Mehmet Akif Ersoy tarafından sözleri yazılan ve Zeki Üngör tarafından bestelenen İstiklal Marşı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi olarak Milli Marşıdır ve anayasamızda bu ifade yer almaktadır. Kurtuluş Savaşının en ateşli vakitlerinde Milli Eğitim Bakanlığı bir milli marşın gerekli olduğu görüşünde uzlaşmıştır. 1921 senesinde Milli Eğitim Bakanlığının bu amaçla düzenlediği yarışmada Mehmet Akif Ersoy ucunda para ödülü olduğundan rahatsız olduğu için boy göstermemiştir. Dönemin milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi Tanroöver ona ısrar edince ödül almamak kaidesiyle yarışmaya katılarak bir şiir yazmıştır.
İsmi Kahraman Ordumuza olan bu şiir 20 Şubat 1921de yazılmıştır ve 12 Mart 1921 günü yapılan seçimle TBMMde milli marş olarak kabul edilmiştir.
Aynı sene içerisinde beste yarışması da düzenlenmiştir fakat kesin sonuçlara ulaşılamamıştır. Ali Rıfat Çağatayın bestesi uygun olduğu için kabul edilmiştir. Bu beste 1930a kadar kullanılmıştır fakat 1930 senesinde dönemin Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Üngörün 1922 senesinde yaptığı besteye geçiş yapılmıştır. Bu beste, günümüzde bildiğimiz bestedir.
Türk askerinin kahramanlığı ve yürekliliği üzerinde durulmuş olan İstiklal Marşında Mehmet Akif Ersoyun Türk ulusunun bağımsızlığını kazanacağı ve Kurtuluş Savaşından alnının akıyla çıkacağı görüşü hakimdir. Türk milletinin hakka, yurda ve dinine bağlılığıyla ilgili sözler içeren İstiklal Marşı dörtlüklerden oluşmaktadır ve toplamda 41 dizedir. Sadece sonuncu dörtlük istisnai olarak 5 dizeden meydana gelmektedir.
Sözleri ise şu şekildedir:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri toprak! diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri toprak! diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl