- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Türkistan'ın büyük velîlerinden. Ahmed Yesevî hazretlerinin ilk hocası Arslan Baba'nın torunlarındandır. Mensûr Atâ, Ahmed Yesevî hazretlerinin hocası Arslan Babanın oğlu idi. İlk terbiyesini babasından aldı. Ahmed Yesevî hazretlerinin terbiyesine teslîm edildi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde âlim oldu. Mensûr Atânın 1197 (H.594) yılında vefâtında, oğlu Abdülmelik Atâ halîfesi oldu. Abdülmelik Atânın da çok geçmeden vefât etmesi üzerine, oğlu Tâc Hoca babasına halîfe oldu. Tâc Hoca, 1199 (H.596) yılında vefât etti. Zengî Atâ, Tâc Hocanın oğluydu.
Zengî Atâ, uzun yıllar dede ve babasından zâhir ve bâtın ilimlerini öğrendi. Ahmed Yesevî hazretlerinin halîfelerinden Hakîm Atânın hizmetine girdi. Onun yüksek ilim ve feyzinden istifâde etti. Taşkentte ikâmet eder, Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapardı. Hocası Hakîm Atâ, 1186 (H.582) yılında vefât edip, Harezmde Akkurgana (Bağırgana) defnedildi. Onun en meşhûr halîfesi olan Zengî Atâ, Hakîm Atânın hanımı Anber Ana ile evlendi. Hâdise şöyle oldu:
Hakîm Atâ biraz esmerceydi. Birgün Anber Ananın kalbinden; Keşke kocam siyah olmasaydı. şeklinde bir düşünce geçti. Hakîm Atâ, onun bu düşüncesini Allahü teâlânın izniyle anlayıp; Sen beni beğenmiyorsun ama, benden sonra dişinden başka beyaz yeri olmayan bir karaya düşeceksin! dedi. Anber Ana, bu düşüncesine çok ağlayıp tövbe ettiyse de, Allahü teâlânın o sevgili kulu dilek dilemiş, iş işten geçmişti. Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezmde ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed Hoca ile Asgar Hocayı çağırttı. Onlara; Ölümümden sonra gün doğusundan kırk ebdâl gelecek, içlerinde gözü zayıf ve ayağı aksak bir kara ebdâl vardır. İddeti bitince, ananızı onunla evlendirirsiniz. dedi. Gerçekten vefâtından bir müddet sonra, bahsedilen kırk mübârek kimse geldi. İçlerinden biri arkada kalmıştı. Târiflere uygun olan o mübârek kimse Zengî Atâ idi. Zengî Atâ, aslında Taşkent taraflarında çobanlıkla meşgûl olurdu. Kalın dudaklı, dişlerinden başka beyazı olmayan, oldukça esmer biriydi. Anber Ananın iddet müddeti (kocası ölen veya kocasından boşanmış olan kadının, ikinci bir nikâh akdinden önce, dînimizce beklemesi gereken zaman) bitince, bir yakınını gönderip nikâh taleb etti. Anber Ana kabûl etmeyip; Ben Hakîm Atâdan sonra kimseye varmam. Hele böyle siyah bir kimseye! deyip reddetti. Bu esnâda boynu tutuldu. Yüzünü çeviremez oldu. Çok sıkıntı çekti. Zengî Atâya durum haber verildi. Zengî Atâ adam gönderip; Bilmez misin ki, bir gün hatırından; Keşke Hakîm Atâ esmer olmasaydı. düşüncesi geçmişti de, Hakîm Atâ kerâmetle bunu bilip; Yakında benden siyaha eş olursun. demişti. dedi. Anber Ana, takdîrin böyle olduğunu anlayıp, ağlayarak nikâha rızâ gösterdi. Nikâha râzı olur olmaz da, boynu eski hâline döndü. Zengî Atâ ile evlendiler. Çocukları oldu. Soylarından sâlih kimseler, velîler ve âlimler yetişti.
Zengî Atâ, Taşkent dağlarında çobanlık yapar, âilesinin geçimini çobanlıktan aldığı ücret ile sağlardı. Hayvanları kırlarda otlatırken namazlarını kılar, namazdan sonra da Kurân-ı kerîm okur, Allahü teâlâyı zikrederdi. Kırda otlamaya bırakılan hayvanlar onun etrâfını çevirirler, otlamayı bırakıp onu dinlerlerdi. Akşam da yakmak için topladığı odunları sırtına yüklenir, evine götürürdü. Bir gün tam topladığı odunları yükleneceği sırada, yanına dört genç gelip selâm verdiler. Selâmlarına cevap verip hâl, hâtır sordu. Buhârâ medreselerinde zâhirî ilimleri tahsîl ettiklerini, ancak, bâtınî ilimleri tahsîl edebilecekleri mübârek bir kişiyi aradıklarını arzettiler. Zengî Atâ; Durun sizi irşâd edecek zâtın nerede olduğunu haber vereyim. dedi. Gençler çok sevindiler. Yüzünü dört bir tarafa çevirip kokladı ve sonra da; Sizin bu ilimde nasîbiniz, bizden başkasında değildir. buyurdu. Bu dört genç, Zengî Atânın daha sonra dört büyük halîfesi olacak olan, Uzun Hasan Atâ, Seyyid Ahmed Atâ, Sadr Atâ ve Bedr Atâdan başkası değildi. Zengî Atânın sözüne ilk önce inanan Uzun Hasan Atâ ile Sadr Atâ oldu. Bu sebepten de ilk kemâle gelenler de onlar oldu. İçlerinden Seyyid Ahmed Atâ ile Bedr Atâ, iyi şeyler düşünmediler. SeyyidAhmed Atâ; Ben, hem Peygamberin torunu olayım, hem mektep-medrese göreyim, sonra gelip bu garib çobanın talebesi olayım. diye düşündü, ama arkadaşlarından da ayrılmadı. Onun bu gurûru, yolunu kapadı. Çektiği bütün sıkıntılar boşa gitti. Durumunda hiçbir ilerleme görülmedi. Seyyid Atâ, bu hâlini anlayıp, Zengî Atânın kendisine kırıldığını hissetti. Zengî Atânın hanımı Anber Anaya gidip yalvardı. Kendisine şefâatçi olmasını istedi. Anber Ana, kendisine yardımcı olacağını vâd edip; Sen bu gece siyah bir keçeye sarınıp Zengî Atânın yolu üzerine yat. Seher vakti namaz için çıktığı zaman seni o hâlde görüp acısın. dedi. O gece Anber Ana, Zengî Atâdan Seyyid Ahmed Atânın özrünü kabûl etmesini istirhâm etti. Zengî Atâ da, Seyyid Atâyı affettiğini söyledi. Seher vakti, namaz için dışarıya çıktığı zaman, yolu üstünde siyah bir şeyin yattığını fark etti. Ne olduğunu anlamak için ayağı ile dokundu. O anda, siyah keçenin içinde sarılı olan Seyyid Atâ, yüzünü Zengî Atânın ayağına sürerek affını diledi. Resûlullah efendimizin mübârek torununa ayağıyla dokunmasına çok üzülen Zengî Atâ, gönlünü almak için Seyyid Atâya çok iltifâtlar etti. Seyyid Atâ, o anda kemâle geldi.
Zengî Atânın diğer halîfesi Bedr Atânın esas ismi Bedreddîn Muhammed idi. Asıl ismi, Sadreddîn Muhammed olan Sadr Atâ ile Buhârâ Medresesinde aynı hücrede kalırlardı. İlimleri aynı, dereceleri berâberdi. Zengî Atâya talebe olduktan sonra, Sadr Atâ yükselirken, Bedr Atâ eski seviyesinin bile altına düşmüştü. Bu hâlin farkına varan Bedr Atâ, üzüntüsünden hüngür hüngür ağlayarak Anber Anaya geldi, hâlini anlattı. Anber Ana da, münâsip bir zamanda Zengî Atâya, Sadr Atânın hâlini arz etti. Zengî Atâ, onun tövbesine çok sevinip tebessüm etti ve; Benimle ilk karşılaştıkları zaman biz onları irşâd edebileceğimizi söyleyince, Bedreddîn içinden: Bu deve dudaklı zenci mi bizi irşâd edecek? diyordu. Şimdiye kadar feyzimizden istifâde edememesinin sebebi budur. Mâdem ki o tövbe etmiş, sen de şefâatçı oldun, onu affettim! dedi. Bu hâdiseden sonra, Bedr Atâ'nın derecesi de Sadr Atâ'nın seviyesine yükseldi.
Zengî Atâ ile devâm eden Ahmed Yesevî hazretlerinin yolu, Zengî Atâdan sonra, Seyyid Atâ ve Sadr Atâ vâsıtasıyla devam etti. Seyyid Atâ, Hâce Azîzân (Ali Râmitenî Pîr-i Nessâc) ile sohbet etti. Sadr Atânın halîfeleri daha uzun zaman Yesevîlik yolunu devâm ettirdiler. Onun halîfeleri, Eymen Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh şeklinde sıralanır. Mevdud Şeyhin iki meşhûr halîfesi vardı. Bunlar; Hoca Abdullah ve Kemâl Şeyh idi. Hoca Abdullahın halîfesi Hadım Şeyh, onun da halîfesi Cemâlüddîn Buhârîdir. Reşahât sâhibi, Cemâlüddîn Buhârîden nakil yapmaktadır. Zengî Atâ, 1258 (H.656) yılında, Şâş (Taşkent) yakınlarında, Semerkant yolunun on birinci kilometresinde Zengî Atâ köyünde vefât edip, oraya defnedildi.
Zengî Atânın kabri herkes tarafından bilinir ve ziyâret edilirdi. Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri; Ne zaman Zengî Atâyı ziyârete gitsem, kabrinden Allah! Allah! sesleri işitirim. buyururdu.
1) Hakîm Atâ Kitabı
2) Hazînet-ül-Asfiyâ
3) Cevâhir-ül-Ebrâr min Emvâc-il-Bihâr (Hazînî)
4) Reşahât Ayn-ül-Hayât
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.318
Zengî Atâ, uzun yıllar dede ve babasından zâhir ve bâtın ilimlerini öğrendi. Ahmed Yesevî hazretlerinin halîfelerinden Hakîm Atânın hizmetine girdi. Onun yüksek ilim ve feyzinden istifâde etti. Taşkentte ikâmet eder, Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapardı. Hocası Hakîm Atâ, 1186 (H.582) yılında vefât edip, Harezmde Akkurgana (Bağırgana) defnedildi. Onun en meşhûr halîfesi olan Zengî Atâ, Hakîm Atânın hanımı Anber Ana ile evlendi. Hâdise şöyle oldu:
Hakîm Atâ biraz esmerceydi. Birgün Anber Ananın kalbinden; Keşke kocam siyah olmasaydı. şeklinde bir düşünce geçti. Hakîm Atâ, onun bu düşüncesini Allahü teâlânın izniyle anlayıp; Sen beni beğenmiyorsun ama, benden sonra dişinden başka beyaz yeri olmayan bir karaya düşeceksin! dedi. Anber Ana, bu düşüncesine çok ağlayıp tövbe ettiyse de, Allahü teâlânın o sevgili kulu dilek dilemiş, iş işten geçmişti. Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezmde ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed Hoca ile Asgar Hocayı çağırttı. Onlara; Ölümümden sonra gün doğusundan kırk ebdâl gelecek, içlerinde gözü zayıf ve ayağı aksak bir kara ebdâl vardır. İddeti bitince, ananızı onunla evlendirirsiniz. dedi. Gerçekten vefâtından bir müddet sonra, bahsedilen kırk mübârek kimse geldi. İçlerinden biri arkada kalmıştı. Târiflere uygun olan o mübârek kimse Zengî Atâ idi. Zengî Atâ, aslında Taşkent taraflarında çobanlıkla meşgûl olurdu. Kalın dudaklı, dişlerinden başka beyazı olmayan, oldukça esmer biriydi. Anber Ananın iddet müddeti (kocası ölen veya kocasından boşanmış olan kadının, ikinci bir nikâh akdinden önce, dînimizce beklemesi gereken zaman) bitince, bir yakınını gönderip nikâh taleb etti. Anber Ana kabûl etmeyip; Ben Hakîm Atâdan sonra kimseye varmam. Hele böyle siyah bir kimseye! deyip reddetti. Bu esnâda boynu tutuldu. Yüzünü çeviremez oldu. Çok sıkıntı çekti. Zengî Atâya durum haber verildi. Zengî Atâ adam gönderip; Bilmez misin ki, bir gün hatırından; Keşke Hakîm Atâ esmer olmasaydı. düşüncesi geçmişti de, Hakîm Atâ kerâmetle bunu bilip; Yakında benden siyaha eş olursun. demişti. dedi. Anber Ana, takdîrin böyle olduğunu anlayıp, ağlayarak nikâha rızâ gösterdi. Nikâha râzı olur olmaz da, boynu eski hâline döndü. Zengî Atâ ile evlendiler. Çocukları oldu. Soylarından sâlih kimseler, velîler ve âlimler yetişti.
Zengî Atâ, Taşkent dağlarında çobanlık yapar, âilesinin geçimini çobanlıktan aldığı ücret ile sağlardı. Hayvanları kırlarda otlatırken namazlarını kılar, namazdan sonra da Kurân-ı kerîm okur, Allahü teâlâyı zikrederdi. Kırda otlamaya bırakılan hayvanlar onun etrâfını çevirirler, otlamayı bırakıp onu dinlerlerdi. Akşam da yakmak için topladığı odunları sırtına yüklenir, evine götürürdü. Bir gün tam topladığı odunları yükleneceği sırada, yanına dört genç gelip selâm verdiler. Selâmlarına cevap verip hâl, hâtır sordu. Buhârâ medreselerinde zâhirî ilimleri tahsîl ettiklerini, ancak, bâtınî ilimleri tahsîl edebilecekleri mübârek bir kişiyi aradıklarını arzettiler. Zengî Atâ; Durun sizi irşâd edecek zâtın nerede olduğunu haber vereyim. dedi. Gençler çok sevindiler. Yüzünü dört bir tarafa çevirip kokladı ve sonra da; Sizin bu ilimde nasîbiniz, bizden başkasında değildir. buyurdu. Bu dört genç, Zengî Atânın daha sonra dört büyük halîfesi olacak olan, Uzun Hasan Atâ, Seyyid Ahmed Atâ, Sadr Atâ ve Bedr Atâdan başkası değildi. Zengî Atânın sözüne ilk önce inanan Uzun Hasan Atâ ile Sadr Atâ oldu. Bu sebepten de ilk kemâle gelenler de onlar oldu. İçlerinden Seyyid Ahmed Atâ ile Bedr Atâ, iyi şeyler düşünmediler. SeyyidAhmed Atâ; Ben, hem Peygamberin torunu olayım, hem mektep-medrese göreyim, sonra gelip bu garib çobanın talebesi olayım. diye düşündü, ama arkadaşlarından da ayrılmadı. Onun bu gurûru, yolunu kapadı. Çektiği bütün sıkıntılar boşa gitti. Durumunda hiçbir ilerleme görülmedi. Seyyid Atâ, bu hâlini anlayıp, Zengî Atânın kendisine kırıldığını hissetti. Zengî Atânın hanımı Anber Anaya gidip yalvardı. Kendisine şefâatçi olmasını istedi. Anber Ana, kendisine yardımcı olacağını vâd edip; Sen bu gece siyah bir keçeye sarınıp Zengî Atânın yolu üzerine yat. Seher vakti namaz için çıktığı zaman seni o hâlde görüp acısın. dedi. O gece Anber Ana, Zengî Atâdan Seyyid Ahmed Atânın özrünü kabûl etmesini istirhâm etti. Zengî Atâ da, Seyyid Atâyı affettiğini söyledi. Seher vakti, namaz için dışarıya çıktığı zaman, yolu üstünde siyah bir şeyin yattığını fark etti. Ne olduğunu anlamak için ayağı ile dokundu. O anda, siyah keçenin içinde sarılı olan Seyyid Atâ, yüzünü Zengî Atânın ayağına sürerek affını diledi. Resûlullah efendimizin mübârek torununa ayağıyla dokunmasına çok üzülen Zengî Atâ, gönlünü almak için Seyyid Atâya çok iltifâtlar etti. Seyyid Atâ, o anda kemâle geldi.
Zengî Atânın diğer halîfesi Bedr Atânın esas ismi Bedreddîn Muhammed idi. Asıl ismi, Sadreddîn Muhammed olan Sadr Atâ ile Buhârâ Medresesinde aynı hücrede kalırlardı. İlimleri aynı, dereceleri berâberdi. Zengî Atâya talebe olduktan sonra, Sadr Atâ yükselirken, Bedr Atâ eski seviyesinin bile altına düşmüştü. Bu hâlin farkına varan Bedr Atâ, üzüntüsünden hüngür hüngür ağlayarak Anber Anaya geldi, hâlini anlattı. Anber Ana da, münâsip bir zamanda Zengî Atâya, Sadr Atânın hâlini arz etti. Zengî Atâ, onun tövbesine çok sevinip tebessüm etti ve; Benimle ilk karşılaştıkları zaman biz onları irşâd edebileceğimizi söyleyince, Bedreddîn içinden: Bu deve dudaklı zenci mi bizi irşâd edecek? diyordu. Şimdiye kadar feyzimizden istifâde edememesinin sebebi budur. Mâdem ki o tövbe etmiş, sen de şefâatçı oldun, onu affettim! dedi. Bu hâdiseden sonra, Bedr Atâ'nın derecesi de Sadr Atâ'nın seviyesine yükseldi.
Zengî Atâ ile devâm eden Ahmed Yesevî hazretlerinin yolu, Zengî Atâdan sonra, Seyyid Atâ ve Sadr Atâ vâsıtasıyla devam etti. Seyyid Atâ, Hâce Azîzân (Ali Râmitenî Pîr-i Nessâc) ile sohbet etti. Sadr Atânın halîfeleri daha uzun zaman Yesevîlik yolunu devâm ettirdiler. Onun halîfeleri, Eymen Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh şeklinde sıralanır. Mevdud Şeyhin iki meşhûr halîfesi vardı. Bunlar; Hoca Abdullah ve Kemâl Şeyh idi. Hoca Abdullahın halîfesi Hadım Şeyh, onun da halîfesi Cemâlüddîn Buhârîdir. Reşahât sâhibi, Cemâlüddîn Buhârîden nakil yapmaktadır. Zengî Atâ, 1258 (H.656) yılında, Şâş (Taşkent) yakınlarında, Semerkant yolunun on birinci kilometresinde Zengî Atâ köyünde vefât edip, oraya defnedildi.
Zengî Atânın kabri herkes tarafından bilinir ve ziyâret edilirdi. Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri; Ne zaman Zengî Atâyı ziyârete gitsem, kabrinden Allah! Allah! sesleri işitirim. buyururdu.
1) Hakîm Atâ Kitabı
2) Hazînet-ül-Asfiyâ
3) Cevâhir-ül-Ebrâr min Emvâc-il-Bihâr (Hazînî)
4) Reşahât Ayn-ül-Hayât
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.318