Yeryüzü kana ve gözyaşına boğulmuş, insanlık açlık ve yoksulluğun pençesinde inim inim inliyor. Çok Uluslu Şirketler dünyanın her tarafında adeta bir ahtapot gibi kollarını armış halkın kanını emiyor. Dünya nüfusunun yüzde doksan beşi, yüzde beş oranındaki mutlu azınlık için çalışıyor. Yıllar geçtikçe gönenç toplumunun yüzdesi artacağı yerde daha da daralıyor. Milyonları yalan propagandalarla uyutan küçük azınlık yığınları sürüleştirmeye çalışıyor. Özetle; milyonlar mevcut sistemin mengenesi altında inim inim inlerken küçük bir azınlık yediği önünde yemediği arkasında, bir eli yağda bir eli balda debdebe ve şaşaa içinde bir yaşam sürüyor. Bu sistemin adı kapitalizmdir.
ABD kapitalist ülkelerin başında gelmektedir .Kapitalizmin en fala geliştiği emperyalist bir ülke olan ABD'de bu gelişkinliğe karşın, geniş halk yığınları hiçbir zaman gönenç içinde değildir. ABD yurttaşları arasında yaşam düzeyi açısından derin uçurumlar vardır. Bu nedenle ABD toplumunu sistem hastalandırmıştır. Toplumun içinde şiddet her yıl biraz daha yaygınlaşmış, büyük kentlerin sokağına çıkılamaz hale gelmiştir. Bir başka deyişle ABD bugün korkunun tutsağı haline getirilmiş bir korku toplumudur. Beyaz kadın ticaretinden, uyuşturucu kaçakçılığına, tecavüz, hırsızlık, cinayet olaylarından daha sayamayacağımız sayısız suç çeşidine kadar toplum adeta bir kanserli hücreye dönüşmüştür. Bir diğer deyişle ABD suç toplumu haline gelmiştir. ABD'de cezaevleri ağzına kadar tıka basa suçlu doludur.
Paranın güç demek olduğunu, gücün yığınlara boyun eğdirdiğini gören yığınlar, kendilerini bu hale getiren sistemi yıkacaklarına kendileri de birer güç olmaya yönelerek çeteleşmişlerdir. Çeteleşmenin yüksek düzeyde örgütlü olduğu makam ise Beyaz Saray'dır. O adına hiç de yakışmayan Beyaz Saray'da çetelerin başı geçmişte başka adlı başkanlar bugün ise katil Bush oturmaktadır. Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Somali'de, Filistin'de, Lübnan'da, eski Yugoslavya'da yapılmış ve yapılıyor olan bütün katliamların tezgahçısı ABD'dir. ABD'nin başı Bush'tur.
Durum; Avrupa Birliği ülkelerinde de farklı değildir. Avrupa Birliği'nin ekonomisi en gelişkin üç ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Almanya'da da sistem çökmüştür. Başta bu üç ülke olmak üzere bütün AB üyesi ülkelerde Sosyal Devlet olgusu yerini bir avuç tekelci sermayenin çıkarlarına terk etmiştir. İşsizlik oranı artan oranda artmakta, yoksulluk hızla tırmanmakta, örgütlü toplum olarak bilinen Avrupa'da örgütlülük sistemli bir şekilde çökertilmektedir. Bu yüzden sendikalara üye sayısı giderek aşağılara düşmektedir. Sermaye güçleri AB içinde dolaştırdıkları işgücünü kendi çalışanlarına karşı kullanarak ücretleri daha da aşağı çekmektedirler. Çünkü sermaye güçlerinin nasıl olsa elinin altında aynı işi çok daha ucuza yapacak yedek işgücü elinin altındadır. Yani kısaca sosyal devlet olgusu kapitalist sistemin ilkeleri içerisinde artık yoktur. Öyleyse nasıl olmuştur da bu kapitalist ülkelerde sosyal devlet olgusu bir süreliğine de olsun yaşam bulmuştur.
Yanıtı çok açık. 20. yüzyılı 70 yıl boyunca etkileyen Sosyalizm korkusundan.
En basit tanımlamayla ifade edersek; bilindiği gibi sosyalizm çalışanlara kuruluş aşamasında ortaya koyduğu emeği kadar karşılık verir. Toplumda çalışabilecek durumda olup da çalışmayanlara ise hiçbir şey verilmez. Yani çalışmayana, üretmeyene yemek de yoktur. Toplumda insanların yeri ürettikleriyle atbaşı gider ve ölçülür. Yani bir tür eşitlik sözkonusudur. Hiç bir kişi başka bir kişinin ensesinde boza pişirecek, onları özgürlüklerinden edecek fazladan bir güce sahip değildir.
Dönelim bir de kapitalist ülke başkentlerine bakalım. Görürüz ki, burada gözetilen emeğin sahibi olan insan değildir. Her şey üretim araçlarına sahip olmakla ölçülür. Bu yüzden de insanlar arası ilişkiler de bu gerçeklikler üzerinden kurulur ve yönetilir. Kapitalist sistem, insanlar arasında iyi güzel ne varsa birer birer atomize ederek ortadan kaldırır. Geriye kendine yabancılaşmış, kolaylıkla yönetilip yönlendirilen adeta robotlaşmış bir insan posası kalır. Bu düzeye dek robotlaşmış olanların düğmesi kimin elindeyse onun istediği olacaktır. Her şeye karşın yine de tek tip robot yetiştirmek mutlak anlamda olası değildir. Kuşkusuz ayrıksı robotlar da olacaktır. İşte bu ayrıksı robotlar gerçekte bir anlamı olamayan sitemin en aşağılık posasıdır. Bu posa ki gelecekte sistemin iç yüzünü de görmemizi sağlayacak, yığınlar dibe vurduktan sonra her anlamda iyi bir gelecek için az önce dibe vurdukları yüzeyden pozitif yönde bir yükselti kazanarak kendi gerçeklerine döneceklerdir.
İşte bugün o çok imrenilen AB ülkelerinde alçalma başlamış bulunmaktadır. Alçalma sürdükçe toplumun direnç noktaları birer birer yıkılacak, toplumun her gözeneğini saracak olan şiddetle birlikte suç çeteleri oluşacak, toplum suç makinasına dönüşecektir. Ve zaten, günümüzde AB'de suç oranları hiç de azımsanacak boyutta değildir.
Gelelim ülkemize... Türkiye Anayasa'sı daha ilk maddesinde devleti; laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tarif eder. Ne yazık ki, gerçekler hiç de Anayasa'nın ruhuyla örtüşmez. Ülkemiz insanları işsizdir, devlet değil iş olanakları yaratmak, insanlar mevcut işlerini de yitirerek umarsızlığın içine yuvarlanmaktadırlar. Eğitimde, sağlıkta yığınlar asla gözetilmemekte, sosyal devletin ruhuna uygun olarak yararlandırılmak şöyle dursun; parası olan ile sınırlandırılmış durumdadır. Toplumun zenginlikleri herkesin paylaştığı zenginlikler olmayıp bir avuç işbirlikçi ve yabancı Çok Uluslu Şirketler'in arpalığına dönüştürülmüştür. Çalma, çırpma, vurgun, talan bu minval üzere sürmektedir. Doğal olarak siyasette kapitalist sistemin istediği gibi şekillenerek egemenlik hakkın bir avuç sermaye güçlerine kaptırılmıştır. Bu güçler ise ülke siyasetini istedikleri gibi yön vermekte soygun, sömürü, talan her geçen gün ayyuka çıkmaktadır.
Ülkemizde arkasını siyesete dayayanlar üç günde milyonları vurarak amiyane tabirle köşeyi dönmekte, bileği bükülemez bir güce dönüşmektedirler. Bu konuda ne söylemek istediğimizi anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediye'sinde olup bitenleri bile anlatmak yetecektir. Şu anda yönetim erkini ele geçirmiş olan AKP ve Recep tayyip Erdoğan'ın iktidara yürüyüşü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıyla başlamıştır. Bir başka deyişle İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin talana dönüşen ihaleleri kendilerine yakın bir avuç insanı zengin etmiş, bu hizmetlerinin karşılığını ise Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarının eğitimini ABD'de yapmalarını sağlamış, kendisine de iktidar yolunu açmıştır.
Aynı durum Ankara Büyükşehir Başkanı İ.Melih Gökçek için de geçerlidir. Dün İ.Melih Gökçek'in ilk belediye başkanı olduğu sırada serveti yine de mütevazi (!) bir seviyede iken, bugün dolaylı ve dolaysız olarak hükmettiği rakamları telaffuz etmek bile zordur.
İstanbul Büyükşehir Belediye'sinde yargıya intikal etmiş ve etmemiş bir sürü yolsuzluk söz konusudur. Recep Tayyip Erdoğan yargılanmaktan yakayı dokunulmazlık zırhı sayesinde sıyırmıştır. Durumu bildiği için Cumhurbaşkanlığına seçilerek suç dosyalarını tarihin tozlu dosyaları arasına gömmek istemektedir.
O günden bugüne değişen bir şey olmamış talan şimdiki Belediye Başkanı Kadir Topbaş la da aynı hızla devam etmiştir. İhaleler şaibeli dir. Kimi zaman ihaleye bile gerek görülmeksizin çağırma yoluyla yandaş şirketlere iş verilmektedir. Bu şirketlerden biriside sahipleri Birlik Vakfı üyesi olan MVM şirketidir. Bilindiği gibi bu şirket 5 yaşında bir kız çocuğunun rögar kapağı olmadığı için kanala düşüp 4 km sürüklenmesiyle gündeme gelmiştir.
İşte bu şirket sayısız ihale almış İstanbul belediyesinden en az fiyat veren şirketlerden nerdeyse iki kat daha fazla fiyat vererek kazanmış ihaleler bu şirketin tek özelliği ise sahiplerinin AKPnin tepesindekileri nin ancak üye olduğu Birlik Vakfına üye olmasıdır. Hoş bu şirketin nasıl bir şiket olduğunu 5 yaşındaki kızın ölümü üzerine şirket sahipleri adına açıklama yapan kırpık bıyıklı avukat net olarak ortaya koymuştur. Avukata göre her vatandaşın başına bir görevli dikilmezmiş. 5 yaşındaki kızcağız da bu yüzden ölmüş. İşte sermayenin vicdanı budur. Salt daha çok para kazanmak uğruna alınmayan güvenlik tebirlerinden söz edilmemekte ama 5 yaşındaki yavrumuz suçlu ilan edilmektedir. Sözü geçen şirketin nesi var nesi yok üstüne sahiplerini ve kırpık bıyıklı avukatı da koysak yavrunun saçının teline bile deyecek bir değeri yokken kapitalizim işte böyle vicdanları karartabilmektir.
Talan çok. Büyükçekmece'de Mimar Sinan Köprüsü tarihi değeri olan bir köprüdür. İstanbul Büyükşehir Belediyesi buraya bir köprü yapmış olup, tam 2,5 trilyon para harcamıştır. Ne var ki, bu köprü yapılırken ilgili hiçbir yere hatta tarihi Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'na bile sorulmadan köprü bitirilmiştir. Şimdi ise bu köprü yıkılacaktır. Yani paramız göz göre göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sokağa atılmıştır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bu talanı için CHP meclis soruşturulması yapılması için önerge vermiş, AKP ise bu önergeye tükürükle yanıt vererek reddetmiştir. İşbaşına geldiği günden bu yana hortumları kesmeyi diline dolayan Başbakan Erdoğan çıkıp bunlara usulünce yanıt vermelidir. Yanıt vermemek onun bileceği bir iştir. Ama erinde gecinde bunu yapanlardan hesap sormakta bizim işimizdir.
İstanbul Türkiye'nin suç başkentine dönüştü. Bu başarıya ulaşması 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle başlar. O dönemde her türlü gericilik sermaye güçlerinin bekçisi sayıldığı için desteklenip semirtildi. Bir dönemin eli kanlı katilleri Vatan görevine çağrılarak devletçe belgelendirilip çeteleştirildi ve sokağa salındı. Bunlar zamanla öylesine çoğaldılar ki, sokaklar bunlardan geçilmez oldu. İt sürüsüne dönüşüp güç alanlarını ele geçirmek için ekmeklerini kana doğradılar. Çekçi-Senetçi-uyuşturucu-Tetikçi siyah gül kılığına bürünüp büyük abilerin çıkarlarını savunmak için kılıç sallamaya başladılar. Büyük paralar vuruldu. Ün kazanılıp kahraman olundu. Toplum ise sindirildiği köşeden yerinme duygusuyla bunları izledi. Açi işsiz, haksızlığa uğramış olanlar yeter diyorlardı. Bu yeni yetmeler meşreplerine göre alanlar parselledi. Tetikçi, fuhuşçu, hırsız, kapkaççı, uyuşturucu vb. Yollardan vurulan vurgunla şirketler kuranlar oldu. Ezilmeye başkaldırı gibi gördükleri yeni rollerinde başka ezilenlerin hizmetinde Alikıran baş kesen olanlar sokakların cerahati olarak ortalığa korku saldılar. Artık bunların her birinin yeni isimleri vardı. Yerine göre abi, yerine göre baba, gerçekte ise puşt-pezevenk olarak sokakları kuşattılar.
Ekipleşerek il il dolaşıp soygunlar yapıp seri katilliğe soyundular. Gece soygunlara çıkıp uğradıkları yerlerde ocakları söndürdüler. Arabalarına bindikleri taksicilerin boğazlarını kestiler. Yol kesip iki kardeşi denize atarak öldürdüler. Kapkaç sırasında sayısız yurttaşın parasını almakla kalmadılar onların canlarını da aldılar.
Gerçekten de işlenen suçları saymak insanın midesini bulandırıyor. İnsan; bu nasıl vicdansızlık diye sormadan edemiyor. Ne var ki, çoğu zaman bu soruların yanıtı hakkıyla alınamıyor. Çoğu zaman sistemin şan şeref bahşettiği gerçek pislikler görülemiyor. Yani kapitalist sistemin ne denli aşağılık biz yüzü olduğu görülemeyerek asıl suçlular dururken erketeciler ile, dibe vurmuşlar ile uğraşılıyor. Ortaya çıkan sonuçlar kapitalizmin posaları, pislikleri, cerahatleridir. Kapitalizme son verilmeksizin toplum bu pisliklerden arındırılamaz. Şimdi soralım:
Kapitalizm mi? Yoksa bütün bu pisliklerin panzehiri olan SOSYALİZM Mİ? Seçim sizin. Haydi kendinizi gösterin. Siz kimsiniz?
ABD kapitalist ülkelerin başında gelmektedir .Kapitalizmin en fala geliştiği emperyalist bir ülke olan ABD'de bu gelişkinliğe karşın, geniş halk yığınları hiçbir zaman gönenç içinde değildir. ABD yurttaşları arasında yaşam düzeyi açısından derin uçurumlar vardır. Bu nedenle ABD toplumunu sistem hastalandırmıştır. Toplumun içinde şiddet her yıl biraz daha yaygınlaşmış, büyük kentlerin sokağına çıkılamaz hale gelmiştir. Bir başka deyişle ABD bugün korkunun tutsağı haline getirilmiş bir korku toplumudur. Beyaz kadın ticaretinden, uyuşturucu kaçakçılığına, tecavüz, hırsızlık, cinayet olaylarından daha sayamayacağımız sayısız suç çeşidine kadar toplum adeta bir kanserli hücreye dönüşmüştür. Bir diğer deyişle ABD suç toplumu haline gelmiştir. ABD'de cezaevleri ağzına kadar tıka basa suçlu doludur.
Paranın güç demek olduğunu, gücün yığınlara boyun eğdirdiğini gören yığınlar, kendilerini bu hale getiren sistemi yıkacaklarına kendileri de birer güç olmaya yönelerek çeteleşmişlerdir. Çeteleşmenin yüksek düzeyde örgütlü olduğu makam ise Beyaz Saray'dır. O adına hiç de yakışmayan Beyaz Saray'da çetelerin başı geçmişte başka adlı başkanlar bugün ise katil Bush oturmaktadır. Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Somali'de, Filistin'de, Lübnan'da, eski Yugoslavya'da yapılmış ve yapılıyor olan bütün katliamların tezgahçısı ABD'dir. ABD'nin başı Bush'tur.
Durum; Avrupa Birliği ülkelerinde de farklı değildir. Avrupa Birliği'nin ekonomisi en gelişkin üç ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Almanya'da da sistem çökmüştür. Başta bu üç ülke olmak üzere bütün AB üyesi ülkelerde Sosyal Devlet olgusu yerini bir avuç tekelci sermayenin çıkarlarına terk etmiştir. İşsizlik oranı artan oranda artmakta, yoksulluk hızla tırmanmakta, örgütlü toplum olarak bilinen Avrupa'da örgütlülük sistemli bir şekilde çökertilmektedir. Bu yüzden sendikalara üye sayısı giderek aşağılara düşmektedir. Sermaye güçleri AB içinde dolaştırdıkları işgücünü kendi çalışanlarına karşı kullanarak ücretleri daha da aşağı çekmektedirler. Çünkü sermaye güçlerinin nasıl olsa elinin altında aynı işi çok daha ucuza yapacak yedek işgücü elinin altındadır. Yani kısaca sosyal devlet olgusu kapitalist sistemin ilkeleri içerisinde artık yoktur. Öyleyse nasıl olmuştur da bu kapitalist ülkelerde sosyal devlet olgusu bir süreliğine de olsun yaşam bulmuştur.
Yanıtı çok açık. 20. yüzyılı 70 yıl boyunca etkileyen Sosyalizm korkusundan.
En basit tanımlamayla ifade edersek; bilindiği gibi sosyalizm çalışanlara kuruluş aşamasında ortaya koyduğu emeği kadar karşılık verir. Toplumda çalışabilecek durumda olup da çalışmayanlara ise hiçbir şey verilmez. Yani çalışmayana, üretmeyene yemek de yoktur. Toplumda insanların yeri ürettikleriyle atbaşı gider ve ölçülür. Yani bir tür eşitlik sözkonusudur. Hiç bir kişi başka bir kişinin ensesinde boza pişirecek, onları özgürlüklerinden edecek fazladan bir güce sahip değildir.
Dönelim bir de kapitalist ülke başkentlerine bakalım. Görürüz ki, burada gözetilen emeğin sahibi olan insan değildir. Her şey üretim araçlarına sahip olmakla ölçülür. Bu yüzden de insanlar arası ilişkiler de bu gerçeklikler üzerinden kurulur ve yönetilir. Kapitalist sistem, insanlar arasında iyi güzel ne varsa birer birer atomize ederek ortadan kaldırır. Geriye kendine yabancılaşmış, kolaylıkla yönetilip yönlendirilen adeta robotlaşmış bir insan posası kalır. Bu düzeye dek robotlaşmış olanların düğmesi kimin elindeyse onun istediği olacaktır. Her şeye karşın yine de tek tip robot yetiştirmek mutlak anlamda olası değildir. Kuşkusuz ayrıksı robotlar da olacaktır. İşte bu ayrıksı robotlar gerçekte bir anlamı olamayan sitemin en aşağılık posasıdır. Bu posa ki gelecekte sistemin iç yüzünü de görmemizi sağlayacak, yığınlar dibe vurduktan sonra her anlamda iyi bir gelecek için az önce dibe vurdukları yüzeyden pozitif yönde bir yükselti kazanarak kendi gerçeklerine döneceklerdir.
İşte bugün o çok imrenilen AB ülkelerinde alçalma başlamış bulunmaktadır. Alçalma sürdükçe toplumun direnç noktaları birer birer yıkılacak, toplumun her gözeneğini saracak olan şiddetle birlikte suç çeteleri oluşacak, toplum suç makinasına dönüşecektir. Ve zaten, günümüzde AB'de suç oranları hiç de azımsanacak boyutta değildir.
Gelelim ülkemize... Türkiye Anayasa'sı daha ilk maddesinde devleti; laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tarif eder. Ne yazık ki, gerçekler hiç de Anayasa'nın ruhuyla örtüşmez. Ülkemiz insanları işsizdir, devlet değil iş olanakları yaratmak, insanlar mevcut işlerini de yitirerek umarsızlığın içine yuvarlanmaktadırlar. Eğitimde, sağlıkta yığınlar asla gözetilmemekte, sosyal devletin ruhuna uygun olarak yararlandırılmak şöyle dursun; parası olan ile sınırlandırılmış durumdadır. Toplumun zenginlikleri herkesin paylaştığı zenginlikler olmayıp bir avuç işbirlikçi ve yabancı Çok Uluslu Şirketler'in arpalığına dönüştürülmüştür. Çalma, çırpma, vurgun, talan bu minval üzere sürmektedir. Doğal olarak siyasette kapitalist sistemin istediği gibi şekillenerek egemenlik hakkın bir avuç sermaye güçlerine kaptırılmıştır. Bu güçler ise ülke siyasetini istedikleri gibi yön vermekte soygun, sömürü, talan her geçen gün ayyuka çıkmaktadır.
Ülkemizde arkasını siyesete dayayanlar üç günde milyonları vurarak amiyane tabirle köşeyi dönmekte, bileği bükülemez bir güce dönüşmektedirler. Bu konuda ne söylemek istediğimizi anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediye'sinde olup bitenleri bile anlatmak yetecektir. Şu anda yönetim erkini ele geçirmiş olan AKP ve Recep tayyip Erdoğan'ın iktidara yürüyüşü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıyla başlamıştır. Bir başka deyişle İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin talana dönüşen ihaleleri kendilerine yakın bir avuç insanı zengin etmiş, bu hizmetlerinin karşılığını ise Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarının eğitimini ABD'de yapmalarını sağlamış, kendisine de iktidar yolunu açmıştır.
Aynı durum Ankara Büyükşehir Başkanı İ.Melih Gökçek için de geçerlidir. Dün İ.Melih Gökçek'in ilk belediye başkanı olduğu sırada serveti yine de mütevazi (!) bir seviyede iken, bugün dolaylı ve dolaysız olarak hükmettiği rakamları telaffuz etmek bile zordur.
İstanbul Büyükşehir Belediye'sinde yargıya intikal etmiş ve etmemiş bir sürü yolsuzluk söz konusudur. Recep Tayyip Erdoğan yargılanmaktan yakayı dokunulmazlık zırhı sayesinde sıyırmıştır. Durumu bildiği için Cumhurbaşkanlığına seçilerek suç dosyalarını tarihin tozlu dosyaları arasına gömmek istemektedir.
O günden bugüne değişen bir şey olmamış talan şimdiki Belediye Başkanı Kadir Topbaş la da aynı hızla devam etmiştir. İhaleler şaibeli dir. Kimi zaman ihaleye bile gerek görülmeksizin çağırma yoluyla yandaş şirketlere iş verilmektedir. Bu şirketlerden biriside sahipleri Birlik Vakfı üyesi olan MVM şirketidir. Bilindiği gibi bu şirket 5 yaşında bir kız çocuğunun rögar kapağı olmadığı için kanala düşüp 4 km sürüklenmesiyle gündeme gelmiştir.
İşte bu şirket sayısız ihale almış İstanbul belediyesinden en az fiyat veren şirketlerden nerdeyse iki kat daha fazla fiyat vererek kazanmış ihaleler bu şirketin tek özelliği ise sahiplerinin AKPnin tepesindekileri nin ancak üye olduğu Birlik Vakfına üye olmasıdır. Hoş bu şirketin nasıl bir şiket olduğunu 5 yaşındaki kızın ölümü üzerine şirket sahipleri adına açıklama yapan kırpık bıyıklı avukat net olarak ortaya koymuştur. Avukata göre her vatandaşın başına bir görevli dikilmezmiş. 5 yaşındaki kızcağız da bu yüzden ölmüş. İşte sermayenin vicdanı budur. Salt daha çok para kazanmak uğruna alınmayan güvenlik tebirlerinden söz edilmemekte ama 5 yaşındaki yavrumuz suçlu ilan edilmektedir. Sözü geçen şirketin nesi var nesi yok üstüne sahiplerini ve kırpık bıyıklı avukatı da koysak yavrunun saçının teline bile deyecek bir değeri yokken kapitalizim işte böyle vicdanları karartabilmektir.
Talan çok. Büyükçekmece'de Mimar Sinan Köprüsü tarihi değeri olan bir köprüdür. İstanbul Büyükşehir Belediyesi buraya bir köprü yapmış olup, tam 2,5 trilyon para harcamıştır. Ne var ki, bu köprü yapılırken ilgili hiçbir yere hatta tarihi Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'na bile sorulmadan köprü bitirilmiştir. Şimdi ise bu köprü yıkılacaktır. Yani paramız göz göre göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sokağa atılmıştır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bu talanı için CHP meclis soruşturulması yapılması için önerge vermiş, AKP ise bu önergeye tükürükle yanıt vererek reddetmiştir. İşbaşına geldiği günden bu yana hortumları kesmeyi diline dolayan Başbakan Erdoğan çıkıp bunlara usulünce yanıt vermelidir. Yanıt vermemek onun bileceği bir iştir. Ama erinde gecinde bunu yapanlardan hesap sormakta bizim işimizdir.
İstanbul Türkiye'nin suç başkentine dönüştü. Bu başarıya ulaşması 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle başlar. O dönemde her türlü gericilik sermaye güçlerinin bekçisi sayıldığı için desteklenip semirtildi. Bir dönemin eli kanlı katilleri Vatan görevine çağrılarak devletçe belgelendirilip çeteleştirildi ve sokağa salındı. Bunlar zamanla öylesine çoğaldılar ki, sokaklar bunlardan geçilmez oldu. İt sürüsüne dönüşüp güç alanlarını ele geçirmek için ekmeklerini kana doğradılar. Çekçi-Senetçi-uyuşturucu-Tetikçi siyah gül kılığına bürünüp büyük abilerin çıkarlarını savunmak için kılıç sallamaya başladılar. Büyük paralar vuruldu. Ün kazanılıp kahraman olundu. Toplum ise sindirildiği köşeden yerinme duygusuyla bunları izledi. Açi işsiz, haksızlığa uğramış olanlar yeter diyorlardı. Bu yeni yetmeler meşreplerine göre alanlar parselledi. Tetikçi, fuhuşçu, hırsız, kapkaççı, uyuşturucu vb. Yollardan vurulan vurgunla şirketler kuranlar oldu. Ezilmeye başkaldırı gibi gördükleri yeni rollerinde başka ezilenlerin hizmetinde Alikıran baş kesen olanlar sokakların cerahati olarak ortalığa korku saldılar. Artık bunların her birinin yeni isimleri vardı. Yerine göre abi, yerine göre baba, gerçekte ise puşt-pezevenk olarak sokakları kuşattılar.
Ekipleşerek il il dolaşıp soygunlar yapıp seri katilliğe soyundular. Gece soygunlara çıkıp uğradıkları yerlerde ocakları söndürdüler. Arabalarına bindikleri taksicilerin boğazlarını kestiler. Yol kesip iki kardeşi denize atarak öldürdüler. Kapkaç sırasında sayısız yurttaşın parasını almakla kalmadılar onların canlarını da aldılar.
Gerçekten de işlenen suçları saymak insanın midesini bulandırıyor. İnsan; bu nasıl vicdansızlık diye sormadan edemiyor. Ne var ki, çoğu zaman bu soruların yanıtı hakkıyla alınamıyor. Çoğu zaman sistemin şan şeref bahşettiği gerçek pislikler görülemiyor. Yani kapitalist sistemin ne denli aşağılık biz yüzü olduğu görülemeyerek asıl suçlular dururken erketeciler ile, dibe vurmuşlar ile uğraşılıyor. Ortaya çıkan sonuçlar kapitalizmin posaları, pislikleri, cerahatleridir. Kapitalizme son verilmeksizin toplum bu pisliklerden arındırılamaz. Şimdi soralım:
Kapitalizm mi? Yoksa bütün bu pisliklerin panzehiri olan SOSYALİZM Mİ? Seçim sizin. Haydi kendinizi gösterin. Siz kimsiniz?