• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

İsyanlar Ve Sonuçları

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,087
Mesajlar
5,879
MFC Puanı
20,700
İstiklal Mahkemesi,Zorla ayaklanmaya katılanlar Cahil, kandırılmış ve fikir yönünden etkisi olmayanlara "ılımlı" cezalar Kişisel ve mali yönden halka etki eden ve bu yolla ayaklanmayı kışkırtanların "şiddetli" İşgale karşı savaşan Mustafa Kemal ve arkadaşları birde içten gelen ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kalmışlardır. İç politikada ne kadar sağlam olurlarsa işgale karsı savaşmak o kadar kolay olur düşüncesiyle Mustafa Kemal Paşa iç güvenliğe çok önem vermiştir. Önce içteki düzenin sağlanması gerekmektedir. Gerek milli mücadeleye karşı, gerekse de devleti parçalayıp başka devletler kurmak amacıyla çıkartılmış önemli isyanlar vardır. İsyanların ortak amaçları tabi ki milli mücadeleyi bir şekilde boğmak ya da geciktirmekti. İstanbul hükümetinin çıkardığı isyanlarda kullanılan motifler bugün hala çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Saf ve temiz Anadolu insanı din elden gidiyor çağrısı ile milli mücadeleye karşı ayaklandırılmıştır ya da ayaklandırılmak istenmiştir.

Mustafa Kemal Paşa gerçekten iç güvenliğe çok büyük önem vermiş, öncelikle bu işin bitirilmesini istemiştir. Bunun için Vatana İhanet Kanunu çıkartılmış, İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ayrıca seyyar jandarma birlikleri kurulmuştur. İsyanlar bir kısım amaçlarına ulaşmış ve milli mücadeleyi geciktirmişlerdir.

Kuva-i İnzibatiye

Diğer adıyla Hilafet ordusu olarak da bilinir. El altından desteklenen ayaklanmalarda Milli Mücadelenin yıkılamayacağı anlaşılınca İstanbul Hükümeti İşgal devletlerin desteği ile Hilafet ordusunu kurmaya karar vermiştir. Bunun sonunda 18 Nisan'da, Kuva-yı Milliye eşkıyasını tenkil amacı ile “Harbiye ve Dâhiliye” Vekâletleri’ne bağlı olarak “Kuva-yı İnzibatiye" kuruldu. 1.280.000 lira ödenekle kurulan bu askeri güç paralı askerlerden oluşmaktaydı. Amaç Milli Mücadeleyi büyümeden yok etmekti.

Bu gücün başına Süleyman Tevfik Paşa atanmıştı. Kendisine çok geniş yetkiler tanındı. Hilafet Ordusu 8 Mayıs’ta İzmir’e geldi ve Süleyman Paşa Yavuz zırhlısına karargâhını kurdu. İzmir’de bulunan güçlü İngiliz Tugayı ve savaş gemilerinin eşliğinde Sapanca’ya doğru ilerlemeye başladılar. Bunun yanında İstanbul hükümeti ayrıca Padişahın otoritesini egemen kılmak ve padişah adına hâkimiyeti sağlamak amacıyla Anadolu Fevkalade Müfettişliği adı altında bir yapılanmaya girişti. Amaç Mustafa Kemal’in otoritesini sarsmak ve saf Anadolu halkını yine sömürmekti. Bu örgütün başına getirilen Müsir Zeki Paşa, Mustafa Kemal’e bir mektup göndererek kurduğu hükümeti ve orduyu lav edip İstanbul Hükümetine boyun eğmesini istemiştir.

Hazırlıklarını tamamlayan Hilafet Ordusu 23 Mayıs’ta Sapanca, Adapazarı ve Hendek’te hücuma geçmiş ancak Çerkez Ethem ve birlikleri Sapanca ve Adapazarı’nda takılmışlardır. 26 Mayıs’ta Hendeği alan Çerkez Ethem birlikleri Refet Bey’le birlikte Düzce’ye doğru yürümüştür. Yenilen Hilafet ordusu İstanbul hükümetinin moralini bozmuş, istenen sonuç elde edilememişti. Hilafet ordusu Çerkez Ethem’in Düzce’ye girmemesi koşuluyla Refet Bey’e teslim olmayı kabul etmişlerdir.

Fakat Çerkez Ethem ve birlikleri bunu dikkate almayıp Düzce’ye girip suçluları idam etmişlerdir. Aynı zamanda Refet Bey’in birlikleri 31 Mayıs’ta Bolu’ya girdiler. Fakat Hilafet ordusu daha yok olmamıştı. Kuva-yı İnzibatiye'nin İzmit bölgesi komutanı Suphi Paşa ile Ali Fuat Paşa arasındaki haberleşmeyle, silah, cephane ve teçhizatı ile Kuva-yı Milliye'ye yapılan saldırı sonunda, birliklerin çoğu direnme göstermeden Kuva-yı Milliye tarafına geçtiler. Fakat topçuları ateş açtı. Kuva-yı Milliye, topçu ve onlara yardım eden İngilizleri İzmit'e çekilmek zorunda bıraktılar. İstanbul Hükümeti ve İngilizler, Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerinin İstanbul'u işgal edeceğini zannettiler. İngilizler Ali Fuat Paşa'ya başvurarak, Türkiye'nin İçişlerine karışmayacaklarını ve Kuva-yı İnzibatiye'nin diğer birliklerinin İstanbul'a gönderildiğini bildirdiler. Kuva-yı Milliye İzmit'in boşaltılmasını isteyince anlaşma olmadı. İngiliz uçakları Kuva-yı Milliye'ye saldırdı. 14–15 Haziran gecesi Kuva-yı Milliye İzmit'i ele geçirmek için saldırdı, fakat Ermeni çetelerinin savunmaları dolayısıyla başarı sağlayamadı, İngilizlerin kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ateşi karşısında da geri çekildi. İstanbul Hükümeti ise yeniden 5.000 kişilik bir kuvvet kurulması için İngilizlerden izin istedi. İngiliz Askeri Temsilcisi'nden Mustafa Kemal'i tedip için Bursa, Balıkesir, Çanakkale illerinden iki tümen kurulmasına yardımcı olması istendi.

Anzavur Ayaklanması

Ahmet Anzavur ayaklanması Milli Mücadele tarihinde önemli bir ayaklanmadır. Manyas, Susurluk, Gönen tarafında çıkmıştır. Emekli Binbaşı Ahmet Anzavur saraya bağlı olması nedeniyle Saltanatın ve hilafetin korunmasından yana idi. Ayvalık civarında Yunan ordusuna karşı savaş başlatılınca Padişahın adamı olan Anzavur İngiliz çıkarlarını korumak amacıyla ayaklanma başlatmıştır. Çanakkale bölgesinde İngilizlerin güvenliğini sağlamak ve Milli Mücadele güçlerini arkadan vurmak amacıyla Biga-Gönen bölgesine gelen Anzavur buradaki propagandalarıyla eşkıya ile birlik oldu.

Anzavur ve onun birlikte olduğu eşkıya tehlikeli olamaya başlamıştı. Bunun üzerine Bursa’dan Rahmi Bey komutasında küçük bir birlik gönderildi. Karacabey’de çıkan çatışmalarda Bursa’dan gelen birlikler duruma hâkim olmuşlardı fakat bazı ufak birliklerde Anzavur Ahmet’de esir düşmüştü. Anzavur 12 Kasım’da 300 kişilik bir kuvvetle Susurluğu basarak silahları yağmaladı. Bölgeyi temizlemek üzere Çerkez Ethem görevlendirildi, Çerkez Ethem’in 23 Kasımda Gönene girmesi üzerine Anvazur Ahmet birliklerini bırakarak kaçtı.

Yozgat İsyanı

Ayaklanmaların hızla yayıldığı bir dönemde Yozgat bölgesinde de isyanlar başladı ve kısa sürede büyüdü. Burada yaşayan Çerkez halkı saraya son derece bağlı insanlardı ve Milli Mücadeleye pek hoş gözle bakmıyorlardı. Fakat ayaklanmanın başlamasının ana sebebi Osmanlı hanedanından olan Çapanoğullarının kışkırtmasıdır. Yozgatlı Mutasarrıfı Necip Bey Ankara Hükümetini emirlerini dinlememiş ve kendisinin Padişah kanunlarından başka bir şey tanımayacağını belirtmişti. Ayrıca Meclis´e bir telgraf göndererek Padişahın rızası olmadan Ankara’da toplanmanın ihanet olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine Ankara Hükümeti Çapanoğullarının isyan ayaklanma hazırlığı yaptığı haberi gitmiş ve gözaltında tutulmuşlardır. Kuvay-i Milliye önlem olarak 80 kişilik bir kuvveti başlarında Kılıç Ali Bey olduğu halde Yozgat’a göndermiş ve Çapanoğullarının gözetim altında tutulmasını istemiştir.

Ancak Yozgat Valisi Yahya Galip Bey buna karşı çıkmış ve kaçmalarına bir nevi izin vermiştir. Çapanogullari yanlarına bölgenin azılı eşkıyaları olan Aynacıoğulları ve Deli Ömer’i alarak isyan çıkarttılar ve 14 Haziran’da Yozgat’ı işgal ettiler. 23–24 Haziran'da Boğazlıyan da asilerin eline geçti. Ayaklanmanın bu kadar kuvvetlenmesi üzerine, mezhep kışkırtıcılığı propagandaları yaygınlaştı. Tehlike gittikçe büyüyünce, Çerkez'de bulunan Refet Bey hemen Çankırı'ya yollandı. Çerkez Ethem, Mustafa Kemal, Fevzi Paşa'lar ve İsmet Bey ile görüştü. Ankara'nın elinde yeterli kuvvet olmadığını gören Ethem, Paşa’lara karşı tehdit dolu bir şekilde konuşup, sert biçimde eleştirdi. Fakat ayaklanmayı bastırma önerisini kabul etti. O yokken Batı Cephesi sorumluluğunu Fevzi Paşa yüklendi.

Genelkurmay tarafından görevlendirilen Çerkez Ethem 23 Haziran’da Yozgat’a girdi ve Ulusal güçlere karşı direnen Ermenileri de cezalandırdı. 25 – 27 Haziran günleri arasında asilerle yapılan çatışmalarda asiler dağıldı. Alevi Dedesi Galip Dede, asi olduğu halde cezalandırılmadığı için, asilerin bundan sonra Alevileri aldatmaları mümkün olmadı. Galip Dede, bütün gereksinimini sağladığı 400 kişilik bir kuvveti Kuva-yı Milliye'nin emrine verdi.

22 Haziran günü Yunanlıların hücum etmeleri üzerine Ethem geri çağırıldı, elebaşlarının yakalanmadan Ethem’in geri çağrılması bir takım problemlere yol açtı. 500 kişilik bir grup Kuvay-i Milliye’den ayrılarak yeniden asilerle birleşti ve yağmaya başladılar. Bunun üzerine üzerlerine seyyar Jandarma taburları gönderildi ve 30 Aralık 1920’den sonra dağıldılar.

Konya İsyanı

Konya Valisi Cemal Bey'in zamanında hazırlanan kötü ortam, Bozkır ayaklanmasının bastırılmasına rağmen yok edilememişti. Anadolu'nun yüzyıllardır dini ve geleneksel bağlarıyla Padişah'a bağlı yaşamış olan halkı, Mustafa Kemal Paşa'nın yeni bir savaş getiren "Ulusal İrade"sine bağlanmadı. Büyük devletlerin kuvveti karşısında durulamayacağı, bu sebeple direnmenin yarardan çok zarar getireceği görüşü üstündü. Yunan ordusunun Anadolu'yu da Millicilerin direnişi sebebiyle işgale başladığı, ısrar edilirse bir gün Konya'nın da işgal edileceği ileri sürülüyordu. Propagandalar ve diğer yerlerdeki ayaklanmaların da etkisiyle Mayıs 1920’de Konya'nın Pınar Köyü'nde ayaklanma hazırlıkları yapıldığı duyuldu. Konya'da birçok kişi tutuklandıysa da Mustafa Kemal Paşa tarafından af edilmişlerdi

Bu olaydan sonra aleyhte propagandalar daha da arttı. Milliyetçilerin ceplerini doldurmaktan başka amacı olmadığı, Padişah'ın İngilizlerle anlaştığı, zaten galiplerin kuvveti karşısında durmanın olanaksız olduğunu yayıyorlardı. Diğer yandan askerliğin kaldırıldığı ve vergi toplanamayacağını da belirtiyorlardı. Bu propagandalar Konya yöresini her geçen gün, için patlamaya hazır bir duruma getiriyordu. Bu arada Konya'dan bir heyet Batı Cephesi'ni gezdiler ve dönüşte, "Kuva-yı Milliye'nin köyleri soyduğunu” ileri sürdüler. Konya'nın askeri ve mülki yönetiminin dikkatsizliği sonunda, Bozkır ayaklanmasında yakalanamamış olan Delibaş Mehmet, çevresine topladığı 500 asker kaçağı ile 2–3 Ekim 1920'de Çumra'yı bastılar. Vali Haydar Bey hemen önlem alma yoluna gitti ve askeri yardım istedi. Fakat yetersiz askeri kuvvetin fedakârca direnmesi sonuç vermedi ve asiler Konya Vilayet Konağı'nı, Postane, Jandarma Okulu ve Askeri Lise'yi işgal ettiler. Vali ve yeni yöneticiler atadılar. Asiler Akşehir ve Beyşehir'de de duruma hâkim oldular. Bütün Konya ve Isparta yöresi asilere katıldı. Olayın önemini gören Ankara, Konya'ya askeri birlikler yolladı.

Delibaş anlaşma yolunu aradıysa da, kabul edilmedi ve 6 Ekim'de ulusal kuvvetler Konya'ya girdiler. Asiler, Halife adına savaştıklarını söylüyorlardı. Fakat ulusal kuvvetlerin karşısında peş peşe yenildiler, 16 Ekim'de Bozkır asilerden temizlendi. Delibaş Mersin üzerinden İstanbul'a kaçtı. Ankara'yı bir kez daha büyük tehlikeye düşüren bu ayaklanma 15 Kasım'da tamamen temizlendi.

Suçlular mahkemelerde cezalandırıldılar. Daha sonra buraya gelen Konya İstiklal Mahkemesi asıl suçluları cezalandırdı. İstiklal Mahkemesi ayaklanma ile ilgili hazırladığı raporda, bir iki kaza dışında bütün Konya ve yöresinin ayaklanmış olduğunu kabul ediyordu. Bunların kanunen idamı gerektiğini, fakat bu kadar ağır bir cezanın elebaşlarına uygulanması gerektiğini belirtiyordu. İstiklal Mahkemesi, suçları ağır olanların başkalarına ibret olması ve suçun tekrarına engel ve suçlunun hak ettiği cezanın verilmesi görüşüyle, olayla ilgili olanları üç gruba ayırdı:

1- Zorla ayaklanmaya katılanlar
2- Cahil, kandırılmış ve fikir yönünden etkisi olmayanlara "ılımlı" cezalar
3- Kişisel ve mali yönden halka etki eden ve bu yolla ayaklanmayı kışkırtanların "şiddetli" cezalandırılmalarına karar verdi. Delibaş ise İstanbul'da yeni emirler alıp Konya'ya döndüyse de yanındakiler tarafından öldürüldü.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bin küsur yıl kardeş barış içinde yasayan halkımız ne yazık ki bazı Avrupa ülkelerinin kışkırtmaları sonucu bazı isyanlar baş göstermiştir, Kürt kökenli halkımız kandırılmış ve isyana zorlanmıştır. Maalesef hepimizin bildiği gibi bu oyunlar bugünde aynı devletler tarafından ve aynı yöntemlerle yine oynanmaktadır.

Cemil Çeto İsyanı

Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra Avrupa devletlerin kışkırtmaları ile Kürtçülük çalışmaları hızlanmış, İngiliz ve oradaki aşiret reislerinden destek görmüşlerdir. Kürtçülük propagandaları etkili oluyordu. 1920 Mayısı’nda Hıdranlı Aşireti Reisi Hüseyin Paşa Garzan çevresinde "Kürt Teali Derneği"nin bir beyannamesini dağıttı. Bu beyannamede, İtilaf Devletleri'nin Kuva-yı Milliye'yi dağıtacağı ve bir Kürdistan kurulacağı belirtiliyor, silahlanarak, hazırlıklı bulunulması isteniyordu.

Bahtiyar ailesi aşiret reisi Cemil Çeto Garzan yöresinde güçlenmeye başlamış ve başka aşiretleri tehdit etmeye başlamıştı. Cemil Çeto harekete geçtiyse de ordu birlikleri tarafından dağıtıldı ve kendisi 7 Haziran 1920’de teslim oldu.

Milli Aşireti İsyanı

Osmanlı Devleti Kürt kökenli vatandaşlarımıza her zaman iyi davranmış ve önemli mevkilere getirmiştir. Fakat İngiliz’in saçtığı nifak tohumları maalesef bazı Kürt kökenli vatandaşlarımızı etkilemiş ve artik iç içe girmiş olan bu insanları isyana sevk etmiştir. Bu propagandalardan etkilenen Milli Aşireti Ankara Hükümetini tanımayarak ayrı bir devlet kurmak için harekete geçmiştir. İşgal devletleriyle işbirliği yaparak Fransızların Urfa’ya hücuma geçmesini fırsat bilerek Siverek’e doğru hareketlenmişlerdir.

Fakat burada bulunan 5 nci Tümen karşısında tutunamayınca Suriye’ye geri çekilmişlerdir. Suriye’de yeterli derecede hazırlandıklarına inanan Milli Aşireti 4000 kişilik bir kuvvetle Viranşehir’e gelir ve tüm Aşiretlerin başı olduklarını ilan ederler fakat ikinci kez Türk Tümeni önünde tutunamayıp Suriyeye kaçmışlardır.

Koçkiri İsyanı

Yaklaşık 40.000 kişilik bir nüfusa sahip olan Koçkiri Aşiretinin ayaklanması Milli Mücadele için tehlikeli olmuştur. 135 adet köye sahip olan aşirette Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız bir arada yaşıyorlardı. Haydar Bey Mondros Ateşkes antlaşması ile Kürt Yükseltme ve Yardımlaşma Derneğine girmiş ve kendi yöresinde bu şubenin başkanı olmuştu. Asker kaçaklarını yakalamak ve huzuru sağlamak için bölgeye gelen 6.Süvari alayına karşı yoğun bir propaganda başladı bölgede.

Asiler bir bölüğe saldırdı ve bölük Zara’ya geri çekilmek zorunda kaldı. Bundan cesaret alan asi lideri Zalim Çavuş alayın bölgeyi terk etmesini istedi. Bu olayların planlayıcısı Haydar Bey’in kendisi olmuştur. Alay tehditlere boyun eğmeyince asilerin saldırısına uğradı ve teslim oldu. Asiler İmranlı’ya girdiler.

Sivas Bölge Valisi baskı yaparak olayların yatıştırılmasını istedi ama aldıkları cevap çok korkutucuydu, Kürt kökenli vatandaşlarımız sözde Ermeni soykırımı gibi bir soykırıma uğramamak için ayaklanmışlardı, bu da yapılan propagandaların ne kadar etkili olduğunun bir kanıtıydı. Bu yakalanmayı bastırmakla Nurettin Paşa görevlendirilmişti, kendisi bir bildiri yayınlayarak asilere iki gün süre vereceğini bunun sonunda teslim olmayanların çok ağır biçimde cezalandırılacaklarını bildirdi. Asıl lideri Alişan bunlarla yetinmeyip Kürt kökenli vatandaşlarımızı cesaretlendirmek amacıyla kıyıma girişti ve ayaklanma 8 Haziran’da daha da yaygınlaştı. Koçkiri Aşireti Hükümete bir nota göndererek Kürt bir Vali istedi yoksa olayların daha da artacağını bildirdi.

Bu durumda merkez ordusu 11 Nisanda harekete geçerek asi köylerini ele geçirmeye başladı. 13 Nisan’da Çaksur’da asilere ağır kayıplar verdiler ve 23–27 Nisan arasında Giresun Alayı da harekete katılınca hemen hemen tüm asiler ele geçirildi. Asilere karşı en büyük çatışma 28 Nisan günü Çirageldi’de yapıldı ve 1 Mayis’a kadar süren çatışmalarda asiler ve Hükümet kuvvetleri ağır kayıplar verdiler. Fakat sonunda asiler yenilip Haydar Bey ve 56 yandaşı teslim oldu ve yargılanmak üzere Sivas´a gönderildi.

Bu isyanın İkinci İnönü Savaşı’na denk gelmesi çok düşündürücüdür. Yunanlıların amacı Kürt kökenli vatandaşlarımızı kışkırtıp ayaklandırmak ve Türk Ordusu’nu ikiye bölmekti. Buda İşgal devletlerinin nasıl oyunlar oynadığını gösteren iyi bir kanıttır. Aynı durum sanki şu anda yaşanmıyor mu memlekette? Yine dış güçlerin oyunları sonucu memlekette bir çeşit huzursuzluk yaratılarak devlet güçten düşürülmek isteniyor.

Yer aynı, devletler aynı sadece zaman ve yöneticiler değişti. Bunun dışında değişen hiç bir şey yok, yine 80 yıl evvelki aynı oyunlar ve niyetler. Bu yüzden gelecek olan genç nesillin çok uyanık olması gerekiyor ve bu olaylarla karşılaştığı zaman, ben bunu bir yerden hatırlıyorum diye düşünmesi gerekiyor. Çünkü gelecekte de böyle oyunlar ve planlar devamlı oynanacaktır.

Bu ayaklanmalardan başka Milli Mücadele tarihinde gerçekten önemli yer tutmuş iki önemli ayaklanma daha vardır tarihte. Bunlardan bir tanesi önceleri Milli Mücadelenin emrinde olup sonradan isyan eden Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe ayaklanmalarıdır.

Demirci Mehmet Efe İsyanı

1–30 Aralık 1920 tarihlerinde oluşan bu isyanın gerçekten Milli Mücadele tarihinde önemli bir yeri vardır. Kuvay-i Milliye güçleri, yurdun çeşitli yerlerine dağılmış güçlerden oluşuyordu. Bunların çoğu düzensiz ve kendi başına buyruk, kahraman Anadolu insanının kendi çabaları ile kurulmuş kuvvetlerdi. Fakat bunları artık birleştirme zamanı gelmiş ve düzenli bir ordu kurma aşaması başlamıştı.

Milli Harekete gerçekten çok hizmeti olan Demirci Mehmet Efe Mustafa Kemal´in emri ile Albay Refet Bey’in emrine girmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa 9 Kasım’da Cepheyi ikiye ayırıp güney tarafını Refet Bey’in emrine vermişti. Refet Bey 22–23 Kasım tarihleri arasında Isparta’da bulunan Mehmet Efe’yi Konya’daki atlı birliklere atadı. Bundan sonra Güney Komutanlığı emrine girecek olan Mehmet Efe’nin kuvvetlerinden 300 kişilik bir süvari birliği kurulacak geri kalanlar ise 57 nci Tümen’in emrine verilecekti.

Demirci Mehmet Efe önceleri bu emri kabul eder gibi oldu ama Çerkez Ethem’in kışkırtmalarına uyarak Konya ve Afyon üzerine yürüdü. Isparta tarafında kendi kafasına göre bir yönetim kurmuş olan Mehmet Efe kuvvetlerini toplayarak ayaklandı. Aynı tarihte de Çerkez Ethem’de ayaklanmıştı. Refet Bey ikisine de ayrı bir hareket yapılmasını uygun buldu ve Demirci Mehmet Efe’nin üzerine kuvvetler gönderdi ve Mehmet Efe çekildi. 700 kadar direnişçi yakalandı, Mehmet Efe’de 30 Aralık 1920’de yanındakilerle birlikte teslim oldu.

Çerkez Ethem İsyanı

Çerkez Ethem 1880'de Bandırma'da doğan Ethem, Çerkez Beylerinden Ali Bey'in oğlu idi. Ağabeyleri Tevfik ve Reşit subaydılar. Babası kendisinin asker olmasını istemediği için kaçıp orduya katıldı ve çavuş, daha sonra asteğmen oldu. Mondros Ateşkesi'nden sonra İzmir Valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırıp 50.000 lira kurtarma parası alınca meşhur oldu. Rauf Bey'in teşvikiyle Yunanlılara karşı silahlı direnişe geçti. Salihli yöresinin hâkimi durumuna geldi.

Kuva-yı Milliye'ye dâhil olan Ethem kuvvetleri giderek çoğaldı. Bu kuvvetler, mahpus, soyguncu, asker kaçakları, birliklere zorla yazılan, suça iştirak ettirilen, yağma hevesiyle katılanlardan oluşuyordu. Ayrıca Ethem, erlerine ve komutanlarına maaş veriyordu. Bir yerde ayaklanma bastırmaya giden Ethem buradan zorla para ve insan toplayarak kuvvetlerini çoğaltıyordu. İç ayaklanmalar karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi çaresiz kalınca, Ethem, Anzavur, Düzce, Bolu, Yozgat ayaklanmalarının bastırılmasında büyük yararlılıklarda bulundu ve şöhreti yayıldı. Yozgat Ayaklanmasını bastırmaya giderken, Ankara'da Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalara karşı sert ve saygısız bir tavır takındı. Hatta Yozgat ayaklanmasını bastırdıktan sonra, Mustafa Kemal'e Vali’nin teslimine engel olduğu için kızıp, "Ankara'ya geldiğimde Mustafa Kemal'i Meclis kapısına asacağım." diyecek kadar, kendini büyük görmeye başladı. Yozgat'tan dönüşte, Ankara istasyonundaki oturduğu yerde Mustafa Kemal'in odasına adeta baskın biçiminde girerek, çok tehlikeli duruma yol açtı. Askeri birliklerin bina dışında önlem almaları üzerine olay çıkmadı.

Ethem yandaşlarının Meclis içinde ve dışında Düzenli Ordu aleyhindeki propagandaları çoğaldı. Gediz yenilgisinden sonra Mustafa Kemal Paşa'nın düzenli ordu kurulmasını hızlandırmak için İsmet Bey'i Cephe Komutanlığı'na ataması Ethem ve kardeşleri tarafından beğenilmedi. Ali Fuat Paşa'nın Moskova'ya elçi olarak atanması üzerine, Mustafa Kemal'in diktatör olacağı dedikoduları yayıldı. Ethem ve kardeşleri Kuva-yı Seyyare'nin Düzenli Ordu birliklerine katılmasını kabul etmiyorlardı. Tevfik Bey, İsmet Bey'e yolladığı yazıda "Kuva-yı Seyyare ne bir tümen, ne de muntazam bir kuvvet haline getirilemez. Kuva-yı Seyyare'nin gelişi güzel idare edilmesi lazımdır." sözleriyle açıkça belirtti.

Diğer yandan Mustafa Kemal'e çektiği telgrafla da, İsmet Bey'in Cephe Komutanlığını idare edemeyeceğini ileri sürerek, bundan böyle kendisini komutan tanımayacağını bildirdi. Ethem ve kardeşleri, Düzenli Ordu'nun değil emrine girmeyi kabul etmek, düzenli ordunun varlığına bile karşıydılar. Subay düşmanlığı propagandaları açıkça ortaya çıkmıştı. Kaldı ki Ethem kuvvetleri Yeşil Ordu'ya katılmayı da kabul etmişlerdi. Tevfik Bey cephede gerekli kuvvet toplarken, Ethem ve Reşit Beyler de Ankara'da siyasi ortam hazırlıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, Ethem ve kardeşlerini ikna etmek için bütün iyi niyetiyle çalıştı. Bakanlar Kurulu, Meclis'ten bazılarının ve Reşit Bey'in de katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Mustafa Kemal, anlaşmazlığı çözmek ve düşman ordularının ülkeyi işgal ettiği bir sırada bir iç çatışmaya meydan vermemek ve uzlaşma sağlamak için şu konuşmayı yaptı:

"Hakikat şudur ki, önümüzde yenilip mutlaka denize dökülmesi gereken bir Yunan Ordusu vardır. Bu büyük neticeyi alabilmek için ise, büyük, ciddi ve katı tedbirlere gereksinim vardır, benim askerliğime itimat buyurursanız ki arkadaşlarımın bu güveni saklamayacaklarını zannederim, bu büyük iş ancak muntazam, bir ucundan öbür ucuna ve en büyük kütlesinden son erine kadar disiplinli mükemmel bir ordu ile başarılabilir. Batı ordusunda bir süreden beri başlanılan çalışma, işte bizi bu gayeye götürmeyi amaç edinen gayret ve himmetlerden teşekkül ve terekküp etmiş bulunuyor. Amaç bundan ibaret olduğuna göre Kuva-yı Seyyare başında bulunan arkadaşlarımın da bu gerçeği anlamaları, onu sadece takdir ve teslim etmeleri gereklidir. Bu takdir ve teslim yapıldıktan sonra ortada halledilmeyecek sorun kalmaz.”

Fakat Reşit Bey, Mustafa Kemal'in hala düzenli ordular kurmak için boş hülyalar peşinde koşan birisi olduğunu söyledi. Tartışmalar Reşit Bey'in uyuşmaz davranışlarıyla sonuçsuz kaldı. Fakat Mustafa Kemal yine de son sözü söylemeden önce uzlaşma yollarını zorladı. Ethem'i ikna ederek Reşit Bey ile birlikte Eskişehir'e İsmet Bey'le görüşmeye gittiler. Fakat Ethem Bey Eskişehir'de ortadan kayboldu. Mustafa Kemal Paşa Ethem'i sorunca, Reşit Bey; "Ethem Bey bu dakikada kuvvetlerinin başındadır." yanıtını verdi. Reşit Bey'in bu tehdit dolu sözleri karşısında Mustafa Kemal'in tutumu değişti ve "Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadaşınız sıfatıyla ve sizin lehinizde bir sonuca ulaşmak samimi duygusuyla görüşüyordum. Bu dakikadan itibaren arkadaşlık ve özele ait durumum sona ermiştir. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükümeti'nin Reisi bulunmaktadır. Devlet Reisi sıfatıyla, Batı Cephesi Kumandanı'na durum neyi gerektiriyorsa, yetkilerini kullanmayı emrediyorum." diyerek İsmet Bey'e gereken emri verdi.

Mustafa Kemal bu arada 5 Aralık 1920'de Bilecik İstasyonu'nda İstanbul Hükümeti'nin temsilcileri İzzet ve Salih Paşalarla buluştu. Çok resmi bir hava içinde geçen bu toplantıda, İstanbul temsilcilerinin, vatanın durumundan yeterince bilgileri olmadığını anlayınca, onları zorla Ankara'ya götürdü. Ethem ise bu sırada Padişah'a bağlılık bildiren bir telgraf çekti.

Bakanlar Kurulu'nun 22 Aralık 1920 tarihli toplantısında Ethem'le anlaşabilmek için kendisine arabulucu gönderilmesine karar verildi. Fakat Ethem, kuvvetlerini düşman cephesine karşı değil, ulusal orduya karşı düzene koymaya ve saldırı hazırlıklarına başladı. Görüşmeye gelen heyete ise birçok komutanın yerlerinden alınmasını şart koştu. Artık Ethem, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin emir ve kararlarını dinlemiyordu. Bunun üzerine 27 Aralık'ta gereken önlemler arttırıldı. Mustafa Kemal Paşa 29 Aralık'ta Meclis'in gizli bir oturumunda Ethem'in ayaklandığını ayrıntılı bir biçimde anlattı. Ethem'in ihaneti kabul edilmekle beraber yine de kardeş kanı dökülmemesi ve düşmana fırsat yaratılmaması için bir kez daha Ethem'le anlaşma olanağı aramaya karar verildi. Fakat Ethem uzlaşmaya yanaşmadı. 2 Ocak 192l tarihinde Bakanlar Kurulu, Ethem ve kardeşlerine, komutadan çekilirlerse af edileceklerini bildirdi. Fakat Ethem 3 Ocak 1921'de Yunanlılarla anlaşmak için bir adamını yolladı. Arkadan da Reşit Bey Yunan Ordusu'na gitti. 7 Ocak'ta da Yunanlılarla protokol imzaladı. Artık Ethem ayaklanmıştı. Ethem olayını yakından izleyen Yunanlılar 6 Ocak 1921'de İnönü Cephesi'nden taarruza geçince İsmet Bey ve Refet Bey Yunan saldırısına karşı koymak için Ethem'e karşı 1 Ocak 1921'de başlamış olan harekâta ara verdiler.

Ethem kuvvetlerinin ihaneti ve Yunan saldırısı iç içe girmiş bir durum aldı. Yunan Ordusu'nun saldırısı üzerine Ethem’de Ulusal Ordu'ya saldırdı. 8 Ocak'ta Meclis'te savaş durumunu açıklayan Mustafa Kemal Paşa, "Ethem, Tevfik ve Reşit Beyler." diye konuşunca, bir milletvekili "Hain deyiniz." uyarısında bulundu. Ethem kuvvetleri 13 Ocak'a kadar saldırılarını sürdürdüler. 17 Ocak'ta da Yunanlılara sığındılar. Emrindeki askeri birlikler Ulusal Ordu'ya sığındığı için, Yunanlıların yanına 725 kişi gitti. Ankara İstiklal Mahkemesi, Yunanlılara sığınmış bulunan Ethem ve kardeşlerini vatana ihanet suçuyla yargılayarak 9 Mayıs 1921'de gıyaplarında idama mahkûm etti. Aynı kararla gizli Komünist Partisi kurup Hükümet'i devirmek suçuyla yargılananlar da mahkûm oldular.

Bu ayaklanmalardan başka yüzyıllarca Türk topraklarında huzur ve güven içinde yaşamış olan azınlıkların kendi bağımsızlıklarını ilan etmek için çıkardığı bazı isyanlar vardır. Bunlardan en önemlisi Karadeniz Bölgesinde Pontus Rum’ların kendi devletlerini kurmak adına çıkartılmış olan Pontus Ayaklanmasıdır.

Pontus İsyanı

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne yakın yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Pontus Rumlar işgal devletlerinin de etkisiyle Karadeniz’de bir Pontus Rum Devleti kurma hevesine kapıldılar. 1904’de Merzifon’daki Amerikan Koleji etkisiyle Pontus Derneği kurulmuş ve hızla etkisini artırarak bölücü bir dernek haline gelmiştir. Bundan başka Mukkades Anadolu Rum Cemiyeti adlı bölücü bir örgüt faaliyet göstermekteydi. 1920’de Pontus tehlikesine karşı Merkez Ordusu kurulmuş ve yapılan bir baskında Kolejin bölücü faaliyetlerini gösteren belgeler ele geçirilmişti.

Pontus’ların haritasına göre merkezi Samsun olmak üzere, Batum, İnebolu, Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Amasya, Çorum ve Erzurum’u içine alan bir devlet olarak gösteriliyordu. Yunanlıların Megali İdea tasarısı iyi çalışıyordu, bunun için bu civara son elli yılda 30.000’e yakın Rum aile yerleştirilmişti. Yüzyıllarca Osmanlı altında yasayan Rumlar Rus ve Yunanlarının işgalinden sonra bu devletler adına casusluk ve Türk Düşmanlığından geri kalmadılar. Türk Ordusuna cephe gerisinde düşmanlıkta geri kalmadılar. Rusların Trabzon’u ele geçirmesinden cesaret alan Rumlar silahlanmaya başladılar ve Rumlardan oluşan 12.000 kişilik bir tümen kuruldu. Fakat bu tümenin Mondros Ateşkes antlaşması sırasında dağılması Kurtuluş Savaşı için bir şans olmuştur. Rusların çekilmesinden sonra Pontus’çuluk gizli bir biçimde devam etti, Paris Barış Konferansında Rumlar soykırıma uğradıklarını iddia ederek seslerini duyurmaya çalıştılar. Nüfus üstünlüğü gibi yalanlara başvuruyorlardı, sonunda Troçki’ye bir mektup yazarak Pontus Rum Devleti’nin kurulmasını istediler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, seferberliğe gelmeyen veya kıtalarından kaçan Rumlar dağlarda çeteler kurmuşlardı. Yalnızca Bafra yöresinde ll Rum köyünden 1.500 silahlı Rum çetecisi çıkmıştı. Rumlar Türk köylerine saldırarak öldürme ve yağmaya başladılar. Mondros Ateşkesi'nden sonra ise Yunanistan'dan getirilen silahlar ve destek sayesinde kuvvetlendiler. İngilizler de kendilerini destekliyordu. Bundan yararlanarak Türk köylerine saldırıları çoğaldı. Yalnız Samsun yöresinde 700'den çok Türk'ü öldürüp, yağma ve tecavüzde bulunmuşlardı. Rumların bu şekilde saldırıları karsısında Türklerde kendilerini korumak için çeteler kurdular. Bunların en önemlisi, Topal Osman Ağa çetesiydi. Bu daha sonra İstiklal Savaşı'na büyük yararları dokunacak bir kuruluştu.

Bunlara karşı alınan önlemler yetersiz görüldüğü için 24 Nisan 1920'den sonra Merkez Ordusu kuruldu. 10.000 kişilik ordu 1921'de tenkil (bastırma) harekâtına başladı. Samsun'daki Metropolit ve papazlar, yıkıcı çalışmaları yüzünden İstiklal Mahkemesi'ne verildiler. Merkez Ordusu'nun mevcudu 1922'de 20.000'e çıktı. Pontus tehlikesi ancak Şubat 1923'te kesinlikle ortadan kaldırılabildi. 10.886 çeteci yakalandı ve 11.188 asi öldü. Geri kalan Rumlar Yunanistan'a göç ettiler. Bu bölgede çalışan İstiklal Mahkemesi Pontus olayına katılmak ve kışkırtmacılık suçundan üçü Müslüman 174 Rum'u idam etti.

Kaynak : Kuvay-i Milliye
 
Üst