Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

İçimde Dans Ediyorum: Beni takip et, sana gerçek bir "romantizm" göstereyim

wItAmEn

˙ʞǝɯǝןzı iɹɐןuɐןo ıuǝq ɹoʎüɹüʇsüʞ ..
MFC Üyesi
Konum
Istanbul
  • Üyelik Tarihi
    29 Kas 2012
  • Mesajlar
    852
  • MFC Puanı
    66



İçimde Dans Ediyorum: Beni takip et, sana gerçek bir “romantizm” göstereyim

Bülent Küçükaslan*

Inside I'm Dancing, 2004 yapımı güzel bir sakat filmi. Heyecanlandıran bir başlangıca, dramatik bir hikâyeye, etkileyici bir sona sahip. Filmi benim için özel kılan iki şey var. Birincisi, filmde sakatlar konuşuyor; ikincisi, sakatlara dönüp konuşuyor. Sanırım şöyle de ifade edebilirim: üç sakat yan yana oturup bu filmi izlesek, filmin sonunda hiç konuşmaz, (sigara denilen şeyi kullanıyorsak) birer sigara yakar, derin derin içimize çekeriz. Gündelik yaşamlarımızı sorgulatan bir film...

Ne var ki, bu film sakat olmayan izleyiciler için ne ifade ediyor emin değilim ama, istisnaları dışarda bırakarak söylersem, tekerlekli sandalye kullanan benim gibilerin hissettiklerini hissettirmediği açık.
Nitekim filme dair internetteki yorumları okuduğumda düşündürücü iki şey gördüm: Birincisi, yorumlarda filmde yaşanan aşka dair tek bir değerlendirme dahi yok (psikoterapistlere bir selam). İkincisi hakkında yorum yapmıyorum, sadece şu cümleyi alıntılıyorum (ama kalın harfle belirginleştirdiğim ifadelere dikkat!): “Filmi izlerken ister istemez hep halime dua ettim. İnsanın bir kısmının bile işlevsiz olması ne kadar kötü! Rory'nin de her seferinde belirttiği gibi, ikinci sınıf vatandaş yerine konuluyorlar... İster istemez... İzlemenizi öneririm. Evet, şaheser değil, hatta dram olmasına rağmen ağlatmanın yakınından bile geçirtmiyor, ama filmde anlayamadığım hoş bir tat var” (psikoterapistler?).








Carrigmor, Michael, Rory ve Siobhan

Carrigmor, tüm sıkıcılığıyla ve despotluğuyla sıradan bir bakım evi. Hatta bakıcılar ile sakinleri arasındaki iktidar ilişkisine bakarsak, klasik bir bakım evi demek daha doğru. Orada sakatlar olduğu için mi bakıcılar var, yoksa bakıcılar orada duruyordu da sakatlar sonradan gidip gönüllü olarak onlara tabi mi oldular, belli değil (Jack Nicholson’ın oynadığı Guguk Kuşu’nu anımsayın). Nitekim film televizyondan duyulan bir çizgi film monoloğu ile Carrigmor’u ve çalışanlarını taşlayarak başlıyor: “Baş balerin bir dansçıdır. Baş dansçıdır. Bütün dansçılar içinde en önemlisidir. Kendi kendine dans eder. Harika, mekanik baş balerin. Büyüleyici, gerçekten büyüleyici. Ne enfes bir genç bayan”. Ve bence devamındaki açılış sahnesi filmin de özü aslında: tekerlekli sandalye kullanan adamlar ve kadınlar tam bir bıkkınlık ve baygınlık içerisinde televizyona bakıyorlar ve o esnada çevredeki profesyoneller umursamaz ve saygısız bir şekilde yerleri cilalamak, toz almak, sabah ayinine katılacakları belirlemek vb. “görevlerini” yerine getiriyorlar. Mekanik bir koreografi ve işleyen dansçılar...

Michael, neredeyse doğduğundan beri Carrigmor’da. Kas kontrol yetersizliği var (serebral palsili); tekerlekli sandalye kullanıyor, konuşması zor anlaşılıyor. Doğrusu ya, kimse de anlamaya çalışmıyor zaten. Önünde harflerin dizili olduğu bir defter var, bir şey anlatmak istediğinde bakıcılardan biri yanına geliyor, sırayla tek tek harfleri göstererek Michael’ın söylemek istediği şeyleri harf harf seçip, kelime kelime ortaya çıkartıyor. Feciiii sıkıcı ve yorucu. Bakıcıların yer silmek, yemek yedirmek vb. işlerle aynı monotonluk ve ifadesizlikle “sıkılmadan” harfleri sıraya dizmesi ise tam bir A-B-C-Ç-D-E, A-B-C-Ç-D-E-F-G-Ğ-H-I-İ-J-K-L-M-N-O-Ö-P-R-S-Ş-T-U-Ü-V-Y-Z, A-B-C-Ç-D-E-F-G-Ğ-H-I-İ, A-B-C-Ç-D-E-F-G-Ğ-H-I-İ-J-K-L-M-N-O-Ö-P-R-S-Ş-T-U-Ü-V-Y, A-B-C-Ç-D-E, A-B-C-Ç-D-E-F-G-Ğ-H-I-İ-J-K-L-M-N-O-Ö-P-R-S-Ş-T. Evet, EZİYET! Oysa anlamak isteyen biraz çaba göstererek, dinleyerek, sorarak ve harf seçmekten çok daha az bir zaman ayırarak Michael’ın onca yıldır çektiği eziyeti ortadan kaldırabilirdi. Ama bu, “baş balerin”in aklına gelmiyor tabii ki!

Sonra Rory çıkageliyor Carrigmor’a ve filmin mecrası görünmeye başlıyor:

- Merhaba, Rory. Benim adım Eileen Sheehy. Umarım burada, Carrigmore'da, kendini evinde gibi hissedersin.
- Dış kapının anahtarlarını alıyor muyum?
- Dış kapının anahtarlarını vermeyiz.
- O zaman burası "ev" değil, değil mi?

Rory, kas erimesi olduğu için (duchenne müsküler distrofi) tekerlekli sandalye kullanıyor. Carrigmor'a gelir gelmez ilan ediyor: Konuşabilmekten başka, sağ elindeki iki parmağı da kullanabiliyormuş (tahrik olmak ve mastürbasyon için yeterli gelmekteymiş). İnsanlar elini sıkabilirler veya kıçını öpebilirlermiş, ama ondan karşılık vermesini beklememeliymişler. Bunları söylüyor girer girmez. Keyifli, anı yaşamayı arzulayan, dizginlenmesi zor, çapkın, fırlama bir çocuk Rory. Kapatılmaktan ve kime hizmet ettiğini çok iyi öğrendiği bakımevi kurallarına maruz kalmaktan nefret eden, eline geçirdiği her fırsatta iktidar ilişkilerini zorlayan, bağımsız ve özgür yaşamaya can atan bir anarşist. Bir süre başka bir seçeneği olmadığı için Carrigmor’da kalıyor.

Rory ile Michael’ın yolu kısa sürede kesişir. Aslında birbirine zıt bu iki karakterin birbirinden çok farklı iki yaşam deneyimi vardır, ama Rory yıllardır konuşmasını tek bir kişinin bile anlamadığı Michael’ın tüm söylediklerini anladığını belli edince, işler değişir! Rory ve Michael beraber takılmaya başlarlar, ahbap olurlar...

Derken bir gün birkaç bakıcı nezaretinde Rory, Michael ve tekerlekli sandalye kullanan birkaç kişi resmî dilenme görevine çıkartılırlar. Boyunlarına asılı kovalarla caddelerde dolaşıp, geçenlerden para toplamaktır görevleri. Rory bu sahnede de kendi karakterini ortaya koyar ve seslenir gelip geçenlere: “Haydi, zavallı talihsizlere yardım edin. Cennet’te yer kazanın. Bir özürlüye Harley Davidson al, yardıma muhtaç nüfusu azalt”. Telaşla yol almaya çalışan güzel bir kadını fark edince devam eder: “Hey, nasılsın, aşkım? Bize biraz para ver? Hadi, çok güzel bacakların var. Bize ver...”. Sakatlık mevzuunu kişisel trajedi olarak görüp kendisini o yaşamlardan sıyırmaya çalışan sağlamcı kurgulara sıkı bir eleştiridir Rory’nin yaptığı. Ama hınzır Rory burada durmaz! Michael’ın o ana dek hiçbir kadınla birlikte olmadığını, bir bara gidip bira içmediğini öğrenince, boyunlarında asılı olan içi para dolu kovalarla oradan sıvışmaya ve bir bara gitmeye razı eder Michael’ı. Bara giderler, iki kadının masasına yanaşıp içmeye başlar, güzelce eğlenirler ve bir de üstüne Siobhan ile tanışırlar (bu güzel kadına birazdan geleceğiz). Sakatlar için toplanan parayı sakat iki kişi layıkıyla harcamıştır! Günün sonunda kadınlardan aldıkları birer öpücük ve boşalmış kovalarla yağmurun altında ıslana ıslana büyük bir keyifle Carrigmor’un yolunu tutarlar... Sonrası




Filmin bundan sonrasında bir yandan Rory ve Michael’ı biraz daha yakından tanıyoruz, bir yandan da bağımsız yaşam hakkına dair politik göndermelere ve aşk mevzuuna tanıklık ediyoruz: Rory kendi başına yaşama izni/ödeneği için bir devlet kurumuna üçüncü kez başvuruyor, sakat olmayan üç kişiden oluşan ukala ve kaprisli heyet başvuruyu “kendini yönetmeye malik olmama ve birisini çalıştırma sorumluluğunu üstlenme eksikliği nedeniyle“ yine reddediyor. Bunun üzerine bu defa kendi başına yaşama izni/ödeneği için Michael başvuruyor ve kabul ediliyor! Tabii, Rory de Michael’ın tercümanı olarak dolaylı yoldan bağımsızlığına kavuşuyor. Bir şekilde şehir merkezinde kendilerine uygun ev tutuyorlar ve bakıcı aramaya koyuluyorlar. Tesadüf o ki, barda karşılaştıkları Siobhan ile yine tesadüfen karşılaşıyorlar ve ona bakıcılık işi teklif ediyorlar. Siobhan marketteki işini bırakıp, bizim iki ahbabın bakıcısı olarak çalışmayı kabul ediyor. Bunun üzerine bavullarını toplayıp Carrigmor’dan ayrılıyorlar... Bu sahne de ibret verici! Hayallerine kucak açan Rory ve Michael Carrigmor’dan ayrılırken müdür Eileen ve diğer çalışanlar neredeyse nefretle ve ayrıldıkları için pişman olmalarını umut ederek uğurluyor bizimkileri. Rory ve Michael’ın hayali, nedense Carrigmor çalışanlarının kâbusunu tetikliyor!

Bağımsız yaşam ve aşk

Her şey iyi başlar. Rory ve Michael kurallardan uzak, dilediklerini yapma özgürlüğü ellerinde, keyifli günler geçirir. Siobhan da mesai saatlerinde bakıcılık işini yapar. Sonra bir şey olur... Anlarız ki Rory geçmiş deneyimlerinden neler olmaya başladığını sezer: Michael, Siobhan’a âşık olup, her şeyiyle ona bağlanmaktadır; o kadar ki, ya Siobhan vardır ya da Siobhan’u beklemek! Uyarır, “Siobhan'u mu bekliyorsun? Ne için? Ne yapacaksın onu? Burada oturup senin için her şeyi yapmasını mı bekleyeceksin? Haydi, dışarı çıkalım.”, ama Michael kapılmıştır bir kere, “Hayır”! Rory bir kez daha dener, “Ne yaptığını biliyor musun? Kendin için küçük bir Carrigmore inşa ediyorsun”. Ama olan olmaktadır... Michael her gün daha sıkı aşık olmakta ve her gün daha bir inanmaktadır yaşananlara. Bir gece Siobhan'a âşık olduğunu Rory’ye söyler ve ondan yardım ister. Rory acımasız konuşur: “Kendini ahmak yerine koyman için mi yardım edeyim? Böyle bir kadına ne sunabilirsin ki? Mantıklı ol. Teybe konuşmalarını kaydet ve dinle. Bir an için dur ve aynada kendine bak”. Rory bunları söylerken, geçmişten kalan yarasının sızladığını da görürüz. Adım adım yaklaşmakta olan şey kendini iyice belli etmeye başladığı gece Rory Siobhan'u da uyarır: “Dikkatli ol. Biliyorsun birileri bu gecenin şanslı gecesi olduğunu düşünebilir”. Ama artık olaylar kontrolden çıkmıştır, Michael amansız bir şekilde ateşe yaklaşmaktadır; ve cız! Michael yanar...

Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz! (Oğuz Atay)

Michael ağlayarak sorar: “Bana karşı bir şey hissediyor musun?”

Siobhan biraz ağlamaklı, biraz anlayışlı, biraz acır halde cevaplar: “Bu benim işim. Bu aşk değil. Benim için hissettiklerin de aşk değil. Bu minnettarlık. Senin için çalışmaktan hoşlanıyorum, ama bu sadece bir iş. Burada bunun dışında başka bir şey olmuyor Michael. Anlıyor musun? Başka bir şey olmuyor”.

Siobhan saçmalar! Çünkü Michael’ın yaşadığı “minnet” değil, bal gibi de aşktır. Öyle ya, minnetse o duygu, neden o güne dek bakımını üstlenen diğer kadınlara âşık olmadı? Bu klişeyi senaryoya koyanlar bu “minnet” duygusuna katıldıkları için mi koydular, bilemiyorum, ama olmasa daha iyiydi diye düşünüyorum. Bırakın, tekerlekli sandalyedeki âşık da yansın herkes gibi! Olamaz mı?

Sonra Siobhan işten ayrılma kararı alır. Yaşanan tartışma dramatiktir:

Rory: “Michael, yalvarma, değmez. Muhabbet kuşları tespih böcekleri ile dost olmaz. Gerçek bu. Bırak gitsin. Bırak gitsin.

Siobhan: “Gerçeği istiyorsun, değil mi? Tamam, işte bazı gerçekler. Eğer eşit olmak istiyorsan beklediğin saygının aynısını onlara göstermelisin. Eğer barda bir adamı aşağılarsan dayak yemeyi de göze alıyorsun demektir. Eğer gecenin yarısında eve gelirsen sana yardım edecek birini bulmayı bekleme. Ve eğer bir kadın sana hayır diyorsa belki de onun için doğru adam değilsin, kabul et. tekerlekli sandalyedesin diye sevilmek için koşulsuz hakkın olduğunu düşünme. Kimi seveceğim de kimi sevmeyeceğim de elimde değil. Bu benim hatam değil Michael”.

Rory: “Siobhan, gideceğini söyledin. Sanırım gitmelisin. Defol!”

Siobhan gider. Michael bir hışımla sandalyesini sürer, Rory arkasından takip eder ve filmi özetlerler:

Michael: “Her şeyi mahvettim”

Rory: “Sen mahvetmedin. Biz mahvettik. İkimiz de. Kimse bizim adımıza yapmadı”.

Hayat akar...


 
Üst Alt