-
- Üyelik Tarihi
- 2 Ağu 2016
-
- Mesajlar
- 11,694
-
- MFC Puanı
- -894
Günleri gemiler ve meyhanelerde geçiren Martin Eden, çok sık karıştığı cete kavgalarından birinde Arthur adlı zengin birinin hayatını kurtarır.
Arthur bu iyilik karşısında Martini evlerine yemeğe çağırır ve burada Martin, Arthur'un Ruth adındaki sanat tarihi öğrencisi kız kardeşi ile tanışır. İlk tanışmalarında Martin yıllardır aradığı aşkın karşısında olduğuna inanır.
Bu genç, kültürlü ve güzel kadını etkileyebilme yolunun bilgi, kültür ve sanattan geçtiğine karar verir. O andan itibaren büyük bir kararlılıkla çalışarak yazar olmaya ve kimbilir belki Ruth ile evlenmeye karar verir.
Konusu kısaca "aşk insana neler yaptırır" diye düşünülüp, sıradanlık iddiası ile romanı küçümseyen okur romandaki mantık ve doğallık örgüsü ile gerçekleşen olayları kabullenmesinin şaşkınlığını yaşar.
Bir gemi işçisinin yediklerinden, akşam uykusundan, sosyal çevresinden ve en önemlisi içkisinden feragat ederek, sonu bilinmeyen bir maceraya atılmasını çok çabuk kabullenir.
Bu doğallığın en büyük nedeni, kendi kendine çalışarak yazar olan Jack London'un Martin Eden ile büyük paralellik taşıyan hayatının romana yansımasıdır. Jack London, adeta kendi canından yarattığı Martin'in gerçekliğinden kuşku duyan okuyucusuna, "onun yerinde ben de olsam sonuç aynı olurdu" diye düşündürür.
Martin, Ruth'a olan saf aşkını, sosyal olarak yabancı bulunduğu bir çevreye ve kendisini fakirliğinden dolayı aşağılayan insanlara kabul ettirmeye çalışır. Bu insanların başını, Martin'in edebiyata olan tutkusunu, çalışma azmini ve yeteneklerini bilmesine rağmen, ona inanmayan, sürekli düzenli ve normal bir iş bulmasını öneren Ruth yapmaktadır.
Martin ilk başlarda, zenginliklerinin ve bilgilerinin başını döndürdüğü bu insanlara, sonradan, kendisini geliştirdikçe kuşku ile bakmaya ve aslında söylediklerinin, hayat anlayışlarının nasılda çiğ ve özümsenmemiş olduklarını anlar.
Herkes aslında olmadıkları insanları oynamakta ve bilmediklerini biliyor gibi görünmekte, gerçekte hiç kimsenin parasını ve mevcudunu korumak dışında bir idealinin olmadığını görür.
Bu açıdan eskiden sanatın ve kültürün kaynağı gibi duran bu insanları şimdi gözünde birer asalak gibi görmekte ve onca imkanlarına, okullara, kitaplara, üniversitelere rağmen nasıl bu kadar cahil kaldıklarına şaşırmaktadır.
Çevresi edebiyatı bilmeden diploma almış edebiyatçılarla, geometri bilmeyen mühendislerle, ekonomi bilmeyen siyasetçiler, biyoloji bilmeyen din adamları ile doludur.
İşin garibi herkes aslında hiç haberdar olmadığı ve anlamadığı fikirler üzerinde tartışmakta, şuradan buradan duydukları klişeleri kullanmakta ve neredeyse bir moda halinde düşünmektedir.
Martin doğal yeteneği ve hayatın içinde geliştirdiği kavram algılama üstünlüğü sayesinde gerçek bilgiyi ayırt etmesini ve doğal seleksiyonla evrimleştirdiği düşünce gücünü bu boş insanlara karşı kullanmasını öğrenir.
Bu süre zarfında gemi işçiliğini bırakarak yazarlıkla geçinmeyi dener. Yazdığı ve yeterince güzel olduğunu düşündüğü birçok eseri, yayımlanmadan geri gelir. Bu dönemlerde çok güç anlar yaşamış, aç kalmış, meteliğe muhtaç hallere düşmüştür.
Martin tıpkı aydın geçinen tayfanın varlığı gibi edebiyattan hınclarını almaya çalıştıklarına inandığı bir editör ve yayıncılar tabakasının varlığını keşfeder. Bu insanlar adeta yerleşik yazar sınıfının değişmesi ve başka yazarların çıkmasına engel olmaktadır.
Kendince bunun en büyük sebebinin, bir zamanlar bütün bu editör ve yayıncıların yazar olmayı denemiş ve beceriksizlik ya da yeteneksizlikleri yüzünden başarılı olamayıp, kompleks sahibi insanlar haline dönmüş olduklarını düşünmektedir.
Yazılarını yayınlayan birkaç yayınevi ya da dergi ona parasını göndermez. Martin'in hayatındaki zorluklar ve parasızlık yetmezmiş gibi bunlara bir de, onu inanmadığı halde, bir sosyalistmiş gibi gösteren basın eklenmiştir.
[*] Martin Eden'in varlığını öğrendikten sonra biyoloji bilimine çok önem verdiğini ve Darvin'in türlerin oluşması ve gelişmesini sağladığına inandığı doğal seleksiyon olayı ile birçok şeyin nasıl gerçekleştiğini kavradığını görüyoruz. Burada kastedilen fizyolojik bir değişme değil, bu kaynakla beslenen Martin'in düşünce gücüdür.
Arthur bu iyilik karşısında Martini evlerine yemeğe çağırır ve burada Martin, Arthur'un Ruth adındaki sanat tarihi öğrencisi kız kardeşi ile tanışır. İlk tanışmalarında Martin yıllardır aradığı aşkın karşısında olduğuna inanır.
Bu genç, kültürlü ve güzel kadını etkileyebilme yolunun bilgi, kültür ve sanattan geçtiğine karar verir. O andan itibaren büyük bir kararlılıkla çalışarak yazar olmaya ve kimbilir belki Ruth ile evlenmeye karar verir.
Konusu kısaca "aşk insana neler yaptırır" diye düşünülüp, sıradanlık iddiası ile romanı küçümseyen okur romandaki mantık ve doğallık örgüsü ile gerçekleşen olayları kabullenmesinin şaşkınlığını yaşar.
Bir gemi işçisinin yediklerinden, akşam uykusundan, sosyal çevresinden ve en önemlisi içkisinden feragat ederek, sonu bilinmeyen bir maceraya atılmasını çok çabuk kabullenir.
Bu doğallığın en büyük nedeni, kendi kendine çalışarak yazar olan Jack London'un Martin Eden ile büyük paralellik taşıyan hayatının romana yansımasıdır. Jack London, adeta kendi canından yarattığı Martin'in gerçekliğinden kuşku duyan okuyucusuna, "onun yerinde ben de olsam sonuç aynı olurdu" diye düşündürür.
Martin, Ruth'a olan saf aşkını, sosyal olarak yabancı bulunduğu bir çevreye ve kendisini fakirliğinden dolayı aşağılayan insanlara kabul ettirmeye çalışır. Bu insanların başını, Martin'in edebiyata olan tutkusunu, çalışma azmini ve yeteneklerini bilmesine rağmen, ona inanmayan, sürekli düzenli ve normal bir iş bulmasını öneren Ruth yapmaktadır.
Martin ilk başlarda, zenginliklerinin ve bilgilerinin başını döndürdüğü bu insanlara, sonradan, kendisini geliştirdikçe kuşku ile bakmaya ve aslında söylediklerinin, hayat anlayışlarının nasılda çiğ ve özümsenmemiş olduklarını anlar.
Herkes aslında olmadıkları insanları oynamakta ve bilmediklerini biliyor gibi görünmekte, gerçekte hiç kimsenin parasını ve mevcudunu korumak dışında bir idealinin olmadığını görür.
Bu açıdan eskiden sanatın ve kültürün kaynağı gibi duran bu insanları şimdi gözünde birer asalak gibi görmekte ve onca imkanlarına, okullara, kitaplara, üniversitelere rağmen nasıl bu kadar cahil kaldıklarına şaşırmaktadır.
Çevresi edebiyatı bilmeden diploma almış edebiyatçılarla, geometri bilmeyen mühendislerle, ekonomi bilmeyen siyasetçiler, biyoloji bilmeyen din adamları ile doludur.
İşin garibi herkes aslında hiç haberdar olmadığı ve anlamadığı fikirler üzerinde tartışmakta, şuradan buradan duydukları klişeleri kullanmakta ve neredeyse bir moda halinde düşünmektedir.
Martin doğal yeteneği ve hayatın içinde geliştirdiği kavram algılama üstünlüğü sayesinde gerçek bilgiyi ayırt etmesini ve doğal seleksiyonla evrimleştirdiği düşünce gücünü bu boş insanlara karşı kullanmasını öğrenir.
Bu süre zarfında gemi işçiliğini bırakarak yazarlıkla geçinmeyi dener. Yazdığı ve yeterince güzel olduğunu düşündüğü birçok eseri, yayımlanmadan geri gelir. Bu dönemlerde çok güç anlar yaşamış, aç kalmış, meteliğe muhtaç hallere düşmüştür.
Martin tıpkı aydın geçinen tayfanın varlığı gibi edebiyattan hınclarını almaya çalıştıklarına inandığı bir editör ve yayıncılar tabakasının varlığını keşfeder. Bu insanlar adeta yerleşik yazar sınıfının değişmesi ve başka yazarların çıkmasına engel olmaktadır.
Kendince bunun en büyük sebebinin, bir zamanlar bütün bu editör ve yayıncıların yazar olmayı denemiş ve beceriksizlik ya da yeteneksizlikleri yüzünden başarılı olamayıp, kompleks sahibi insanlar haline dönmüş olduklarını düşünmektedir.
Yazılarını yayınlayan birkaç yayınevi ya da dergi ona parasını göndermez. Martin'in hayatındaki zorluklar ve parasızlık yetmezmiş gibi bunlara bir de, onu inanmadığı halde, bir sosyalistmiş gibi gösteren basın eklenmiştir.
[*] Martin Eden'in varlığını öğrendikten sonra biyoloji bilimine çok önem verdiğini ve Darvin'in türlerin oluşması ve gelişmesini sağladığına inandığı doğal seleksiyon olayı ile birçok şeyin nasıl gerçekleştiğini kavradığını görüyoruz. Burada kastedilen fizyolojik bir değişme değil, bu kaynakla beslenen Martin'in düşünce gücüdür.