- Konum
- İzmir Kayseri
-
- Üyelik Tarihi
- 1 Eki 2016
-
- Mesajlar
- 340
-
- MFC Puanı
- -5
Son dönemde teknolojideki hızlı gelişmeler sinema endüstrisinde de ciddi değişimlere sebep oldu. Senaryo veya kurgu adına hiçbir derinliği olmayan; adeta yeni efektleri denerken ticari kâr elde edebilmek amacı güden filmler piyasayı işgal etmeye başladı. Sinemaseverlerde endüstrinin belki de altın yıllarını yaşadığı 90’ların ardından “The Matrix” ve “Yüzüklerin Efendisi” gibi başyapıtlarla 2000’lerin çok renkli geçeceği kanaâti uyanmıştı belki de. Ancak efektlerle “Amerikan Kahramancılığı” oynayan Hollywood’un aksine, son zamanlarda “3 Idiots”, “Slumdog Millionare” gibi çok da “uçan kaçan” öge içermeyip, kişinin ruhuna veya sosyal sorunlara eğilen filmlerin tutması; artık sinemaseverlerin farklı bir arayış içinde olduğunu ve daha “kendilerinden” eserler beklediklerini ortaya koydu.
Ancak 90’ların sonlarından ve 2000’lerin başlarından itibaren, adından çok da söz ettirmeyip; eleştirmenlerden tam puan almayı başaran; psikolojik, kurgusal ve fikirsel olarak sıradışı bir çizgiyi takip eden filmlerin başarılı yapımcısı ciddi eserler ortaya koymaya başladı. Özellikle “Kara Senaryo” tarzının belki de en başarılı örneği olan, sondan başa doğru ilerleyen ve psikolojik gerilimin sınırlarını zorlayan “Memento (Akıl Defteri)” filmiyle iyice gün yüzüne çıkan Christopher Nolan, 2006 yılında müthiş bir kurgusal senaryo eseri “Prestij” ile izleyenlerinin gözünde ciddi bir yer elde etti.
Başarılı yapımcı bu esnada Christian Bale ve Morgan Freeman gibi başarılı isimlerle çalıştı. Ancak “Titanic”ten sonra 2000’lerin yükselen yıldızı olmayı başaran ve çok ciddi yapımlarda başrol oynayan Leonardo Di Carpio ile; bu yazının muhatabı olan “Inception (Başlangıç)” filminde yolları kesişti.
Filmin fragmanı televizyonlardaki sinema tanıtım programlarına çıkmaya başladığında sıkı bir film takipçisiydim. (Şimdiye ana göre) Çok da farklı bir tat olmayacak gibi duran yapıtın fragmanı yine bir “Hollywood Efektçilik Oyunu” filmlerini andırıyordu. Hasbel kader prestijli film sitesi Imdb’nin Top 250 listesini ziyaret ettiğimde ise uzun zamandır üst sıralara ambargo koymuş eserler arasında “Inception” ismi gözüme çarpmıştı. 10 üzerinden 9.0 puan alan film “Esaretin Bedeli”, “Baba 1” ve “Baba 2” gibi üç şaheserin ardından 4. Sıradaydı.
Fazlasıyla sevdiğim ve defalarca izlediğim çoğu filmi geride bırakan bu yapıtı izlemeye karar verme hususunda çok düşünmedim. O zamanların büyük bir şehrin küçük bir ilçesinde yaşamaktaydık ve babamın görevi sebebiyle tayini çıkmıştı. Aynı lisede okuduğum arkadaşlarımla vedalaşmak adına buluşmaya karar vermiştik ve kendim gibi sinemasever olan bu arkadaşlarımla bu filmin tadına bakmamız gerektiğini düşünmüştüm. Mütevazı ilçemizin sinemasının önüne gittiğimizde ise ilçelerin vizyonu da geriden takip ettiği gerçeği ile karşı karşıya kalmıştık. Ve uzun bir süre bu filmi izlemekten mahrum kalmıştım.
Çok sonraları ise yeni arkadaş çevremle bir buluşmamızda sinema çekimi izleyebilmiştim bu başyapıtı. Yine de hayran kalmıştım. Harika bir kurgunun eseri diyebiliriz.
…
Filmin temel felsefesi rüya üzerine kurulu… Hepimiz “gördüğümüz en uzun rüyanın sekiz saniye olduğu” hakkındaki darb – ı meseli duymuşuzdur.
Rüya içerisindeki süre, rüyanın mekânı, bilinçaltının duyarlılıkları, bilginin elde ediliş tarzı ve rüyadan nasıl uyanılacağı; ayrıca rüyanın hangi bilincin üstünde kurulacağı ustalıkla işlenmiş filmde. Şöyle tasvir edebiliriz:
Rüya; katmanlar hâlinde, adeta “rüya içinde rüya” şeklinde ilerleyen bir mefhum olarak ele alınmış. Bilinçaltındaki sırları elde etmek için zaman zaman katmanlarda ilerleme kaydetmek gerekmekte. Ancak bu beraberinde bilinçaltında uzun süre tutsak kalarak kaybolma tehlikesini de getirmektedir. Ayrıca rüyada geçtiği hissedilen süre; gerçekte çok cüz’i bir zaman dilimine denk gelmekte ve bilinçaltında kaybolma konusu bu hususta ciddi sıkıntılara sebep olabilmektedir. Bu tehlikeden kurtulma ise ciddi bir ekip çalışmasını gerektirmektedir.
Öncelikle geçilecek katman sayısı için yeterli sayıda kişiden şekillenmiş bir ekip kurulmalıdır. Daha sonra rüyaların geçeceği mekânın – lâbirent de diyebiliriz – çizilmesi için yetenekli bir mimara ihtiyaç vardır. Ekip içerisinde ortak bilinç oluştuktan ve mimarın çizdiği lâbirentin içinde rüya gelişim gösterdikten sonra önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır: Nasıl uyanılacağı…
Bunun için belirlenen tarz ise fazlasıyla ilginç ve dâhice. Rüyada, örneğin 4. Katmana inilecek diyelim. En az 4 kişilik bir ekip gerekmektedir ve her katmanda bir kişi diğerlerinin uyanmasına aracı olmak için uyanık kalmalıdır. Yani bir kişi 1. rüya katmanında diğer üç kişiyi; bir diğer kişi 2. rüya katmanında geriye kalan iki kişiyi ve bir kişi de, 4. rüya katmanında bulunacak kişiyi uyandırmak için 3. rüya katmanında uyanık kalmalıdır. Tabi bilginin çalınması veya empoze edilmesi tamamlanmadan önce uyandırılmanın engellenmesi için ekibin hep beraber riayet edeceği bir sürenin bulunması gerekmektedir. İşte burada yukarıda andığımız meşhur darb – ı mesel ile karşı karşıya kalıyoruz. Rüya katmanları içinde ilerlendikçe süre belirli çarpana bağlı olarak genişliyor. (Örneğin gerçek hayatta 1 saat, birinci rüya katmanında 5 saat, 2. Rüya katmanında 1 gün 1 saat gibi…) Dolayısıyla bu çarpan (5) dersek gerçek hayatta bir saatte halledilmesi gereken ve 4 rüya katmanı ilerleyişi gerektiren bir operasyonda 1. Katmanda uyanık kalan ekip üyesi – arkadaşları kendiliğinden uyanmadığı takdirde – diğer üç ekip elemanını en fazla 5 saat sonra uyandırmalıdır. Aksi takdirde bilinçaltında kaybolma meselesi zuhur etmektedir.
Rüya evreleri içinde ilerlerken, her ilerleyiş bir önceki evrede duyulan fiziksel acıyı azaltıyor. Ancak düşme, savrulma, tokat yeme gibi durumlar bir sonraki rüya evresinde etkisini gösteriyor. Mesela bir sahnede, önceki rüya katmanında karakterlerin içinde bulunduğu aracın devrilmesi diğer katmandaki yer çekiminin yön değiştirmesine sebep oluyordu. Ayrıca rüya gören kişi eğer kandırılmakta olduğunu sezerse rüya çökebiliyor.
Diğer yandan sanal âlem – gerçek âlem farkının sezilebilmesi için çeşitli nesneler kullanılabiliyor. Topaç veya hileli zar bunlardan bazıları… Bu nesneler ise sahibinden başka kimse tarafından kullanılamıyor. Mesela filmde geçen topaç, eğer döndürülüp bırakıldığı takdirde hiç durmazsa rüyada, durup devrilirse gerçek hayatta olunduğuna işaret ediliyor.
Bilinçaltında sorun oluşturan şahsi meseleler ise, rüya katmanları arasında gezmekte olan kişinin karşısına düşman olarak çıkıyor. Cobb’un düşmanı ise rüya katmanları içinde seyahat etmekte iken artık rüya ile gerçeği ayıramayacak duruma gelip, uyandığında mutlu olacağı ve her şeyin daha güzel olacağı paranoyalarına kapılan ve bu sebepten dolayı intihar eden karısı Mal. Cobb bu işi Mal’ın başına kendisinin sardığını ve ölümüne sebep olduğunu düşünüyor. Bu yüzden sorunlu ve sarsıntılı bir bilinçaltına sahip… Bu da rüyalar esnasında karşısına çok zorlu durumların çıkmasına sebep oluyor.
İşte bu kurgu üzerinde ilerleyen filmin senaryosu en kaba hatlarıyla şu:
Cobb yetenekli ve sıradışı bir hırsızdır. İnsanların uyku anında – yani bilinçlerinin saldırıya en açık olduğu anda – bu iş için hazırlanan ekibiyle beraber ve çeşitli kimyasalların da yardımıyla, insanların rüyalarına girerek bilgi hırsızlığı yapmakta ve bu bilgilerden ticari kâr elde etmektedir. Bu sıradışı yeteneği ve mesleği onu kısa zamanda bir uluslararası suçlu hâline getirmiş ve çocukları dâhil sevdiği birçok şeyi geride bırakarak kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak karşısına kendisi hakkında bütün bu suçlamaları kaldırabileceğine inandığı güçlü insanlar tarafından bir iş getirilmiştir. Bu iş onun için çok büyük bir fırsattır. Ancak bu sefer yapması gereken bilgi çalmak değil; rüyasına gireceği kişinin beynine bir fikir empoze etmektir. Bu ekibi tarafından imkânsız gibi görünür. Ancak Cobb bunla daha önceden karşılaşmıştır. Karısı Mal, bu karışıklıkla karşı karşıya kalmış ve yukarıda bahsedildiği gibi paranoyaları sonucu intihar etmiştir. Cobb’un, kendisinin bu duruma sebep olduğu saplantısı ise film boyunca gerek kendi bilincinde gerekse diğer kişilerin rüyalarında ilerledikleri ortak bilinçlerde ciddi sorunlar oluşturmakta ve bununla rüyalarında “düşman” olarak karşılaşmaktadır. Dolayısıyla Cobb ve ekibini film boyunca gerilimin ve heyecanın hiç eksik olmadığı zor bir hikâye beklemektedir.
Film aynı Nolan’ın diğer eserlerinin büyük bir kısmında olduğu olduğu gibi, sonundan bir sahne ve ipucu ile başlamakta. Ayrıca olayları tam olarak anlayamamanın verdiği uyanıklık, izleyicinin tüm film boyunca uyanık olmasını sağlıyor. Ayrıca anlaşılmayan meselelerin bir sonraki adımda net bir şekilde ortaya konması izleyicide bir tatmin ve bir sonraki adımda olacaklar adına bir merak duygusu uyandırıyor.
Aksiyon sahneleri efekte kurban edilmemiş. Ayrıca hiçbir aksiyon sahnesi filmin ana temasının önüne geçip, eserin fikri boyutundan daha akılda kalıcı bir yer edinmiyor. Aynı şekilde karakterlerde öyle… Bir karakter aşırı derecede kahramanlaştırılıp, diğerlerinin ve fikrin önüne atılmıyor. Ayrıca hiçbir karakterin sahnesi, diğer karakterin sahnesini kesmeyerek; her rolün, kurgu ve aksiyon içerisinde yer alması sağlanmış.
Kurgusal ayrıntılara fevkalade dikkat edilmiş. Mesela yukarıda da örneği verilen, bir rüya katmanında olanların, diğer rüya katmanında ilgili etkiyi göstermesi bu konuya bir örnek teşkil ediyor.
Nolan’ın sırlı başlangıçları ve bitirişleri ise yine karşımızda… Kurgu, filmin sonuna kadar- hatta film bittikten sonra bile – her şeyi “şıp” diye anlamanıza izin vermiyor. Bu da seyircide film esnasında ilgiyi ve tüm süre boyunca senaryodan kopmama mekanizmasını ayakta tutuyor; film sonrasında ise – bazen çözememenin ve bazen de çözmenin verdiği – bir hayranlık uyandırıyor. Ayrıca kurgusal bütünlük filmin başı ve sonunu adeta birleştirerek; izleyicinin, senaryo dışı meselelere odaklanmamasını sağlıyor. Aksiyon sahneleri ise uzun tutulmayarak hem senaryonun ve kurgunun önüne konmuyor hem gerekli gerilimi sağlayıp filmin fikrî meselelere boğulmasını engelliyor hem de seyirciye olan biteni anlamak için gerekli bir süre sağlıyor. Böylece aksiyon; senaryo ve kurgunun içerisine tam manâda yedirilerek fevkalâde bir bütünlük ortaya konmuş oluyor.
Özetle eser; kurgu ve senaryonun müthiş bir aksiyonla yoğurularak ayrıca filmin ana fikri hiçbir karakter veya sahneye kurban edilmeyerek, bütün film boyunca ve filmden sonra seyircinin düşünerek keşfetmesine ve bu keyifli aksiyon içinde kendine yer edinerek adeta filmi yaşıyormuşçasına odaklanmasına aracı olarak, Nolan’ın diğer filmlerinde olduğu gibi, sırlar ve kurgu ile seyirciye büyük bir keyif verecek şekilde ortaya konmuş bir başyapıt… (Benim de favorim olan eserin) Tüm sinemaseverlerin tadına bakması gereken bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Hâlâ izlemeyen kaldıysa çok düşünmeden karar vermesi tavsiye edilir.
Ancak 90’ların sonlarından ve 2000’lerin başlarından itibaren, adından çok da söz ettirmeyip; eleştirmenlerden tam puan almayı başaran; psikolojik, kurgusal ve fikirsel olarak sıradışı bir çizgiyi takip eden filmlerin başarılı yapımcısı ciddi eserler ortaya koymaya başladı. Özellikle “Kara Senaryo” tarzının belki de en başarılı örneği olan, sondan başa doğru ilerleyen ve psikolojik gerilimin sınırlarını zorlayan “Memento (Akıl Defteri)” filmiyle iyice gün yüzüne çıkan Christopher Nolan, 2006 yılında müthiş bir kurgusal senaryo eseri “Prestij” ile izleyenlerinin gözünde ciddi bir yer elde etti.
Başarılı yapımcı bu esnada Christian Bale ve Morgan Freeman gibi başarılı isimlerle çalıştı. Ancak “Titanic”ten sonra 2000’lerin yükselen yıldızı olmayı başaran ve çok ciddi yapımlarda başrol oynayan Leonardo Di Carpio ile; bu yazının muhatabı olan “Inception (Başlangıç)” filminde yolları kesişti.
Filmin fragmanı televizyonlardaki sinema tanıtım programlarına çıkmaya başladığında sıkı bir film takipçisiydim. (Şimdiye ana göre) Çok da farklı bir tat olmayacak gibi duran yapıtın fragmanı yine bir “Hollywood Efektçilik Oyunu” filmlerini andırıyordu. Hasbel kader prestijli film sitesi Imdb’nin Top 250 listesini ziyaret ettiğimde ise uzun zamandır üst sıralara ambargo koymuş eserler arasında “Inception” ismi gözüme çarpmıştı. 10 üzerinden 9.0 puan alan film “Esaretin Bedeli”, “Baba 1” ve “Baba 2” gibi üç şaheserin ardından 4. Sıradaydı.
Fazlasıyla sevdiğim ve defalarca izlediğim çoğu filmi geride bırakan bu yapıtı izlemeye karar verme hususunda çok düşünmedim. O zamanların büyük bir şehrin küçük bir ilçesinde yaşamaktaydık ve babamın görevi sebebiyle tayini çıkmıştı. Aynı lisede okuduğum arkadaşlarımla vedalaşmak adına buluşmaya karar vermiştik ve kendim gibi sinemasever olan bu arkadaşlarımla bu filmin tadına bakmamız gerektiğini düşünmüştüm. Mütevazı ilçemizin sinemasının önüne gittiğimizde ise ilçelerin vizyonu da geriden takip ettiği gerçeği ile karşı karşıya kalmıştık. Ve uzun bir süre bu filmi izlemekten mahrum kalmıştım.
Çok sonraları ise yeni arkadaş çevremle bir buluşmamızda sinema çekimi izleyebilmiştim bu başyapıtı. Yine de hayran kalmıştım. Harika bir kurgunun eseri diyebiliriz.
…
Filmin temel felsefesi rüya üzerine kurulu… Hepimiz “gördüğümüz en uzun rüyanın sekiz saniye olduğu” hakkındaki darb – ı meseli duymuşuzdur.
Rüya içerisindeki süre, rüyanın mekânı, bilinçaltının duyarlılıkları, bilginin elde ediliş tarzı ve rüyadan nasıl uyanılacağı; ayrıca rüyanın hangi bilincin üstünde kurulacağı ustalıkla işlenmiş filmde. Şöyle tasvir edebiliriz:
Rüya; katmanlar hâlinde, adeta “rüya içinde rüya” şeklinde ilerleyen bir mefhum olarak ele alınmış. Bilinçaltındaki sırları elde etmek için zaman zaman katmanlarda ilerleme kaydetmek gerekmekte. Ancak bu beraberinde bilinçaltında uzun süre tutsak kalarak kaybolma tehlikesini de getirmektedir. Ayrıca rüyada geçtiği hissedilen süre; gerçekte çok cüz’i bir zaman dilimine denk gelmekte ve bilinçaltında kaybolma konusu bu hususta ciddi sıkıntılara sebep olabilmektedir. Bu tehlikeden kurtulma ise ciddi bir ekip çalışmasını gerektirmektedir.
Öncelikle geçilecek katman sayısı için yeterli sayıda kişiden şekillenmiş bir ekip kurulmalıdır. Daha sonra rüyaların geçeceği mekânın – lâbirent de diyebiliriz – çizilmesi için yetenekli bir mimara ihtiyaç vardır. Ekip içerisinde ortak bilinç oluştuktan ve mimarın çizdiği lâbirentin içinde rüya gelişim gösterdikten sonra önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır: Nasıl uyanılacağı…
Bunun için belirlenen tarz ise fazlasıyla ilginç ve dâhice. Rüyada, örneğin 4. Katmana inilecek diyelim. En az 4 kişilik bir ekip gerekmektedir ve her katmanda bir kişi diğerlerinin uyanmasına aracı olmak için uyanık kalmalıdır. Yani bir kişi 1. rüya katmanında diğer üç kişiyi; bir diğer kişi 2. rüya katmanında geriye kalan iki kişiyi ve bir kişi de, 4. rüya katmanında bulunacak kişiyi uyandırmak için 3. rüya katmanında uyanık kalmalıdır. Tabi bilginin çalınması veya empoze edilmesi tamamlanmadan önce uyandırılmanın engellenmesi için ekibin hep beraber riayet edeceği bir sürenin bulunması gerekmektedir. İşte burada yukarıda andığımız meşhur darb – ı mesel ile karşı karşıya kalıyoruz. Rüya katmanları içinde ilerlendikçe süre belirli çarpana bağlı olarak genişliyor. (Örneğin gerçek hayatta 1 saat, birinci rüya katmanında 5 saat, 2. Rüya katmanında 1 gün 1 saat gibi…) Dolayısıyla bu çarpan (5) dersek gerçek hayatta bir saatte halledilmesi gereken ve 4 rüya katmanı ilerleyişi gerektiren bir operasyonda 1. Katmanda uyanık kalan ekip üyesi – arkadaşları kendiliğinden uyanmadığı takdirde – diğer üç ekip elemanını en fazla 5 saat sonra uyandırmalıdır. Aksi takdirde bilinçaltında kaybolma meselesi zuhur etmektedir.
Rüya evreleri içinde ilerlerken, her ilerleyiş bir önceki evrede duyulan fiziksel acıyı azaltıyor. Ancak düşme, savrulma, tokat yeme gibi durumlar bir sonraki rüya evresinde etkisini gösteriyor. Mesela bir sahnede, önceki rüya katmanında karakterlerin içinde bulunduğu aracın devrilmesi diğer katmandaki yer çekiminin yön değiştirmesine sebep oluyordu. Ayrıca rüya gören kişi eğer kandırılmakta olduğunu sezerse rüya çökebiliyor.
Diğer yandan sanal âlem – gerçek âlem farkının sezilebilmesi için çeşitli nesneler kullanılabiliyor. Topaç veya hileli zar bunlardan bazıları… Bu nesneler ise sahibinden başka kimse tarafından kullanılamıyor. Mesela filmde geçen topaç, eğer döndürülüp bırakıldığı takdirde hiç durmazsa rüyada, durup devrilirse gerçek hayatta olunduğuna işaret ediliyor.
Bilinçaltında sorun oluşturan şahsi meseleler ise, rüya katmanları arasında gezmekte olan kişinin karşısına düşman olarak çıkıyor. Cobb’un düşmanı ise rüya katmanları içinde seyahat etmekte iken artık rüya ile gerçeği ayıramayacak duruma gelip, uyandığında mutlu olacağı ve her şeyin daha güzel olacağı paranoyalarına kapılan ve bu sebepten dolayı intihar eden karısı Mal. Cobb bu işi Mal’ın başına kendisinin sardığını ve ölümüne sebep olduğunu düşünüyor. Bu yüzden sorunlu ve sarsıntılı bir bilinçaltına sahip… Bu da rüyalar esnasında karşısına çok zorlu durumların çıkmasına sebep oluyor.
İşte bu kurgu üzerinde ilerleyen filmin senaryosu en kaba hatlarıyla şu:
Cobb yetenekli ve sıradışı bir hırsızdır. İnsanların uyku anında – yani bilinçlerinin saldırıya en açık olduğu anda – bu iş için hazırlanan ekibiyle beraber ve çeşitli kimyasalların da yardımıyla, insanların rüyalarına girerek bilgi hırsızlığı yapmakta ve bu bilgilerden ticari kâr elde etmektedir. Bu sıradışı yeteneği ve mesleği onu kısa zamanda bir uluslararası suçlu hâline getirmiş ve çocukları dâhil sevdiği birçok şeyi geride bırakarak kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak karşısına kendisi hakkında bütün bu suçlamaları kaldırabileceğine inandığı güçlü insanlar tarafından bir iş getirilmiştir. Bu iş onun için çok büyük bir fırsattır. Ancak bu sefer yapması gereken bilgi çalmak değil; rüyasına gireceği kişinin beynine bir fikir empoze etmektir. Bu ekibi tarafından imkânsız gibi görünür. Ancak Cobb bunla daha önceden karşılaşmıştır. Karısı Mal, bu karışıklıkla karşı karşıya kalmış ve yukarıda bahsedildiği gibi paranoyaları sonucu intihar etmiştir. Cobb’un, kendisinin bu duruma sebep olduğu saplantısı ise film boyunca gerek kendi bilincinde gerekse diğer kişilerin rüyalarında ilerledikleri ortak bilinçlerde ciddi sorunlar oluşturmakta ve bununla rüyalarında “düşman” olarak karşılaşmaktadır. Dolayısıyla Cobb ve ekibini film boyunca gerilimin ve heyecanın hiç eksik olmadığı zor bir hikâye beklemektedir.
Film aynı Nolan’ın diğer eserlerinin büyük bir kısmında olduğu olduğu gibi, sonundan bir sahne ve ipucu ile başlamakta. Ayrıca olayları tam olarak anlayamamanın verdiği uyanıklık, izleyicinin tüm film boyunca uyanık olmasını sağlıyor. Ayrıca anlaşılmayan meselelerin bir sonraki adımda net bir şekilde ortaya konması izleyicide bir tatmin ve bir sonraki adımda olacaklar adına bir merak duygusu uyandırıyor.
Aksiyon sahneleri efekte kurban edilmemiş. Ayrıca hiçbir aksiyon sahnesi filmin ana temasının önüne geçip, eserin fikri boyutundan daha akılda kalıcı bir yer edinmiyor. Aynı şekilde karakterlerde öyle… Bir karakter aşırı derecede kahramanlaştırılıp, diğerlerinin ve fikrin önüne atılmıyor. Ayrıca hiçbir karakterin sahnesi, diğer karakterin sahnesini kesmeyerek; her rolün, kurgu ve aksiyon içerisinde yer alması sağlanmış.
Kurgusal ayrıntılara fevkalade dikkat edilmiş. Mesela yukarıda da örneği verilen, bir rüya katmanında olanların, diğer rüya katmanında ilgili etkiyi göstermesi bu konuya bir örnek teşkil ediyor.
Nolan’ın sırlı başlangıçları ve bitirişleri ise yine karşımızda… Kurgu, filmin sonuna kadar- hatta film bittikten sonra bile – her şeyi “şıp” diye anlamanıza izin vermiyor. Bu da seyircide film esnasında ilgiyi ve tüm süre boyunca senaryodan kopmama mekanizmasını ayakta tutuyor; film sonrasında ise – bazen çözememenin ve bazen de çözmenin verdiği – bir hayranlık uyandırıyor. Ayrıca kurgusal bütünlük filmin başı ve sonunu adeta birleştirerek; izleyicinin, senaryo dışı meselelere odaklanmamasını sağlıyor. Aksiyon sahneleri ise uzun tutulmayarak hem senaryonun ve kurgunun önüne konmuyor hem gerekli gerilimi sağlayıp filmin fikrî meselelere boğulmasını engelliyor hem de seyirciye olan biteni anlamak için gerekli bir süre sağlıyor. Böylece aksiyon; senaryo ve kurgunun içerisine tam manâda yedirilerek fevkalâde bir bütünlük ortaya konmuş oluyor.
Özetle eser; kurgu ve senaryonun müthiş bir aksiyonla yoğurularak ayrıca filmin ana fikri hiçbir karakter veya sahneye kurban edilmeyerek, bütün film boyunca ve filmden sonra seyircinin düşünerek keşfetmesine ve bu keyifli aksiyon içinde kendine yer edinerek adeta filmi yaşıyormuşçasına odaklanmasına aracı olarak, Nolan’ın diğer filmlerinde olduğu gibi, sırlar ve kurgu ile seyirciye büyük bir keyif verecek şekilde ortaya konmuş bir başyapıt… (Benim de favorim olan eserin) Tüm sinemaseverlerin tadına bakması gereken bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Hâlâ izlemeyen kaldıysa çok düşünmeden karar vermesi tavsiye edilir.