İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sözcüsü Murat Ongun, Karanlık Hikaye kitabı ile edebiyat dünyasına ilk kez adım attı. İlk romanını konuştuğumuz Ongun, yazma sürecini şöyle anlattı: "Günler boyunca yaşadığınız stresli, sıkıntılı anlarda Avatar gibi başka bir gezegene gidiyorsunuz, başka bir insan oluyorsunuz. Bir nefes penceresi gibiydi..."
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sözcüsü Murat Ongun, bu kez siyasi değil, edebiyat dünyasında adından söz ettiriyor. Ongun, geçtiğimiz ay ilk romanı Karanlık Hikaye’yi okurlarla buluşturdu. Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayınlanan ve ikinci baskısını yapan kitap, tükenmişlik sendromu yaşayan, kendisine yeni bir hikaye yaratmak isteyen Haldun’un macerasını anlatıyor… Kitabı 2 yıl önce yazmaya başladığını belirten Ongun ile edebiyat serüvenini konuştuk…
Karanlık Hikaye’nin hikayesini öğrenelim önce… Nasıl ortaya çıktı bu kitap?
Siyasi bir sürecinin de içerisindeyiz. Son derece önemli İstanbul Büyükşehir Başkanlığı seçimini yaşadık iki kere. Uzun bir kampanya süreci oldu. Ondan öncesinde sayın Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde de yanındaydım. Siyaset, belediyecilik hayatın rutin işleri… İnsan kendisine farklı hobiler arıyor. Zaten mesleğim itibarıyla yazı yazmayı da seven birisiyim. Kafamda hissettiklerimizi, hayal dünyamızı kaleme almak vardı. Ben de 2 yıl önce notlar almaya başladım kitapla ilgili. Hoşuma gitmeye başladı. O zaman kendinizi başka bir dünyanın içerisine atıyorsunuz. Günler boyunca yaşadığınız stresli, sıkıntılı anlarda Avatar gibi başka bir gezegene gidiyorsunuz, başka bir insan oluyorsunuz. Bir nefes penceresi gibiydi… Ekrem İmamoğlu’nun büyükşehir belediye başkanlığına adaylığının açıklanmasıyla muazzam bir tempolu kampanya dönemi başladı. İlk başlarda ara verdim yazmaya. Sonra ne kadar çok çalışsam da, eve kaçta gelirsem geleyim, bütün rutin işlerimi tamamladıktan sonra vücudum ne kadar direnirse, kendime bu dünyayı kurma kararını verdim. Sonunda nihayete kavuştu. Kitabın basımı söz konusuyken pandemi başladı. En son yayınevinin yetkilileri ile görüştük. “Biz en iyisi bunu çıkaralım” dedik. 21 Mayıs’ta ilk baskısı çıktı. İkinci baskısının satışı başladı. Umarım daha çok okurla buluşur.
Kitabınızın ana karakteri Haldun İstanbul’un keşmekeşinden kaçıyor ve başka bir şehre gidiyor. Sizin de İstanbul’daki görevinizin ardından başka ve sakin bir şehre gitme hayali kuruyor musunuz?
Haldun karakteri tükenmişlik yaşadığı için kendisine yeni bir hayat kurmaya gayret ediyor ve o yüzden İstanbul’dan gidiyor. Bizim için hikaye aslında yeni başladı. Gündüz Ekrem İmamoğlu ile beraber muazzam bir İstanbul yaşarken, akşam başka bir dünyaya giriyordum kitabı yazarken… Birbiriyle tezat olması da iyi oldu. Haldun bile o kadar uzaklaşmışlığına rağmen İstanbul’dan kopamadı.
Yıllar içerisinde beslendiğiniz kaynaklar ne oldu bu hikayeyi kaleme alırken?
20 yaşında medya sektörüne girdim. Muhabirlikten başlayarak her kademede çalıştım. Gazeteciliğin içinde o kadar çok olaya tanık oluyorsunuz ki! Enteresan hikayelerden küçük küçük notlar alıyorsunuz. Kişisel hayatınızda yaşadığınız konular var. Dostlarınızın sizlerle paylaştığı konular var. Hikayeyi birbirine katarsanız enteresan ürünler çıkabiliyor. Benim kitap da bu açıdan ilerledi. Hatırladığım, not aldığım pek çok olayı kendi hayal dünyamın da gücünü zorlayarak bir örüntü içerisinde okuyucuya sunmaya gayret ettim. Kitabın içerisinde tabii ki bazı gerçeklikler var ama pek çoğu kurgu.
Süren, Zorlu gibi tanıdık iş insanlarının soy isimleri de dikkat çekiyor kitapta. Bunu bilinçli olarak mı seçtiniz?
Hayır, hiç değil. Yazarken aklıma bile gelmedi. Kitabı sizin gibi birkaç gazeteci okuyunca bana bu soruldu. Hangi soy ismini koysak, bir yerden bağlantı yapılabilir. Ben sadece soy isimlerde akılda kalıcı olsun, ilgi çeksin istemiştim. O ailelerle uzaktan yakından ilgisi yok. İster istemez tabii ki dikkat çekti.
‘DÜZENLİ YAZMA LÜKSÜM YOK’
Haldun karakteri düzenli olarak bir internet sitesine yazı yazıyor. O yazılar da kitapta çok önemli bir yer tutuyor… Sizin aşkla, hayatla, dünyayla ilgili düzenli bir şekilde yazma düşünceniz var mı?
Çok isterim ama onu rutin olarak yapma lüksüm maalesef yok. Bu bir yoğunluk meselesi. Bütün yoğunluğunuzu İstanbul’a, bu hayata verdiğiniz zaman o kısmı eksik bırakıyorsunuz. Eksik bırakmak da istemem. O yüzden bütün konsantrasyonumu İstanbul’a yönlendirdim. Bir iki edebiyat dergisindeki arkadaşlar da düzenli yazmamı önerdiler, onlara da teşekkür ettim. Hayatın bizi getirdiği pozisyonda maalesef şimdilik ona imkan yok. O yazılar benim için çok kıymetli. Mesela çocuklarla ilgili bir yazı vardı orada.
O yazı da çocuklara dair güçlü analizler içeriyordu…
Onlar benim kendi gözlemlerimdir. İki çocuk babasıyım. 5 yıl boyunca annelerinin yoğun bir yurtdışı işi olduğu için çocukları ben büyüttüm sayılır. O işin içine anne gibi girince baya pratik kazanıyorsunuz. Onların gözümün önünde büyümesini, her büyümeyle değişimi gördükçe ve izledikçe aklımın bir kenarına not aldım. Bebekleri bezliyorsunuz… Benim işle ilgili seyahatlerim olunca oğlanı da yanıma alıyordum. Havalimanlarındaki bez değiştirme odalarında çok anneye hızlı popo temizleme eğitimi verdim.
‘HER ŞEY HIZLI İLERLEDİĞİ İÇİN ÇABUK TÜKENİYOR’
O yazıların bir tanesinde “Yavaş şehirlerdeki yaşam gibi olmalı aşk” diyorsunuz. Sizin aşk tanımınızı öğrenebilir miyiz?
Aşk… Sesi bile güzel geliyor insana. Aşkı körlük olan da var, negatif manada… Dünyanın en güzel şeyi olarak gören de var. Ben güzel görenlerdenim. Bu illa bir kadına ya da aşık olma meselesi de değil. Kitap yazma çabası da bir aşktır. “Yelkenci olacağım” derseniz o da bir aşktır. Kendinizi ibadete verebilirsiniz, o da bir aşktır. Aşk deyince illa kadın erkek ilişkisini görmeyelim. Ama o ilişkide o kadar hızlı bir hayat yaşıyoruz ki artık özellikle büyük metropollerde. Sabah çıkıyorsun, işe gidiyorsun… İnsanların birbirlerine ya da hissettikleri değerlere ayıracağı zaman kalmıyor. Bir kere hem insanlara hem de hislere yeterince zaman ayırmalı. Zaman ayıracaksın ve ince ince “daha güzel neler yapabilirim” diye düşüneceksin. Düşüncelere dalmak için de vakit olması lazım. Sürpriz yapacaksan bile ince ince dokunulmuş olmalı ki, kıymetli ve değerli olsun. Bugünkü hayatta öyle olmuyor, her şey çok hızlı ilerliyor. Çok hızlı ilerlediği için de çabuk tükeniyor. Ben bunu sorun olarak görüyorum. Bunlar art arda tekrarlandığı zaman da insanların ilişkiye olan bakışı olumsuz yönde değişiyor.
Karanlık Hikaye sürpriz bir sonla bitiyor, devamı gelecek mi?
Kitaba devam etmeyi düşünüyordum, ama bir yandan da çıksın istiyordum. Güzel bir final yaptık. Kapıyı tam kapatmadık tabii, bir aralık kaldı. Kendi yarattığınız karakterlerle ilgili çevrenizdeki insanların görüşlerini alıyorsunuz. Tahmin etmediğiniz insanlar, tahmin etmediğiniz karakterlerden hoşlanmış olabiliyor. Bir tanesi Derin’den nefret ederken, diğeri sevebiliyor. Bunu gözlemlemek çok enteresan. “Haldun’un saplantılı hale gelmesine hızlı gelmişsin” diyenler de oldu. “Ben o ilişkiyi uzun okumak isterim” diyenler oldu. Bunlar kafamın bir köşesinde duruyor. Geri dönüşleri de biriktiriyorum. Kitap yazmaya devam etmek istiyorum. Başka bir hikaye var yazmak istediğim, onu nihayete erdirebilirsem ve o gücü kendime bulursam, Karanlık Hikaye’nin devamı olabilir.
Sayın İmamoğlu, sizin kitabınızı okumaya başladığını ifade etmişti Sözcü’ye verdiği röportajda… Kitap ile ilgili size bir fikir belirtti mi?
Başkanımız birkaç kitap birden aynı anda okumayı seviyor. Enerjisini verdiği bir başka kitap vardı, o yeni bitti. Röportajı verdiğinde Karanlık Hikaye’nin ilk 20 sayfasını okumuştu. Biz her gün beraberiz tabi ama “Kitabımı okudunuz mu, nasıl buldunuz?” diye sormak istemiyorum (Gülüyor). Cümlelerin hoşuna gittiğini söylemişti, umarım keyifle okur.
Sizin için edebiyatta kutup yıldızı diyebileceğiniz yazarlar var mı?
Ben çok ebedi okuma yaptığımı söyleyemem açıkçası. Çok sayıda klasik ve Türk yazar okudum ama gazeteci olduğum için kütüphanemin çoğunluğu gazetecilerin yazdıklarından oluşuyor. Uğur Mumcular’dan başlayarak düşünün… Edebiyat da çok değerli elbette. Şükrü Erbaş’ın şiirlerini çok seviyorum. Ayşe Kulin’in son kitabı Her Yerde Kan Var’ı okuyorum. Yaşar Kemal’i de çok severim. Yabancılara döndüğünüz zaman Stefan Zweig’ı, Charles Bukowski’yi seviyorum. Balzac’ı seviyorum mesela… Keşke onun anlatımı kadar anlatma yeteneğine sahip olabilsek… Ancak “Şu da benim zirvem, onun çizgisi dışında hiçbir şeye bakmam” diyeceğim kimse yok.