- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Itrî (1640-1711)
Ramazan ve Kurban bayramlarında camilerde söylenen bir tekbir vardır; bilirsiniz.Allahû ekber Allahû ekber. Lâ ilâhe illallâhû Allahû ekber. Allahû ekber ve lillâhil hamd diye müzikal bir biçimde söylediğimiz ve bizimle birlikte milyonlarca Müslüman insanın söylediği tekbirin bestecisi odur. O, yani Itrî. Sadece tekbir değil, segâh Mevlevi ayini ve Nat-ı Mevlâna bestelerinin sahibi de yine odur. İslam dünyasında en çok tekrarlanan bu besteler, onu Türk müziğinin ünlü bestecileri arasına sokmuştur. Tabii yine onun bestelediği ve birçoğumuzun söylediği, Tuti-i mucize-guyem ne desem laf değil şarkısını da unutmamak lazım. Bu şarkının sözleri ünlü şair Nefîye aittir ve Ben mucizeler söyleyen bir papağanım; söylediklerime kulak ver, onları sıradan laflar zannetme! demeye gelir. Asıl adı Mustafa olan ve Itrî mahlasını kullanan besteci, zengin bir ailenin çocuğu olarak İstanbulda dünyaya gelmiştir. İyi derecede eğitim alan ve mahallesine yakın olan Yenikapı Mevlevihanesine düzenli olarak giden Itrî, burada dinlediği dini ayinlerde musikiye karşı olan ilgisini canlı tutmuştur. Aynı zamanda güzel yazıya olan düşkünlüğü onun hat sanatına ilgi duymasını sağlamıştır.Genç yaşta musiki alanında üne kavuşan Itrî, o dönemde Osmanlı tahtında oturan Sultan 3. Mehmedin dikkatini çekmişi üslup ve söyleyişindeki yenilik, nağmelerindeki yüksek tuh ve derin mana ile dinleyen herkesi hayran bırakmıştır. Böylece sık sık saraya davet edilen ve itibar gören Itrî, aynı zamanda Kırım Hanı Selim Girat tarafından da saygı görmüştür. Padişahın bir arzusu olup olmadığını sorması üzerine Esicilerin sorumluluğunu istemiş, böylece bir yandan hassas yüreğine uygun bir merhamet kapısı kendisine açarken diğer yandan İstanbula gelecek esirleri görüp, onlar sayesinde başka ülkelerin folklor müziklerini dinleyip öğrenme ve musiki yeteneği olanları alıp yetiştirme görevini kendisine ilke edinmiştir.Binin üzerinde semai ve kâr besteleyen sanatkar, cami ve Mevlevî müziğinde, söz ve saz müziğinde, türkü ve şarkı alanında önemli eserler ortaya koymuştur. Ancak ne acıdır ki İtrîden günümüze yalnızca 42 beste kalmıştır. Bu bestelerden 10 tanesi dini içerikli, 4ü saz eserleri,28i de sözlü din dışı eserlerdir.Müzik hayatı dışında vaktinin büyük kısmını İstanbul surları dışındaki bahçesinde geçiren Itrî, bir bahçıvan olarak da maharetlidir. Çok zengin görünümlü köşkünün bahçesi dillere destan olmuş, çiçek ve meyveleri dilden dile dolaşmıştır. Marifetli bir çiçek ve meyve yetiştiricisi olduğunu gösteren Itrî, İstanbulun meşhur Mustafabey armudunu yetiştirmiş ve bu armut onun adını alarak günümüze kadar ulaşmıştır. Ağzımıza armudun, kulağımıza tedbirlerin lezzetini bırakan bu büyük bestekâr, İstanbulda vefat etmiştir. Klasik Türk musikisinin üstatlarından Itrî, eserleriyle devirler ve zevkleri aşarak muhteşem bir ses olarak günümüzde de önemini korumaktadır.
Ramazan ve Kurban bayramlarında camilerde söylenen bir tekbir vardır; bilirsiniz.Allahû ekber Allahû ekber. Lâ ilâhe illallâhû Allahû ekber. Allahû ekber ve lillâhil hamd diye müzikal bir biçimde söylediğimiz ve bizimle birlikte milyonlarca Müslüman insanın söylediği tekbirin bestecisi odur. O, yani Itrî. Sadece tekbir değil, segâh Mevlevi ayini ve Nat-ı Mevlâna bestelerinin sahibi de yine odur. İslam dünyasında en çok tekrarlanan bu besteler, onu Türk müziğinin ünlü bestecileri arasına sokmuştur. Tabii yine onun bestelediği ve birçoğumuzun söylediği, Tuti-i mucize-guyem ne desem laf değil şarkısını da unutmamak lazım. Bu şarkının sözleri ünlü şair Nefîye aittir ve Ben mucizeler söyleyen bir papağanım; söylediklerime kulak ver, onları sıradan laflar zannetme! demeye gelir. Asıl adı Mustafa olan ve Itrî mahlasını kullanan besteci, zengin bir ailenin çocuğu olarak İstanbulda dünyaya gelmiştir. İyi derecede eğitim alan ve mahallesine yakın olan Yenikapı Mevlevihanesine düzenli olarak giden Itrî, burada dinlediği dini ayinlerde musikiye karşı olan ilgisini canlı tutmuştur. Aynı zamanda güzel yazıya olan düşkünlüğü onun hat sanatına ilgi duymasını sağlamıştır.Genç yaşta musiki alanında üne kavuşan Itrî, o dönemde Osmanlı tahtında oturan Sultan 3. Mehmedin dikkatini çekmişi üslup ve söyleyişindeki yenilik, nağmelerindeki yüksek tuh ve derin mana ile dinleyen herkesi hayran bırakmıştır. Böylece sık sık saraya davet edilen ve itibar gören Itrî, aynı zamanda Kırım Hanı Selim Girat tarafından da saygı görmüştür. Padişahın bir arzusu olup olmadığını sorması üzerine Esicilerin sorumluluğunu istemiş, böylece bir yandan hassas yüreğine uygun bir merhamet kapısı kendisine açarken diğer yandan İstanbula gelecek esirleri görüp, onlar sayesinde başka ülkelerin folklor müziklerini dinleyip öğrenme ve musiki yeteneği olanları alıp yetiştirme görevini kendisine ilke edinmiştir.Binin üzerinde semai ve kâr besteleyen sanatkar, cami ve Mevlevî müziğinde, söz ve saz müziğinde, türkü ve şarkı alanında önemli eserler ortaya koymuştur. Ancak ne acıdır ki İtrîden günümüze yalnızca 42 beste kalmıştır. Bu bestelerden 10 tanesi dini içerikli, 4ü saz eserleri,28i de sözlü din dışı eserlerdir.Müzik hayatı dışında vaktinin büyük kısmını İstanbul surları dışındaki bahçesinde geçiren Itrî, bir bahçıvan olarak da maharetlidir. Çok zengin görünümlü köşkünün bahçesi dillere destan olmuş, çiçek ve meyveleri dilden dile dolaşmıştır. Marifetli bir çiçek ve meyve yetiştiricisi olduğunu gösteren Itrî, İstanbulun meşhur Mustafabey armudunu yetiştirmiş ve bu armut onun adını alarak günümüze kadar ulaşmıştır. Ağzımıza armudun, kulağımıza tedbirlerin lezzetini bırakan bu büyük bestekâr, İstanbulda vefat etmiştir. Klasik Türk musikisinin üstatlarından Itrî, eserleriyle devirler ve zevkleri aşarak muhteşem bir ses olarak günümüzde de önemini korumaktadır.