Asıl adı Muhammed olan İbn Rüşd, hukuk alanında ün yapmış seçkin bir ailenin çocuğu olarak 1126 yılında Kurtubada (Cordoba) doğdu. Aristotelesin eserlerini, onun doktrinine bağlı kalarak şerhettiği için İslâm âleminde eş-şârih, Lâtin dünyası nda commentator olarak tanınan İbn Rüşd, Endülüsteki Yahudilerce Aben Roşd, İspanyollar arasında Aven Roşd, Latincede ise Averroes veya Averroys olarak anılmıştır. (Gauthier, 1948: 1): İbn Rüşd, devrin ve bölgenin geleneğine uygun olarak öğrenim hayatının ilk adımı olan okuma, yazma ve dil bilgisi ile temel dinî bilgileri babasından öğrendi. Hukuktan tıbba, matematikten felsefeye uzanan farklı alanlarda dönemin önde gelen bilginlerinden ders alan İbn Rüşdün ünlü hekim İbn Zühr ile olan yakın dostluğu, kendisinin tıp alanındaki başarılarında önemli rol oynamıştır.
11. yüzyılda İbni Sina İslam dünyasının doğu kesiminde Aristotelesçi felsefenin parlak yorumcusu ve felsefenin temsilcisi olmuş, fakat yüzyıl kadar sonra Gazalinin eleştirileriyle İslam aleminde felsefe gözden düşmüştü. XII. yüz yıl sonlarında Aristotelesçilik ve dolayısıyla felsefe, ama bu kez yeni Plantoncu unsurlardan arındırılmış olarak, İslam dünyasının batı ucunda, Endülüste ilk ve son savunucusunu buldu. İbn-i Rüşd, bir yandan Aristotelesin temel kitaplarına yazdığı şerhlerle, bir yandan da felsefe-din arasında bir uyuşmazlık değil, tersine bir bütünlük olduğunu, bu ikisinin bir tek gerçeğin iki ayrı anlatım ve kavrayış biçimi sayılması gerektiğini ortaya koymasıyla tanındı.
İbn-i Rüşd Hakkında Bilinmesi Gerekenler:
- İbn-i Rüşd'ün çalışma yaptığı alanlar - Tanrı-âlem ilişkisi ve sürekli yaratma - İbn-i Rüşd ve Aristoteles felsefesi - Varlık ilkeleri nelerdir? - İbn-i Rüşd'ün hayatı ve eserleri - Varlık-nelik ilişkisi nedir? - İbn-i Rüşd'ün varlık felsefesi - Felsefe ile dinin uzlaştırılması - İbn-i Rüşd'ün bilgi felsefesi - İbn-i Rüşd'de ahlak ve siyaset - Bilginin imkânı ve sebeplilik - Tanrı-âlem ilişkisi ve sürekli yaratma - Bilginin kaynağı nedir? - Duyu algısı ve iç idrak süresi - Hayal gücü, edilgin akıl, etkin akıl ve ittisâl - Bilginin sınırlılığı ve dini bilgi
Özetle;
Hukuk alanında ün yapmış seçkin bir ailenin çocuğ u olarak dünyaya gelen İbn Rüşd Aristotelesin eserlerini onun doktrinine bağlı kalarak şerhettiği için İslâm âleminde eş-şârih, Lâtin dünyasında commentator olarak tanınmıştır. Dinî ilimlerin yanısıra tıp ve felsefe ile de yoğun olarak ilgilenen düşünür, ünlü hekim-filozof İbn Tufeyl tarafından hükümdar Yûsuf b. Abdülmüminle tanıştırıldıktan sonra onun teşvik ve desteğiyle Aristotelesin eserleri üzerindeki çalışmaları nı sürdürdü. Kadılık ve saray hekimliği gibi görevler de üstlenen filozof 10 Aralık 1198 (9 Safer 595) tarihinde Merakeşte vefat etti. İbn Rüşd, dolu dolu yaşadığı yetmiş iki yıllık ömrünü tamamladığında geride biri tabip, diğeri hukukçu olan iki erkek evlat ile birçok öğrenci ve çok sayıda eser bıraktı.
İlgilendiği her alanda kaleme aldığı ve çoğu Latince ve İbrânîceye de tercüme edilen eserlerinin sayısı seksen civarında olup Türkçeye çevirilmiş eserleri şunlardır: Tutarsızlığın Tutarsızlığı (Tehâfütü Tehâfütil-felâsife), Felsefe-Din İlişkileri (el-Keşf an menâhicil-edille ve akâidil-mille, Faslul-makâl, ed-Damîme), Metafizik fierhi (Cevâmi u Mâbadet-tabîa), Psikoloji fierhi (Telhîsu Kitâbin-Nefs), Siyasete Dair Temel Bilgiler (Telhîsüs- Siyase li Elfatun).
İbn Rüşd,varlık (vücûd) yerine varolan (mevcûd) terimini kullanmak suretiyle varlık-nelik (vücûd-mâhiyet) ilişkisine dair tartışmada İbn Sînâdan farklı düşündüğünü ortaya koyar. Varlığı bir şeyin duyulur, neliği ise aynı şeyin akledilir yönü olarak değerlendiren filozofa göre nasıl ki ilk madde ile suret ayrı ayrı gerçek anlamda var olmayıp daima birlikte bulunuyor ve yalnızca zihinde birbirinden ayrılabiliyorsa, varlık-nelik ilişkisi de tıpkı bunun gibidir. Şu halde varlık ile nelik dış dünyada değil ancak zihinde birbirinden ayrılabilir. Zihinsel olan, neliğin kendisi değil onu gösteren tanım ile tanımı oluşturan tümel kavramlardır. Dolayısıyla varlık-nelik ayırımının ontolojik değil, sadece epistemelojik ve mantıkî değerinden söz edilebilir.
Dış dünyadaki varolanlar birbirleriyle sebep-sebepli (illet-malûl) ilişkisi içindedirler. Bu ilişkide sebep olma etkin (fail), sebepli olma ise edilgin (munfâil) konumda bulunmak demek olup birbirine zıt bu iki nitelikten edilginliğin ilkesi madde, etkinliğin ilkesi surettir. Madde ile suretin birleşmesini sağlayan ise sürekli fiil halinde olan İlk İlke yani Tanrıdır. Zihin dışında esas itibariyle biri zorunlu-sebepsiz, diğeri onun madde ve sureti birleştirmesiyle var olan zorunsuz-sebepli olmak üzere iki tür varolan söz konusudur.
Zorunlu varolan ile zorunsuz varolanların toplamı demek olan âlem arasında sebep-sebepli ilişkisinin bulunduğu açık olmakla birlikte bu ilişkinin ne şekilde gerçekleştiği sorunu, kelâmcı ve filozofları bir hayli uğraştırmıştır. Âlemin öncesizliği ve sonradanlığı olarak da adlandırılan bu soruna ilişkin olarak âlemin bir yaratıcısının (fail) bulunduğu gerçeğini ısrarla vurgulayan İbn Rüşd, onu âlemi yokluktan varlığa çıkaran ve varlığını sürekli kılan gerçek fail olarak görür. Âlemin kendi özünde öncesiz olduğu iddiasını içeren anlayıştan farklı olarak İbn Rüşd, sürekli yaratma teorisi ile bir yandan âlemin yetkin ve zorunlu bir Yaratıcının fiili olmak bakımından sürekli olduğu, diğer yandan da onun kendi özünde yok sayılması gerektiği fikrini bir arada savunur.
Aklı ve bilgiyi, varlıkların düzen ve tertibiyle bunların arasındaki sebep-sebepli ilişkisinin kavranması şeklinde tarif eden İbn Rüşde göre bilginin imkanı olarak herhangi bir engelleme olmadığı sürece sebep-sebepli ilişkisinin geçerliliği kabul edilmelidir. Aksi halde varolanlar için bir özyapı ve tabiattan söz edilemeyeceğinden varlı k kategorileri ile kavramlar anlamsız ve boş şeylerden ibaret kalacaktır. Bu ise kaçınılmaz olarak hiçbir şeyin gerçek anlamda bilinemeyeceği anlamı na gelir. Bilginin oluşma süreci duyu algısıyla başlar. Ancak zihinde nesnenin tam bir sûretinin oluşabilmesi için, onun, farklı duyu güçleri tarafından algılanan bütün niteliklerinin ortak duyu tarafından birleştirilmesi gerekir. Böylece ortak duyuda beliren izlenim hayal gücü tarafından ait olduğu nesneden bağımsız ve soyut bir imaja dönüştürülür. Bu imajların (hayalî suret) kavram haline gelmesi, saklama (hıfz) ve hatırlama (zikr) şeklinde iki işlevi bulunan hafıza gücü tarafından gerçekleştirilir. İnsan aklının bilgi üretme sürecindeki farklı işlev ve aşamaları heyûlanî akıl, meleke halindeki akıl, müktesep akıl ve faal akıl olarak adlandırılır. İnsan nefsinin en önemli gücü olan aklın, varolanlara ait formları maddeden soyutlama işlevine faal akıl, soyutlanan ve kavram haline gelen kavram ve bilgileri kabul etme işlevine de heyûlanî akıl denilmektedir. Heyûlanî aklın içerik ve birikim olarak meleke halindeki akıl ve müktesep akıl aşamalarını geçip faal akıl düzeyine yükselerek son yetkinliğine ulaşması bir ittisâldir. İttisal, insanın köşesine çekilip (inziva) tek başına kalarak değil, toplum içinde başka insanlarla yardımlaşma ve dayanışma halinde yaşayarak elde gerçekleştirilebilir. İnsanlar dile getirilen aşamaları bir bir geçerek doğru/gerçek bilgiye ulaşma yetenek ve imkânları bakımından aynı seviyede değildir; işte bu noktada vahiy ve din olgusu devreye girer ve en üst seviyedeki insan aklının dahi kavrayı p açıklayanayacağı mahiyetteki sorulara verdiği cevaplarla insan için yeni ufuklar açar.
Din ile felsefeyi aynı kaynaktan beslenen iki ayrı bilgi türü olarak gören İbn Rüşd, bunu süt kardeş benzetmesiyle temellendirmeye çalışır: Gerek vahiy mahsulü olan dinin ve gerekse insan aklının ürünü olan felsefenin temelinde yatan ve ontik düzende geçerli olan sebep-sebepli ilişkisini sağlayan özyapıların (emr) kaynağı, ilâhî ilim ve hikmettir. İşte bu kaynaktan beslenen din ile felsefe iç içedir ve hakikat hakikate ters düşmez, aksine birbirini destekler. Buna rağmen birtakım sebepler dolayısıyla ilk bakışta bazı insanlara felsefî sonuçlar veya aklın verileri ile dinî nasslar arasında bir uyumsuzluk ve çelişki varmış gibi gözükebilir. Bu durumda yapılması gereken şey din ile felsefenin uzlaştırılması olup, bunun yolu da dinî nassların yorumlanması dır.
Kaynak: Ömer YILDIRIM'ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2., 3., 4. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; (İslam Ans., MEB., c. 5/II, rf. 785)