- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Günümüzde de bazı sahtekarlar, kendilerinde ilmi ledün olduğunu söylerek masum insanları kandırmaya çalışmaktalar, kendi girdikleri genelde "cinler" ile olan metafizik batağa kandırdıkları insanlarıda çekmektedirler. Halbu ki, hiç bir evliya bile bende ilmi ledün var dememiştir, Kuran'da ki Hızır kıssasını iyi anlamak lazım! Hızır as, M. Arabi Hz ve Ehlullahın belirttiği gibi Ruhlar aleminde dirler ve istediği şekle girer!
Kısaca ilmi ledün:
Her kelimenin tek manası olmaz. Bâtın kelimesi de öyledir. Bâtın esma-i hüsnadan, yani Allahü teâlânın isimlerindendir. Kuran-ı kerimde mealen, (O evveldir, âhirdir, zâhirdir ve bâtındır, O, her şeyi bilendir) buyuruluyor. (Hadid 3)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Din bilgisi iki kısımdır: 1- Kalbde olan faydalı ilimler. 2- Dil ile anlatılan zahiri ilimler.) [Hatib, Süyuti]
(Elbette Kuranın zahiri ve bâtıni manası vardır.) [İbni Hibban]
(Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, Süyuti, Münavi]
(Zahir ve bâtın ilminde âlim olanlar, enbiyanın vârisleridirler.) [M. Nasihat]
(Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir.) [M. Nasihat]
Taha suresinin (Rabbim ilmimi arttır de) mealindeki 114. âyeti, bâtın ilminin artmasını istemek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Malik buyurdu ki:
(İlmi zahire malik olan, ilmi bâtına kavuşabilir. Zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teala, ona bâtın bilgisi ihsan eder.)
Ali bin Muhammed Vefanın ârifane sözlerine şaşırıp kalan imam-ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara suresindeki, (Allahtan korkun! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu.
Ebu Talibi Mekki buyurdu ki:
(İlm-i zahir ile ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, arifin kalbinden kalblere akar.)
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifi ile bildirilen âlimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakiki âlimlerdir.
İmam-ı Münavi, imam-ı Gazaliden naklen bildiriyor ki:
Ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hasıl olur. Buna İlmi mükaşefe [İlmi bâtın] denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi İlmi muameledir. İlmi bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bidat ehline bâtın ilmi nasip olmaz. Bâtın bilgisi, temiz kalblerde hasıl olan bir nurdur. (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) hadis-i şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan İlmi hâl bilgileri öğrenilip amel edilince, ilmi bâtın hasıl olabilir. (Hadika)
Kuran-ı kerimden iki kıssa
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmıyorlar. İbni Arabi, Abdülkadir Geylani, Mevlana Celaleddin Rumi, Seyyid Ahmed Bedevi, imam-ı Şarani ve imam-ı Busayri gibi tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan Muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bidat ehli ve sapık denir. (Hadika)
Süleyman aleyhisselam, Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit: Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)
[Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]
Kehf suresinde ledün [bâtın] ilmi hakkında bahsedilen kıssa özetle şöyledir:
Hazret-i Musa, Ya Rabbi, bâtın ilmini bilen zatı nerede bulurum? diye sordu. Allahü teâlâ da, Ya Musa, yola çık, çantana koyduğun balık canlanıp denize gittiği yerde, onu bulursun buyurdu. Hazret-i Musa, Hazret-i Yuşa ile yola çıktı. Bir pınarın yanına geldiler. Bu pınar âb-ı hayat idi. Bu suya dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan bir damla balığa değince, balık canlanıp denize gitti.
Hazret-i Musa, denilen yerdeki zatı görüp ona, Bana bâtın ilmini öğretir misin? dedi. O zat, Allahü teâlânın bana öğrettiği ilmin hepsini sen bilmezsin. Bu yüzden de yaptıklarıma sabredemezsin dedi. Hazret-i Musa, İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi. O zat, Ya Musa, tuhafına gitse de, yaptıklarımdan bana bir şey sormayacaksın dedi.
O zat, ücretsiz bindikleri gemiyi delince, günahsız çocuğu öldürünce ve bir duvarı ücretsiz yapınca Hazret-i Musa sebebini sordu. O zat, Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri gasp ediyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca almaktan vazgeçecekti. Biz de iyiliğe iyilik ettik. Günahsız çocuğun ana babası salih idi. Çocuk büyüyünce, küfre zorlayıp ana babasına zulüm ve işkence edecekti. Bunun yerine neslinden 70 peygamber meydana gelecek hayırlı bir evlat vermesi için dua ettim. Doğrulttuğum duvar, yetimlere aitti. Babaları duvarın altına bir hazine saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, başkaları alacaktı. Yetimlere de bir iyilik etmiş olduk.
Musa aleyhisselama ilm-i bâtından bahseden o zatın evliyadan Hazret-i Hızır olduğu bildirilmiştir. Kur'an-ı kerimdeki bu iki kıssa, bâtın ilmine sahip keramet ehlinin bulunduğunu açıkça bildirmektedir. İlm-i bâtın, ilm-i zahirden ayrılmaz. Her ikisine kavuşanlara, Ulema-i rasihin denir.
Hazret-i Ebu Hüreyre, (Resulullahtan iki ilim aldım. Birisini size bildirdim. İkincisini bildirmedim, çünkü anlayamazsınız) dedi. Birincisi, İlm-i zahir, ikincisi İlm-i bâtındır. Bunu ancak, evliya ve sıddıklar bilir.
Alıntı
Yine bir başka kaynakta benzer ifadelerin geçtiği makale;
Ledün ilmi, Allahü teâlânın ihsanı ile kalbe ilham edilen, İlahi sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte, akla ve nakle zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olanlar, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmayıp tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan dinimizin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimse bidat ehli ve sapıktır. (Hadika)
Kehf suresinde geçen bir olay bâtıni ilimden, ilm-i ledünden bahsetmektedir. Ubey ibni Kab hazretleri bildiriyor ki:
Resulullah efendimiz şöyle anlattı:
Musa aleyhisselam, kavmine, (İnsanların en âlimi benim) dedi. Allahü teâlâ, onu ikaz edip (Denizlerin birleştiği yerdeki kulum senden âlimdir) buyurdu. Musa onu nasıl bulacağını sordu. (Bir sepet içine balık koy, balık nerede kaybolursa oradadır) buyurdu. Musa, sepete bir balık koyarak Yuşa ile birlikte yola çıktılar. Bir kayanın dibinde uyudular. O sırada sepetteki ölü balık canlanıp denize yüzerek gitti. Denizde izi belli oluyordu. Yuşa buna hayret etti. Bir müddet daha yol aldıktan sonra Musa, gence, (Yorulduk, gıdamızı getir) dedi. Halbuki Musa emredilen yere kadar yorulmamıştı. Genç: (Biz uyurken balığın denize gittiğini söylemeyi unuttum) dedi. Geri dönüp oraya geldiklerinde, orada elbisesini üstüne örtmüş birisini gördüler.
Bu Hızır idi. Musa ona selam verdi. Hızır, (Sen kimsin?) dedi. (Ben Musayım) dedi. Hızır, (Beni İsrailin peygamberi Musa mı?) diye sordu. (Evet. Bildiğin ilimlerden bana öğretmen için seninle gelebilir miyim?) dedi. Hızır, (Benimle arkadaşlığa sabredemezsin. Çünkü Allahü teâlânın bana bildirdiği ilmi sen bilmezsin, sana bildirdiği ilmi de ben bilmem) dedi. Musa, (İnşallah beni sabredenlerden bulursun) dedi. Hızır da, (O halde, yaptığım işlerin hikmetini sorma) dedi.
Deniz kenarına gittiler, az sonra gemi geldi. Hızırı tanıdıkları için gemiye bunları ücretsiz aldılar. O sırada bir serçe gemiye kondu ve denizden bir iki damla su aldı. Hızır, (Ya Musa, benim ilmimle senin ilmin, şu serçenin denizden aldığı su kadar değildir) dedi. Sonra geminin bir tahtasını söküp attı. [Açılan delikten gemi su almaya başladı.] Musa, dayanamayıp, (Adamlar bizi ücretsiz gemiye bindirdiler. Sen gemiyi mi batıracaksın?) dedi. (Ya Musa, sen benimle yoldaşlığa dayanamazsın demedim mi?) dedi.Musa, (Mazur gör, unuttum) dedi.
Gemiden indikten sonra, oynayan çocuklara rastladılar. Hızır, çocuğun birini tutup öldürdü. Musa yine dayanamayıp, (Ortada bir şey yokken, suçsuz yere bir cana nasıl kıyarsın? Ne kötü şey bu) dedi. Hızır, (Ya Musa, sen benimle arkadaşlık yapamazsın demedim mi sana?) dedi.Musa, (Bunu da mazur gör. Bir daha işine karışırsam, arkadaşlığı bırakırsın. Çünkü artık yüzüm kalmaz) dedi.
Nihayet bir köye geldiler. Köylüler onları misafir etmedi, yemek istediler, köylüler vermedi. Orada yıkık bir duvar var idi. Hızır eli ile [kerametle] duvarı kaldırıp doğrulttu. Musa, bu işe de hayret edip (İsteseydin ücretle yapardın) dedi. Hızır, (Ya Musa, artık ayrılma zamanımız geldi) dedi.
Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla karşılaşacaktı. (Buhari)
Daha sonra Hızır aleyhisselam, yaptığı işlerin hikmetini şöyle anlattı:
Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri zorla alıyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca, içine su alıp yolcular canını zorla kurtardığını öğrenince, almaktan vazgeçti. Biz de böylece iyiliğe iyilik etmiş olduk.
Günahsız çocuğa gelince, bunun ana babası salihti. Çocuk büyüyünce onları küfre zorlayacak, zulüm ve işkence edecekti. Kendisi de kâfir olarak ölecekti. Onu bundan kurtardık. Bunun yerine hayırlı bir evlat vermesi için Allahü teâlâya dua ettim. [Yeni doğan hayırlı evlattan, yetmiş peygamber meydana geldi.]
Doğrulttuğum duvar, öksüz çocuklara aitti. Babaları duvarın altına bir hazine saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, başkalarının eline geçecekti. Onun için biz öksüzlere iyilik etmiş olduk.
Bahsedilen hazine, üzeri yazılı bir altın levha idi. Levhada da şöyle yazılı idi:
Ölümü bildiği halde gülüp neşelenen, kadere iman ettiği halde üzülen, rızka Allahü teâlânın kefil olduğunu bildiği halde lüzumsuz zahmetlere giren, kıyamette sorgu suale inandığı halde gaflete dalan, fani olduğunu bildiği halde, dünyaya bel bağlayan kimseye hayret etmemek imkansızdır.
Musa aleyhisselam gibi büyük bir peygamber bile, Allahın emri ile, nebi veya veli olduğu söylenen bir zattan bâtın ilmini öğrenmek için gidiyor. Gayba ait böyle ilimleri Allahü teâlâ herkese bildirmiyor, dilediklerine bildiriyor. Hazret-i Hızırın bu ilmi bildiği anlaşılmaktadır. Bu ilmi bilenler evliya veya peygamberdir.
Kıyamet yaklaştıkça, insanlar dinden uzaklaşmaya başlamaktadır. Eskiden kerameti görülen evliya çoktu. Fakat dinden uzaklaştıkça evliya azaldı, kerametler görülmez oldu. Ledün ilmi unutuldu. Sapıklar çoğaldı, keramet inkâr edilmeye başlandı.
Kuran-ı kerimden keramet için üç örnek daha:
1- Hazret-i Süleyman, Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit: Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)
[Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]
2- Hazret-i Meryem peygamber değildi. Kocasız çocuk doğurdu ve mabette yaşar, yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu. Bir âyet meali:
(Hurma dalını kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün.) [Meryem 24]
Hazret-i Zekeriya, Hazret-i Meryemin yanında taze meyveleri görünce hayret ederdi. Bir âyet meali:
(Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık görür, "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" der; o da: Bunlar, Allah tarafından diye cevap verirdi.) [Al-i imran 37]
3- Eshab-ı kehf, yiyip içmeden, bir zarara uğramadan 309 yıl uykuda kaldılar. Bir âyet meali:
(İşte bu, Allahın kudretini gösteren delillerden biridir. Uykuda iken sen onları uyanık sanırdın.) [Kehf 17, 18]
Kaynak : Dinimiz İslam Kütüphanesi
Kısaca ilmi ledün:
Her kelimenin tek manası olmaz. Bâtın kelimesi de öyledir. Bâtın esma-i hüsnadan, yani Allahü teâlânın isimlerindendir. Kuran-ı kerimde mealen, (O evveldir, âhirdir, zâhirdir ve bâtındır, O, her şeyi bilendir) buyuruluyor. (Hadid 3)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Din bilgisi iki kısımdır: 1- Kalbde olan faydalı ilimler. 2- Dil ile anlatılan zahiri ilimler.) [Hatib, Süyuti]
(Elbette Kuranın zahiri ve bâtıni manası vardır.) [İbni Hibban]
(Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, Süyuti, Münavi]
(Zahir ve bâtın ilminde âlim olanlar, enbiyanın vârisleridirler.) [M. Nasihat]
(Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir.) [M. Nasihat]
Taha suresinin (Rabbim ilmimi arttır de) mealindeki 114. âyeti, bâtın ilminin artmasını istemek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Malik buyurdu ki:
(İlmi zahire malik olan, ilmi bâtına kavuşabilir. Zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teala, ona bâtın bilgisi ihsan eder.)
Ali bin Muhammed Vefanın ârifane sözlerine şaşırıp kalan imam-ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara suresindeki, (Allahtan korkun! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu.
Ebu Talibi Mekki buyurdu ki:
(İlm-i zahir ile ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, arifin kalbinden kalblere akar.)
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifi ile bildirilen âlimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakiki âlimlerdir.
İmam-ı Münavi, imam-ı Gazaliden naklen bildiriyor ki:
Ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hasıl olur. Buna İlmi mükaşefe [İlmi bâtın] denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi İlmi muameledir. İlmi bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bidat ehline bâtın ilmi nasip olmaz. Bâtın bilgisi, temiz kalblerde hasıl olan bir nurdur. (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) hadis-i şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan İlmi hâl bilgileri öğrenilip amel edilince, ilmi bâtın hasıl olabilir. (Hadika)
Kuran-ı kerimden iki kıssa
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmıyorlar. İbni Arabi, Abdülkadir Geylani, Mevlana Celaleddin Rumi, Seyyid Ahmed Bedevi, imam-ı Şarani ve imam-ı Busayri gibi tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan Muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bidat ehli ve sapık denir. (Hadika)
Süleyman aleyhisselam, Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit: Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)
[Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]
Kehf suresinde ledün [bâtın] ilmi hakkında bahsedilen kıssa özetle şöyledir:
Hazret-i Musa, Ya Rabbi, bâtın ilmini bilen zatı nerede bulurum? diye sordu. Allahü teâlâ da, Ya Musa, yola çık, çantana koyduğun balık canlanıp denize gittiği yerde, onu bulursun buyurdu. Hazret-i Musa, Hazret-i Yuşa ile yola çıktı. Bir pınarın yanına geldiler. Bu pınar âb-ı hayat idi. Bu suya dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan bir damla balığa değince, balık canlanıp denize gitti.
Hazret-i Musa, denilen yerdeki zatı görüp ona, Bana bâtın ilmini öğretir misin? dedi. O zat, Allahü teâlânın bana öğrettiği ilmin hepsini sen bilmezsin. Bu yüzden de yaptıklarıma sabredemezsin dedi. Hazret-i Musa, İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi. O zat, Ya Musa, tuhafına gitse de, yaptıklarımdan bana bir şey sormayacaksın dedi.
O zat, ücretsiz bindikleri gemiyi delince, günahsız çocuğu öldürünce ve bir duvarı ücretsiz yapınca Hazret-i Musa sebebini sordu. O zat, Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri gasp ediyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca almaktan vazgeçecekti. Biz de iyiliğe iyilik ettik. Günahsız çocuğun ana babası salih idi. Çocuk büyüyünce, küfre zorlayıp ana babasına zulüm ve işkence edecekti. Bunun yerine neslinden 70 peygamber meydana gelecek hayırlı bir evlat vermesi için dua ettim. Doğrulttuğum duvar, yetimlere aitti. Babaları duvarın altına bir hazine saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, başkaları alacaktı. Yetimlere de bir iyilik etmiş olduk.
Musa aleyhisselama ilm-i bâtından bahseden o zatın evliyadan Hazret-i Hızır olduğu bildirilmiştir. Kur'an-ı kerimdeki bu iki kıssa, bâtın ilmine sahip keramet ehlinin bulunduğunu açıkça bildirmektedir. İlm-i bâtın, ilm-i zahirden ayrılmaz. Her ikisine kavuşanlara, Ulema-i rasihin denir.
Hazret-i Ebu Hüreyre, (Resulullahtan iki ilim aldım. Birisini size bildirdim. İkincisini bildirmedim, çünkü anlayamazsınız) dedi. Birincisi, İlm-i zahir, ikincisi İlm-i bâtındır. Bunu ancak, evliya ve sıddıklar bilir.
Alıntı
Yine bir başka kaynakta benzer ifadelerin geçtiği makale;
Ledün ilmi, Allahü teâlânın ihsanı ile kalbe ilham edilen, İlahi sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte, akla ve nakle zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olanlar, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmayıp tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan dinimizin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimse bidat ehli ve sapıktır. (Hadika)
Kehf suresinde geçen bir olay bâtıni ilimden, ilm-i ledünden bahsetmektedir. Ubey ibni Kab hazretleri bildiriyor ki:
Resulullah efendimiz şöyle anlattı:
Musa aleyhisselam, kavmine, (İnsanların en âlimi benim) dedi. Allahü teâlâ, onu ikaz edip (Denizlerin birleştiği yerdeki kulum senden âlimdir) buyurdu. Musa onu nasıl bulacağını sordu. (Bir sepet içine balık koy, balık nerede kaybolursa oradadır) buyurdu. Musa, sepete bir balık koyarak Yuşa ile birlikte yola çıktılar. Bir kayanın dibinde uyudular. O sırada sepetteki ölü balık canlanıp denize yüzerek gitti. Denizde izi belli oluyordu. Yuşa buna hayret etti. Bir müddet daha yol aldıktan sonra Musa, gence, (Yorulduk, gıdamızı getir) dedi. Halbuki Musa emredilen yere kadar yorulmamıştı. Genç: (Biz uyurken balığın denize gittiğini söylemeyi unuttum) dedi. Geri dönüp oraya geldiklerinde, orada elbisesini üstüne örtmüş birisini gördüler.
Bu Hızır idi. Musa ona selam verdi. Hızır, (Sen kimsin?) dedi. (Ben Musayım) dedi. Hızır, (Beni İsrailin peygamberi Musa mı?) diye sordu. (Evet. Bildiğin ilimlerden bana öğretmen için seninle gelebilir miyim?) dedi. Hızır, (Benimle arkadaşlığa sabredemezsin. Çünkü Allahü teâlânın bana bildirdiği ilmi sen bilmezsin, sana bildirdiği ilmi de ben bilmem) dedi. Musa, (İnşallah beni sabredenlerden bulursun) dedi. Hızır da, (O halde, yaptığım işlerin hikmetini sorma) dedi.
Deniz kenarına gittiler, az sonra gemi geldi. Hızırı tanıdıkları için gemiye bunları ücretsiz aldılar. O sırada bir serçe gemiye kondu ve denizden bir iki damla su aldı. Hızır, (Ya Musa, benim ilmimle senin ilmin, şu serçenin denizden aldığı su kadar değildir) dedi. Sonra geminin bir tahtasını söküp attı. [Açılan delikten gemi su almaya başladı.] Musa, dayanamayıp, (Adamlar bizi ücretsiz gemiye bindirdiler. Sen gemiyi mi batıracaksın?) dedi. (Ya Musa, sen benimle yoldaşlığa dayanamazsın demedim mi?) dedi.Musa, (Mazur gör, unuttum) dedi.
Gemiden indikten sonra, oynayan çocuklara rastladılar. Hızır, çocuğun birini tutup öldürdü. Musa yine dayanamayıp, (Ortada bir şey yokken, suçsuz yere bir cana nasıl kıyarsın? Ne kötü şey bu) dedi. Hızır, (Ya Musa, sen benimle arkadaşlık yapamazsın demedim mi sana?) dedi.Musa, (Bunu da mazur gör. Bir daha işine karışırsam, arkadaşlığı bırakırsın. Çünkü artık yüzüm kalmaz) dedi.
Nihayet bir köye geldiler. Köylüler onları misafir etmedi, yemek istediler, köylüler vermedi. Orada yıkık bir duvar var idi. Hızır eli ile [kerametle] duvarı kaldırıp doğrulttu. Musa, bu işe de hayret edip (İsteseydin ücretle yapardın) dedi. Hızır, (Ya Musa, artık ayrılma zamanımız geldi) dedi.
Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla karşılaşacaktı. (Buhari)
Daha sonra Hızır aleyhisselam, yaptığı işlerin hikmetini şöyle anlattı:
Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri zorla alıyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca, içine su alıp yolcular canını zorla kurtardığını öğrenince, almaktan vazgeçti. Biz de böylece iyiliğe iyilik etmiş olduk.
Günahsız çocuğa gelince, bunun ana babası salihti. Çocuk büyüyünce onları küfre zorlayacak, zulüm ve işkence edecekti. Kendisi de kâfir olarak ölecekti. Onu bundan kurtardık. Bunun yerine hayırlı bir evlat vermesi için Allahü teâlâya dua ettim. [Yeni doğan hayırlı evlattan, yetmiş peygamber meydana geldi.]
Doğrulttuğum duvar, öksüz çocuklara aitti. Babaları duvarın altına bir hazine saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, başkalarının eline geçecekti. Onun için biz öksüzlere iyilik etmiş olduk.
Bahsedilen hazine, üzeri yazılı bir altın levha idi. Levhada da şöyle yazılı idi:
Ölümü bildiği halde gülüp neşelenen, kadere iman ettiği halde üzülen, rızka Allahü teâlânın kefil olduğunu bildiği halde lüzumsuz zahmetlere giren, kıyamette sorgu suale inandığı halde gaflete dalan, fani olduğunu bildiği halde, dünyaya bel bağlayan kimseye hayret etmemek imkansızdır.
Musa aleyhisselam gibi büyük bir peygamber bile, Allahın emri ile, nebi veya veli olduğu söylenen bir zattan bâtın ilmini öğrenmek için gidiyor. Gayba ait böyle ilimleri Allahü teâlâ herkese bildirmiyor, dilediklerine bildiriyor. Hazret-i Hızırın bu ilmi bildiği anlaşılmaktadır. Bu ilmi bilenler evliya veya peygamberdir.
Kıyamet yaklaştıkça, insanlar dinden uzaklaşmaya başlamaktadır. Eskiden kerameti görülen evliya çoktu. Fakat dinden uzaklaştıkça evliya azaldı, kerametler görülmez oldu. Ledün ilmi unutuldu. Sapıklar çoğaldı, keramet inkâr edilmeye başlandı.
Kuran-ı kerimden keramet için üç örnek daha:
1- Hazret-i Süleyman, Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit: Sen yerinden kalkmadan önce, onu getiririm, buna gücüm yeter dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)
[Vezir de, cin de peygamber değildi. Vezir bu işi kerametle yapmıştı. Cin müslüman ise kerametle, kâfir ise sihirle yapacaktı.]
2- Hazret-i Meryem peygamber değildi. Kocasız çocuk doğurdu ve mabette yaşar, yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu. Bir âyet meali:
(Hurma dalını kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün.) [Meryem 24]
Hazret-i Zekeriya, Hazret-i Meryemin yanında taze meyveleri görünce hayret ederdi. Bir âyet meali:
(Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık görür, "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" der; o da: Bunlar, Allah tarafından diye cevap verirdi.) [Al-i imran 37]
3- Eshab-ı kehf, yiyip içmeden, bir zarara uğramadan 309 yıl uykuda kaldılar. Bir âyet meali:
(İşte bu, Allahın kudretini gösteren delillerden biridir. Uykuda iken sen onları uyanık sanırdın.) [Kehf 17, 18]
Kaynak : Dinimiz İslam Kütüphanesi