Dedelik soyundan geliyorum ama dedelik yapmıyorum
Kemal Kılıçdaroğlu'nun sükûnetini, ne sorarsam sorayım hiç kızmadan, sesini yükseltmeden gülümseyerek cevap vermesini sevdim. İstanbulluların oyunu alabilir mi bilemem. Samimiyeti gerçekse, seçilse de seçilmese de CHP Genel Merkezi ile ufukta çatışma görüyorum.
Ankara'daki politbüronun istediği tavizlere pabuç bırakmayacağı anlaşılıyor. Bırakırsa, yıldızını parlatan bu "doğrucu Davut" tiplemesini kendi elleriyle yıkmış olur. Çünkü Sevigen hakkındaki iddiaları ciddiye alarak "Gereğini yapmalıdır" diyebildi, Baykal'sa ben bu söyleşiyi yaparken henüz bu konuda görüş oluşturamamıştı. Sevigen de istifa etmemişti...
Siz belediyeciliği, seçilirseniz mi öğreneceksiniz?
Ben biliyorum belediyeciliği. Belediyelerin yasalarını, topladıkları paraları, sundukları hizmetleri biliyorum.
Ama teorik olarak. Bugüne kadar çeşnicibaşıydınız. Görevi sadece yemeğin iyi mi kötü mü olduğunu söylemek olan bir çeşnicibaşının, bir patates soymadan sınıf değiştirip aşçıbaşı olması akıl kârı bir iş mi?
Ben aşçıbaşılık yaptım. Türkiye bütçesinden sonraki en büyük bütçeyi yönettim.
Ama yedi yıl boyunca zarar ettiniz. İyi yönetemediniz ki...
Bu doğru değil. Sosyal güvenlik sisteminde ilk açık 1971'de ortaya çıktı. İlk önlem alınmasını isteyen, Uluslararası Çalışma Örgütü uzmanı Zelenka'ydı. Raporunda, "Önlem almazsanız kurum yakın bir gelecekte aylık ödeyemez." dedi. Önlem almadılar.
Hangi mazeret başarının yerini tutabilir ki?..
Sistemin bütün kurallarını kim belirliyor? Parlamento. Ben Parlamento'nun üstünde bir güce sahip değilim. Ben, kişilere sen 34 yaşında emekli olacaksın diye bir karar alıp, o kararın sonucunda kurumu batırmışsam haklısınız. Ama o karar yanlıştır, bu uygulama yanlıştır diye o dönemde bile bunu söylüyorsam, ben işi doğru yapıyorum demektir.
Başarısızlığı Parlamento'ya yüklüyor ama olmayan başarıyı üstleniyorsunuz!
Bakın, bürokrat, yetkilerini sağlıklı kullanırsa başarılı olur. Yetkilerini sağlıklı kullanamazsa başarısız olur. Türkiye'de ilk eşdeğer ilaç uygulamasını başlatan benim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük tasarrufunu yapan benim. Ve bunun içindir ki; ben o dönemde yılın en başarılı bürokratı seçildim.
Kim seçti?
Ekonomi Trend dergisi.
Politikaya girmeseydiniz sadece SSK genel müdürlüğünüzle nasıl anılırdınız acaba?
Bana beş tane SSK genel müdürünün ismini sayabilir misiniz?
Sayamam.
Güzel. Ama Kemal Kılıçdaroğlu adı SSK Genel Müdürlüğü ile özdeşleşmiştir. Niçin?
Yakınlarınızı işe yerleştirdiğiniz ve ihalelerde usulsüzlük yaptığınız için olabilir mi?
Hayır. SSK genel müdürü olarak çizdiğim performans başarılıdır. Kurumda 65 bin kişi çalışıyor. Ben Tunceli'de de sınav yaptım. Bir tek akrabam Tunceli'de sınava girmedi. Hiçbirisine izin vermedim, torpil olur, söz olur diye.
70 akrabanızın işe girdiği iddiası?..
Efendim soyadı Karabulut olan ne kadar insan varsa, hepsini alt alta yazıyorlar. Bunların eski soyadı Karabulut, akrabasıdır diye.
Sadece Karabulut değil, iki soyadı daha var. Gündüz ve Düzgün...
Yok, onları bırakın. 65 bin kişinin çalıştığı kurumda eğer ben yakınlarımı, akrabalarımı oraya doldurmak isteseydim, kurum tarihinde ilk kez ÖSYM aracılığıyla sınav yapmazdım. Kimin sınav kazandığının belgelerini, isimlerini noter huzurunda açtıran benim.
SSK'da bir yakınınız bile çalışmadı mı yani?
Var efendim, çalışıyor. Ben genel müdür olmadan önce de yakınlarım vardı. Ama hiç kimse şu yakınını şurada müdür yapmıştır diyemez. Sınavı kazanmış gelmiştir. Düz memurdur, çok istediği halde asla müdür olmamıştır.
Diyelim belediye başkanlığını kazandınız. Bu sefer de iktidar para musluklarını kesti, şöyle oldu, böyle oldu diye sürekli topu başkalarına mı atacaksınız?
30 Mart'ta inşallah İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına oturacağım. Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın kapısına beş kuruş talep etmek için dahi gitmeyeceğim.
Mümkün değil. İhtiyacınız olacak.
Hayır efendim, 10 milyar dolar bütçesi var bu kentin. Sorun şu: Bir liraya yaptıracağınız işi beş liraya yaptırıyor ve kaynak savurganlığına yol açıyorsunuz. Ben burada iddialıyım. 10 milyar dolarla İstanbul'u İstanbul yapacağım. Zaten Tayyip Bey'in korkusu da o. Acaba diyor, bu adam gelir, gerçekten beş yılda bizim on beş yılda yaptığımızı yaparsa ne olacak?
Topbaş, sizin hesap hatası yaptığınızı söylüyor. Siz daha önce İstanbul'un 15 yıllık bütçesi 150 milyar dolar demiştiniz.
Ben bütçesi demedim. İstanbul'a harcanan para dedim 150 milyar dolar. Gerek Sayın Tayyip Erdoğan, gerek Sayın Kadir Topbaş, benim ne söylediklerimi dinlemiyorlar. Kendi algılarına uygun olarak benim söylemlerimi alıyorlar.
Topbaş hesaplamış, son 15 yıllık bütçe 59 milyar dolar. Nasıl olur da 150 milyar dolar harcayabilirler?
İstanbul'a harcanan para bu. Bunun içinde belediyenin harcamaları dışında merkezî hükümetin ve il özel idaresinin harcamaları da var. Benim sözlerimi çarpıtıyorlar. Dedim ki beş yılda 80 kilometre metro yapacağız. Sayın Topbaş'ın yanıtı, "Bunlar hayal âleminde geziyor. Bir yılda 80 kilometre metro nerede yapılmış?" oldu. Ben bir yılda demedim ki.
Bir kilometre metronun maliyeti 50 milyon dolar. 80 çarpı 50 eşittir 4 milyar dolar lazım beş yıl için. Nereden bulacaksınız bu parayı?
Beş yıllık bütçe 50 milyar dolar. Buradan 4 milyar dolarını metroya ayırırsanız ne olur? Çok mu büyük para? Kaldı ki 50 milyon dolara bunlar mal ediyorlar. Dünya fiyatları 30 ile 40 milyon dolar arasında değişiyor.
Siparişi verir vermez hemen yapabiliyorlar mı?
Hayır.
Önümüzdeki beş yıl içinde bunu tamamlamanız mümkün değil yani?
Mümkün. İlk bir iki yıl biraz ağır gider, ondan sonra süratli gider.
Diyorlar ki, dünyada üç tane metro üreticisi var. Şu anda kapılarını çalsan ancak üç yıl sonra işe başlayabiliyorlar.
Siz bir ihale açın bakalım. Kaç firma giriyor ihaleye.
Yani üç üretici yok mu?
Hayır efendim. Metro, bir sistemler bütünüdür. Bunların yaptığı bir bütün olarak ihale etmemeleri. Sorun da oradan çıkıyor. Tüneli birisine veriyorsunuz. Sinyalizasyonu birisine veriyorsunuz. Başka bir işi başkasına veriyorsunuz. Sonra bunlar bir araya gelmiyor. Metroyu adam gibi bir firmaya verirsiniz. Düğmeye basar, tıkır tıkır gider her şeyiyle beraber.
Üçlü yönetime gelelim. "Bu üçlü çok güçlü" sloganıyla ortaya çıktınız. Ama daha seçilmeden bu üçlünün bir ayağı genel merkezle ihtilafa düştü. Sizi neredeyse yarı yolda bırakıyordu. İstifanın eşiğinden döndü.
İstifanın eşiğinden dönme diye bir şey yok.
Var var.
Aday belirleme sürecinde her partide olduğu gibi kırgınlıklar olur. Birisi gider, öbürü gelir. Bunlar işin doğası gereği. Bizim üçlüde bir ayrılık yok. Ben şahsen liste işine girmiyorum. Çünkü ben öyle partinin iç sorunlarına girersem başkan adaylığımı yapamam.
Ankara'daki politbüro, İstanbul'da işi bilen insanlara müdahale ediyor. Gürsel Bey de direniyor. Madem troykasınız, bu problem sizin de aynı zamanda.
Hayır. Ben belediye başkanlığı koltuğuna oturduğumda görevim İstanbul'a hizmet etmek. Siyasi partiye değil. Eğer birisi gelip benden ihale ve iş ister, "Ben onun için oy verdim" derse baştan söyleyeyim, bana oy vermesine gerek yok. Seçildikten sonra, Gürsel Bey de artık o üçlü yönetim içinde partiyi değil, İstanbul'u düşünmek zorunda.
O zaman Gürsel Bey il başkanlığını bir başkasına mı devredecek?
Hukuki olarak, il başkanlığı yapar mı, yapmaz mı? O süreci bilmiyorum. Seçilirsek, ortak tek bir hedefimiz var: İstanbul'u 21. yüzyılın dünya markası haline getirmek.
Genel merkez ile kent teşkilatları arasındaki kısır çekişmeler bu hedefi saptırmaz mı?
Siz beni tanımıyorsunuz. Ben en uzun süre SSK genel müdürlüğü yaptım. İki veya üç bakan hariç bütün bakanlarla kavga ettim.
Ufukta CHP yönetimi ile bir kavga mı görünüyor?
Hayır. Ben İstanbul'la ilgili bütün sağlıklı önerilere bakarım. Bunun illa partiden olması şart değil. AKP'den de gelebilir, vatandaştan, üniversiteden, yerel aktörlerden de gelebilir. Ama bana illa şunu yapacaksın, şuna şu işi vereceksin diyemez kimse. Derse kavgamı ederim.
Sevigen hakkındaki iddiaları ciddiye alıyor musunuz?
İddialar ciddi. Önce ses kaseti çıktı, sonra belgeler. Kendisi zaten böyle bir durumda yönetimden ve milletvekilliğinden ayrılacağını açıkça söylemişti. Bu durumda gereğini yapmalıdır.
Baykal'dan neden hâlâ ses çıkmıyor?
Bilemiyorum. Ben gerçekten genel merkezden hiçbir yetkili ile bu konuyu konuşmadım.
Kağıthane yerine Kağıttepe diyerek diliniz sürçmeseydi gidip orada ev tutar mıydınız?
Evet. Seçim Koordinasyon Merkezi'ne yakın olduğu için tuttum o evi.
Niye 850 liraya ev tuttuğunuzu cümle âleme teşhir ediyorsunuz?
Cümle âleme değil. Medya istedi bunu. Bana kalsa ben yapmayacaktım. Ama medya mensupları çok ısrar etti. Öyle bir noktaya geldi ki; ya gidelim biz de kurtulalım, siz de kurtulun dedik. Kabul ediyorum, eleştiri de aldım bu yüzden.
Medyanın gazına geldiniz yani. Peki mokasen ayakkabılarla çamurlara batmanızı da medya mı istedi?
Sayın Başbakan, "İstanbul'da çöp, çamur, çukur yoktur." dedi. Biz de var dedik. Yoksa ben hiçbir zaman İstanbul'un çöpünü, çukurunu ve çamurunu eleştiri konusu yapmadım.
Ama yaptınız...
Başbakan söyledikten sonra. Söylemese yapmayacaktım.
Bu kadar kolay mı gaza geliyorsunuz?
Hayır, ama söyleyen kişi bir başbakan.
Sizi komik duruma düşürdü ama. Aranılmış, bulunmuş, işte çamur! Çok eski moda yani.
Hayır, aranmış bulunmuş değil. Gerçekten bu bölgeye gittiğimizde insanların şikâyeti vardı. Biz gittikten sonra oraya mıcır döktüler. Böyle de bir katkımız oldu.
Siz gerçekten halk çocuğu musunuz?
Evet.
Nasıl oluyor da tıraş olduğunuz berbere yüz lira bahşiş verebiliyorsunuz?
Ben yüz lira bahşiş vermedim. Ama gazeteler öyle yazdı. Berber benden para bile almadı. Normalde Parlamento'da tıraş oluyorum. Orada da yaklaşık on lira para veriyorsunuz.
İmaj-maker'ınız, size akıl verecek profesyonel bir ajansınız yok mu sizin?
Bu kampanyanın en büyük özelliği, çok sayıda gönüllü arkadaş geliyor, bana yardımcı oluyor.
Ama yanlış yapıyorlar. Ben profesyonel bir ajansın yetkilisi olsaydım ne sizi o çamurlara batırırdım, ne evinizde medyaya çay demletirdim ne de o berbere gidip tıraş olurdunuz.
Onu da bizim politikadaki yeniliğimize verin. Bunu çok samimi söylüyorum.
İstanbul'un bir Paris, bir Tokyo olamamasını parti ayrımı yapmadan "Çünkü akıllı adamlar yönetmedi" diye açıkladınız. Bunca belediye başkanı geçti İstanbul'dan. Kendinizi hepsinden daha mı akıllı görüyorsunuz?
Hayır. Öyle bir iddiam yok. Ben ortak aklı yürütebileceğimizi ve bu konuda sağlıklı projeler üretebileceğimizi düşünüyorum. Ben bir hesap uzmanıyım. Kaynaklarla öncelikli sorunları kıyaslamak lazım. Bunları denk düşürmezseniz kentin sorunu çözülmez.
Akıllı adamlar yönetmedi diyerek, gelmiş geçmiş başkanları töhmet altında bırakmanın size ne faydası var?
Belki bu akıllı sözcüğü ile, haklısınız biraz dozunu kaçırmış olabilirim. Ben devlet adamı eksikliğini dile getirmek istedim.
Baykal'ın sizi aday göstermesi parlayan yıldızınızın matlaşma operasyonu muydu?
Bunu diyenler var ama sanmıyorum. Beni siyasete davet eden Sayın Baykal'dır.
Kemal Derviş'in de başına aynı şey geldi, Yaşar Nuri Öztürk'ün de. Onları da davet etmişti. Kimler geldi, kimler geçti Baykal'ın değirmeninden.
Benim ayrıcalığım var. Ben, hırsları olan bir insan değilim. Ben bulunduğum konumun görevini hakkıyla yapmayı seven bir insanım. Bana bir görev verilir. Bu görevi elimden gelen en iyi şekilde yerine getiririm.
Seçilirseniz belediye çalışanlarını işten atacak mısınız?
Hayır. İşini yapan herkes görevinde kalacak. Bir kişi gidecek, o da Sayın Kadir Topbaş.
Türbanlılar kalacak yani belediyede?
Elbette. O konuda hiçbir tereddüt yok.
Türbanı sadece temizlik işçisine layık gördüğünüz yalan mı?
Yalan. O konu çarpıtılıyor. Efendim türbanlı temizlikçi kalacakmış, öbürü gidecekmiş. Olur mu öyle bir şey?
Soyunuzda Alevi dedeliği var, değil mi?
Ben dede soyundan gelmekle beraber dedelik yapmadım. Dedelikte kendinizi o yola adamanız lazım. O zaman bürokrasiyi bırakmanız lazım. Dedelikte içinizde olağanüstü bir sevgi olmalı. Kesinlikle kin tutmamalısınız.
Öyle olmadığınız için mi dede olmadınız?
Hayır, ben öyleyim. Kimseye beddua etmiş değilim. Eğer bir yerde bir yanlışlık varsa önce kendimde kusur ve eksik aramaya çalışırım.
Kendinizi dindar biri olarak mı tanımlarsınız?
İnanan birisi olarak tanımlarım. İnanca da saygı gösteririm. Çok sayıda Refah Partisi belediye başkanı vardır çocukluk arkadaşım. Hâlâ birbirimizi çok severiz, konuşuruz. Önyargıları kırdığınız zaman sevilmeyecek insan yoktur.
Başbakan gibi "Yaradılanı severiz Yaradan'dan ötürü" mü diyorsunuz?
Bir halk ozanı şunu söyler: Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini buradan götürür. Olağanüstü felsefesi olan bir ikilemdir. Eğer bu dünyada kötülük yapmıyorsanız insanlara, cehennemden korkmaya gerek yoktur.
Zaman 22 Şubat 2009 /NURİYE AKMAN