etkili olduğu şüphe götürmeyen bir konudur.
BEDEN YAPISINA GÖRE KİŞİLİK :
Beden yapısının mizaç, karakter ve kişilikle ilişkisi üzerinde Hippocratesle başlayan görüşler, yeni çağlarda bilimsel nitelik kazanmaya başlamıştır. Kısalık, uzunluk, zayıflık, şişmanlık, güzellik, çirkinlik gibi nitelikler, saç, göz, ten rengi gibi özellikler, yürüyüş, oturuş, mimik, jest gibi hareketler, insanın beden yapısına bağlıdır. Bunların hepsi, başkalarının insana karşı gösterdiği tepkiyi, ilgi ve ilişkiyi etkiler. Örneğin; şişman bir insana karşı çevrenin gösterdiği tepkinin algılanışı ve benlikte yerleşmesi, kişilikte olumsuz izler bırakabilir. Saçının rengi, gözünün güzelliğiyle ilgi çeken bir insanın kişiliğine, aşırı ve gereksiz güven duygusu ve bencillik yerleşebilir. Yani, beden yapısına ilişkin özellikler, kişilik gelişmesine ve yapısına belirgin nitelikler katar. Bunlar, diğer insanların tepkilerini etkiler. İnsanın bu tepkilere karşı geliştirdiği cevaplar, yani karşı tepkiler farklı olur. Bu karşı tepkilerin uzun süre benzer biçimde olması, değişik kişilik yapılarının oluşmasına neden olur.
Kafa, Göğüs, Karın ve Kas Yapısına Göre Ayırım :
Bedende diğerlerine oranla daha çok gelişmiş ve belirgin duruma gelmiş sistemlere göre (kafa, göğüs, karın ve kas), Cerebral, Respiratoire, Musculaire ve Digestive olmak üzere dört tip insandan söz edilir.
İnce, Uzun, Zayıf ya da Kısa, Geniş, Şişman Olmaya Göre Ayırım :
1923 yılında, Amerikalı araştırmacı Davenport, insanları beden yapılarına göre, Slender, Medium ve Fleshy olarak ayırmış ve ince, uzun, orta, şişman, etli olan insanların, birbirlerinden farklı kişilik yapısı olduğuna dikkati çekmiştir.
1927 yılında, Sovyet araştırmacı Galant, beden yapılarına göre insanları, Stenosom, Mesosom ve Megalosom olarak üçe ayırarak, Davenportun görüşüne yakın bir yaklaşım getirmiştir.
1927 yılında, Kretschmer, kafatası yapısının, yüzün, bedenin, kol ve bacakların ölçümünü yaparak insanları, piknik, astenik / leptozom ve atletik olarak üç temel tipe ayırmıştır. Ayrıca, beden yapısı bakımından bunların karışımından oluşan karma tiplerden ve bu üç tipe de uygun düşmeyen biçimsiz, tipsiz anl¤¤¤¤¤ gelen displastik tiplerden de bahsetmiştir.
İçe ya da Dışa Dönük Olmaya Göre Ayırım :
Yine Kretschmer tarafından yapılan bu ayırıma göre, insanlar genel olarak, siklotimik ve şizotimik olmak üzere iki tiptir:
Siklotimikler; çoğunlukla piknik beden yapısında bulunurlar. Dışa dönük, canlı, neşeli, sevecen, insancıl kişilerdir. Kolay ve çabuk duygulanır, sever, kızar, öfkelenirler. Uygulamalı ve toplumsal alanlarda başarı gösterirler.
Şizotimikler; içe dönük, soğukkanlı, duygularını dışarıya yansıtmayan insanlardır. Çekingen ve alıngandırlar. Yalnızlıktan hoşlanırlar. Soyut konularla uğraşırlar. İradeleri güçlüdür. Başladıkları işin sonunu getirirler. Sürekli olarak iyi ve doğru yapmak çabası yüzünden, kimi kez hiçbir şey yapamadıkları da olur.
Kretschmerin görüşlerinden esinlenen Corman, insanın beden ve ruh yapısının en iyi biçimde, yüze yansıdığını kabul ederek, birbirinden farklı beş kişilik yapısı olduğunu ileri sürmüştür. Bu tiplerin bir ucunda açık tip (dışa dönük, kolay ve çabuk uyum sağlayan özellikler taşır) yer almakta, öteki uçta ise kapalı tip (içe dönük, geç, güç ve zor uyum sağlayan özellikler taşır) yer almaktadır. Arada bulunan tipler, açık ve kapalı kişilik yapılarının değişik oranda karışımı sonucu oluşmaktadır.
1940-1942 yıllarında Amerikalı Sheldon, kafatasını, iskeleti, gövdeyi, kol ve bacakları daha ince ve duyarlı yöntemlerle ölçmüş, Kretschmerin kurduğu sistemi geliştirmiştir. Sheldon beden yapılarını, döl yatağı içinde gelişen oğulcukta ilk gelişen katmanlara göre; endomorf, mezomorf ve ektomorf olarak üç temel tipe ayırmış ve bu beden yapılarının üzerinde, bunlara uygun üç ayrı kişilik yapısının bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu kişilik yapılarının her birinde birbirinden farklı yirmi kişilik niteliği yer almakta ve bunlar birden yirmiye kadar sıra numarasıyla liste olarak verilmektedir. Bu kişilik yapıları şunlardır:
Viserotonikler ; yemek içmekten hoşlanan, kolay ve çabuk duygulanan, güvensiz, açık yürekli, sevecen, insancıl, kolayca toplumsal uyum sağlayan kişilik yapısı gösterirler. (endomorf beden yapısına sahiptirler)
Somatotonikler ; spordan, serüvenden hoşlanan, güçlü görünen, acıya ve sıkıntıya dayanıklı kişilik yapısı gösterirler. (mezomorf beden yapısına sahiptirler.)
Serebrotonikler ; içe dönük, insandan kaçan, diğer insanlarla kolay ilişki kuramayan, soyut düşünen kişilik yapısı gösterirler. (ektomorf beden yapısına sahiptirler.)
Bu tipler ve bunlarda bulunan kişilik yapıları, bu kadar kesin sınırlar ve özelliklerle birbirlerinden ayrılmazlar. Sheldon, bu tiplerden birinin bütün özelliklerini taşıyan insanlara ender rastlandığına dikkati çekmiş, her insanın kişiliğinde üç tipte ayrı ayrı bulunan kişilik özelliklerinin, değişik oranlarda bulunduğunu belirtmiştir. İnsanların çoğunluğunun kişiliği, bu üç tipte bulunan niteliklerin karışımından oluşmuştur.
.................................................. .................................................. ..................................
Son yıllarda yapılan geniş istatistik çalışmalarından toplanan veriler, beden yapısıyla kişilik özellikleri arasında istatistik açısından düşük bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Ancak, bu görüşler, kişilik yapılarını ve özelliklerini tanıyıp anlamada sağlam bir dayanak olmuş, kişiliği etkileyen daha önemli bedensel, fizyolojik, hormonal, kimyasal etkenlerin bulunabileceği olasılığını düşündürmüş, daha duyarlı yöntemlerin geliştirilmesini sağlamıştır.
RUHSAL VE TOPLUMSAL YAPIYA GÖRE KİŞİLİK :
Spranger :
Alman ruhbilimci Spranger, kişilik yapılarını toplumsal yer, rol, durum ve amaca göre altı temel tipe ayırmıştır:
1. Teorik tip : Soyut düşünen, düşüncelerini gerçekleştirmek için sürekli arayış içinde olan insanlardır.
2. Estetik tip : Sürekli olarak yenilik ve değişiklik peşinde koşan insanlardır.
3. Ekonomik tip : Maddi çıkarlarını üstün tutarlar.
4. Sosyal tip : Başkalarına yardımcı olmaktan hoşlanırlar.
5. Politik tip : Mevki elde etmek, güçlü, kudretli olmak için çabalarlar.
6. Dindar tip : Günlük yaşamdan çok öbür dünya ile ilgilenen, ikisi arasında sürekli bağlantı kurmaya çalışan insanlardır.
Heymans ve Wiersman :
Kişiliğe ilişkin özellikleri, duygulanım, etkinlik ve verilen kararların süresine göre iki uçlu, üç boyutta toplamışlardır (duygulanım, etkinlik, karar). Duygulanım boyutunun bir ucunda, aşırı duygulanım ve coşku (E), öbür ucunda bu durumun bulunmaması (nE), yani duygusuzluk, ilgisizlik yer alır. Etkinlik boyutu, aşırı etkinlik (A) ve etkinliğin olmaması (nA), kararlara ilişkin üçüncü boyut da, bunların sürdürülmesi (P) ve sürdürülmemesi (S) ne göre, iki uçla sonlanır. Üç boyut üzerinde yer alan bu özelliklerin birleşmesi sonucu sekiz tip tanımlanmıştır:
1. E A P : Sinirli
2. E A S : Kuşkulu, endişeli, takıntılı
3. E nAP : Dışa dönük, neşeli
4. E nAS : Öfkeli
5. nE AP : İçe dönük, durgun
6. nE AS : Tutarsız
7. nE nAP : İlgisiz
8. nE nAS : İlgisiz, tutarsız
Jung :
Hippocrates döneminden beri süregelen, içe ve dışa dönük kişilik yapısı görüşlerinden esinlenen Jung, bunlara yeni nitelikler ve özellikler katmış, insanın kişiler ve nesnelerle olan ilişkilerini değerlendirerek, bunlara yönelme ya da bunları iç dünyasına alıp benimseme biçimine bakarak kişiliği, içe ve dışa dönük olarak başlıca iki tipe ayırmıştır:
1. İçe dönük tip ; nesnelerle zor ve olumsuz bağlantı kurar. Nesneden çok özneye bağlıdır. Nesne geri planda kalır, kişilik yapısı ve davranışın oluşmasına dolaylı olarak etki yapar. Bu tiplerin içinde bulundukları ortama uyumları güçtür. Toplumsal kurallar ve değerlerin benimsenmesi zorlukla olabilir.
2. Dışa dönük tip ; nesnelerle kolay ve uyumlu bağlantı kurar. Nesnelere değer vererek düşünür. Eylemleri nesnelere göre düzenler. İlgisi özneden çok nesneye bağlıdır. Kendisinin dışındaki dünyaya daha çok ilgi duyar. İçinde yaşadığı ortamın ortak kurallarına ve değerlerine kolay ve çabuk uyum gösterir.
Junga göre, içe ya da dışa dönük kişilik, kişilik gücünün yöneliş biçimidir. Bu güç doğuştan vardır, amacı üstün olan ruhsal işlevi belirlemek ve geliştirmektir. Genel olarak her kişilik yapısında, denge durumunda olan, içe ve dışa dönük özellikler vardır. Bilinç, dışa dönük olduğu zaman, bilinçdışı içe dönüktür, ya da bunun tersi söz konusudur. Değişik tiplerin özellikleri, kişiler arası ilişkilerde, evlilik sorunlarında, ana baba çocuk çatışmalarında, insanlar arası sürtüşmelerde, hatta toplumsal ve siyasi olayların ortaya çıkmasında önemli rol oynar.
Gerçek yaşamda, işlevlerin iki boyut üzerinde dağılmış karışımları bulunur. Duyum, duygu, sezgi ve düşüncenin oluşturduğu eksen üzerinde karma durumlar ortaya çıkar.
Junga göre içe ve dışa dönük tipler, kişiliğin duyum, duygu, sezgi ve düşünme gibi temel işlevlerine göre biçim alırlar. Bireyin içinde bulunduğu ortama, kültür ve zihinsel gelişme düzeyine göre bu işlevlerden biri ön plana geçer, kişilik üzerinde daha etkili rol oynar. Böylece ağırlık kazanan işlev, diğerlerini örter, geri planda gölgede bırakır. Ağırlık kazanan işlev, kişiliğin bilinçli yanını oluşturur. Genel olarak, gölgede kalan işlevlerden biri, üst işleve yardımcı olur. Geri kalan iki işlevden üçüncüsü, arada sıkışmış, dördüncüsü ise gelişmemiş olup, denetim dışı kalmıştır. Buna alt işlev adı verilir. Kişiliğin gelişip olgunlaşması, bu dört işlevin bilinç düzeyine çıkmasına, bilinçli olmasına bağlıdır. Kuramsal olarak tasarlanan bu durum, sadece ulaşılması gereken bir amaçtır. Günlük yaşamda böyle bir kişilik yapısına rastlama olasılığı ya hiç yoktur ya da çok enderdir.
Kişilikte bulunan dört işlevden birinin gelişmesi, ergenlik çağı sonunda tamamlanır. Ancak, bu çağda olup kişilik gelişmesini tamamlamamış insanlar da vardır. Çocuksu kalmış olan bu insanlar, belirli durumlarda dört işlevden hangisine başvuracaklarını kestiremezler. Tutarsız davranırlar, kişilikleri dengesiz ve düzensizdir. Her an değişme gösterirler. Gelişmiş olan bir kişilik yapısında, söz konusu dört işlevden en az üçünün bilinç yüzeyine çıkması gereklidir. İçe ve dışa dönüklükte, uçlara yakın bulunan kişilerde, nevrotik yakınmalar ve belirtiler ortaya çıkar.
Kişilik gelişmesinde amaç, ruhsal bütünlüğün sağlanmasıdır. Dört temel işlev, genel davranış eğilimleriyle birlikte değerlendirildiğinde birbirinden farklı sekiz değişik kişilik yapısı, yani tip ortaya çıkar:
Dışa dönük düşünen tip İçe dönük sezgisel tip
İçe dönük düşünen tip Dışa dönük sezgisel tip
Dışa dönük duygusal tip Dışa dönük duyumsal tip
İçe dönük duygusal tip İçe dönük duyumsal tip
Freud :
Çözümleyici (psychoanalitic) öğretiler, cinsel gelişmenin çeşitli dönemlerindeki saplantılar ya da bu dönemlere doğru gerilemelere göre; kişiliği Ağız, Dışkıl, Üretken ve Özsever olmak üzere tiplere ayırmıştır. Ancak, cinsel gelişmenin çeşitli dönemlerini birbirinden kesin sınırlarla ayırma olanağı bulunmadığından, Freud, günlük uygulamada üç farklı kişilik tipinin bulunduğunu ileri sürmüştür:
1. Sevgeç tip (Erotic) : Sevmenin ve sevilmenin egemen olduğu, ağır bastığı duygusal insanlardır.
2. Sado-masohist tip (Sado-masochism) : Üstben ile ben* arasında, sürekli çatışma ve sürtüşme gösteren insanlardır. Bir yanda katı kalıpların baskısı, bir yanda bunlara uyamamanın verdiği kaygı ve sıkıntı nedeniyle devamlı tedirginlik gösterirler. Takıntılı düşünce ve korkuları olabilir.
3. Özsever tip (Narcissistic) : kendi bedenine ve kişiliğine aşırı düşkün olan, kendisini seven ve beğenen insanlardır.
Bu üç tipin karşılıklı olarak biraraya gelmesi sonucu, iki tipin de özelliklerinin bir bölümünü taşıyan değişik kişilik yapıları ortaya çıkabilir: Sevgeç-Özsever, Sado-masohist-Özsever gibi.
* Freuda göre; id, üstben ve ben, insan davranışlarını yöneten, çoğu kez bilincin dışında kalan, kişiliğin üç temel öğesidir.
İd, kişiliğin çekirdeğini oluşturur, en eski ve en ilkel yönlerini, en doğal duygu ve dürtülerini içerir; insanın gerçek doğasıdır. İçgüdü, içtepki, istek, tutku gibi dinamik güçlerin barınağıdır. Biyo-psikolojik ve özellikle cinsel gereksinimler, doyuma ulaşmak için çaba gösteriler. İdin önemli bir bölümü baskı altında bulunduğu için, bilince kapalıdır.
Üstben ise, idin karşıtı olarak, kişilik yapısında çevreyi, yani bireyin toplum ve kültürden edindiği düşünce, norm ve değerleri temsil eder. Üstben, zamanla oluşur. Ancak, bir kere gelişip ortaya çıktıktan sonra, bireyin davranışlarını, düşünce, eğilim ve duygularını denetim altına alan, hatta sansür eden güçlü bir etken haline dönüşür.
Ben, bir bakıma idin savunucusu ve koruyucusu gibidir. Benin görevi, idin yinelenen doğal talepleri ile üstbenin sınırlayıcılığı arasında, birey hesabına sağlıklı ve sürekli bir psikolojik denge ve uyum sağlamaktır. Yani, bireyin iç evreni ile dış evren arasındaki ilişkileri düzenleyen bir arabulucu olarak ortaya çıkmaktadır.
ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMA GÖRE KİŞİLİK :
Daha önceki tüm görüşlerin ışığı altında, Eysenck, kişilik yapısına yeni, çağdaş ve günümüzde de geçerliliğini koruyan bir yaklaşımla bakmış, kişiliğin yorumlanmasına yeni boyutlar kazandırmış, nitelik ve tip kavramlarını getirmiştir. Eysenckgöre nitelik, kişinin belli biçimde davranışta bulunma eğilimlerinin bütününden tip de niteliklerin toplanması ve örgütlenmesinden oluşur. Kişilik ise bunların birleşimi, bütünüdür.
Bu kurama göre, kişilik yapısı, birbirinden bağımsız iki uçlu yatay ve dikey iki boyut üzerinde değerlendirilmiştir. Yatay boyutun bir ucunda içe dönüklük, öteki ucunda dışa dönüklük; dikey boyutun üst ucunda nevrotik, alt ucunda normal tipler bulunmaktadır. Bütün insanların kişilik yapıları, bu iki boyut arasında bir yerde bulunur. Bu yer, gözlem, dereceli ölçek ve testlerle saptanır.
Dikey ve yatay boyutlarda yer alan ve kişiliği oluşturan öğeler, birbirinden ayrı olan, ancak aralarında bağlantı bulunan dört düzeye yerleştirilmiştir:
1. En alt düzeyde, kişinin tek tek olaylarda ortaya çıkan rasgele tepkileri yer alır. Bunlar, kişinin alışılagelen davranışları olabildiği gibi, bir olay, durum, kişi ya da nesne karşısında o anda oluşmuş, aynı biçimde yenilenme olanağı az davranışları da olabilir.
2. İkinci düzeyde, kişinin alışkanlık durumuna gelmiş davranışları bulunur. Bunlar, benzer koşullar altında, çoğunlukla benzer biçimde yenilenme eğilimi gösteren kişiye özgü davranışlardır.
3. Üçüncü düzeyde, alışkanlık durumuna gelmiş davranışlara ilişkin nitelikler arasında bağlantılar kurulur. Bu nitelikler örgütlenir.
4. Dördüncü düzeyde, üçüncü düzeyde bulunan niteliklerin örgütlenmesi sonucu tipler oluşur. Örneğin, katılık, utangaçlık, bir konu üzerinde aşırı direnme, soyut düşünce eğilimi, tedirginlik gibi niteliklerin bir arada kümelenip örgütlenmesi, içe dönük tipi oluşturur.
NEVROTİK
İÇE DIŞA
DÖNÜK DÖNÜK
NORMAL
Melankolik ve kolerikler güçlü duygulara, sangen ve flegmatikler ise zayıf duygulara eğilimlidirler. Buna karşılık, sangen ve koleriklerde yüksek değişme hızı, melankolik ve flegmatiklerde düşük değişme hızı vardır.
Normal İçe ya da Dışa Dönük Olanlar :
Bir ucunda içe dönüklük, bir ucunda dışa dönüklük bulunan yatay boyutun iki ucunda yer alan normal tiplerin özellikleri şöyledir:
1. Tipik içe dönük olanlar ; sessiz, çevreye karşı kapalıdırlar. İnsanlardan kaçar, kendi başlarına kalmak isterler. Okumak, yazmak, resim, müzik gibi uğraşılardan hoşlanırlar. İnsanlarla kolay ilişki kuramazlar, zor arkadaş edinirler. Yapacakları hareketi önceden düşünüp tasarlarlar. Günlük yaşantıyı, olayları, kişileri ciddiyetle ele alırlar. Sakin, telaşsız bir yaşam biçimini sever, duygu ve coşkularını çok sıkı denetim altında tutarlar. Aşırı duygulanımdan kaçar, hareketlerini ve davranışlarını iyi denetlerler. Çok ender olarak saldırganlık davranışında bulunurlar. Güvenilir insanlardır. Kurdukları toplumsal ilişkileri sınırlı ve dengeli olarak sürdürürler. Ahlak kurallarına büyük değer verirler. Yaşama bakış açıları karamsardır.
2. Tipik dışa dönük olanlar ; insancıl, cana yakındırlar, insanlarla birlikte bulunmaktan hoşlanırlar. Kolay ilişki kurar, çok arkadaş edinirler. Kendi başlarına kalmaktan, okumak ve çalışmaktan hoşlanmazlar. Heyecan veren olaylardan hoşlanırlar. Hareket ve davranışları üzerindeki denetimleri zayıftır. O anda içlerinden geldiği gibi hareket ederler. Neşeli, hareketlidirler, çok konuşur, şakadan hoşlanırlar. Genellikle tasasız, iyimserdirler, gülmeyi eğlenmeyi severler. Kolay kızıp öfkelenir, kendilerini kaybederler. Saldırgan hareket ve davranışları sıktır. Duygularını sıkı denetim altında tutamaz, ahlak ve toplum kurallarına pek aldırmazlar. Her zaman güvenilir değildirler.
Nevrotik İçe ya da Dışa Dönük Tipler :
Üst ucunda nevrotik, alt ucunda normal kişilik yapısı bulunan dikey boyutun üst ucunda bulunan nevrotik tipte, aşırı ve değişken duygulanım alanı, kaygı, tedirginlik, duyarlılık, alınganlık, kolay ve çabuk tepki oluşturma gibi nitelikler bulunur. Normal uçta bulunan tipte ise, dengeli ve düzenli duygulanım alanı, güven duygusu, düşünceli hareket gibi nitelikler yer almıştır.
1. Nevrotik içe dönük tip ; sürekli kaygı ve endişe içindedir. Takıntılı düşünceleri ve korkuları vardır. Alıngan, sinirli ve tedirgindir. Aşırı duyarlıdır. Zaman zaman durgunluk, isteksizlik, ilgisizlik durumları olur. Gerçeklerden kaçar. Gündüz rüyası ve fantezilere dalar. Güvensizdir. Aşağılık duygusu vardır. İnsanlarla kolay ilişki kuramaz. Topluluklarda arka planda kalır. Devamlı uykusuzluktan yakınır. Kendi gerçekleriyle bağdaşmayan amaç, istek ve beklentiler peşinde koşar. Bunlara erişemedikçe kaygısı artar. Yaptığı, başardığı işleri küçümser. Kendisini başkalarıyla kıyaslayıp onlara erişmeye çalışır. Olanak, yetenek ve becerilerini geliştirmek için çaba harcamaz. Bu tiplerde nevrastani ve takıntılı düşünce ve korkular sık görülür.
2. Nevrotik dışa dönük tip ; kaygılı, endişeli ve tedirgindir. Ruhsal gücü zayıf ve yetersizdir. İlgi alanı dardır. Devamlı bedensel yakınmaları vardır. Neşesiz, karamsar, ters huylu, durgun ve isteksizdir. Düşünmeden karar verir. Çabuk hareket eder, sık sık yanılır. Erişmek isteği, amaç, istek ve beklenti düzeyi düşüktür. Erişmek istediklerinin de kendi gerçekleriyle bağlantısı yoktur. Buna karşılık, yaptığı işleri abartır. Kendince başarılı saydığı davranışlarla övünür. Bu tiplerde histeri belirtileri kolayca ortaya çıkar.
Nevrotik denekler ve suçlular üzerinde yapılan araştırmalardan sonra, nevrotik içe dönüklerin daha çok kaygı, endişe, takıntılı düşünce, korku ve benzeri gibi belirtiler göstermelerine karşın, nevrotik dışa dönüklerin histerik belirtiler yanında, suç niteliğindeki eylemleri daha sık yaptıkları ortaya çıkmıştır.
Ruhsal bozukluklar ve hastalıklar, yatay ve dikey boyut dışında, yeni boyut üzerinde yer alır. Bu boyut üzerinde de diğer boyutlarda bulunan nitelikler farklı inceliklerle sıralanmıştır. Bu tür yaklaşıma göre, normal sayılan kişilik sınırıyla ruhsal bozukluklar ve hastalıklar arasında sadece nicelik farkı olduğu söylenebilir.
ORGANİZASYONLARDA RASTLANAN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ :
Kontrol Odağı :
Kontrol odağı tanımı, ilk defa Rotter tarafından 1966 yılında yapılmıştır. Kontrol odağı, her zaman bireyin etrafında gelişen olayları algılama biçimi ile ilgilidir. İnsanlar, karşılaştıkları durumlar üzerinde ne kadar kontrol sahibi oldukları hakkında farklı düşünüş tarzlarına sahiptirler. Kontrol odağı algılamaları kişilerin hayat tecrübeleri ile de ilintilidir. Bunun yanında, konuya daha geniş bakıldığında sosyal sınıf da kontrol odağı üzerinde önemli rol oynamaktadır.
Bazı insanlar, çevrelerinde ve hayatlarında gelişen önemli olaylar üzerinde, göreceli olarak az bir etkileri olduğunu düşünürler. Diğerleri ise yaşadıkları dünya hakkında belli bir etkileri olduğuna inanırlar. Kontrol odağı, insanların bu tarz düşünceleri ile ilgilidir. Dışsal kontrol odağına sahip insanlar, kendi dışlarında gelişen güçlerin hayatlarını kontrol ettiğine inanırlar. Başlarına gelen olayları kadere, şansa atfederler. Kendi hareketleri ve yaşadıkları arasında, oldukça düşük bir oranda ilgi olduğunu düşünürler. İçsel kontrol odağına sahip kişiler ise, sahip oldukları davranışların ve hareketlerin, hayatlarında gelişen olayları etkilediğine inanırlar. İçsel kontrol odağına sahip kişilerin performansları daha iyidir, çünkü hayatlarında gelişen olayların, sahip oldukları niteliklerden kaynaklandığını düşünürler. Başarılı olduklarına inanırlar, çünkü başarılı olma yolunda çaba harcamışlardır. Dışsal kontrol odağına sahip insanlar ise başarısız oldukları durumlarda olayların kendi kontrolleri dışında geliştiğini düşündüklerinden şanssız veya kadersiz olduklarına inanırlar. Ya da başkalarının başarılı oldukları durumları, onların şanslı olmalarına ya da verilen görevin basitliğine yorumlarlar.
İşletme ortamlarında, içsel kontrol odağına sahip çalışanlar, dışsal kontrol odağına sahip çalışanlara oranla daha kolay motive olurlar ve doğrudan yönetilmeleri de gerekmez. Çünkü göstermiş oldukları performansın yaptıkları iş sonucunu etkileyeceğine inanırlar.
Konu ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarına göre, kültür faktörünün de insanların kontrol odaklarını algılama biçimleri üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. Diğer araştırmalar, bireysel farklılıkların sadece kültürle değil, aynı zamanda fiziksel sağlık ve psikolojik uyum ile de ilintili olduğunu göstermiştir.
Öz-güven :
Öz-güven, kişilerin yetenekleri ve kendileri hakkında sahip oldukları düşüncelerdir. Yüksek öz-güvene sahip kişiler, kendilerini bir çok farklı durumla baş edebilecek kadar değerli ve yetenekli görürler. Düşük öz-güvene sahip kişiler ise yeteneklerini sorgularlar, kendi değerleri hakkında şüpheye düşerler, farklı durumlarda endişeye kapılırlar.
Öz-güven kavramı, firma içindeki davranışları anlamada önemlidir. Öz-güven, kişilerin faaliyetleri ve iş seçimleri konusunda rol oynamaktadır. Öz-güvenleri yüksek olan insanlar, öz-güvenleri düşük insanlara oranla rekabet gerektiren işlerde çalışmayı tercih ederler. Çalışma ortamında öz-güvenleri yüksek insanlar kendilerine yüksek hedefler koyarlar ve genelde zor işleri başarmayı isterler. Yüksek öz-güven, aynı zamanda iş motivasyonu ve iş tatmini üzerinde de önemli rol oynar. Ancak yine de akılda tutulması gereken bir nokta, öz-güvenleri düşük kişilerin, yetenekleri hakkında şüpheleri olmasına rağmen yüksek öz-güvenli kişiler gibi çalışabilmeleridir.
A ve B Kişilikleri :
A kişiliğine sahip insanlar genelde, aşırı rekabeti severler, sabırsızdırlar, sürekli aceleleri vardır, başarmak için hırslıdırlar ve bazı durumlarda düşmanca tutum takınabilirler. Bu tip insanlar kısa zaman içerisinde birçok işi bitirmek isterler, sürekli insiyatif almak istediklerinden genelde geçinilmesi zor kişilerdir. İletişim esnasında oldukça sabırsız olduklarından sürekli karşısındakinin sözlerini keserler ya da cümlelerini tamamlarlar. A kişiliğinin daha rahat ve geçinilmesi kolay tarzı ise B kişiliği olarak adlandırılır. Popüler basında, A kişiliği ya da A kişiliğine sahip insanlarda daha çok kalp krizi, yüksek tansiyon gibi vakalara rastlandığına dair yazılar bulunmaktadır.
A kişiliği, fazla sorumluluk alıp bir çok işi bitirmek istediğinden işletmeler için, özellikle bir çok işin aynı anda yapılmasını gerektiren durumlar için ideal çalışanlar olarak görülebilir. Ancak geçinilmesi zor bir yapıya sahip olduklarından ve insanlarla etkileşim içinde olunması gereken durumlarda başarısız olacaklarından durum beklenenden farklıdır.
Bu konu ile ilgili yapılan araştırma sonuçları, A kişiliğine sahip yöneticilerin, B kişiliğine sahip yöneticilere oranla astları ile daha fazla çatışma yaşadıkları bulunmuştur. A kişiliğine sahip çalışanlar, iyi birer takım oyuncusu değildirler, çünkü yalnız başına çalışırken başarılı olabilirler. Ayrıca A kişiliğine sahip çalışanlar, uzun vadeli projelerde sıkılıp başarısız olurlar, çünkü sabırsız olduklarından hemen sonuç görmek isterler.
Başarı, Sevgi ve Güç İhtiyaçları :
David McClelland uzun yıllar yaptığı araştırmaların sonucunda, her insanda dereceleri değişse de üç farklı özellik olduğunu bulmuştur; başarı ihtiyacı, sevgi ihtiyacı ve güç ihtiyacı.
Yüksek başarı ihtiyacına sahip insanlar, rekabet gerektiren ortamlarda başarılı olmak ve kendi mükemmeliyetçi standartlarını karşılayabilmek için özel bir arzu duyarlar. Bulundukları çalışma ortamında yaptıkları işten bizzat kendileri sorumlu olmak isterler, kendileri için net hedefler belirlerler ve göstermiş oldukları performans konusunda geribildirim isterler. Ve genelde bu tipte insanlar güçlü başarma güdülerini tatmin edecek işlerde çalışırlar.
Sevgi ihtiyacı duyan kişiler, genelde başkaları ile iyi ilişkiler kurmak ve sürdürmek üzerine odaklanmışlardır. Sadece kendilerinin başkaları tarafından beğenilmesini değil, aynı zamanda herkesin birbiri ile iyi geçinmesini arzularlar. Beklenildiği gibi, takım çalışmasını severler, başkalarının duygularına karşı hassastırlar, kişisel çatışmalara sebebiyet verecek davranışlardan kaçınırlar. İşletme ortamında bu tip insanlar, sürekli başkaları ile etkileşim içinde olacakları işlerde çalışmayı tercih ederler. Yine de bu tarz insanlar, kişisel ilişkiler konusunda her ne kadar hassas olsalar da bir yönetici, sadece sevgi ihtiyacı duyan kişilerden oluşan bir ekip kurmak istemez, çünkü bireyler birbirleri ile iyi ilişkiler kurmaya daha çok odaklandıklarından, grubun planladığı işleri yapma konusunda başarısız olabilirler. Sevgi ihtiyacı duyan kişiler, başkalarını değerlendirmeleri gereken pozisyonlarda da başarısız olabilirler, çünkü mevcut ilişkileri bozacağı endişesinden astlarına olumsuz bir geribildirim vermekte zorlanabilirler.
Başarı ihtiyacı duyan kişiler, başkaları üzerinde hem duygusal hem de davranışsal etki yaratıp kontrol etmeyi arzularlar. Bu tip insanlar, genelde başkaları üzerinde etki bırakabilecekleri yöneticilik pozisyonlarında veya liderlik vasıfları gerektiren işlerde çalışırlar. Ve genelde düşük başarı ihtiyacı duyan insanlara oranla liderlik vasıfları gerektiren işlerde başarılı olurlar. Ancak işletme ortamlarında başarı ihtiyacı yüksek olan iki çalışan aynı ortamda yer alması sorun yaratabilir.
Micheal Stahl, yaptığı bir araştırma sonucunda, yöneticilerin yüksek derecede başarı ve güç ihtiyacı duymalarının, aslında işlerini başarı ile yürütmeleri için gerekli olduğunu bulmuştur. Yüksek sevgi ihtiyacı, yöneticiler için gerekli olmayabilir, çünkü astları ile arasını iyi tutma çabaları yüzünden konulan hedeflerin gerçekleştirilmesi konusunda olmaları gerektiği kadar katı olamayabilirler.
Ruh bilimcilere göre kişilik, bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünü olarak tanımlanır. Batı dillerinde, kişilik sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan sözcükler (personality, personalité, persönlichkeit), Latincede tiyatro oyuncularının rollerine uygun olarak yüzlerine taktıkları maske anl¤¤¤¤¤ gelen persona sözcüğünden türetilmiştir. Kişiliğin bir yanı, insanın öteki kişilerle ilişkilerinde aldığı tavır, gösterdiği davranış, yani taktığı maskedir. İnsan, çevresiyle sürekli ilişki içindedir ve çoğu kez duygularına, düşüncelerine, tutum ve davranışlarına, olduklarından daha değişik bir biçim vermeye çalışır. Kimi insanda bu durum süreklidir; kimisi ise yerine göre değişik görünmek ister. Böylece insan, sürekli ya da zaman zaman takılan bir maskenin arkasına sığınarak, kendisini istediği ya da istendiği gibi göstermeye çalışır. O halde kişilik kavramı, bireyin başkalarıyla kurduğu ilişkilerdeki tepkiyi ve kendisini gösterme biçimini de içermektedir.
Ruhbilim açısından kişilik sorununa yaklaşanlar, kullandıkları yöntemlere göre, değişik açıklamalar ve yorumlar yapmışlardır. Bunlar, temel gruplar olarak şunlardır:
Kişilik, bütün bedensel özelliklerin, içgüdülerin, dürtülerin, eğilimlerin, kazanılmış deneyimlerin bütünüdür.
Kişilik, bir insanın gelişme evrelerinde gerçekleştirdiği bağlantıların bütünüdür. Bu bütünlük içinde tutum ve davranışa yansıyan özellikler yer alır.
Kişilik, eğilim ve deneyimlerin belirli evreler içinde bütünleşmesi sonucu oluşan bir süreçtir.
Kişilik, bir insanın çevresine uyum sağlamak amacıyla yaptığı davranışlarının bütünüdür.
Kişilik, bireysel farklılığa dayanan duyguların, düşüncelerin, becerilerin, yeteneklerin, alışkanlıkların oluşturduğu işlevsel bir bütündür.
İnsan kişiliği, bilinen ve bilinmeyen yanlarıyla dışa yansıtılan ve yansıtılmayan niteliklerden oluşur. Kişiliğin, iç, öznel, dışa yansımayan yanı yorumlanarak; nesnel, dışa yansıyan yanıysa ölçülerek anlaşılmaya çalışılır. Kişiliğin öznel ve nesnel yanları arasındaki uyum ve tutarlılık, güçlü ve sağlıklı bir kişiliğin temelidir.
HUY, KARAKTER, KİŞİLİK
Mizaç ya da huy; günlük yaşantı içinde kişiye özgü, oldukça sınırlı, belirli duygusal tepkilerin nitelik ve nicelik bakımından değişmesidir. Çabuk kızmak, sıkılmak, öfkelenmek, neşelenmek, hareketli ya da hareketsiz olmak vb. bireylere göre değişen mizaç özellikleri ya da huydur. Kısaca, insanın duygulanım ve coşkularının bütünü olarak tanımlanabilen huy ya da mizaç, kişiliğin sadece bir yanını ya da bir öğesini oluşturmaktadır.
Karakter; kişiye özgü davranışların bütünü olup, insanın bedensel, duygusal ve zihinsel etkinliğine, çevrenin verdiği değerdir. Bireyin karakteri, kişisel özellikler ile içinde yaşanılan çevrenin değer yargılarından oluşur.
Karakter, aile, okul, çevre içinde, çocukluk çağından itibaren gelişmeye, biçimlenmeye başlar. Karakterin gelişmesi ve biçimlenmesine ilişkin değişik ruhbilim ve toplumbilim öğretileri bulunmasına karşın, bunların hepsi karakterin oluşmasıyla üstbenliğin ve vicdanın oluşması arasında sıkı bir bağlantı olduğunu vurgulamışlardır. Çocuklukta başlayan özümleme, benimseme ve özdeşleşme süreçleri sonunda oluşan vicdanın niteliği ve niceliği, aynı zamanda karakterin de nitelik ve niceliğini saptar. Çocukluk dönemindeki yetersizlikler, çatışmalar, karmaşalar, olumsuz çevre koşullarıyla birlikte, karakteropat, sosyopat, psikopat denilen kişilik yapılarının ortaya çıkmasına neden olur. Bu kişiler, bütün yaşamları boyunca, kendi iç dünyaları ve çevreyle sürtüşme ve çatışma içinde olduklarından, daima toplumun değer yargılarına ve ahlak kurallarına ters düşen davranışlar yaparlar.
KİŞİLİĞİN KATMANLARI:
Kişilik, birbirlerini tamamlayıcı biçimde işlev gören farklı katmanlardan oluşmuş bir bütündür. Bu katmanlar aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanabilir:
1. Kişiliğin bedensel nitelikleri. Bunlar arasında kalıtımla geçen ve gebelik ya da doğum sırasında dölüt üzerinde etkili nedenlerin oluşturduğu, beden yapısına ilişkin özellikler, sakatlıklar, özürler yer alır.
2. Bedensel ve ruhsal yapının oluşmasında, gelişmesinde önemli rol oynayan, bedensel yapıya biçim ve renk veren içsalgı bezlerinin işlevi.
3. Kişiliğin oluşup gelişeceği ruhsal yapının temelini oluşturan zeka.
4. Yaşam gereksinimlerini karşılamaya yönelik içgüdü ve dürtülerden oluşan güdüler.
5. Güdülerden kaynaklanan duygulanım ve coşku alanı. Bu katmanın dişiye özgü özelliklerine huy (mizaç) adı verilir. İç ve dış uyarımlara bağlı olarak kişinin mizacında ortaya çıkan kısa süreli değişmeler de, duygu durumu (ruh hali) adını alır.
6. Kişiliğin benliği. Benliğin kendi iç ve dış çevreyle kesintisiz sürüp giden iletişim ve etkileşimi, kişiliğe özgü özellikleri verir.
7. Kişiliğin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından algılanan, değerlendirilen duyguları, düşünceleri, tutumları, davranışları, hareketleri ve eylemleri. Bu katman, daha önceki katmanlarda oluşan öznel kişilik yapısının nesnel, gözlenebilen, ölçülebilen yanıdır.
8. Kişiliğin dışarıya yansıyan özelliklerinin toplum değerleri, kuralları ve ahlak açısından değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan karakter. Bu katman, kişiliğin benimsediği değer yargılarının, başkaları tarafından değerlendirilmesi sonucu oluşur.
9. Kişinin kendini olduğu ya da olmak istediği biçimde kabullenmesi ya da kabul ettirmesi, kişiliğinin gerçekliğini kanıtlaması, kendini varlaması için başvurduğu yöntemler, yollar, bu amaç uğruna harcadığı çaba ve ortaya çıkardığı ürünler.
10. Bu katmanda kişi, kişiliğini oluşturan öteki katmanların bilincinde olarak akıp giden zaman içinde evrendeki yerini ve değerlerini saptar.
Bütün kişilik yapıları, söz konusu edilen bu on katmanı içerir. Ancak, kişinin içinde yaşadığı çevrenin ekonomik, toplumsal, kültürel koşullarına göre benliğin gelişmesi, olgunlaşması, kişinin kendisini kabul etmesi ve ettirmesi, kendisini varlaması için başvurduğu yöntemler, yani kişiliğinin bilincine varması farklı olabilir. İdeal olan, bu katmanların dengeli, düzenli bir bileşme ve bütünleşme içinde olmasıdır. İnsanın insanca nitelikler kazanması ancak böyle gerçekleşebilir.
Kişiliği tanımlamaya çalışan bütün yaklaşımların ortak noktası, kişiliğin dışa yansıyan yanının arkasında birbirleriyle bağlantılı ve birbirini etkileyen yüzlerce, binlerce öğenin bulunduğunu vurgulamasıdır.
SOYAÇEKİM ( KALITIM ) :
Kalıtım ya da soyaçekim, çevre etkisiyle köklü olarak değişmeyen özelliklerin, anne ve babanın kromozomlarıyla bir kuşaktan ötekine geçmesidir.
Kalıtım, insanın tüm yaş¤¤¤¤¤ biçim veren önemli bir etkendir; insanların geleceğini, iyi ya da kötü şansını, doğumundan yıllar, hatta kuşaklar önce belirler. Doğuştan olan ya da sonradan ortaya çıkan gelişme eksikliklerinin, bedensel ve ruhsal bozukluk ve sakatlıkların, hastalıkların, alışkanlıkların, tutku ve tutsaklıkların nedenleri arasında kalıtımın önemli bir yeri vardır.
Ancak, kişilik yapısında ve gelişmesinde kalıtımın mı, yoksa çevrenin mi daha etkili rol oynadığı tartışılmaktadır. Kalıtımın ve çevrenin kişilik yapısına etkisi, hayvan deneyleri ve tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Tek yumurta ikizleri, aynı kromozom ve genleri taşımakta, cinsiyet, beden yapısı ve ruhsal durumları açısından birbirlerine benzemektedirler. Bunlar, gelişip büyüdükçe, kişilik özellikleri açısından da birbirlerine benzerlik gösterirler. Bu nedenle, tek yumurta ikizlerinin, gençlik çağında ve daha sonraki yaşam dönemlerinde, kişilik yapıları farklı olursa, bunun çevre etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Araştırmalar, aynı çevre içinde gelişen kardeşler ya da çift yumurta ikizleri arasındaki kişilik benzerliğine oranla, tek yumurta ikizlerinin çok daha büyük kişilik benzerliği gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bu bulgulara dayanarak kişilik gelişmesinde kalıtımın daha etkili rol oynadığını benimseyen görüşler doğmuştur. Ancak kişilik yapısında ve gelişmesinde, çevrenin daha etkili olduğu görüşünü benimseyenlerse, tek yumurta ikizlerine, doğuştan beri aynı çevrenin aynı biçimde davrandığını ileri sürerek, kişilik benzerliğinin buradan kaynaklandığını savunmuşlardır. Öte yandan bu görüşe karşı olan araştırmalar ve olaylar da vardır. Doğuştan beri çeşitli nedenlerle birbirlerinden ayrı çevrelerde yetişen tek yumurta ikizlerindeki kişilik benzerliğinin, aynı çevrede birlikte büyüyen kardeşler arasındaki benzerlikten çok daha fazla olduğu ortaya konularak, kişilik gelişmesinde kalıtımın çevreye oranla daha etkili olduğu öne sürülmüştür. Bu konuda önemli bir araştırma yapan Shields, doğduktan sonra ayrı çevrelerde yetişen çok sayıda tek yumurta ikizini, çeşitli psikometrik yöntemlerle zeka ve kişilik yapısı açısından inceleyerek bulduğu benzerliklerin, aynı çevrede birarada büyüyen kardeşler ve çift yumurta ikizlerinden çok daha fazla olduğunu görmüştür.
O halde, kalıtımla gelen gizil güçler, kişilik yapısında ve gelişmesinde önemli rol oynar ve kişiliğin temel katmanlarından birisini oluşturur.
Kalıtımla kuşaktan kuşağa aktarılan; kişilik yapısı ve davranışın kendisi olmayıp, bu üst yapıların üzerinde gelişip oluşacağı merkezi sinir sistemidir. Bu sistem, insanın içinde yaşadığı çevreyle durmaksızın sürüp giden etkileşimleri soncunda ortaya çıkan davranışın niteliğini ve yapısını oluşturur. Yani, üstünde kişiliğin oluştuğu, insanın doğuştan getirdiği temel yapı, kalıtımla geçer. Kişilik, bu temel yapı ile çevrenin sürekli etkileşimi sonucu oluşur.
İÇSALGILAR :
Grekçeden gelen içsalgı - hormon sözcüğü; yapmak, yaratmak, harekete geçirmek anlamlarına gelir. Genel olarak, bedenin belirli bir bölümünde ya da organında yapılan, etkisini bütün bedende ya da bir organda gösteren kimyasal maddeleri anlatmak için kullanılır.
Hormonları, içsalgı bezleri ya da endokrin bezler adı verilen yapılar salgılar.
İçsalgı bezleri hücreler, hücre grupları, dokular ve organlar arasında haberleşme ve işbirliği yapacak bağlantıyı kurup yürütürler. Böylece canlının doğal ve toplumsal çevreye uyumunda yardımcı olurlar. Genel olarak, içsalgı bezlerinin yerine getirdiği görev; üreme, büyüme, değişik organlar, sistemler ve dış çevre arasında uyum sağlama biçiminde özetlenebilir.
İçsalgı bezlerinin bedensel ve ruhsal işlevler üzerinde etkili olabileceği görüşü, çok eski çağlara kadar uzanır. Yapılan araştırma ve çalışmalar sonucu, içsalgı bezleri ve bunların oluşturdukları çeşitli kimyasal maddelerin, beden ve ruh üzerindeki etkilerinin önemi ortaya çıkmıştır. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, cinsiyetle ilgili bezlerin çıkarılması sonucu, cinsiyetle birinci ve ikinci derecede ilgili organlarda gerileme ve buna bağlı olarak da kişilik ve davranış değişmeleri olduğunu göstermiştir. Ayrıca hipofiz, tiroid, böbreküstü bezlerinin salgılarının da zeka ve duygulanım gelişmesinde önemli rol oynadığı kabul edilmiştir. Gerçekten de küçük yaşlarda tiroid bezinin az çalışması sonucu zeka gelişmesinin durması ya da yavaşlamasına bağlı hastalık durumları bilinmektedir.
İçsalgı bezlerinin dengeli ve düzenli çalışmasını ve denetimini, hipofiz sağlar. Hipofizin sinir sistemiyle sinirsel ve kimyasal ilişkisi vardır. Yani, içsalgı bezlerinin çalışması, doğrudan ya da dolaylı olarak sinir sistemiyle bağlantılıdır. Böylece, içsalgı bezlerinin çalışmasıyla sinir sistemi arasında bir geri denetimden söz edilir. Bu tür denetimle, bedensel ve ruhsal denge için gerekli olan içsalgı düzenlenmiş olur.
Günümüze dek içsalgı bezlerinin işlevi ve görevindeki aksaklıklara bağlı, yüzlerce hastalık tablosu bildirilmiştir. Bu tabloların temel özelliği, hemen hepsinde, bedensel hastalıklar yanında, kişilik ve davranış bozukluklarının da bulunmasıdır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç ise, cinsiyet, zeka, mizaç, duygulanım gibi kişiliğin oluşmasında rol oynayan katmanların gelişmesinde içsalgı bezlerinin önemli bir yerinin olduğudur.
Yaşam Ritmine göre Kişilik :
İçsalgı bezlerinin istem dışı çalışan sinir sistemiyle birlikte yüklendikleri bir görev de, bedensel ve ruhsal işlevlerin, yaşamın belirli zamanları ve günün belirli saatlerine göre düzenlenmesidir. Yaşam ritmi ya da beden ve ruh saati denilen bu görevle, insanın uykusu, uyanıklığı, çalışması, dinlenmesi, düşünmesi, duyması gibi günlük yaşamın değişmelerine uygun beden ve ruh güçleri düzenlenir.
Her canlıda olduğu gibi, insanların da kendilerine özgü yıllık, aylık, günlük yaşam devreleri vardır. Kimi insanın sabah erken uyanması, kimi insanın gece geç saatlere kadar uyanık kalıp çalışabilmesi, kimi insanın sabah yorgun öğleden sonra güçlü olması, kişilere özgü devrelerin yarattığı günlük değişmelerdir. Benzer değişmeler, mevsimler ve aylar için de söz konusudur. Kimi insan, yazın canlı ve hareketlidir. Kimisi baharda daha neşeli ve verimli çalışır. Bazıları, kışın uyuşuktur; kimisi, yazın isteksiz ve durgun...
İnsanlar, kendi saatlerini iyice tanıyıp günlük yaşamlarını buna göre düzenleyebilirlerse, daha verimli çalışıp daha kolay dinlenebilirler.
ZEKA :
Latincede zeka sözcüğünün karşılığı olan intellectus sözcüğü; algılama, bilme, anlayış, tanıma anlamlarına gelir. Algı, bellek, öğrenme, düşünme, soyutlama, yeni durumlara uyma gibi birçok zihinsel işlevin bileşimidir.
Zekanın tanımlanması değişik zamanlarda, değişik araştırıcılar tarafından, değişik biçimlerde yapılmıştır. Ancak son zamanlarda yapılan, niteliksel anlamın vurgulandığı tanımlamalar, zekayı; kişinin bulunduğu çevreye, o an için gerekli uyumunu sağlayan bir yetenek olarak kabul etmiştir. Kişinin bu yetenekten yararlanması, en basit algıdan en karmaşık düşünceye kadar varan zihinsel işlevlerin kullanılmasına bağlıdır.
Bütün tanımlamaların ortak yanı göz önünde tutularak denilebilir ki zeka; kişinin yeni durum, engel ve sorunlar karşısında deneyimlerinden ve öğrendiklerinden yararlanarak o an için gerekeni yapması, uyumunu sağlayabilmesi, yeni çözümler bulabilmesi yeteneğidir. Uyumlu, düzenli, sağlıklı kişilik yapısı ve davranışlar için gerekli olan temel zihinsel işlevdir.
Zekanın kişilik gelişmesinde önemli rolü vardır. Özellikle çocukluk ve gençlik çağlarında kişiliğin gelişmesi, sağlıklı ilişkiler kurulması ve sürdürülmesi, kişinin zeka düzeyiyle yakından ilgilidir.
Zeka, birçok zihinsel işlevi içerdiğinden, aynı zeka düzeyinde olan kişilerde bu işlevlerin değişik olması sonucu, değişik kişilik yapıları, davranış biçimleri, uyum ve çözümler görülebilir: Kimi insanda el becerileri daha iyi gelişir. Kimisi de, soyut konularda daha başarılı olur.
Zekanın günlük yaşama yansıyan, bu yaşamı etkileyen ilişkilerin, kurulup sürdürülmesinde önemli rol oynayan özellikleri de vardır: Sözlü ve yazılı anlatımı kolayca kavrama, sözcükleri ve bunların oluşturduğu kavramları tanıma ve anlama, basit hesap işlemlerini kolayca ve çabuk yapabilme gibi. Bireyler, bu özelliklerden birisinde, birkaçında ya da hepsinde üstünlük gösterebilirler. Bu özellikler arasında anlamlı bağlantılar vardır. Yani, birinde ya da birkaçında görülen üstünlük genel olarak diğerlerini olumlu biçimde etkiler. Bu özelliklerin gelişmesi, insanın içinde yaşadığı çevrenin toplumsal yapısı ve koşulları ile yakından ilgilidir. (Zekanın gelişmesinde kalıtımla gelen gizilgücün de etkisi vardır. Gizilgüç, zekanın gelişmesinde ya da geri kalmasında önemli rolü olan değişik etkenlerin, rastlantı sonucu oluşturduğu bir bileşimdir.)
Zekanın Gelişim Evreleri :
Kimi araştırmacılara göre, zekanın gelişmesi yavaş yavaş, kimisine göre ise önceleri hızlı, sonraları yavaş olur. Genel olarak, on-on iki yaşına kadar, zeka gelişmesinin hızlı olduğu, sonra yavaşladığı kabul edilmiştir. Bu gelişme, gittikçe yavaşla¤¤¤¤¤ yirmi yaşlarına kadar sürer. Yetişkinlerde uzun süre düşüş göstermeden gider. Orta yaştan sonra yavaş yavaş azalma ve düşüş görülür. Doğumdan, iki-dört yaş sonuna kadar uzayan dönemde, zeka için gerekli olan ilkel kavramlar kazanılır. Bu dönemde, çocuk duygularını kullanmayı, uyarımlara uygun tepkiler vermeyi, öğrendiği davranışları yineliye yineliye pekiştirmeyi başarabilir. Dört yaşından yedi yaşına kadar, sayı, zaman, ağırlık, derinlik, boyut, uzay kavramları gelişir ve yerleşir. Pekişen davranışlar ve yerleşen kavramlar, düşüncenin ilk öğelerini oluşturur. Ancak bu tür düşüncelerde sezgiler ağırlık taşır. Henüz soyutlama yapılamaz. Sevgi, saygı, korku, ölüm gibi kavramlar tam olarak gelişmemiştir. Daha çok somut olan bu düşünce biçimi, on iki yaşına kadar sürer. Bu yaştan sonra soyut düşünce gelişir.
GÜDÜLER :
Kişiliğin oluşmasında, biçimlenmesinde tutum ve davranışı başlatan, açığa çıkaran, sürdüren, yönlendiren, bilinçli ya da bilinçsiz etkenlere, güdü denir. Güdülerin etkisiyle oluşan sürece de, güdülenme adı verilir.
Yeni doğan bebekte, bütün insanlarda ortak olan doğal ve evrensel içgüdüler, bedensel gereksinimlerden kaynaklanan dürtüler vardır. Gelişme süreci içinde, bunlara toplumdan gelen yeni güdüler eklenir.
Güdü kavramı içinde; içgüdü, dürtü, içsel itilme, gereksinim, eğilim, ilgi, istek, istem (irade) , tutku, umut, beklenti, amaç kavramları da yer alır. Bunlar, kişilik gelişmesinde rol oynadığı gibi, bir tutum ve davranışı ortaya çıkaran temel etkenler arasında da bulunabilir. Bunların arasında sıkı bağlantılar vardır. Herhangi birinde ortaya çıkan gelişme ve değişme, tutum ve davranışı değiştirebileceği gibi, bu gelişme ve değişmenin süresi, kişilik yapısını da etkileyebilir.
Güdüler, doğal ve toplumsal olarak iki büyük grup içinde toplanabilir. Ancak, bunları birbirinden kesin olarak ayırmak çok güç, hatta olanaksızdır. Yine de bu ayırımın yapılabilmesini kolaylaştıran bazı ölçütler bulunur.
Doğal güdüler tüm canlılarda vardır. Canlının temel gereksinimlerini sağlar, yaşamını sürdürebilmesi için gereklidir. İnsanda doğuştan varolan doğal güdüler, bebeklik ve ilk çocukluk yaşlarında kişilik gelişmesini ve davranışı önemli ölçüde etkiler.
Toplumsal güdülerin tanınması ve tanımlanması ise güçtür. Değişik renk ve biçimde karşımıza çıkarlar. Yaş ilerleyip insan geliştikçe, toplumsal güdüler de daha güçlenir, kişilik yapısı ve davranışlar üzerinde daha etkili olurlar. Kişiliğin gelişmesine, kişinin toplum içindeki durumunun sürdürülmesine, korunmasına, düzelmesine, iyileşmesine, pekişmesine yardım ederler.
Genel olarak, doğal olan güdülerin doğuştan varolduğu, toplumsal olan güdülerin ise sonradan kazanıldığı, öğrenildiği kabul edilmiştir.
Toplumsal güdülerin bir bölümü doğal güdülerden kaynaklanır. Örneğin; insanda doğal olarak bulunan beslenme içgüdüsü, toplumsallaşma süreci içinde biçim ve nitelik değiştirerek çalışmak, kazanmak, geleceğe yönelik tasarımlar ve yatırımlar yapmak, diğer insanlarla yeni yeni ilişkiler kurmak biçiminde değişerek toplumsal hale gelir.
Toplumsal güdüler, ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişirler. Değişik toplumlarda bugüne dek yapılan araştırmalar sonucu, her toplumun yapı ve kültür özelliklerine göre, birbirinden farklı yüzlerce toplumsal güdü olduğu ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en sık görülenler, ortak olanlar, bütün toplumlar için geçerli temel güdü olarak kabul edilmiştir. Bunlar; saygınlık, özgürlük özerklik ve saldırganlıktır.
DUYGULANIM VE COŞKU :
Duygulanım, iç ve dış uyarımların, zihinsel işlevlerden ayrı olarak kişide yarattığı değişme, etki ve tepkilerin bütünüdür. Bir başka deyişle, uyarımların hoşa gitmesi ya da gitmemesi sonucu, insanda haz ya da elem doğrultusunda uyanan izlenimlerdir.
Günlük yaşamda sevgi, sevinç, neşe, umut, hayret, kaygı, sıkıntı, tedirginlik, üzüntü, korku, nefret, kin, öfke, kızgınlık, isteksizlik, bezginlik, durgunluk gibi sözcüklerle dile getirilen durumlar, zihinsel işlevlerin dışında, duygulanım alanı oluşturur.
Duygulanım şiddetinin artması durumunda duygular coşkuya dönüşür. Coşkular kısa süreli olur ve tipine göre, insanda gevşeklik ya da gerginlik yaratır.
Duygulanım ve coşku, güdülerden kaynaklanır, güdülere doyum sağlanması ya da sağlanmaması, nitelik ve nicelik bakımından farklı duygusal ve coşkusal durumların doğmasına neden olur. Kişiliğin oluşmasında, tutum ve davranışın ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Duygular ve coşkuların günlük yaşama etkileri çok önemli ve derindir. Davranışların en önemli nedeni ve kökenidir. Genel olarak, hafif şiddette duyulan duygu ve coşkular, uyarıcı etki yapar, bedensel işlevleri arttırır, bireyi daha verimli iş yapabilecek duruma getirir. Şiddetli olduğunda ise, iş yapmayı, çalışmayı aksatır, organizmayı bedensel ve ruhsal açıdan bütünüyle sarsar, yapıcı işlere ve çabaya olanak vermez. Böylece, şiddetli kaygı, öfke, korku, kıskançlık gibi coşkular, fizyolojik ve psikolojik karışıklıklara yol açar. O halde, duyguların ve coşkuların şiddetine bağlı olarak, kişiden kişiye değişen bir sınırdan sonra davranışlar bozulur.
Coşkuyu doğuran kaynakla ilgili davranış; uyarandan uzaklaşma, yaklaşma, hareketsiz kalma ya da uyarana karşı olma olarak ortaya çıkar. Bu yönler, coşkunun çeşidine göre belirlenir.
İnsanların duygusal tepkileri birbirinden farklıdır. Her insanın kendine özgü duygulanım ve coşku özellikleri vardır. Bu durum, kişilik yapısına, kişinin gününe ve saatine göre değişebilir. Bu değişmeler doğaldır ve yaşam için gereklidir.
BENLİK :
Ben ya da Benlik , kişiliğin temel özelliklerini verir. Benlik ve kişilik arasında, gelişme ve yapı bakımından, kesin bir sınır çizmek çok zordur. Benlik ile kişilik iç içe olmakla birlikte, benlik kişilikten farklı özellikler taşır. İnsan, kişiliğinin karakter ve mizaç gibi kimi özelliklerinin bir bölümünden ya da bütününden haberdar olmayabilir. Bunlara ilişkin bilgisi ya yoktur, ya da az ve hatalıdır. Kişiliğinin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından değerlendirilen yanlarını bilmez, tanımaz. Benlik, insanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının toplamı, insanın kendisini tanıma ve değerlendirme biçimidir. Yani benlik, kişiliğin öznel yanıdır, insanın iç varlığını oluşturur.
Benlik, kişilik gibi anlaşılması güç ve karmaşık bir kavramdır. Bu kavramın anlaşılması ve yapısını oluşturan öğelerin çözümlenmesi için, insanın kendi kendisine sorduğu sorulara içtenlikle cevap araması gerekir. Böylece insan, kim olduğu, amacının ne olduğu, ne yapabileceği, nelere değer verip inanıp bağlanacağı sorularına yanıt ara¤¤¤¤¤ benliğini tanır. Aslında, benliğin gelişmesi, oluşması ve yapısı, bütün yaşam boyu bu sorulara bilerek ya da bilmeden, bilinçli ya da bilinçsiz olarak cevap aramakla geçer. İnsanın duygusu, düşüncesi, davranışı, tutumu, eylemi bu soruların yanıtını bulmaya yönelmiştir. O halde benlik, insanın özellikleri, amaç ve beklentiler, yetenek ve olanakları, değer yargıları ve inançlarından oluşan, durağan olmayan, her an değişen bir yapıdır.
Gerçek ve İdeal Benlik Bireyin kendi fizyolojik, psişik ve sosyo-psişik özellikleri ile tüm yetenekleri hakkındaki kanıları, genel olarak gerçek benlik olarak adlandırılır. Bunun yanında, bireyin toplumdan kendine göre edindiği bir değer sistemi vardır. Güncel yaşamında neyi yapacağına, neyi yapamayacağına karar verirken, birey bu öznelleşmiş değer sistemine başvurur. İşte kişinin bu değerleri algılama biçimi ile, yaş¤¤¤¤¤ yön veren hedef ve idealleri üzerindeki kanıları da ideal benliktir.
Benlik gelişmesi doğuştan başlar. Doğumdan sonra, önce bedensel, sonra da ruhsal ve toplumsal gelişme, benliğin oluşmasını etkiler. Başlangıçta kendi varlığının bilincinde olmayan çocuk, ben ile ben olmayanı , yani kendisiyle ilgili ve bağlantılı olanla olmayanı ayıramaz. Çocuğun kendi benliğinde olanla olmayanı ayırabilmesi, üç yaşından sonra başlar. Benliğin gelişmesinde içe yansıtma, birleştirme ve özdeşleşme düzenleri önemli rol oynar. Bu gelişmede, insanın çocukluktan başla¤¤¤¤¤, tüm yaşam boyu, çevresinde bulunan kişilerle kurduğu ilişkiler, iletişim ve etkileşim, bir yandan bireyin toplumsallaşmasını, öte yandan kendi benliğini tanımasını sağlar. İnsanın başkaları tarafından değerlendirilişi, bu değerlendirmenin kişilik tarafından algılanışı ve benimsenmesi, benlik kavramının değer sistemini saptar. Bütün bunlar, insanın çevresindeki olaylara, nesnelere, kişilere karşı oluşturduğu tutumu, davranışı, eylemi biçimlendirir ve renklendirir.
Benlik, çeşitli deneyimler sonunda öğrenilen ve sürekli olarak gelişen, kişiyi kendi içinden gözetleyen, yargılayan,değerlendiren ve davranışlar üzerinde düzenleyici ve yönetici bir etkisi olan potansiyel bir olgu, bir süreçtir. Ruhbilimciler, kişinin benliği ve özellikle ideal benliği ile gerçek yaşamı ve deneyimleri arasında bir uyum ve tutarlılık bulunmasının önemini vurgulamışlardır. Kişi kendi benliği ile ilgili kanılarına ne kadar uygun davranışlarda bulunursa, kendini o ölçüde rahat ve bağımsız hisseder. Aksine, ideal benliği ile çelişen deneyimler yaşadığı oranda, huzursuz ve kaygılı olur. Kendi değer yargılarına, hedef ve ideallerine uyumlu bir biçimde davranmak, insanın kendine olan saygınlığını, güven ve mutluluğunu arttırır.
Benliğin Görevleri :
İçgüdülerden ve dürtülerden kaynaklanan güdüleri engellemek, denetlemek ve düzenlemek
Çevredeki nesne ve kişilerle bağlantı kurmak
Gerçeği tanımak, denemek, anlamak
Gerçeğe uyum sağlamak
Çevreden gelen uyarımları sınırlamak, sıralamak, zamanlamak
Algılamak, saklamak, hatırlamak, düşünmek, karşılaştırmak, çıkarımlar yapmak, yargıya varmak
Kavramları birleştirmek ve bütünleştirmek
Kişinin karşılaştığı engelleri aşabilecek güçleri toplamak
Geleceğe ilişkin beklenti ve amaçlar saptamak
Kişiliği kaygıdan kurtaran savunma düzenlerini kullanmak
KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ:
Bir insanın duygu, düşünce, yetenek, ilgi, tutum, davranış ve eylemleri, kişiliğini oluşturan başlıca öğeler arasındadır. Bu öğeler, insanın görünüşü, hareketleri, mimikleri, jestleri ve çevreye uyumuyla dışarı yansır.
Kişiliğin bütünlüğü içinde her insanın öteki insanlardan farklı olmasını sağlayan, kendine özgü özellikleri vardır. Bu özellikler kişiliğin belli öğeleriyle bağlantılıdır ve bunların dışarıya yansımasıdır. Örneğin; iyi ya da kötü hatırlama, çabuk duygulanma, öfkelenme, alınganlık, kolay ve çabuk düşünüp karar verme, iyi konuşma... Bunların yanı sıra insanın giyinişi, yürüyüşü, el ve kol hareketleri, ses tonu, beğenisi de kişiliğinin birer parçasıdır.
Günlük yaşamda herkes, bir bireyin davranışlarını, o bireyi başkalarından ayırt eden nitelikler kullanarak anlatmaya ve öngörmeye çalışır. G.W. Allport, İngilizcede kişilik özelliklerini ifade eden 17953 adet deyim bulmuştur. Bu da toplam kelime dağarcığının %4,5i gibi yüksek bir oranı bulmaktadır. Bu sıfatlardan birinci grubu oluşturanlar (toplam deyimlerin %25i), en dar anlamıyla kişilik çizgilerini veren kelimelerden oluşur: kaba, dalgın, nazik gibi. İkinci gruptaki deyimler (%25), geçici psikolojik durumları belirler: şaşkın, neşeli, kendinden geçmiş gibi. Üçüncü gruptaki deyimler (%29), kişi üzerinde bir değer yargısı içerir: anlamsız, saçma, sevimli gibi. Son grup ise (%21), heterojen bir nitelik taşır. Bu grupta, davranış açıklayıcı (şımarık çocuk), fiziksel çizgileri psikolojik çizgilerle ilişkilendiren (tombul yanaklı, tıknaz, babacan, kısık sesli) ve de yetenek ve becerileri belirleyen (yetenekli, çalışkan, verimli) deyimlerle karşılaşılmaktadır.
Kişiliği tanıyıp anlama ve değerlendirme girişimleri çok eski zamanlarda başlamıştır. Kişilik özelliklerinin ve bunlarla ilişkili olarak birbirinden farklı tiplerin gruplanması ve tanımlanmasına ilişkin çalışma ve araştırmalar başlıca iki temel üzerinde sürdürülmüştür. Bunlardan birinde kişilikle beden yapısı arasında bağlantı aranmış, diğerinde ise kişilik, beden yapısından ayrı olarak ruhsal ve toplumsal özellikleriyle tiplere ayrılmıştır. Zamanla ikinci görüşü benimseyenlerden bir bölümü, kişilik yapılarını ruhsal çözümleme ve derinlik ruhbilimi açısından da tiplere ayırmaya çalışmışlardır.
BEDEN KİMYASI VE MİZACA GÖRE KİŞİLİK :
Kişiliğin önemli bir yanını oluşturan mizaç üzerinde duran ve mizacın beden yapısından ve kimyasından etkilenişine göre kişiliği tiplere ayıran, Hippocrates (M.Ö. 460-377) olmuştur. Hippocrates, insanın mizacını, bedende en çok bulunan ve kişiliği etkileyen sıvılara göre dört grup içinde toplamıştır:
1 Hafif kanlı mizaç (Sanguine) Bu tipte olanların bedeninde kan etkin rol oynar. Kanlı canlı, neşeli insanlardır. Bol ve tatlı konuşurlar. Kolay ilişki kurarlar. Eğlence, müzik ve şaraptan hoşlanırlar.
2 Ağır kanlı mizaç (Phlegmatic) Bedenlerinde lenf sıvısı etkin rol oynar. Ağır kanlı insanlardır. Yavaş hareket ederler. Geç ve güç duygulanırlar. Dinlenmeye ve uykuya düşkündürler.
3 Karasevdalı Mizaç (Melancolic) Bedenlerinde kara safranın etkin olduğu mizaçtır. Duygusal insanlardır. Derin ve uzak görüşlüdürler. Yürekli ve atılgan olurlar.
4 Sinirli mizaç (Choleric) Bedenlerinde sarı safra etkindir. Çabuk kızan, saldırgan, ateşli, sert insanlardır.
Modern hekimliğin babası olarak tanınan ünlü anatomici ve hekim Galen (131-201) de insanın mizacının, bedende en çok bulunan sıvılarla yakından ilgili olduğunu kabul etmiş, etkisini yüzyıllar boyu sürdüren Humorisme görüşünü ve Hippocratesin mizaç anlayışını benimsemiştir.
Daha sonra Kant (1724-1804), bu dört mizaca ilişkin özellikleri beden yapısından ayrı olarak şöyle tanımlamıştır:
Hafif kanlı mizaç : Bunlar tasasız insanlardır. Neşelidirler. Umut doludurlar. Yaşadıkları zamanı değerlendirmeye çalışırlar. O anda ellerindeki uğraşıyı, zihinlerindeki düşünceyi önemser, ama az sonra unuturlar. Sözlerinde durmazlar. Çok kişi ve konuyla ilgilenir, ancak bunların çoğunu sürdüremezler. Topluluktan, kalabalıktan, insanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar. Giyime, süse, gösterişe düşkündürler. Yaşamlarından hoşnutturlar. Olayları, kişileri fazla ciddiye almazlar. Sürekli değişiklik ararlar.
Ağır kanlı mizaç : Ağır kanlı insanlardır. Yavaş yavaş harekete geçerler. Davranışlarda duygudan çok düşünce ağır basar. Kurallara ve ilkelere sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Karasevdalı mizaç : Kendileriyle ilgili konulara büyük önem verirler. Aşırı duyarlı, kaygılı ve endişelidirler. İlgilendikleri her konuda tedirgin olacak, üzülüp sıkılacak bir yan bulurlar. İnsanlarla ilişki kurmaktan çekinirler. Yapacakları her davranışı uzun uzun düşünür, ölçüp biçerler. Çoğu zaman da eyleme geçmeden, vazgeçerler. Değerlere ve kurallara bağlıdırlar.
Sinirli mizaç : Kolay, çabuk kızar, öfkelenir, bağırıp çağırır ve yatışırlar. Kolay karar verip hemen eyleme geçerler. Hızlı hareket ederler. Başladıkları işin sonunu getiremezler. Bu nedenle çalışmayı sevmezler. Buyruk vermeyi, işlerini başkalarına yaptırmayı severler. Gösterişten hoşlanırlar. Tanınmak, övülmek isterler. Kendilerini beğenir, yerli yersiz övünür, yaptıklarını abartırlar. Hep kendilerinden söz eder, başkalarının da ondan söz etmesini isterler.
Hippocratesin ve daha sonra da Kantın mizaca göre yaptıkları bu ayırımların, bugün için bilimsel bir değeri yoktur. Ancak yine de bu ayırımlar, beden kimyasının kişiliği etkileyebileceği görüşünün başlangıcı sayılabileceğinden önemlidirler. Son yıllarda hormonların kişiliğin oluşması ve yapısı üzerindeki etkilerinin incelendiği araştırmalarda, hipofiz, tiroid, böbreküstü gibi içsalgı bezlerinin önemi ortaya konmuştur. Bunlara, beyinde ve çevresel sinir sisteminde bulunan adrenalin, noradrenalin, dopamin, serotonin gibi kimyasal ileticilerin de etkisi eklenebilir. Bugüne kadar, gerek içsalgı bezlerinin, gerekse kimyasal ileticilerin, kişilik gelişmesini ve yapısını nasıl etkilediğini, davranışın oluşmasında ne denli rol oynadığını doğrudan doğruya ortaya koyacak bilimsel yöntemler tam olarak geliştirilememişse de, içsalgı bezlerinin ve kimyasal ileticilerin, kişilik gelişmesinde ve yapısında dolaylı da olsa, etkili olduğu şüphe götürmeyen bir konudur.
BEDEN YAPISINA GÖRE KİŞİLİK :
Beden yapısının mizaç, karakter ve kişilikle ilişkisi üzerinde Hippocratesle başlayan görüşler, yeni çağlarda bilimsel nitelik kazanmaya başlamıştır. Kısalık, uzunluk, zayıflık, şişmanlık, güzellik, çirkinlik gibi nitelikler, saç, göz, ten rengi gibi özellikler, yürüyüş, oturuş, mimik, jest gibi hareketler, insanın beden yapısına bağlıdır. Bunların hepsi, başkalarının insana karşı gösterdiği tepkiyi, ilgi ve ilişkiyi etkiler. Örneğin; şişman bir insana karşı çevrenin gösterdiği tepkinin algılanışı ve benlikte yerleşmesi, kişilikte olumsuz izler bırakabilir. Saçının rengi, gözünün güzelliğiyle ilgi çeken bir insanın kişiliğine, aşırı ve gereksiz güven duygusu ve bencillik yerleşebilir. Yani, beden yapısına ilişkin özellikler, kişilik gelişmesine ve yapısına belirgin nitelikler katar. Bunlar, diğer insanların tepkilerini etkiler. İnsanın bu tepkilere karşı geliştirdiği cevaplar, yani karşı tepkiler farklı olur. Bu karşı tepkilerin uzun süre benzer biçimde olması, değişik kişilik yapılarının oluşmasına neden olur.
Kafa, Göğüs, Karın ve Kas Yapısına Göre Ayırım :
Bedende diğerlerine oranla daha çok gelişmiş ve belirgin duruma gelmiş sistemlere göre (kafa, göğüs, karın ve kas), Cerebral, Respiratoire, Musculaire ve Digestive olmak üzere dört tip insandan söz edilir.
İnce, Uzun, Zayıf ya da Kısa, Geniş, Şişman Olmaya Göre Ayırım :
1923 yılında, Amerikalı araştırmacı Davenport, insanları beden yapılarına göre, Slender, Medium ve Fleshy olarak ayırmış ve ince, uzun, orta, şişman, etli olan insanların, birbirlerinden farklı kişilik yapısı olduğuna dikkati çekmiştir.
1927 yılında, Sovyet araştırmacı Galant, beden yapılarına göre insanları, Stenosom, Mesosom ve Megalosom olarak üçe ayırarak, Davenportun görüşüne yakın bir yaklaşım getirmiştir.
1927 yılında, Kretschmer, kafatası yapısının, yüzün, bedenin, kol ve bacakların ölçümünü yaparak insanları, piknik, astenik / leptozom ve atletik olarak üç temel tipe ayırmıştır. Ayrıca, beden yapısı bakımından bunların karışımından oluşan karma tiplerden ve bu üç tipe de uygun düşmeyen biçimsiz, tipsiz anl¤¤¤¤¤ gelen displastik tiplerden de bahsetmiştir.
İçe ya da Dışa Dönük Olmaya Göre Ayırım :
Yine Kretschmer tarafından yapılan bu ayırıma göre, insanlar genel olarak, siklotimik ve şizotimik olmak üzere iki tiptir:
Siklotimikler; çoğunlukla piknik beden yapısında bulunurlar. Dışa dönük, canlı, neşeli, sevecen, insancıl kişilerdir. Kolay ve çabuk duygulanır, sever, kızar, öfkelenirler. Uygulamalı ve toplumsal alanlarda başarı gösterirler.
Şizotimikler; içe dönük, soğukkanlı, duygularını dışarıya yansıtmayan insanlardır. Çekingen ve alıngandırlar. Yalnızlıktan hoşlanırlar. Soyut konularla uğraşırlar. İradeleri güçlüdür. Başladıkları işin sonunu getirirler. Sürekli olarak iyi ve doğru yapmak çabası yüzünden, kimi kez hiçbir şey yapamadıkları da olur.
Kretschmerin görüşlerinden esinlenen Corman, insanın beden ve ruh yapısının en iyi biçimde, yüze yansıdığını kabul ederek, birbirinden farklı beş kişilik yapısı olduğunu ileri sürmüştür. Bu tiplerin bir ucunda açık tip (dışa dönük, kolay ve çabuk uyum sağlayan özellikler taşır) yer almakta, öteki uçta ise kapalı tip (içe dönük, geç, güç ve zor uyum sağlayan özellikler taşır) yer almaktadır. Arada bulunan tipler, açık ve kapalı kişilik yapılarının değişik oranda karışımı sonucu oluşmaktadır.
1940-1942 yıllarında Amerikalı Sheldon, kafatasını, iskeleti, gövdeyi, kol ve bacakları daha ince ve duyarlı yöntemlerle ölçmüş, Kretschmerin kurduğu sistemi geliştirmiştir. Sheldon beden yapılarını, döl yatağı içinde gelişen oğulcukta ilk gelişen katmanlara göre; endomorf, mezomorf ve ektomorf olarak üç temel tipe ayırmış ve bu beden yapılarının üzerinde, bunlara uygun üç ayrı kişilik yapısının bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu kişilik yapılarının her birinde birbirinden farklı yirmi kişilik niteliği yer almakta ve bunlar birden yirmiye kadar sıra numarasıyla liste olarak verilmektedir. Bu kişilik yapıları şunlardır:
Viserotonikler ; yemek içmekten hoşlanan, kolay ve çabuk duygulanan, güvensiz, açık yürekli, sevecen, insancıl, kolayca toplumsal uyum sağlayan kişilik yapısı gösterirler. (endomorf beden yapısına sahiptirler)
Somatotonikler ; spordan, serüvenden hoşlanan, güçlü görünen, acıya ve sıkıntıya dayanıklı kişilik yapısı gösterirler. (mezomorf beden yapısına sahiptirler.)
Serebrotonikler ; içe dönük, insandan kaçan, diğer insanlarla kolay ilişki kuramayan, soyut düşünen kişilik yapısı gösterirler. (ektomorf beden yapısına sahiptirler.)
Bu tipler ve bunlarda bulunan kişilik yapıları, bu kadar kesin sınırlar ve özelliklerle birbirlerinden ayrılmazlar. Sheldon, bu tiplerden birinin bütün özelliklerini taşıyan insanlara ender rastlandığına dikkati çekmiş, her insanın kişiliğinde üç tipte ayrı ayrı bulunan kişilik özelliklerinin, değişik oranlarda bulunduğunu belirtmiştir. İnsanların çoğunluğunun kişiliği, bu üç tipte bulunan niteliklerin karışımından oluşmuştur.
.................................................. .................................................. ..................................
Son yıllarda yapılan geniş istatistik çalışmalarından toplanan veriler, beden yapısıyla kişilik özellikleri arasında istatistik açısından düşük bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Ancak, bu görüşler, kişilik yapılarını ve özelliklerini tanıyıp anlamada sağlam bir dayanak olmuş, kişiliği etkileyen daha önemli bedensel, fizyolojik, hormonal, kimyasal etkenlerin bulunabileceği olasılığını düşündürmüş, daha duyarlı yöntemlerin geliştirilmesini sağlamıştır.
RUHSAL VE TOPLUMSAL YAPIYA GÖRE KİŞİLİK :
Spranger :
Alman ruhbilimci Spranger, kişilik yapılarını toplumsal yer, rol, durum ve amaca göre altı temel tipe ayırmıştır:
1. Teorik tip : Soyut düşünen, düşüncelerini gerçekleştirmek için sürekli arayış içinde olan insanlardır.
2. Estetik tip : Sürekli olarak yenilik ve değişiklik peşinde koşan insanlardır.
3. Ekonomik tip : Maddi çıkarlarını üstün tutarlar.
4. Sosyal tip : Başkalarına yardımcı olmaktan hoşlanırlar.
5. Politik tip : Mevki elde etmek, güçlü, kudretli olmak için çabalarlar.
6. Dindar tip : Günlük yaşamdan çok öbür dünya ile ilgilenen, ikisi arasında sürekli bağlantı kurmaya çalışan insanlardır.
Heymans ve Wiersman :
Kişiliğe ilişkin özellikleri, duygulanım, etkinlik ve verilen kararların süresine göre iki uçlu, üç boyutta toplamışlardır (duygulanım, etkinlik, karar). Duygulanım boyutunun bir ucunda, aşırı duygulanım ve coşku (E), öbür ucunda bu durumun bulunmaması (nE), yani duygusuzluk, ilgisizlik yer alır. Etkinlik boyutu, aşırı etkinlik (A) ve etkinliğin olmaması (nA), kararlara ilişkin üçüncü boyut da, bunların sürdürülmesi (P) ve sürdürülmemesi (S) ne göre, iki uçla sonlanır. Üç boyut üzerinde yer alan bu özelliklerin birleşmesi sonucu sekiz tip tanımlanmıştır:
1. E A P : Sinirli
2. E A S : Kuşkulu, endişeli, takıntılı
3. E nAP : Dışa dönük, neşeli
4. E nAS : Öfkeli
5. nE AP : İçe dönük, durgun
6. nE AS : Tutarsız
7. nE nAP : İlgisiz
8. nE nAS : İlgisiz, tutarsız
Jung :
Hippocrates döneminden beri süregelen, içe ve dışa dönük kişilik yapısı görüşlerinden esinlenen Jung, bunlara yeni nitelikler ve özellikler katmış, insanın kişiler ve nesnelerle olan ilişkilerini değerlendirerek, bunlara yönelme ya da bunları iç dünyasına alıp benimseme biçimine bakarak kişiliği, içe ve dışa dönük olarak başlıca iki tipe ayırmıştır:
1. İçe dönük tip ; nesnelerle zor ve olumsuz bağlantı kurar. Nesneden çok özneye bağlıdır. Nesne geri planda kalır, kişilik yapısı ve davranışın oluşmasına dolaylı olarak etki yapar. Bu tiplerin içinde bulundukları ortama uyumları güçtür. Toplumsal kurallar ve değerlerin benimsenmesi zorlukla olabilir.
2. Dışa dönük tip ; nesnelerle kolay ve uyumlu bağlantı kurar. Nesnelere değer vererek düşünür. Eylemleri nesnelere göre düzenler. İlgisi özneden çok nesneye bağlıdır. Kendisinin dışındaki dünyaya daha çok ilgi duyar. İçinde yaşadığı ortamın ortak kurallarına ve değerlerine kolay ve çabuk uyum gösterir.
Junga göre, içe ya da dışa dönük kişilik, kişilik gücünün yöneliş biçimidir. Bu güç doğuştan vardır, amacı üstün olan ruhsal işlevi belirlemek ve geliştirmektir. Genel olarak her kişilik yapısında, denge durumunda olan, içe ve dışa dönük özellikler vardır. Bilinç, dışa dönük olduğu zaman, bilinçdışı içe dönüktür, ya da bunun tersi söz konusudur. Değişik tiplerin özellikleri, kişiler arası ilişkilerde, evlilik sorunlarında, ana baba çocuk çatışmalarında, insanlar arası sürtüşmelerde, hatta toplumsal ve siyasi olayların ortaya çıkmasında önemli rol oynar.
Gerçek yaşamda, işlevlerin iki boyut üzerinde dağılmış karışımları bulunur. Duyum, duygu, sezgi ve düşüncenin oluşturduğu eksen üzerinde karma durumlar ortaya çıkar.
Junga göre içe ve dışa dönük tipler, kişiliğin duyum, duygu, sezgi ve düşünme gibi temel işlevlerine göre biçim alırlar. Bireyin içinde bulunduğu ortama, kültür ve zihinsel gelişme düzeyine göre bu işlevlerden biri ön plana geçer, kişilik üzerinde daha etkili rol oynar. Böylece ağırlık kazanan işlev, diğerlerini örter, geri planda gölgede bırakır. Ağırlık kazanan işlev, kişiliğin bilinçli yanını oluşturur. Genel olarak, gölgede kalan işlevlerden biri, üst işleve yardımcı olur. Geri kalan iki işlevden üçüncüsü, arada sıkışmış, dördüncüsü ise gelişmemiş olup, denetim dışı kalmıştır. Buna alt işlev adı verilir. Kişiliğin gelişip olgunlaşması, bu dört işlevin bilinç düzeyine çıkmasına, bilinçli olmasına bağlıdır. Kuramsal olarak tasarlanan bu durum, sadece ulaşılması gereken bir amaçtır. Günlük yaşamda böyle bir kişilik yapısına rastlama olasılığı ya hiç yoktur ya da çok enderdir.
Kişilikte bulunan dört işlevden birinin gelişmesi, ergenlik çağı sonunda tamamlanır. Ancak, bu çağda olup kişilik gelişmesini tamamlamamış insanlar da vardır. Çocuksu kalmış olan bu insanlar, belirli durumlarda dört işlevden hangisine başvuracaklarını kestiremezler. Tutarsız davranırlar, kişilikleri dengesiz ve düzensizdir. Her an değişme gösterirler. Gelişmiş olan bir kişilik yapısında, söz konusu dört işlevden en az üçünün bilinç yüzeyine çıkması gereklidir. İçe ve dışa dönüklükte, uçlara yakın bulunan kişilerde, nevrotik yakınmalar ve belirtiler ortaya çıkar.
Kişilik gelişmesinde amaç, ruhsal bütünlüğün sağlanmasıdır. Dört temel işlev, genel davranış eğilimleriyle birlikte değerlendirildiğinde birbirinden farklı sekiz değişik kişilik yapısı, yani tip ortaya çıkar:
Dışa dönük düşünen tip İçe dönük sezgisel tip
İçe dönük düşünen tip Dışa dönük sezgisel tip
Dışa dönük duygusal tip Dışa dönük duyumsal tip
İçe dönük duygusal tip İçe dönük duyumsal tip
Freud :
Çözümleyici (psychoanalitic) öğretiler, cinsel gelişmenin çeşitli dönemlerindeki saplantılar ya da bu dönemlere doğru gerilemelere göre; kişiliği Ağız, Dışkıl, Üretken ve Özsever olmak üzere tiplere ayırmıştır. Ancak, cinsel gelişmenin çeşitli dönemlerini birbirinden kesin sınırlarla ayırma olanağı bulunmadığından, Freud, günlük uygulamada üç farklı kişilik tipinin bulunduğunu ileri sürmüştür:
1. Sevgeç tip (Erotic) : Sevmenin ve sevilmenin egemen olduğu, ağır bastığı duygusal insanlardır.
2. Sado-masohist tip (Sado-masochism) : Üstben ile ben* arasında, sürekli çatışma ve sürtüşme gösteren insanlardır. Bir yanda katı kalıpların baskısı, bir yanda bunlara uyamamanın verdiği kaygı ve sıkıntı nedeniyle devamlı tedirginlik gösterirler. Takıntılı düşünce ve korkuları olabilir.
3. Özsever tip (Narcissistic) : kendi bedenine ve kişiliğine aşırı düşkün olan, kendisini seven ve beğenen insanlardır.
Bu üç tipin karşılıklı olarak biraraya gelmesi sonucu, iki tipin de özelliklerinin bir bölümünü taşıyan değişik kişilik yapıları ortaya çıkabilir: Sevgeç-Özsever, Sado-masohist-Özsever gibi.
* Freuda göre; id, üstben ve ben, insan davranışlarını yöneten, çoğu kez bilincin dışında kalan, kişiliğin üç temel öğesidir.
İd, kişiliğin çekirdeğini oluşturur, en eski ve en ilkel yönlerini, en doğal duygu ve dürtülerini içerir; insanın gerçek doğasıdır. İçgüdü, içtepki, istek, tutku gibi dinamik güçlerin barınağıdır. Biyo-psikolojik ve özellikle cinsel gereksinimler, doyuma ulaşmak için çaba gösteriler. İdin önemli bir bölümü baskı altında bulunduğu için, bilince kapalıdır.
Üstben ise, idin karşıtı olarak, kişilik yapısında çevreyi, yani bireyin toplum ve kültürden edindiği düşünce, norm ve değerleri temsil eder. Üstben, zamanla oluşur. Ancak, bir kere gelişip ortaya çıktıktan sonra, bireyin davranışlarını, düşünce, eğilim ve duygularını denetim altına alan, hatta sansür eden güçlü bir etken haline dönüşür.
Ben, bir bakıma idin savunucusu ve koruyucusu gibidir. Benin görevi, idin yinelenen doğal talepleri ile üstbenin sınırlayıcılığı arasında, birey hesabına sağlıklı ve sürekli bir psikolojik denge ve uyum sağlamaktır. Yani, bireyin iç evreni ile dış evren arasındaki ilişkileri düzenleyen bir arabulucu olarak ortaya çıkmaktadır.
ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMA GÖRE KİŞİLİK :
Daha önceki tüm görüşlerin ışığı altında, Eysenck, kişilik yapısına yeni, çağdaş ve günümüzde de geçerliliğini koruyan bir yaklaşımla bakmış, kişiliğin yorumlanmasına yeni boyutlar kazandırmış, nitelik ve tip kavramlarını getirmiştir. Eysenckgöre nitelik, kişinin belli biçimde davranışta bulunma eğilimlerinin bütününden tip de niteliklerin toplanması ve örgütlenmesinden oluşur. Kişilik ise bunların birleşimi, bütünüdür.
Bu kurama göre, kişilik yapısı, birbirinden bağımsız iki uçlu yatay ve dikey iki boyut üzerinde değerlendirilmiştir. Yatay boyutun bir ucunda içe dönüklük, öteki ucunda dışa dönüklük; dikey boyutun üst ucunda nevrotik, alt ucunda normal tipler bulunmaktadır. Bütün insanların kişilik yapıları, bu iki boyut arasında bir yerde bulunur. Bu yer, gözlem, dereceli ölçek ve testlerle saptanır.
Dikey ve yatay boyutlarda yer alan ve kişiliği oluşturan öğeler, birbirinden ayrı olan, ancak aralarında bağlantı bulunan dört düzeye yerleştirilmiştir:
1. En alt düzeyde, kişinin tek tek olaylarda ortaya çıkan rasgele tepkileri yer alır. Bunlar, kişinin alışılagelen davranışları olabildiği gibi, bir olay, durum, kişi ya da nesne karşısında o anda oluşmuş, aynı biçimde yenilenme olanağı az davranışları da olabilir.
2. İkinci düzeyde, kişinin alışkanlık durumuna gelmiş davranışları bulunur. Bunlar, benzer koşullar altında, çoğunlukla benzer biçimde yenilenme eğilimi gösteren kişiye özgü davranışlardır.
3. Üçüncü düzeyde, alışkanlık durumuna gelmiş davranışlara ilişkin nitelikler arasında bağlantılar kurulur. Bu nitelikler örgütlenir.
4. Dördüncü düzeyde, üçüncü düzeyde bulunan niteliklerin örgütlenmesi sonucu tipler oluşur. Örneğin, katılık, utangaçlık, bir konu üzerinde aşırı direnme, soyut düşünce eğilimi, tedirginlik gibi niteliklerin bir arada kümelenip örgütlenmesi, içe dönük tipi oluşturur.
NEVROTİK
İÇE DIŞA
DÖNÜK DÖNÜK
NORMAL
Melankolik ve kolerikler güçlü duygulara, sangen ve flegmatikler ise zayıf duygulara eğilimlidirler. Buna karşılık, sangen ve koleriklerde yüksek değişme hızı, melankolik ve flegmatiklerde düşük değişme hızı vardır.
Normal İçe ya da Dışa Dönük Olanlar :
Bir ucunda içe dönüklük, bir ucunda dışa dönüklük bulunan yatay boyutun iki ucunda yer alan normal tiplerin özellikleri şöyledir:
1. Tipik içe dönük olanlar ; sessiz, çevreye karşı kapalıdırlar. İnsanlardan kaçar, kendi başlarına kalmak isterler. Okumak, yazmak, resim, müzik gibi uğraşılardan hoşlanırlar. İnsanlarla kolay ilişki kuramazlar, zor arkadaş edinirler. Yapacakları hareketi önceden düşünüp tasarlarlar. Günlük yaşantıyı, olayları, kişileri ciddiyetle ele alırlar. Sakin, telaşsız bir yaşam biçimini sever, duygu ve coşkularını çok sıkı denetim altında tutarlar. Aşırı duygulanımdan kaçar, hareketlerini ve davranışlarını iyi denetlerler. Çok ender olarak saldırganlık davranışında bulunurlar. Güvenilir insanlardır. Kurdukları toplumsal ilişkileri sınırlı ve dengeli olarak sürdürürler. Ahlak kurallarına büyük değer verirler. Yaşama bakış açıları karamsardır.
2. Tipik dışa dönük olanlar ; insancıl, cana yakındırlar, insanlarla birlikte bulunmaktan hoşlanırlar. Kolay ilişki kurar, çok arkadaş edinirler. Kendi başlarına kalmaktan, okumak ve çalışmaktan hoşlanmazlar. Heyecan veren olaylardan hoşlanırlar. Hareket ve davranışları üzerindeki denetimleri zayıftır. O anda içlerinden geldiği gibi hareket ederler. Neşeli, hareketlidirler, çok konuşur, şakadan hoşlanırlar. Genellikle tasasız, iyimserdirler, gülmeyi eğlenmeyi severler. Kolay kızıp öfkelenir, kendilerini kaybederler. Saldırgan hareket ve davranışları sıktır. Duygularını sıkı denetim altında tutamaz, ahlak ve toplum kurallarına pek aldırmazlar. Her zaman güvenilir değildirler.
Nevrotik İçe ya da Dışa Dönük Tipler :
Üst ucunda nevrotik, alt ucunda normal kişilik yapısı bulunan dikey boyutun üst ucunda bulunan nevrotik tipte, aşırı ve değişken duygulanım alanı, kaygı, tedirginlik, duyarlılık, alınganlık, kolay ve çabuk tepki oluşturma gibi nitelikler bulunur. Normal uçta bulunan tipte ise, dengeli ve düzenli duygulanım alanı, güven duygusu, düşünceli hareket gibi nitelikler yer almıştır.
1. Nevrotik içe dönük tip ; sürekli kaygı ve endişe içindedir. Takıntılı düşünceleri ve korkuları vardır. Alıngan, sinirli ve tedirgindir. Aşırı duyarlıdır. Zaman zaman durgunluk, isteksizlik, ilgisizlik durumları olur. Gerçeklerden kaçar. Gündüz rüyası ve fantezilere dalar. Güvensizdir. Aşağılık duygusu vardır. İnsanlarla kolay ilişki kuramaz. Topluluklarda arka planda kalır. Devamlı uykusuzluktan yakınır. Kendi gerçekleriyle bağdaşmayan amaç, istek ve beklentiler peşinde koşar. Bunlara erişemedikçe kaygısı artar. Yaptığı, başardığı işleri küçümser. Kendisini başkalarıyla kıyaslayıp onlara erişmeye çalışır. Olanak, yetenek ve becerilerini geliştirmek için çaba harcamaz. Bu tiplerde nevrastani ve takıntılı düşünce ve korkular sık görülür.
2. Nevrotik dışa dönük tip ; kaygılı, endişeli ve tedirgindir. Ruhsal gücü zayıf ve yetersizdir. İlgi alanı dardır. Devamlı bedensel yakınmaları vardır. Neşesiz, karamsar, ters huylu, durgun ve isteksizdir. Düşünmeden karar verir. Çabuk hareket eder, sık sık yanılır. Erişmek isteği, amaç, istek ve beklenti düzeyi düşüktür. Erişmek istediklerinin de kendi gerçekleriyle bağlantısı yoktur. Buna karşılık, yaptığı işleri abartır. Kendince başarılı saydığı davranışlarla övünür. Bu tiplerde histeri belirtileri kolayca ortaya çıkar.
Nevrotik denekler ve suçlular üzerinde yapılan araştırmalardan sonra, nevrotik içe dönüklerin daha çok kaygı, endişe, takıntılı düşünce, korku ve benzeri gibi belirtiler göstermelerine karşın, nevrotik dışa dönüklerin histerik belirtiler yanında, suç niteliğindeki eylemleri daha sık yaptıkları ortaya çıkmıştır.
Ruhsal bozukluklar ve hastalıklar, yatay ve dikey boyut dışında, yeni boyut üzerinde yer alır. Bu boyut üzerinde de diğer boyutlarda bulunan nitelikler farklı inceliklerle sıralanmıştır. Bu tür yaklaşıma göre, normal sayılan kişilik sınırıyla ruhsal bozukluklar ve hastalıklar arasında sadece nicelik farkı olduğu söylenebilir.
ORGANİZASYONLARDA RASTLANAN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ :
Kontrol Odağı :
Kontrol odağı tanımı, ilk defa Rotter tarafından 1966 yılında yapılmıştır. Kontrol odağı, her zaman bireyin etrafında gelişen olayları algılama biçimi ile ilgilidir. İnsanlar, karşılaştıkları durumlar üzerinde ne kadar kontrol sahibi oldukları hakkında farklı düşünüş tarzlarına sahiptirler. Kontrol odağı algılamaları kişilerin hayat tecrübeleri ile de ilintilidir. Bunun yanında, konuya daha geniş bakıldığında sosyal sınıf da kontrol odağı üzerinde önemli rol oynamaktadır.
Bazı insanlar, çevrelerinde ve hayatlarında gelişen önemli olaylar üzerinde, göreceli olarak az bir etkileri olduğunu düşünürler. Diğerleri ise yaşadıkları dünya hakkında belli bir etkileri olduğuna inanırlar. Kontrol odağı, insanların bu tarz düşünceleri ile ilgilidir. Dışsal kontrol odağına sahip insanlar, kendi dışlarında gelişen güçlerin hayatlarını kontrol ettiğine inanırlar. Başlarına gelen olayları kadere, şansa atfederler. Kendi hareketleri ve yaşadıkları arasında, oldukça düşük bir oranda ilgi olduğunu düşünürler. İçsel kontrol odağına sahip kişiler ise, sahip oldukları davranışların ve hareketlerin, hayatlarında gelişen olayları etkilediğine inanırlar. İçsel kontrol odağına sahip kişilerin performansları daha iyidir, çünkü hayatlarında gelişen olayların, sahip oldukları niteliklerden kaynaklandığını düşünürler. Başarılı olduklarına inanırlar, çünkü başarılı olma yolunda çaba harcamışlardır. Dışsal kontrol odağına sahip insanlar ise başarısız oldukları durumlarda olayların kendi kontrolleri dışında geliştiğini düşündüklerinden şanssız veya kadersiz olduklarına inanırlar. Ya da başkalarının başarılı oldukları durumları, onların şanslı olmalarına ya da verilen görevin basitliğine yorumlarlar.
İşletme ortamlarında, içsel kontrol odağına sahip çalışanlar, dışsal kontrol odağına sahip çalışanlara oranla daha kolay motive olurlar ve doğrudan yönetilmeleri de gerekmez. Çünkü göstermiş oldukları performansın yaptıkları iş sonucunu etkileyeceğine inanırlar.
Konu ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarına göre, kültür faktörünün de insanların kontrol odaklarını algılama biçimleri üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. Diğer araştırmalar, bireysel farklılıkların sadece kültürle değil, aynı zamanda fiziksel sağlık ve psikolojik uyum ile de ilintili olduğunu göstermiştir.
Öz-güven :
Öz-güven, kişilerin yetenekleri ve kendileri hakkında sahip oldukları düşüncelerdir. Yüksek öz-güvene sahip kişiler, kendilerini bir çok farklı durumla baş edebilecek kadar değerli ve yetenekli görürler. Düşük öz-güvene sahip kişiler ise yeteneklerini sorgularlar, kendi değerleri hakkında şüpheye düşerler, farklı durumlarda endişeye kapılırlar.
Öz-güven kavramı, firma içindeki davranışları anlamada önemlidir. Öz-güven, kişilerin faaliyetleri ve iş seçimleri konusunda rol oynamaktadır. Öz-güvenleri yüksek olan insanlar, öz-güvenleri düşük insanlara oranla rekabet gerektiren işlerde çalışmayı tercih ederler. Çalışma ortamında öz-güvenleri yüksek insanlar kendilerine yüksek hedefler koyarlar ve genelde zor işleri başarmayı isterler. Yüksek öz-güven, aynı zamanda iş motivasyonu ve iş tatmini üzerinde de önemli rol oynar. Ancak yine de akılda tutulması gereken bir nokta, öz-güvenleri düşük kişilerin, yetenekleri hakkında şüpheleri olmasına rağmen yüksek öz-güvenli kişiler gibi çalışabilmeleridir.
A ve B Kişilikleri :
A kişiliğine sahip insanlar genelde, aşırı rekabeti severler, sabırsızdırlar, sürekli aceleleri vardır, başarmak için hırslıdırlar ve bazı durumlarda düşmanca tutum takınabilirler. Bu tip insanlar kısa zaman içerisinde birçok işi bitirmek isterler, sürekli insiyatif almak istediklerinden genelde geçinilmesi zor kişilerdir. İletişim esnasında oldukça sabırsız olduklarından sürekli karşısındakinin sözlerini keserler ya da cümlelerini tamamlarlar. A kişiliğinin daha rahat ve geçinilmesi kolay tarzı ise B kişiliği olarak adlandırılır. Popüler basında, A kişiliği ya da A kişiliğine sahip insanlarda daha çok kalp krizi, yüksek tansiyon gibi vakalara rastlandığına dair yazılar bulunmaktadır.
A kişiliği, fazla sorumluluk alıp bir çok işi bitirmek istediğinden işletmeler için, özellikle bir çok işin aynı anda yapılmasını gerektiren durumlar için ideal çalışanlar olarak görülebilir. Ancak geçinilmesi zor bir yapıya sahip olduklarından ve insanlarla etkileşim içinde olunması gereken durumlarda başarısız olacaklarından durum beklenenden farklıdır.
Bu konu ile ilgili yapılan araştırma sonuçları, A kişiliğine sahip yöneticilerin, B kişiliğine sahip yöneticilere oranla astları ile daha fazla çatışma yaşadıkları bulunmuştur. A kişiliğine sahip çalışanlar, iyi birer takım oyuncusu değildirler, çünkü yalnız başına çalışırken başarılı olabilirler. Ayrıca A kişiliğine sahip çalışanlar, uzun vadeli projelerde sıkılıp başarısız olurlar, çünkü sabırsız olduklarından hemen sonuç görmek isterler.
Başarı, Sevgi ve Güç İhtiyaçları :
David McClelland uzun yıllar yaptığı araştırmaların sonucunda, her insanda dereceleri değişse de üç farklı özellik olduğunu bulmuştur; başarı ihtiyacı, sevgi ihtiyacı ve güç ihtiyacı.
Yüksek başarı ihtiyacına sahip insanlar, rekabet gerektiren ortamlarda başarılı olmak ve kendi mükemmeliyetçi standartlarını karşılayabilmek için özel bir arzu duyarlar. Bulundukları çalışma ortamında yaptıkları işten bizzat kendileri sorumlu olmak isterler, kendileri için net hedefler belirlerler ve göstermiş oldukları performans konusunda geribildirim isterler. Ve genelde bu tipte insanlar güçlü başarma güdülerini tatmin edecek işlerde çalışırlar.
Sevgi ihtiyacı duyan kişiler, genelde başkaları ile iyi ilişkiler kurmak ve sürdürmek üzerine odaklanmışlardır. Sadece kendilerinin başkaları tarafından beğenilmesini değil, aynı zamanda herkesin birbiri ile iyi geçinmesini arzularlar. Beklenildiği gibi, takım çalışmasını severler, başkalarının duygularına karşı hassastırlar, kişisel çatışmalara sebebiyet verecek davranışlardan kaçınırlar. İşletme ortamında bu tip insanlar, sürekli başkaları ile etkileşim içinde olacakları işlerde çalışmayı tercih ederler. Yine de bu tarz insanlar, kişisel ilişkiler konusunda her ne kadar hassas olsalar da bir yönetici, sadece sevgi ihtiyacı duyan kişilerden oluşan bir ekip kurmak istemez, çünkü bireyler birbirleri ile iyi ilişkiler kurmaya daha çok odaklandıklarından, grubun planladığı işleri yapma konusunda başarısız olabilirler. Sevgi ihtiyacı duyan kişiler, başkalarını değerlendirmeleri gereken pozisyonlarda da başarısız olabilirler, çünkü mevcut ilişkileri bozacağı endişesinden astlarına olumsuz bir geribildirim vermekte zorlanabilirler.
Başarı ihtiyacı duyan kişiler, başkaları üzerinde hem duygusal hem de davranışsal etki yaratıp kontrol etmeyi arzularlar. Bu tip insanlar, genelde başkaları üzerinde etki bırakabilecekleri yöneticilik pozisyonlarında veya liderlik vasıfları gerektiren işlerde çalışırlar. Ve genelde düşük başarı ihtiyacı duyan insanlara oranla liderlik vasıfları gerektiren işlerde başarılı olurlar. Ancak işletme ortamlarında başarı ihtiyacı yüksek olan iki çalışan aynı ortamda yer alması sorun yaratabilir.
Micheal Stahl, yaptığı bir araştırma sonucunda, yöneticilerin yüksek derecede başarı ve güç ihtiyacı duymalarının, aslında işlerini başarı ile yürütmeleri için gerekli olduğunu bulmuştur. Yüksek sevgi ihtiyacı, yöneticiler için gerekli olmayabilir, çünkü astları ile arasını iyi tutma çabaları yüzünden konulan hedeflerin gerçekleştirilmesi konusunda olmaları gerektiği kadar katı olamayabilirler.