Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Izmire Ilk Giren Komutanlar Anlatıyor

Jade

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    30 Kas 2012
  • Mesajlar
    7,562
  • MFC Puanı
    201
İZMİR'E İLK GİREN SÜVARİ MÜFREZESİ KUMANDANI BİNBAŞI ŞERAFEDDİN BEYİN HATIRALARI

İzmir'e ilk giren Türk süvari müfrezesi kumandanı kahraman Binbaşı Şerafeddin Bey o tarihî günlerin hatırasını şöyle anlatmıştır: Eylülün sekizinci günü sabahleyin saat on birde süvari kolordusunu teşkil eden
fırkaların kol başları Manisa önüne geldikleri zaman Manisa kasabası alevler içinde yanıyordu. Burada gördüğümüz manzara cidden fecî idi. Yollar, sokaklar şehit edilmiş Müslüman cesetleri, şuraya buraya atılmış her nevi eşya ile dolu idi. Dehşet içinde kalan ahaliden düşman zulmünden kurtulabilenler bağlara,
derelere iltica etmişlerdi. Bu esnada bizi gören perakende düşman efradı da ateş etmeye başlamıştı. Bu efrat fırkanın muhtelif kıt'aları tarafından kuşatılarak esir edildiler. Bundan sonra kıtaat tekrar İzmir üzerine seri yürüyüş halindeki düşmanla teması muhafaza ediyorduk. Sabuncu Boğazı'na girdikten sonra, Bornova'nın şark sırtlarında mevki almış düşman kuvvetleriyle muharebeye tutuştuk. Geceyi boğazda geçirdikten sonra eylülün dokuzuncu günü sabahleyin Kaymakam Reşat Bey kumandası altında bulunan alayımız, aldığı emir üzerine orada tevakkuf etmeyerek İzmir üzerine harekete geçti. Reşat Bey alayın üçüncü bölüğünü uc bölüğü olarak ileriden harekete ve beni de bölüğü idareye memur etmişti. alayımızın diğer bölükleri de arkadan geliyordu. Sabuncu Boğazı'ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişamiyle Akdenizin kıyısında uzanan İzmir'i gördük. Senelerdenberi derin bir tahassürle özlediğimiz İzmir, şimdi gözümüzün önünde idi. Nihayet biraz sonra ona da kavuşacaktık. Bu esnada heyecanımız fevkalâde artmış, gözlerimiz sevinç yaşlarıyla dolmuştu. Bütün sür'atimizle İzmir'e doğru koşuyorduk. Bornova kasabası kenarına geldiğimiz zaman, Bornova'nın şimalî garbî sırtlarında düşman ateşine maruz kaldık. Üçüncü bölük kumandanı İskender Beyle beraber dürbünle tarassut ettik. Düşman bize o kadar ehemmiyetli görünmemekle beraber oldukça kuvvetliydi. Buna rağmen biz ateş muharebesiyle vakit geçirmeyip hemen Bornova'ya dahil olmaya ve sür'atle İzmir şoşesine geçmeye karar verdik ve seri yürüyüşle Bornova kasabasına dahil olduk. Fakat sokak aralarından geçerken tahmin ettiğimiz gibi bizi evlerden, şuradan buradan müthiş bir ateş karşıladı. Bu esnada benim atım yaralanmış ve bilâhare ölmüştü. Düşmanla muharebe ettiğimizi gören Alay Kumandanı Reşat Bey derhal Amasyalı Mehmet Beyin bölüğünü
de bizim bölüğü takviyeye gönderdi. Beni de bu iki bölükten mürekkep olan müfrezenin kumandanlığına tâyin etti. Sokak muharebesinden sonra Bornova istasyonunu işgal ve badehu İzmir şoşesine dahil olarak yürüyüşümüze devam ettik. Bu esnada sabık On Üçüncü Alay Kumandanı (sonradan Başvekâlet yaveri)
Binbaşı Atıf Beyle fırkadan gönderilen fırka emir zabiti Hamdi Efendi de bize iltihak etmişlerdi. Atıf Bey, İzmir'de mehafili ecnebiye ile ordu namına temas için mükâleme memuru olarak gönderilmişti. Düşmanda kuvvei maneviye kalmamıştı Yolumuza devam ederken, Bornova'nın bağları ve bahçeleri arasından süvarilerimizin üzerine ateş ediliyordu. Biz bu ateşlere mukabele ettiğimiz gibi ehemmiyet vermeye bile lüzum görmedik. Mersinli'ye geldiğimiz zaman bir düşman piyade yürüyüş koluna tesadüf ettik.Karşıyaka istikametinden geliyor, İzmir'e gidiyordu. Bunlarla da meşgul olmaya lüzum görmeden yolumuza devam ettik. Yürürken, arasından geçtiğimiz düşman efradının ellerinde silâhları olduğu halde ne yapacaklarını şaşırdıklarını, şuraya buraya kaçıştıklarını, evlerin, duvarların arkasına saklanmaya çalıştıklarını görüyorduk. Bunlardan bir tanesinin bile bir tek silâh atamaması düşman kuvvei maneviyesinin ne kadar düşkün olduğunu göstermeye kâfi idi. Bizden sonra gelen fırkanın bir alayı tarafından esir edilen bu düşman efradının bir alay miktarında olduğunu bilâhare öğrendiğimiz zaman hayretler içinde kalımıştık. İzmir kapılarında verdiğimiz ilk şehitler Mersinli'yi geçtikten sonra Tuzakoğlu fabrikasının önüne geldiğimiz zaman,
fabrikadan üzerimize ani bir ateş açıldı. Müfrezemizin önünde sekiz kahraman nefer yaya olarak koşarak yürüyorlardı. Fabrikadan açılan ateşten bu askerlerimizden dördü derhal şehit oldu. Müteâkiben müfrezemiz bu dört şehit yavrularına fatiha okuyarak teessürle yoluna devam etmeye başladı. Artık buradan itibaren şehire epeyce yaklaşmış bulunuyorduk. Sokaklar Rum muhacirleri, içi eşya dolu arabalar, hayvanlar, silâhlı bombalı sivil, asker, binlerce insan sürüleriyle dolu idi. Biz bunlarla hiç meşgul olmayarak yıldırım süratiyle yalın kılıç geçip gidiyorduk. Punta istasyonunun köşesine geldiğimiz zaman bir İngiliz
amiraline tesadüf ettik. Yanında yaveri ve bir de bahriye müfrezesi vardı. Atıf Bey bunlarla konuşmak üzere orada kaldı.

Türk askeri Kordonboyu'nda
Bölüklerimiz heybetle yürüyüşlerine devam ederek Kordon yoluna dahil oldular, evlere Türk ve müttefik devletlerin bayrakları asılmıştı. Pencerelerden, sokaklardan halk askerlerimizi alkışlıyor, hayret ve takdirle temaşa ediyorlardı. Kordonboyu'nda müsellâh Yunan efrat ve zabıtanına külliyetle tesadüf ediyorduk. Fakat bunları esir etmek için geçirilecek hiç vaktimiz yoktu. Her şeyden evvel bir Türk şehri olan İzmir'deki kardeşlerimizi kurtarmak lâzımdı. Bunların da Alaşehir, Salihli ve Manisa'nın âkıbetine uğramamaları için sür'atle şehri işgal etmek icap ediyordu. Buna rağmen güzergâhımızda tesadüf ettiğimiz Yunan asker ve zabitlerinden biri bile bir avuç Türk süvarisine bir kurşun atmaya cesaret gösteremiyordu. O gün sivil, asker, elleri silâhlarla dolu olan bu binlere Yunanlı, Rum ve Ermeni arasından bilâperva dört nalla yıldırım gibi geçip giden Türk asker ve zabitlerinin o dakikadaki cesaret ve kahramanlıkları tasvir edilemeyecek kadar yüksek bir levha teşkil etmektedir. Kordon'da, İngiliz, Fransız, Amerikan ve İtalyan bahriye müfrezelerine tesadüf ediyorduk. Biraz daha ilerledikten sonra şayanı dikkat bir vak'a karşısında kaldık: Müfrezemiz yürürken güzergâhında rastgeldiği efrat ve zabitana ellerindeki silâhları denize attırıyordu. Pasaport dairesinin önünde müsellâh bir sivile tesadüf ederek silâhını atmasını ihtar ettim. Fakat o vakte kadar herkes emirlerimize itaat ederek silâhını attığı halde bu adam atmadı ve derhal elindeki bombayı üzerime atarak hayvanımı öldürdü ve beni iki yerimden yaraladı. Kendimi kılıçla müdafaa etmeme, bombanın sür'atle infilâki mâni olmuştu. Mütecaviz de derhal rıhtımdaki muhacirlerin arasına karışarak kaybolmuştu. Hükûmet konağına sancağımızın çekilmesi Esasen bu gibi ufak hadiselerle meşgul olmaya vaktimiz olmadığı gibi böyle vesilelerle fazla tevakkuf etmek de muvafıkı maslahat olamazdı. Yürüyüşümüze tekrar devam ederek Gümrük önünde ağlayarak bizi karşılayan bir Türk çocuğunun delâletiyle hükûmet konağına vasıl olduk. Hükûmetin cephe kapısı kapalıydı. Rıza efendiyle yan kapıdan girdik. Kapıyı içerden açtık. Derhal hükûmet ve kışlanın müteaddit mahallerine nöbetçiler ikame edildi. Bu esnada, kadın, erkek, çocuk binlerce halk ağlaşarak, sevinerek hükûmete geliyorlar, askerlerimize, kumandanlarımıza dualar ediyorlardı. Ahali tarafından güzel bir Türk sancağı getirilmişti. Hükûmetin üstünde asılı olan Yunan bayrağını indirdik, yerine şanlı sancağımızı halkın, bitmek tükenmek bilmeyen alkışları arasında çektik ve dalgalandırdık. Ahali bu esnada Yunan bayrağını ayakları altında parçalıyordu. Gerek yürüyüş esnasında, gerek burada müfrezemin bölükleri, bilhassa onun zabitleri harikalar gösteriyorlar ve vazifelerini tarihin nadiren kaydettiği bir cesaret ve metanetle ifa ediyorlardı. Bundan sonra üçüncü bölüğümüzü, Göztepe istikametine giden Yunanlıları takibe memur ettiğim gibi şehrin muhtelif mahallelerine devriyeler çıkararak asayişin ihlâl edilmemesine çalıştım. Biraz sonra alayımızın kısmı küllisi de Reşat Beyin kumandası altında Kadifekale'yi işgal ederek şanlı sancağımızı orada temevvüç ettirmişti. Fırkamızın On Üçüncü Alayı da Punta'da istasyonu muhafazaya memuru kalmıştı. Yirminci Alayımız da arkadan gelmiş ve Göztepe istikametine geçmişti. Bir müddet sonra Fırka Kumandanımız Zeki Beyle Kolordu Kumandanımız Fahreddin Paşa hazretleri teşrif buyurdular. Abdülhalim Efendi isminde yaşlı bir memur muvakkaten vali tâyin edildi. Halka hitaben beyannameler neşrolundu. Şehrin hayatı umumiyesi tanzim edildi. Bu suretle ordumuz ilk tarihî vazifesini yüksek bir şerefle hitama erdirmiş oluyordu.''

İzmir'e ilk girenlerden Yüzbaşı İhsan Hekimoğlu anlatıyor
Türk ordusu ile İzmir'e giren birinci kolordu makineli tüfek kumandanı Yüzbaşı İhsan Hekimoğlu hatıralarını şöyle anlatıyor:
''- Dumlupınar ve Adatepe civarında cereyan eden meydan muharebesinde düşmanın kısmı külisi imha edilmiş ve Trikopis esir alınmıştı. Bundan sonra çevirme harekâtını yapmakta olan merhum İzzettin Çalışlar'ın kumandasında birinci ordu ''Hedefimiz İzmir'dir!'' emrini aldı. Başkumandanlıktan alınan bu emir üzerine ordu, Uşak - Kula - Salihli - Kasaba ve Nif (Mustafa Kemalpaşa) üzerinden hiç durmadan İzmir istikametinde ilerlemeye başladı. 8 Eylülü 9 Eylüle bağlayan gece, birinci ordu kumandanı bulunan merhum Nureddin Paşa da süratle bugün (Mustafa Kemelpaşa) dediğimiz Nif kazasına geldi. Ordunun ilerisinde öncülük yapan süvari ve İzmir'e girecek olan Birinci Kolorduya şifahen şu şekilde bir emir verdi: ''Arkadaşlar! Aldığımız vazife çok mühim ve müşküldür. Allah yardımcımız olsun.'' Bu emir üzerine akşam ezanından sonra derhal harekete geçildi. Bu sırada (İngiliz-İtalyan-Fransız) müttefik orduları kumandanı daha gerilerde bulunan Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile temas etmek istiyordu. Kemal Paşa, telsizle yaptığı muharebede ancak ordunun İzmir'e girişini müteakip kendisiyle konuşulabileceğini bildirdi. Birinci Ordu, önde süvariler olduğu halde süratle
İzmir'e doğru yürüyordu. Mütemadiyen kaçmakta olan düşmanla karşı karşıya gelmek imkânı hâsıl olamıyordu. Bu yürüyüş esnasında içimizdekiler arasında şöyle konuşanlar vardı:
- Herhangi bir yerde düşmanla karşılaşsak da muharebe ile istirahat etmiş olsak...''
- Öyle bir gidiyorduk ki, yemek yemeğe dahi vakit bulamıyorduk. Atlarımızın yem yemeden bu yürüyüşe nasıl tahammül ettiklerini hayretle karşılıyorduk. Hele bizim halimizi hiç sormayın. Atların üzerinde kaba etlerimiz yara olmuştu. Fakat bunu aldırış eden tek Türk askeri yoktu. Heyecan içinde bir an evvel İzmir'e
kavuşmak istiyorduk. Nihayet 9 Eylül sabahı Belkahve'den geçerek İzmir'in varoşlarını teşkil eden Halkapınar'a vâsıl olduk. Öncü süvariden bir kısmı Balkahve'den Bornova üzerine inerek o cihetten İzmir'e girdi. Bir kısmı da doğrudan doğruya Halkapınardan geçerek Basmahane istikametinde ilerledi ve İzmir'e ayak bastı. Bu suretle İzmir'e iki koldan girilmiş oldu. Bir un fabrikası içine gizlenen birkaç Yunan askeri, süvarilemiz üzerine ateş açtılar. Bu çarpışmada beş süvarimiz şehit
olmuştu. Biz yetişinceye kadar süvari kuvvetlerimiz fabrikaya girerek Yunan askerlerini imha etmiş bulunuyorlardı.''
- Atatürk, malûm olduğu üzere İzmir'e 11 Eylûl sabahı geldi. O gün İzmir rıhtımında bağlı bulunan (İtalyan - Fransız - İngiliz) müttefik kuvvetler gemilerinden karaya çıkarılan bir manga askerle bir zabit Gazi Mustafa Kemal'i tebrik etmek üzere hükûmet konağına girdi. Askerler hükûmetin önünde selâm vaziyetinde durdu ve bu mangaya kumanda eden subay yukarıya çıkarak Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edildi. Bu subay tebrikâtı arzettikten sonra tekrar aşağıya inerek mangasını gemiye götürdü.
- 9 Eylûlde İzmir'e girdikten sonra, ki Türk ordusu henüz İzmir'e yerleşmemişti, bir çok yağmacılar ve çeteler türedi. Bunlar zengin Türk evlerine girerek yağmaya koyuldular. Ben bir manga askerle, mahallelerden birinde bu yağmaları önlemeye memur edildim. Otomobille bir sokak içine gireceğim sırada bir Türk
kızı gelerek:
- Evimizi Türk askerleri yağma ediyorlar! dedi. Hayret ettim! Derhal kızı otomobilin basamağına alarak evlerine kadar götürdüm.
- İşte evimiz budur! deyince otomobilden inerek kapıdan içeriye girdim. Bir de ne göreyim ki, hakikaten birkaç Türk askeri var! 'Bir tanesi bana ateş etmeye
başladı. Tabancamı çekerek (çünkü bu gibi ahalde vur emri almıştım) ateş etmeye başladım. Onun attığı bir kurşun sağ kolumu sıyırıp geçti. Benim kurşun ise bu askeri cansız yere serdi. Bu sırada mangamdan birkaç asker de içeriye girdi. Diğer iki askeri yakaladık. Muayene edince bir de ne görelim ki, bunlar Türk askeri kıyafetine girmiş düşman askerleriydi. Ev halkı: ''Aman içeriye fazla yürümeyin bomba attılar!'' diye bağırırşırken yürüdüm. Bomba olarak gösterilen şeyi alınca bunun da çaldıkları gümüş çatal ve kaşıklar torbası olduğunu gördük. İşte bu çapulculuk böylece devam edip giderken bir taraftan da 12 Eylûl akşam üzeri, Basmahane civarında evlere ateş verilmeye başlandı. O günkü bu ateş süratle söndürüldü. Ertesi gün yine vazifeme devam ederken Basmahane ve Çayırlıbahçe'nin müteaddit yerlerinde - şimdi İzmir Fuarının kurulduğu yer - ateş zuhur etti. O zamanki itfaiyenin mürattebatı Rum sigorta şirketlerine ait bulunduğundan dağılmıştı ve yangının asker tarafından söndürülmesine çalışılıyordu. Lâkin söndürülen bir eve mukabil 10 evden yangın çıkıyor ve gittikçe genişliyordu.

Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
 
Üst Alt