-
- Üyelik Tarihi
- 9 Mar 2015
-
- Mesajlar
- 1,008
-
- MFC Puanı
- 28
Çağan Irmakın yazıp yönettiği ıssız adam filmi çıktığı günden beri çok konuşuldu. Peki, nedir bu ıssız adam fenomeni? Türk halkı neden bu filmi bu kadar sevdi ve benimsedi? Neden bu filmden çıkan erkeklerin çoğu filmdeki Alperle kendini göğsünü gere gere özdeşleştirdi? Neden kadınların çoğu hayatlarında en az bir kez Ada olduğunu düşündü ve Alperden nefret etti? Nereden cıktı bu adamlar? Eskiden de var mıydı bu ıssız adamlar yoksa modernleşen, batılılaşan Türkiyenin değişen değer yargılarıyla birlikte mi ortaya çıktılar? Sadece erkekler mi ıssız olabiliyor yoksa ıssız kadınlar da var mı? Peki, bu adamlar veya kadınlar nasıl ve neden ıssızlaşıyor? Böyle mutlular mı yoksa değişmeye çaba gösterip değişemiyorlar mı?
Psikolojik açıdan değerlendirildiğinde Alper filmde bağlanma sorunu yasayan 30lu yaslarında bir erkek portresi çiziyor. Alperin ıssızlığının boyutu yaşadığı günübirlik, sadece cinsellik üzerine dayalı ilişkilerinden belli oluyor. Alperin Adayla tanışması, ona aşık olması ve ilişkisi suresince nasıl değiştiği, bağlanmayla ilgili korkuları ve sonunda Adadan ayrılması ve çektiği acı, filmde çok güzel ve net bir biçimde işleniyor. Seyircinin aklında filmden çıktıktan sonra kalan sorulardan en belirgini muhakkak ki Madem Alper Adayı bu kadar seviyor, peki neden ayrılıyor? Bunun en temel nedenlerinden biri Alperin yaşadığı bağlanmasorunu.
Peki nedir bu bağlanma olgusu? Bağlanma terimi İngiliz psikiyatrisi John Bowlby tarafından ortaya atılmıştır. Bowlby uzun yıllar boyunca bebeklerin, ebeveynlerine ya da onlara bakan kişilere olan bağlanma şekillerini incelemiş ve bağlanma teorisinin temellerini bu gözlemleri üzerine kurmuştur. Bu gözlemler 6 ay ve 2 yaş arası bebeklerin stres verici durumlarda onlara bakan kişilerle nasıl iletişim kurduklarını incelemiştir. Bebekler doğduklarında savunmasız oldukları için içgüdüsel olarak onları dış dünyadaki tehlikelerden koruyacak, onları kollayacak ve sakinleştirecek kişilerin varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu kişiler genellikle ebeveynler ya da bebeklere bakan kişilerdir. Bebekler bu kişilere bağlanır ve bu bağlanmanın şekli, bebeğin ona stres veren durumlarda bu kişiyle ilişkisine bağlıdır. Bebeklik çağında sağlıklı bir bağlanma sekli geliştirememiş bireyler, yetişkinlikte romantik ilişkilerinde ayni bağlanma sorunlarıyla karşı karşıya gelebilirler.
Bowlbynin ortaya attığı bağlanma teorisi 1980lerin sonlarında Cindy Hazan ve Philip Shaver tarafından yetişkinlerin romantik ilişkilerine uyarlanmıştır. Hazan ve Shaver, yaptıkları gözlemler, çiftler arasındaki ilişkinin, çocukla ona bakan kişi arasındaki ilişkiye benzediğini ortaya koymuştur. Mesela çiftler de, aynı bebekler gibi onları rahatsız eden bir durum olduğunda sakinleşmek ve güvende hissetmek için partnerine yakın olmayı ister. Romantik ilişkilerde çiftler birbirlerini, hayatin getirdiği zorlukları, sürprizleri, üzüntüleri, mutlulukları, fırsatları paylaşabilecek kadar birbirlerine güvenmek ister.
Romantik ilişkilerde çiftlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bazı yönleriyle ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden ayrılır. Fakat bu iki tip ilişki, ana hatlarıyla birbirine oldukça benzemektedir. Fraley ve Shaverın araştırmalarına göre yetişkinlerde bağlanma, birçok yönüyle bu yetişkinlerin ebeveynleriyle kurdukları bağlanma tarzına oldukça benzemektedir. Araştırmalara göre, her iki tür bağlanma da aynı biyolojik sistem tarafından yönetilmektedir. Bireylerin ebeveynlerine bağlanma stilleriyle, partnerlerine bağlanma stillerinin çok benzer olduğu görülmüştür. Bireyler, geçmişte ebeveynleriyle deneyimledikleri bağlanma şekillerine göre, kendilerinden ve ilişkilerinden olan beklentilerini şekillendirir. Bireylerin erken yaşlarda ebeveynleriyle veya çevrelerindekilerle yaşadıkları deneyimler, ileride onların ilişkilerinde oluşturdukları bağlanma tarzlarını etkilemektedir.
Bireyler biyolojik olarak, hayatta kalabilmek için, başkalarıyla bağ kurma ihtiyacı içinde olarak dünyaya gelirler, fakat onların ne tür bir bağlanma şekli geliştirdikleri deneyimleriyle bağlantılıdır. Ebeveynleriyle farklı bağlanma şekilleri kurarak büyümüş bireyler, ilişkilerinden de farklı beklentiler ve inançlar içinde olurlar. Bu bağlanma şekilleri, bireylerin ilişki kalitesine olumlu ya da olumsuz biçimde yansıyabilir.
Araştırmalara göre bireyler bağlanma şekilleri açısından 4 gruba ayrılabilir. Bunlar güvenli, saplantılı/kaygılı, kayıtsız/kaygılı ve korkulu/kaçıngan bağlanmadır.
Güvenli Bağlanma
Ebeveynleriyle güvenli bağlanma geliştirmiş kişiler genellikle şöyle düşünür: Benim için başkalarını kendime duygusal anlamda yakın hissetmek zor değildir. Başkalarına rahatça güvenebilirim ve başkalarının da bana güvenebileceğine inanırım. Yalnız kalmak ya da başkalarının beni kabul etmemesi gibi endişeler taşımam. Genellikle sıcak ve sevgi dolu bir aile ortamında büyümüş olan kişiler, ileride de partnerleriyle güvenli bağlanma geliştirirler. Bu kişiler, genellikle kendileri, partnerleri ve ilişkileri hakkında olumlu bakış açısına sahiptirler. Diğer bağlanma tarzlarına sahip kişilere nazaran güvenli bağlanma geliştirmiş kişilerin, ilişkilerinden daha fazla doyum aldıkları ve partnerlerine daha kolay uyum sağladıkları görülmüştür. Güvenli bağlanmaya sahip kişiler partnerleriyle yakınlık kurabilirken aynı zamanda bağımsızlıklarını da korumayabilmektedirler. Bu kişiler ilişkilerinde yakınlık ve bağımsızlığı dengeli bir biçimde yaşayabilmektedir.
Saplantılı/Kaygılı Bağlanma
Kaygılı bağlanma geliştirmiş kişiler partnerleriyle ya da çevresindekilerle duygusal anlamda tamamen yakın olmak ister ve genellikle diğerlerinin onların bu aşırı yakınlık isteği karşısında isteksiz olmalarından yakınırlar. Yakın ilişki kuramadıklarında rahatsız olur ve diğerlerinin onlara, onların verdiği kadar değer vermediklerinden yakınırlar. Bu kişiler partnerlerinden yüksek derecede yakınlık, onay ve hassasiyet beklerler. Zaman zaman aşırı yakınlık istekleri, onların partnerlerine bağımlı olmalarına neden olabilir. Güvenli bağlanmaya sahip bireylere nazaran, kaygılı bağlanmaya sahip kişiler kendileri hakkında daha olumsuz görüşlere sahiptirler. Partnerlerinin gözünde değersiz olduklarını düşünür ve bu yüzden devamlı kendilerini suçlarlar. Partnerleri hakkında olumsuz fikirlere sahiptirler çünkü genellikle insanların iyi niyetine güvenmezler. Bu kişiler ilişkilerinde duygularını abartılı bir şekilde belli eden, endişeli ve dürtülerini kontrol etmekte güçlük çeken bireylerdir.
Kayıtsız/Kaçıngan Bağlanma
Kayıtsız/Kaçıngan bağlanma şekline sahip kişiler yakın duygusal ilişkiler olmadan kendilerini rahat hissederler. Bu kişiler için özgürlükleri, bağımsızlıkları, kendi kendilerine yetebilmeleri, başkalarına bağımlı olmamak ve başkalarının da onlara bağımlı olmaması önemlidir. Bu kişiler yüksek derecede özgürlük arayışı içindedirler. Bu bağımsızlık isteği, çoğu zaman onların yakın duygusal ilişkilere girmekten ve bağlanmaktan kaçınmaları nedeniyle olur. Bu kişiler kendilerini, kendi kendine yetebilen ve başkalarıyla yakınlık kurma ihtiyacı içinde olmayan bireyler olarak tarif ederler. Bu kişilerden bazıları ilişkilerin gereksiz olduğundan bile bahsedebilir. Bu kişiler partnerinden daha az derecede yakınlık talep eder ve onlar hakkında kendilerine olduğundan daha olumsuz düşüncelere sahiptirler. Araştırmalar kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip bireylerin duygularını yoğun bir şekilde bastırmaya çalıştıklarını ve hislerini sakladıklarını göstermiştir. Bu bireyler, reddedilme korkusunu ve durumunu yaşamamak için kendilerini çevresindekilere ve partnerlerine yaklaştırmaz, onlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçınırlar.
Korkulu/Kaçıngan Bağlanma
Korkulu/Kaçıngan bağlanma şekline sahip bireyler başkalarıyla duygusal anlamda yakınlık kurmakta zorlanır. Her ne kadar, çevresindekilerle ve partneriyle yakın ilişki kurmak istese de, başkalarına tam anlamıyla güvenemediği için bunu yaparken kendini rahat hissetmez. Başkalarıyla yakınlık kurarsa incinebileceğinden ve üzülebileceğinden korkar. Bu kişilerin yakın ilişkiler hakkında karmaşık duygu ve düşünceleri vardır. Bir yandan duygusal yakınlık kurma isteği içindeyken, bir yandan da bu yakınlık onları korkutur. Partnerleri ve kendileri hakkında olumsuz inançlara sahiptirler. Genellikle kendilerini değer verilmeye layık görmezler ve partnerlerine güvenmezler. Kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip kişiler gibi, korkulu/kaçıngan bağlanma tarzı geliştirmiş kişiler de partnerlerinden daha az duygusal yakınlık bekler ve çoğunlukla duygularını bastırmayı ve saklamayı tercih ederler.
Muhakkak ki bu dört bağlanma tarzının dışında başka şekilde açıklanabilecek bağlanma şekilleri de mevcuttur. Önemli olan nokta, ebeveyn ve çocuk arasında bebeklik çağında oluşan bağlanma şekillerinin, bireylerin daha sonraki ilişkilerine nasıl yansıdığını görebilmektir. Issız Adam filmindeki Alper karakterinin filmin sonlarına doğru Adadan ayrılırken söylediği bir cümle aslında onun neden Adadan ayrıldığını çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Alper Adaya: Ben kanımda bir mikropla yaşıyorum der. Aslında Alperin bahsettiği mikrop, onun ilişkilerde yakınlık kurmasını, insanlara güvenmesini engelleyen, birçok tek gecelik ilişki yaşamasına neden olan ve aşık olsa bile onu ilişkiyi devam ettirmekten alıkoyan şeydir: yani çocukluk çağında geliştirdiği güvensiz bağlanma şeklini kendi ilişkilerine yansıtmasıdır.
Filmde Alper kayıtsız/kaçıngan bağlanma şekline sahip bir birey portresi çizmektedir.
Alperin bağlanma şekli sadece kız arkadaşı olan Adayla değil, annesiyle olan ilişkisindeki mesafesi ile de gözler önüne sürülmüştür. Annesi Alperin her zaman insanlardan uzak olduğundan, kendi kendiyle vakit geçirmekten hoşlandığından, duygularını bastırma çabasından ve sevgisini asla belli etmediğinden bahseder. Alper, ailesinin yaşadığı kasabadan İstanbula gelip kendine yeni bir hayat kurmuş ve ailesini yeni hayatının çok uzağında tutmuştur. Film boyunca çalıştığı işyerindeki kişiler dışında hiçbir arkadaşı olduğunu görmüyoruz. Hiçbir zaman kendini insanlara yakınlaştırmayan, kendi kendine yaşamayı tercih eden, yüzeysel ilişkiler yaşayan Alper, güvenli bağlanma tarzına sahip Adanın çabası ve sevgisiyle bir süreliğine değişmiş ve duygularını bastırmayan, onları açığa vurabilen, bağlanmaktan korkmayan veya rahatsız olmayan bir birey haline bürünmüştür. Fakat sadece bir süreliğine Daha sonra Alper yukarıda bahsettiğimiz gibi, kendisinin bile farkında olmadığı kaygı ve korkular nedeniyle Adadan ayrılır, sonrasında çok acı çekse de
Peki, ıssız adam ve kadınlar küçüklüklerinde geliştirdikleri bağlanma şekillerini ömürlerinin sonuna kadar taşımak zorundalar mıdır? Bu kişiler yetişkinlik dönemlerinde partnerlerine güvenli bir biçimde bağlanamazlar mı? Muhakkak ki bebeklik çağında ebeveynlerle (özellikle anneyle) olan ilişkiler ve bağlanma şekli ileride kişilerin ilişkilerinde nasıl davranacaklarını etkileyen önemli bir faktördür. Fakat bireyler güvensiz bağlanma tarzlarını yaşadıkları deneyimlerle değiştirip, şekillendirebilirler. Güvenli bağlanmaya sahip kişilerle kurdukları ilişkilerde, ilişki içindeki durumlarını değerlendirip bunu partnerlerinin yardımıyla değiştirebilirler. Psikoterapi, güvensiz bağlanmaya sahip kişilere, bağlanma tarzlarını değiştirmelerinde önemli faydalar sağlamaktadır. Terapi sırasında terapist ve danışan arasında kurulan güvenli bir bağlanma, bu kişilerin güvensiz bağlanma stillerini değiştirmelerinde ilk ve en önemli adımlardan biridir. Bireysel terapi yanında, çift ve aile terapisi de, bireylere partnerleri ile güvenli bağlanma kurmalarında, onlara değer verip güvenebilmelerinde, hem bağımsız hem de yakın ilişkiler kurabilmelerinde fayda sağlamaktadır.
Psikolojik açıdan değerlendirildiğinde Alper filmde bağlanma sorunu yasayan 30lu yaslarında bir erkek portresi çiziyor. Alperin ıssızlığının boyutu yaşadığı günübirlik, sadece cinsellik üzerine dayalı ilişkilerinden belli oluyor. Alperin Adayla tanışması, ona aşık olması ve ilişkisi suresince nasıl değiştiği, bağlanmayla ilgili korkuları ve sonunda Adadan ayrılması ve çektiği acı, filmde çok güzel ve net bir biçimde işleniyor. Seyircinin aklında filmden çıktıktan sonra kalan sorulardan en belirgini muhakkak ki Madem Alper Adayı bu kadar seviyor, peki neden ayrılıyor? Bunun en temel nedenlerinden biri Alperin yaşadığı bağlanmasorunu.
Peki nedir bu bağlanma olgusu? Bağlanma terimi İngiliz psikiyatrisi John Bowlby tarafından ortaya atılmıştır. Bowlby uzun yıllar boyunca bebeklerin, ebeveynlerine ya da onlara bakan kişilere olan bağlanma şekillerini incelemiş ve bağlanma teorisinin temellerini bu gözlemleri üzerine kurmuştur. Bu gözlemler 6 ay ve 2 yaş arası bebeklerin stres verici durumlarda onlara bakan kişilerle nasıl iletişim kurduklarını incelemiştir. Bebekler doğduklarında savunmasız oldukları için içgüdüsel olarak onları dış dünyadaki tehlikelerden koruyacak, onları kollayacak ve sakinleştirecek kişilerin varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu kişiler genellikle ebeveynler ya da bebeklere bakan kişilerdir. Bebekler bu kişilere bağlanır ve bu bağlanmanın şekli, bebeğin ona stres veren durumlarda bu kişiyle ilişkisine bağlıdır. Bebeklik çağında sağlıklı bir bağlanma sekli geliştirememiş bireyler, yetişkinlikte romantik ilişkilerinde ayni bağlanma sorunlarıyla karşı karşıya gelebilirler.
Bowlbynin ortaya attığı bağlanma teorisi 1980lerin sonlarında Cindy Hazan ve Philip Shaver tarafından yetişkinlerin romantik ilişkilerine uyarlanmıştır. Hazan ve Shaver, yaptıkları gözlemler, çiftler arasındaki ilişkinin, çocukla ona bakan kişi arasındaki ilişkiye benzediğini ortaya koymuştur. Mesela çiftler de, aynı bebekler gibi onları rahatsız eden bir durum olduğunda sakinleşmek ve güvende hissetmek için partnerine yakın olmayı ister. Romantik ilişkilerde çiftler birbirlerini, hayatin getirdiği zorlukları, sürprizleri, üzüntüleri, mutlulukları, fırsatları paylaşabilecek kadar birbirlerine güvenmek ister.
Romantik ilişkilerde çiftlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bazı yönleriyle ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden ayrılır. Fakat bu iki tip ilişki, ana hatlarıyla birbirine oldukça benzemektedir. Fraley ve Shaverın araştırmalarına göre yetişkinlerde bağlanma, birçok yönüyle bu yetişkinlerin ebeveynleriyle kurdukları bağlanma tarzına oldukça benzemektedir. Araştırmalara göre, her iki tür bağlanma da aynı biyolojik sistem tarafından yönetilmektedir. Bireylerin ebeveynlerine bağlanma stilleriyle, partnerlerine bağlanma stillerinin çok benzer olduğu görülmüştür. Bireyler, geçmişte ebeveynleriyle deneyimledikleri bağlanma şekillerine göre, kendilerinden ve ilişkilerinden olan beklentilerini şekillendirir. Bireylerin erken yaşlarda ebeveynleriyle veya çevrelerindekilerle yaşadıkları deneyimler, ileride onların ilişkilerinde oluşturdukları bağlanma tarzlarını etkilemektedir.
Bireyler biyolojik olarak, hayatta kalabilmek için, başkalarıyla bağ kurma ihtiyacı içinde olarak dünyaya gelirler, fakat onların ne tür bir bağlanma şekli geliştirdikleri deneyimleriyle bağlantılıdır. Ebeveynleriyle farklı bağlanma şekilleri kurarak büyümüş bireyler, ilişkilerinden de farklı beklentiler ve inançlar içinde olurlar. Bu bağlanma şekilleri, bireylerin ilişki kalitesine olumlu ya da olumsuz biçimde yansıyabilir.
Araştırmalara göre bireyler bağlanma şekilleri açısından 4 gruba ayrılabilir. Bunlar güvenli, saplantılı/kaygılı, kayıtsız/kaygılı ve korkulu/kaçıngan bağlanmadır.
Güvenli Bağlanma
Ebeveynleriyle güvenli bağlanma geliştirmiş kişiler genellikle şöyle düşünür: Benim için başkalarını kendime duygusal anlamda yakın hissetmek zor değildir. Başkalarına rahatça güvenebilirim ve başkalarının da bana güvenebileceğine inanırım. Yalnız kalmak ya da başkalarının beni kabul etmemesi gibi endişeler taşımam. Genellikle sıcak ve sevgi dolu bir aile ortamında büyümüş olan kişiler, ileride de partnerleriyle güvenli bağlanma geliştirirler. Bu kişiler, genellikle kendileri, partnerleri ve ilişkileri hakkında olumlu bakış açısına sahiptirler. Diğer bağlanma tarzlarına sahip kişilere nazaran güvenli bağlanma geliştirmiş kişilerin, ilişkilerinden daha fazla doyum aldıkları ve partnerlerine daha kolay uyum sağladıkları görülmüştür. Güvenli bağlanmaya sahip kişiler partnerleriyle yakınlık kurabilirken aynı zamanda bağımsızlıklarını da korumayabilmektedirler. Bu kişiler ilişkilerinde yakınlık ve bağımsızlığı dengeli bir biçimde yaşayabilmektedir.
Saplantılı/Kaygılı Bağlanma
Kaygılı bağlanma geliştirmiş kişiler partnerleriyle ya da çevresindekilerle duygusal anlamda tamamen yakın olmak ister ve genellikle diğerlerinin onların bu aşırı yakınlık isteği karşısında isteksiz olmalarından yakınırlar. Yakın ilişki kuramadıklarında rahatsız olur ve diğerlerinin onlara, onların verdiği kadar değer vermediklerinden yakınırlar. Bu kişiler partnerlerinden yüksek derecede yakınlık, onay ve hassasiyet beklerler. Zaman zaman aşırı yakınlık istekleri, onların partnerlerine bağımlı olmalarına neden olabilir. Güvenli bağlanmaya sahip bireylere nazaran, kaygılı bağlanmaya sahip kişiler kendileri hakkında daha olumsuz görüşlere sahiptirler. Partnerlerinin gözünde değersiz olduklarını düşünür ve bu yüzden devamlı kendilerini suçlarlar. Partnerleri hakkında olumsuz fikirlere sahiptirler çünkü genellikle insanların iyi niyetine güvenmezler. Bu kişiler ilişkilerinde duygularını abartılı bir şekilde belli eden, endişeli ve dürtülerini kontrol etmekte güçlük çeken bireylerdir.
Kayıtsız/Kaçıngan Bağlanma
Kayıtsız/Kaçıngan bağlanma şekline sahip kişiler yakın duygusal ilişkiler olmadan kendilerini rahat hissederler. Bu kişiler için özgürlükleri, bağımsızlıkları, kendi kendilerine yetebilmeleri, başkalarına bağımlı olmamak ve başkalarının da onlara bağımlı olmaması önemlidir. Bu kişiler yüksek derecede özgürlük arayışı içindedirler. Bu bağımsızlık isteği, çoğu zaman onların yakın duygusal ilişkilere girmekten ve bağlanmaktan kaçınmaları nedeniyle olur. Bu kişiler kendilerini, kendi kendine yetebilen ve başkalarıyla yakınlık kurma ihtiyacı içinde olmayan bireyler olarak tarif ederler. Bu kişilerden bazıları ilişkilerin gereksiz olduğundan bile bahsedebilir. Bu kişiler partnerinden daha az derecede yakınlık talep eder ve onlar hakkında kendilerine olduğundan daha olumsuz düşüncelere sahiptirler. Araştırmalar kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip bireylerin duygularını yoğun bir şekilde bastırmaya çalıştıklarını ve hislerini sakladıklarını göstermiştir. Bu bireyler, reddedilme korkusunu ve durumunu yaşamamak için kendilerini çevresindekilere ve partnerlerine yaklaştırmaz, onlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçınırlar.
Korkulu/Kaçıngan Bağlanma
Korkulu/Kaçıngan bağlanma şekline sahip bireyler başkalarıyla duygusal anlamda yakınlık kurmakta zorlanır. Her ne kadar, çevresindekilerle ve partneriyle yakın ilişki kurmak istese de, başkalarına tam anlamıyla güvenemediği için bunu yaparken kendini rahat hissetmez. Başkalarıyla yakınlık kurarsa incinebileceğinden ve üzülebileceğinden korkar. Bu kişilerin yakın ilişkiler hakkında karmaşık duygu ve düşünceleri vardır. Bir yandan duygusal yakınlık kurma isteği içindeyken, bir yandan da bu yakınlık onları korkutur. Partnerleri ve kendileri hakkında olumsuz inançlara sahiptirler. Genellikle kendilerini değer verilmeye layık görmezler ve partnerlerine güvenmezler. Kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip kişiler gibi, korkulu/kaçıngan bağlanma tarzı geliştirmiş kişiler de partnerlerinden daha az duygusal yakınlık bekler ve çoğunlukla duygularını bastırmayı ve saklamayı tercih ederler.
Muhakkak ki bu dört bağlanma tarzının dışında başka şekilde açıklanabilecek bağlanma şekilleri de mevcuttur. Önemli olan nokta, ebeveyn ve çocuk arasında bebeklik çağında oluşan bağlanma şekillerinin, bireylerin daha sonraki ilişkilerine nasıl yansıdığını görebilmektir. Issız Adam filmindeki Alper karakterinin filmin sonlarına doğru Adadan ayrılırken söylediği bir cümle aslında onun neden Adadan ayrıldığını çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Alper Adaya: Ben kanımda bir mikropla yaşıyorum der. Aslında Alperin bahsettiği mikrop, onun ilişkilerde yakınlık kurmasını, insanlara güvenmesini engelleyen, birçok tek gecelik ilişki yaşamasına neden olan ve aşık olsa bile onu ilişkiyi devam ettirmekten alıkoyan şeydir: yani çocukluk çağında geliştirdiği güvensiz bağlanma şeklini kendi ilişkilerine yansıtmasıdır.
Filmde Alper kayıtsız/kaçıngan bağlanma şekline sahip bir birey portresi çizmektedir.
Alperin bağlanma şekli sadece kız arkadaşı olan Adayla değil, annesiyle olan ilişkisindeki mesafesi ile de gözler önüne sürülmüştür. Annesi Alperin her zaman insanlardan uzak olduğundan, kendi kendiyle vakit geçirmekten hoşlandığından, duygularını bastırma çabasından ve sevgisini asla belli etmediğinden bahseder. Alper, ailesinin yaşadığı kasabadan İstanbula gelip kendine yeni bir hayat kurmuş ve ailesini yeni hayatının çok uzağında tutmuştur. Film boyunca çalıştığı işyerindeki kişiler dışında hiçbir arkadaşı olduğunu görmüyoruz. Hiçbir zaman kendini insanlara yakınlaştırmayan, kendi kendine yaşamayı tercih eden, yüzeysel ilişkiler yaşayan Alper, güvenli bağlanma tarzına sahip Adanın çabası ve sevgisiyle bir süreliğine değişmiş ve duygularını bastırmayan, onları açığa vurabilen, bağlanmaktan korkmayan veya rahatsız olmayan bir birey haline bürünmüştür. Fakat sadece bir süreliğine Daha sonra Alper yukarıda bahsettiğimiz gibi, kendisinin bile farkında olmadığı kaygı ve korkular nedeniyle Adadan ayrılır, sonrasında çok acı çekse de
Peki, ıssız adam ve kadınlar küçüklüklerinde geliştirdikleri bağlanma şekillerini ömürlerinin sonuna kadar taşımak zorundalar mıdır? Bu kişiler yetişkinlik dönemlerinde partnerlerine güvenli bir biçimde bağlanamazlar mı? Muhakkak ki bebeklik çağında ebeveynlerle (özellikle anneyle) olan ilişkiler ve bağlanma şekli ileride kişilerin ilişkilerinde nasıl davranacaklarını etkileyen önemli bir faktördür. Fakat bireyler güvensiz bağlanma tarzlarını yaşadıkları deneyimlerle değiştirip, şekillendirebilirler. Güvenli bağlanmaya sahip kişilerle kurdukları ilişkilerde, ilişki içindeki durumlarını değerlendirip bunu partnerlerinin yardımıyla değiştirebilirler. Psikoterapi, güvensiz bağlanmaya sahip kişilere, bağlanma tarzlarını değiştirmelerinde önemli faydalar sağlamaktadır. Terapi sırasında terapist ve danışan arasında kurulan güvenli bir bağlanma, bu kişilerin güvensiz bağlanma stillerini değiştirmelerinde ilk ve en önemli adımlardan biridir. Bireysel terapi yanında, çift ve aile terapisi de, bireylere partnerleri ile güvenli bağlanma kurmalarında, onlara değer verip güvenebilmelerinde, hem bağımsız hem de yakın ilişkiler kurabilmelerinde fayda sağlamaktadır.