- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
İslâmın Ahlâkta Meydana Getirdiği Zihniyet Değişikliği
islâm ahlâk zihniyetinin başlıca niteliklerinin ne olduğu sorusuna cevap
olarak çok şey söylenebilirse de -ileride daha ayrıntılı bilgiler edineceğimizbu
konuda şimdilik özellikle şu hususların altını çizmek mümkündür: İnsanın
mânevî hayatını, bireysel ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan bir
Allah inancı; insanın kendisiyle hesaplaşmasını hedefleyen bir irade eğitimi;
bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu; hak, adalet ve eşitlik
gibi evrensel değerlere yöneliş.
1. Arap kabilelerinin koyu ve anlamsız putperestlikleri, yüksek bir ahlâ-
kın kurulmasına başlı başına bir engel teşkil ediyordu (Goldziher, Le Dogme
et le loi en Islam, s. 4, 11). Aslında bu tesbiti, inançsızlık veya bâtıl inanç
buhranı yaşayan her topluma genellemek mümkündür. Bu sebepledir ki İslâm
dini evrensel, mutlak ve genel geçerliği olan bir ahlâkî yapı kurarken,
bu ahlâkın en önemli teminatı olmak üzere her şeyi bilen, her şeye muktedir,
rahmeti çok geniş, fakat cezalandırması da çok şiddetli olan yüce Tanrı
şuurunu kökleştirmeyi; insana her türlü bencil, çıkarcı istek ve eğilimlerini
aşarak yüce Allahın koyduğu genel ve kesin kuralları hayatının her alanı
için sarsılmaz kanunlar olarak alma bilincini kazandırmayı ve bu suretle
nefsânî tutkular karşısında özgürleşen bir birey ve kamu vicdanı geliştirmeyi
hedeflemiştir.
2. İslâm dini insanda, kendi dışındakilerle kör bir mücadeleye girişmek
yerine, kendi nefsiyle hesaplaşma iradesini geliştirdi; Câhiliye dönemindeki
aşiret ruhunun ve geçici hazlara düşkünlüğün doğurduğu kaba ve hoyrat
geleneklerin karşısına, insanın nefsini dizginlemesi, tabiatındaki öfke ve
şiddetten korunması anlamına gelen hilim ve şefkati koydu. Bu suretle insana,
o güne kadar kendi dışındakilere çevirdiği mücadele enerjisini, kendi
nefsinin kötü temayüllerine karşı yöneltmesini öğretti. Hz. Peygamber, âdeta
bütün kötülüklerin anası olan, bundan dolayı da Kurân-ı Kerîmin çok bü-
yük bir zulüm saydığı (Lokmân 31/13) putperstlikten toplumu temizleyerek
bir olan Allaha itaat temeline dayalı bir ahlâkî ve dinî birlik sağlama görevini
üstlenmiş; böylece kabile ve soy sop anlayışı yerine Allaha saygı
(takvâ), ferdî ve sosyal planda yücelmenin ve değer kazanmanın ölçüsü haline
gelmiş; bu ölçüye uygun olarak İslâmın öğretileri, Allahın bütün yaratıklarına
karşı merhametli olmayı, insan ilişkilerinde dürüstlük ve güvenilirliği,
sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, fakat bütün bunların başarıla-
İSLÂM AHLÂKI 501
bilmesi için de kötü eğilimlerin bastırılmasını ve daha birçok erdemi ihtiva
etmiştir.
3. İslâmiyetin gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği, asabiyet
duygularını yok edip kabilecilik bağlarını kırarak insanları evrensel değerlere,
özellikle temelde bütün insanlığın kardeşliği bilincine yöneltmesidir.
Gerçekten İslâmiyet, bütün insanların bir tek erkek ve kadının soyundan
geldiklerini, onların -birbirleriyle kişisel veya ırkî üstünlük yarışına girmek
için değil- tanışıp bilişmek için kavimlere ve kabilelere ayrıldığınını (elHucurât
49/13), böylece fıtrî ve biyolojik farklılıkların ahlâkî ve mânevî anlamda
üstünlük sebebi sayılamayacağını öğretti; üstünlüğün, yalnızca kişisel
çabalarla kazanılabilen ve samimi dindarlığın, dinî ve ahlâkî erdemlerin
ana kavramı olan takvâ kapsamındaki meziyetlerde olduğunu ortaya koydu;
soy üstünlüğü, kabilecilik ve ırkçılık davalarını bütünüyle reddetti. Âl-i
İmrân sûresinin 103. âyetinde müslümanlara hep birlikte Allahın dinine
(hablullah) sarılmaları emredildikten sonra, Allahın düşmanlıkları kardeşli-
ğe çevirmesi ve böylece onları bir ateş çukuruna düşmekten kurtarması,
Allahın kendilerine bir nimeti olarak nitelenir. Başka bir âyette ise
Kurân-ı Kerîmin evrensel diyebileceğimiz bir ahlâk buyruğu şu şekilde
ifade edilir: İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık yolunda
yardımlaşmayın (el-Mâide 5/2). Hz. Peygamber, Irkçılık (asabiyet)
duygusuyla birbirine öfkelenen, ırkçılık uğruna savaşırken ya da böyle bir
dava güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin bu
ölümünün, Câhiliye ölümü olduğunu belirtttiği hadisleriyle (Müslim,
İmâre 57; Nesâî, Tahrîm, 28; İbn Mâce, Fiten, 7) asabiyet ruhunu yıkmaktaydı.
4. İsâm dini adalet ve zulüm kavramlarını da Câhiliye telakkisinden
büsbütün başka bir konumda ele aldı ve adalete kesin olarak evrensel bir
boyut kazandırdı. Kurân-ı Kerîmde (el-Bakara 2/143) İslâm toplumunun
bir niteliği olarak geçen vasat ümmet tabirindeki vasat kelimesi bütün
tefsirlerde adalet mânasında anlaşılmıştır. Buna göre İslâm ahlâkı toplumsal
bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını öngörmüştür.
Kuranda hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulanmıştır ki,
bizzat Allahın âhirette hiçbir haksızlığa mahal vermeyecek şekilde adaletle
hükmedeceği ve Onun vaadinin kesin (hak) olduğu bildirilmiştir (Yûnus
10/54-55; el-Enbiyâ 21/47; ez-Zümer 39/69). Bütün bu ve benzeri sebeplerden
dolayı adalet ilkesi İslâm ahlâk düşüncesinin merkezi olarak gösterilmektedir
(meselâ bk. Max Horten, Moral Philosophers in Islam, Islamnot diyanetten alıntıdır.
olarak çok şey söylenebilirse de -ileride daha ayrıntılı bilgiler edineceğimizbu
konuda şimdilik özellikle şu hususların altını çizmek mümkündür: İnsanın
mânevî hayatını, bireysel ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan bir
Allah inancı; insanın kendisiyle hesaplaşmasını hedefleyen bir irade eğitimi;
bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu; hak, adalet ve eşitlik
gibi evrensel değerlere yöneliş.
1. Arap kabilelerinin koyu ve anlamsız putperestlikleri, yüksek bir ahlâ-
kın kurulmasına başlı başına bir engel teşkil ediyordu (Goldziher, Le Dogme
et le loi en Islam, s. 4, 11). Aslında bu tesbiti, inançsızlık veya bâtıl inanç
buhranı yaşayan her topluma genellemek mümkündür. Bu sebepledir ki İslâm
dini evrensel, mutlak ve genel geçerliği olan bir ahlâkî yapı kurarken,
bu ahlâkın en önemli teminatı olmak üzere her şeyi bilen, her şeye muktedir,
rahmeti çok geniş, fakat cezalandırması da çok şiddetli olan yüce Tanrı
şuurunu kökleştirmeyi; insana her türlü bencil, çıkarcı istek ve eğilimlerini
aşarak yüce Allahın koyduğu genel ve kesin kuralları hayatının her alanı
için sarsılmaz kanunlar olarak alma bilincini kazandırmayı ve bu suretle
nefsânî tutkular karşısında özgürleşen bir birey ve kamu vicdanı geliştirmeyi
hedeflemiştir.
2. İslâm dini insanda, kendi dışındakilerle kör bir mücadeleye girişmek
yerine, kendi nefsiyle hesaplaşma iradesini geliştirdi; Câhiliye dönemindeki
aşiret ruhunun ve geçici hazlara düşkünlüğün doğurduğu kaba ve hoyrat
geleneklerin karşısına, insanın nefsini dizginlemesi, tabiatındaki öfke ve
şiddetten korunması anlamına gelen hilim ve şefkati koydu. Bu suretle insana,
o güne kadar kendi dışındakilere çevirdiği mücadele enerjisini, kendi
nefsinin kötü temayüllerine karşı yöneltmesini öğretti. Hz. Peygamber, âdeta
bütün kötülüklerin anası olan, bundan dolayı da Kurân-ı Kerîmin çok bü-
yük bir zulüm saydığı (Lokmân 31/13) putperstlikten toplumu temizleyerek
bir olan Allaha itaat temeline dayalı bir ahlâkî ve dinî birlik sağlama görevini
üstlenmiş; böylece kabile ve soy sop anlayışı yerine Allaha saygı
(takvâ), ferdî ve sosyal planda yücelmenin ve değer kazanmanın ölçüsü haline
gelmiş; bu ölçüye uygun olarak İslâmın öğretileri, Allahın bütün yaratıklarına
karşı merhametli olmayı, insan ilişkilerinde dürüstlük ve güvenilirliği,
sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, fakat bütün bunların başarıla-
İSLÂM AHLÂKI 501
bilmesi için de kötü eğilimlerin bastırılmasını ve daha birçok erdemi ihtiva
etmiştir.
3. İslâmiyetin gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği, asabiyet
duygularını yok edip kabilecilik bağlarını kırarak insanları evrensel değerlere,
özellikle temelde bütün insanlığın kardeşliği bilincine yöneltmesidir.
Gerçekten İslâmiyet, bütün insanların bir tek erkek ve kadının soyundan
geldiklerini, onların -birbirleriyle kişisel veya ırkî üstünlük yarışına girmek
için değil- tanışıp bilişmek için kavimlere ve kabilelere ayrıldığınını (elHucurât
49/13), böylece fıtrî ve biyolojik farklılıkların ahlâkî ve mânevî anlamda
üstünlük sebebi sayılamayacağını öğretti; üstünlüğün, yalnızca kişisel
çabalarla kazanılabilen ve samimi dindarlığın, dinî ve ahlâkî erdemlerin
ana kavramı olan takvâ kapsamındaki meziyetlerde olduğunu ortaya koydu;
soy üstünlüğü, kabilecilik ve ırkçılık davalarını bütünüyle reddetti. Âl-i
İmrân sûresinin 103. âyetinde müslümanlara hep birlikte Allahın dinine
(hablullah) sarılmaları emredildikten sonra, Allahın düşmanlıkları kardeşli-
ğe çevirmesi ve böylece onları bir ateş çukuruna düşmekten kurtarması,
Allahın kendilerine bir nimeti olarak nitelenir. Başka bir âyette ise
Kurân-ı Kerîmin evrensel diyebileceğimiz bir ahlâk buyruğu şu şekilde
ifade edilir: İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık yolunda
yardımlaşmayın (el-Mâide 5/2). Hz. Peygamber, Irkçılık (asabiyet)
duygusuyla birbirine öfkelenen, ırkçılık uğruna savaşırken ya da böyle bir
dava güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin bu
ölümünün, Câhiliye ölümü olduğunu belirtttiği hadisleriyle (Müslim,
İmâre 57; Nesâî, Tahrîm, 28; İbn Mâce, Fiten, 7) asabiyet ruhunu yıkmaktaydı.
4. İsâm dini adalet ve zulüm kavramlarını da Câhiliye telakkisinden
büsbütün başka bir konumda ele aldı ve adalete kesin olarak evrensel bir
boyut kazandırdı. Kurân-ı Kerîmde (el-Bakara 2/143) İslâm toplumunun
bir niteliği olarak geçen vasat ümmet tabirindeki vasat kelimesi bütün
tefsirlerde adalet mânasında anlaşılmıştır. Buna göre İslâm ahlâkı toplumsal
bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını öngörmüştür.
Kuranda hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulanmıştır ki,
bizzat Allahın âhirette hiçbir haksızlığa mahal vermeyecek şekilde adaletle
hükmedeceği ve Onun vaadinin kesin (hak) olduğu bildirilmiştir (Yûnus
10/54-55; el-Enbiyâ 21/47; ez-Zümer 39/69). Bütün bu ve benzeri sebeplerden
dolayı adalet ilkesi İslâm ahlâk düşüncesinin merkezi olarak gösterilmektedir
(meselâ bk. Max Horten, Moral Philosophers in Islam, Islamnot diyanetten alıntıdır.