- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
Osmanlı velî ve âlimlerinden. İsmi Muhammed Zâhiddir. Babası ulemâ ve meşâyıhtan Hasan Hilmi Efendidir. Kevserî nisbesiyle meşhûr oldu. 1879 (H.1296) senesinde Bolunun Düzce ilçesine bağlı Çalıcumâ (Hacı Hasan Efendi) köyünde doğdu. 1951 (H.1371) senesinde Kâhirede vefât etti. Kabri Karâfe Kabristanında, İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kabrinin yakınındadır.
Babası aslen Kafkasyalı olup, memleketleri Ruslar tarafından işgâl edilince, hicret ederek Anadoluya geldi. Bolunun Düzce ilçesi yakınındaki bugünkü adı Çalıcumâ olan o zamanki adıyla Hacı Hasan Efendi köyüne yerleşti. Muhammed Zâhidül-Kevserî bu köyde dünyâya geldi. İlk tahsîlini babasından gördü ve Düzce âlimlerinden ilim öğrendi. Sonra İstanbula gelerek Kazasker Hasan Efendinin Dârülhadîs Medresesinde yerleşti. Fâtih dersiâmlarından Eğinli İbrâhim Hakkı Efendi ile Alasonyalı Ali Zeynelâbidîn Efendiden dînî ve Arabî ilimleri okuyarak, icâzet, diploma aldı. 1907 senesinde yapılan rüûs imtihânını kazanarak ders vekîli oldu. Ahmed Âsım Efendinin başkanlığındaki Ahıskalı Ahmed Esad Efendi, Dağıstanlı Mustafa bin Azm Efendi ve Tosyalı İsmâil Zühdü Efendilerden meydana gelen heyet huzûrunda dersiâmlık imtihânını kazandı. Bir müddet Fâtih Câmiinde müderrislik yapan Muhammed Zâhidül-Kevserî, 1913 senesinde İstanbul Müderrisliği rütbesine ulaştı. Fâtih Câmiinde müderrislik yaptığı sırada ayrıca Dârüşşafakada Arapça dersleri okuttu.
Zâhidül-Kevserî, Dârülfünûnda (İstanbul Üniversitesi) fıkıh ve fıkıh târihi derslerini okutmak için açılan imtihânı birincilikle kazanmış ise de bu vazîfeye, mevcut öğretim üyelerinden birisi vekâleten getirildiğinden, tâyini gerçekleşemedi. Ürgüplü Mehmed Hayri Efendinin şeyhülislâmlığı sırasında ıslâh edilen medreselerde belâgât, aruz ve ilm-i vâd' derslerini okuttu. Bu sırada Kastamonuda açılan yeni bir medreseyi faâliyete geçirmekle vazîfelendirildi. Üç yıl kadar bu vazîfeyi liyâkatle yürüten Zâhidül-Kevserî, istifâ ederek İstanbula döndü. İstanbula dönüşü kış mevsimine rastlıyordu. Her taraf karlarla kaplı olduğu için Karayolundan gitmeyi tercih etmeyip deniz yolundan gitmeye karar verdi. İnebolu Limanından bindiği eski bir gemi kâh durup kâh dolanarak Ereğliye yaklaştı. Zâhidül-Kevserî yola böyle devâm etmektense inmeye ve Akteşşehire geçmeye karar verdi. Orası Düzceye yakındı. Sefere ara verip Düzceye gitmeyi ve şartlar yolculuğa müsâit oluncaya kadar orada kalmayı düşünüyordu. Gemiden inip bir kayıkla Akteşşehire gitmek üzere yola koyuldu. İkindi vaktine doğru deniz hırçınlaştı. Ard arda vuran dalgalar, Zâhidül-Kevserî ve Akteşşehir yolcularının bulunduğu kayığı devirdi. Fakat yolcular devrilen kayıktan ayrılmayıp kayığın kenarlarına tutundular. Dalgalarla uğraşmadan dolayı bir müddet sonra Zâhidül-Kevserî de diğer yolcular gibi kendini kaybetti. Denizden çıkarıldığında tek hissettiği şey kulağındaki çınlamaydı. Diğer yolcular da güçlükle fakat sağ olarak sâhile çıkarıldılar. Zâhidül-Kevserînin Kastamonuya götürüp de, orada bırakmayıp İstanbula geri getirmek için yanına aldığı çok sayıda eşyâları ve nefis yazma kitapları sulara gömüldü. Aralarında asırlarca önce yazılmış ünlü âlimlere âit fıkıh, hadîs ve akâid ilimlerine dâir kitaplar da bulunuyordu.
Kazâdan sağ sâlim kurtulan Zâhidül-Kevserî hazretleri birkaç gün kalmak üzere Düzceye gitti. Bu esnâda İstanbuldan Dârüşşafaka Medresesine tâyin edildiğini bildiren telgraf geldi. Bu emir üzerine İstanbula gelen Zâhidül-Kevserî, Dârüşşafakadaki vazîfesine başladı. Bir ay sonra da Medresetül-Mütehassısîne müderris tâyin edildi. Ders vekâleti meclisine üye seçildi. Bir müddet sonra yetmiş beş Osmanlı lirası aylıkla ders vekilliğine tâyin edildi.
Sultan İkinci Bâyezîd Han bir medrese yaptırmış ve bu medresede Şeyhülislâmın bizzat ders vermesini emretmişti. Fakat zamanla Şeyhülislâmlar meşgûliyetlerinin çoğalması sebebiyle kendilerinin yerine ders vermek üzere bir vekil görevlendirmişlerdi. Şeyhülislâmın yerine ders veren bu müderrislere ders vekîli denirdi. Ders vekîlinin yetkisi El-Ezher Üniversitesi rektörünün yetkisine eşitti. Sultan Vahîdeddîn Han zamânında Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin ders vekîli olan Zâhidül-Kevserî bu şerefli vazîfeyi liyâkat ve üstün başarıyla yürüttü. Sonra Bayındırlık Kurulunun, Sultan İkinci Mustafa Hanın yaptırmış olduğu Lâleli Medresesini yıkmasına karşı çıktığı için bu vazîfesinden alındı.
İslâm dînini doğru olarak anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda giden, her türlü sapık ve bozuk cereyânlara karşı olan Zâhidül-Kevserî, Osmanlı Devletini batıran İttihâd ve Terakkîye ve onlara âlet olan, din âlimi ve şeyh geçinen fakat İslâmiyetten haberi olmayan kimselere şiddetle karşı çıktı. İstanbulda kaldığı zamanlar yüzlerce talebe yetiştirdi. Bu talebelere tahsillerinin sonunda ehliyetli olduklarına dâir icâzetnâme, diploma verdi. Fakat Ehl-i sünnet yoluna ve Ehl-i sünnet âlimlerine olan hücûmlar karşısında kale gibi direnmesini sürdürdüğü için ittihâdçılar ve onların maşaları durumunda olanların haksız ithâm ve hücumlarına uğradı. Ders Vekâleti Meclisi üyeliğini ve müderrislik vazîfesini devâm ettirdiyse de, bâzı ihlâslı kimselerin kendisine, tutuklanması için türlü oyunların tezgâhlandığını haber vermeleri üzerine durum yatışıncaya kadar geçici olarak İstanbuldan ayrılmaya karar verdi. 3 Kasım 1922 târihinde Mısıra gitmek üzere İstanbuldan ayrıldı. Deniz yoluyla İskenderiyyeye oradan da Kâhireye gitti. Birkaç ay Kâhirede kaldıktan sonra Şama gelip bir yıl burada kaldı. Sonra tekrar Kâhireye dönerek Câmiül-Ezherde (Ezher Medresesinde) okuyan Türk talebelerin kaldığı Ebüz-Zeheb Muhammed Bey Dergâhına yerleşti. Orada kaldığı müddet içinde ders okutup talebe yetiştirmekle ve ilmî eserler yazmakla meşgûl oldu. 1928 senesinde tekrar Şama gelip bir yıl kaldıktan sonra Kâhireye döndü. Dârül-Mahfûzâtil-Mısriyye (Mısır Devlet Arşivi)de bulunan bir kısım Türkçe belgeleri Arapçaya tercüme etme gibi mütevâzî bir işte çalışarak geçimini sağladı. Bir müddet sonra eşini ve çocuklarını da İstanbuldan yanına getirtti. Bir oğlu ve üç kızı olan Zâhidül-Kevserî, son senelerini ilmî eserler yazmakla geçirdi. Son yıllarda şeker hastalığı ve yüksek tansiyon rahatsızlığına tutuldu.
Bir oğlu ve üç kızı onun sağlığında Kâhirede vefât ettiler. Zâhidül-Kevserî hazretleri de 1951 (H.1371) senesinde Kâhirede vefât etti. Câmiül-Ezherde kılınan cenâze namazından sonra Karâfe Kabristanında İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kabri civârında, dostu İbrâhim Selîme âit bölümde defnedildi. Vefâtından sonra ayağına sıcak su dökülüp rahatsızlanan hanımı Türkiyeye dönmüş ve 1957 senesinde Düzcede vefât etmiştir.
Zâhidül-Kevserî hazretleri uzun boylu, geniş omuzlu, dolgun vücutlu bir yapıya sâhipti. Güçlü bir işitme kâbiliyeti ve keskin görüşü vardı. Hâfızası çok kuvvetliydi. Arapça, Türkçe, Farsça ve Çerkezce lisanlarını çok iyi bilirdi. Arapçayı konuştuğu zaman onun Arap olmadığını ancak bir Arap anlayabilirdi. Çeşitli halk lehçelerini ve fasîh Arapçayı büyük bir mahâretle konuşurdu. Kendisinin esas alanı nesir olmasına rağmen şiirde de güçlü bir edipti. Hanefî mezhebine mensûb olmasına rağmen, İmâm-ı Şâfiî hazretlerine de büyük bağlılığı vardı.
İlmî çalışmalarını ince bir dikkat ve titizlikle yürütürdü. İlmî münâzara ve mülâkâtlarda kendisine yöneltilen çeşitli sorulara kesin ve iknâ edici cevaplar verirdi. İslâm âlimlerinin ve evliyâullahın büyüklüğünü kavrayamamış olan İbn-i Teymiyye ve onun yolunda olan, dinde reform yapılmasını savunan kimselere karşı çıkardı. Ehl-i sünnetin savunuculuğunu yaptığı, İslâmiyetin emir ve yasaklarının değiştirilmesine karşı çıktığı için muârızları tarafından taassupla ithâm edilmişti. Fakat onun ilmi, çalışması ve yaşayışı muârızlarının haksız ithamlarını çürütmekteydi.
Ömrünü her fırsatta eser yazmak, nasîhat etmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla geçiren Zâhidül-Kevserî hazretleri, talebelerine dâimâ faydalı eserler yazıp, basmalarını ve dağıtmalarını tavsiye ederdi.
Zâhidül-Kevserî İstanbulda ve Mısırda bulunduğu sırada pekçok talebe yetiştirip icâzet verdi. Onun talebelerinden bâzıları şunlardır: Sultan Bâyezîd Câmii vâizlerinden Hacı Cemâl el-Asûnî, Mısırdaki Kudsî Kütüphânesinin sâhibi Hüsâmeddîn Kudsî Efendi, Osmanlı Sultanı Abdülazîz Hanın yeğeni Şehzâde Hüseyin Hayreddîn Efendi. Ömrünün son günlerinde yanından ayrılmayan Çerkez asıllı Şeyh Abdullah bin Osman el-Humûsî, Şeyh Abdülfettâh Ebû Gudde, Tenîbül-Hatîb adlı eserini neşreden İzzet Attâr el-Hüseynî, İzmir vâizlerinden Ali Aksoy, Şeyh Muhammed İbrâhim Hatenî ve Şeyh Muhammed İhsân bin Abdülazîz'dir.
Zamânının tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi olan Zâhidül-Kevserî hazretleri pekçok kıymetli eser yazdı. Türkiyede iken yazdığı yirmiden fazla eserden sâdece dördü basılabilmiştir. Bunların birisi Farsça, birisi Türkçe, diğer ikisi de Arapçadır. Kendisi Türkiyede yazdığı eserler arasında tefsîre dâir iki ciltlik basılmamış eserinin çok önemli olduğunu söylerdi. Mısır ve Şamda yazdığı eserlerin sayısı ise otuzu geçmektedir. Arapça kaleme aldığı bu eserlerin çoğu basılmıştır. Hadîs, fıkıh, fıkıh usûlü ve İslâm âlimlerinin hayatlarını anlatan elliden fazla esere uzun önsözler, notlar ve açıklamalar yazmıştır. Mecelletül-İslâm gibi dînî ve ilmî dergilerde çıkan yüzden fazla makâlesi talebeleri tarafından derlenerek Makâlâtül-Kevserî adıyla yayınlanmıştır. Vehhâbîliği reddeden Esseyfüs-Sakîl kitabı ile Makâlât kitabı çok kıymetlidir. El-İşfâk alâ Ahkâmit-Talâk kitabı Kâhirede ve İrgâmül-Merîd İhlâs Vakfı tarafından İstanbulda basılmıştır. Ayrıca Hüsnüt-Tekâdî kitabı kıymetlidir. En çok hadîsle meşgûl olan, Hanefî mezhebi imâmları Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, İmâm-ı Züfer gibi talebelerinin biyoğrafileri, görüş ve ictihadları üzerinde duran Zâhidül-Kevserî hazretlerinin, Hatîbül-Bağdâdîye karşı İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerini müdâfaa etmek gâyesi ile yazdığı Tenîbül-Hatîb adlı eseri de önemlidir.
1) İrgâmül-Merîd
2) Makâlâtül-Kevserî; s.1-90
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1165
4) İşâretül-Merâm Mukaddimesi
5) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.2083
Babası aslen Kafkasyalı olup, memleketleri Ruslar tarafından işgâl edilince, hicret ederek Anadoluya geldi. Bolunun Düzce ilçesi yakınındaki bugünkü adı Çalıcumâ olan o zamanki adıyla Hacı Hasan Efendi köyüne yerleşti. Muhammed Zâhidül-Kevserî bu köyde dünyâya geldi. İlk tahsîlini babasından gördü ve Düzce âlimlerinden ilim öğrendi. Sonra İstanbula gelerek Kazasker Hasan Efendinin Dârülhadîs Medresesinde yerleşti. Fâtih dersiâmlarından Eğinli İbrâhim Hakkı Efendi ile Alasonyalı Ali Zeynelâbidîn Efendiden dînî ve Arabî ilimleri okuyarak, icâzet, diploma aldı. 1907 senesinde yapılan rüûs imtihânını kazanarak ders vekîli oldu. Ahmed Âsım Efendinin başkanlığındaki Ahıskalı Ahmed Esad Efendi, Dağıstanlı Mustafa bin Azm Efendi ve Tosyalı İsmâil Zühdü Efendilerden meydana gelen heyet huzûrunda dersiâmlık imtihânını kazandı. Bir müddet Fâtih Câmiinde müderrislik yapan Muhammed Zâhidül-Kevserî, 1913 senesinde İstanbul Müderrisliği rütbesine ulaştı. Fâtih Câmiinde müderrislik yaptığı sırada ayrıca Dârüşşafakada Arapça dersleri okuttu.
Zâhidül-Kevserî, Dârülfünûnda (İstanbul Üniversitesi) fıkıh ve fıkıh târihi derslerini okutmak için açılan imtihânı birincilikle kazanmış ise de bu vazîfeye, mevcut öğretim üyelerinden birisi vekâleten getirildiğinden, tâyini gerçekleşemedi. Ürgüplü Mehmed Hayri Efendinin şeyhülislâmlığı sırasında ıslâh edilen medreselerde belâgât, aruz ve ilm-i vâd' derslerini okuttu. Bu sırada Kastamonuda açılan yeni bir medreseyi faâliyete geçirmekle vazîfelendirildi. Üç yıl kadar bu vazîfeyi liyâkatle yürüten Zâhidül-Kevserî, istifâ ederek İstanbula döndü. İstanbula dönüşü kış mevsimine rastlıyordu. Her taraf karlarla kaplı olduğu için Karayolundan gitmeyi tercih etmeyip deniz yolundan gitmeye karar verdi. İnebolu Limanından bindiği eski bir gemi kâh durup kâh dolanarak Ereğliye yaklaştı. Zâhidül-Kevserî yola böyle devâm etmektense inmeye ve Akteşşehire geçmeye karar verdi. Orası Düzceye yakındı. Sefere ara verip Düzceye gitmeyi ve şartlar yolculuğa müsâit oluncaya kadar orada kalmayı düşünüyordu. Gemiden inip bir kayıkla Akteşşehire gitmek üzere yola koyuldu. İkindi vaktine doğru deniz hırçınlaştı. Ard arda vuran dalgalar, Zâhidül-Kevserî ve Akteşşehir yolcularının bulunduğu kayığı devirdi. Fakat yolcular devrilen kayıktan ayrılmayıp kayığın kenarlarına tutundular. Dalgalarla uğraşmadan dolayı bir müddet sonra Zâhidül-Kevserî de diğer yolcular gibi kendini kaybetti. Denizden çıkarıldığında tek hissettiği şey kulağındaki çınlamaydı. Diğer yolcular da güçlükle fakat sağ olarak sâhile çıkarıldılar. Zâhidül-Kevserînin Kastamonuya götürüp de, orada bırakmayıp İstanbula geri getirmek için yanına aldığı çok sayıda eşyâları ve nefis yazma kitapları sulara gömüldü. Aralarında asırlarca önce yazılmış ünlü âlimlere âit fıkıh, hadîs ve akâid ilimlerine dâir kitaplar da bulunuyordu.
Kazâdan sağ sâlim kurtulan Zâhidül-Kevserî hazretleri birkaç gün kalmak üzere Düzceye gitti. Bu esnâda İstanbuldan Dârüşşafaka Medresesine tâyin edildiğini bildiren telgraf geldi. Bu emir üzerine İstanbula gelen Zâhidül-Kevserî, Dârüşşafakadaki vazîfesine başladı. Bir ay sonra da Medresetül-Mütehassısîne müderris tâyin edildi. Ders vekâleti meclisine üye seçildi. Bir müddet sonra yetmiş beş Osmanlı lirası aylıkla ders vekilliğine tâyin edildi.
Sultan İkinci Bâyezîd Han bir medrese yaptırmış ve bu medresede Şeyhülislâmın bizzat ders vermesini emretmişti. Fakat zamanla Şeyhülislâmlar meşgûliyetlerinin çoğalması sebebiyle kendilerinin yerine ders vermek üzere bir vekil görevlendirmişlerdi. Şeyhülislâmın yerine ders veren bu müderrislere ders vekîli denirdi. Ders vekîlinin yetkisi El-Ezher Üniversitesi rektörünün yetkisine eşitti. Sultan Vahîdeddîn Han zamânında Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin ders vekîli olan Zâhidül-Kevserî bu şerefli vazîfeyi liyâkat ve üstün başarıyla yürüttü. Sonra Bayındırlık Kurulunun, Sultan İkinci Mustafa Hanın yaptırmış olduğu Lâleli Medresesini yıkmasına karşı çıktığı için bu vazîfesinden alındı.
İslâm dînini doğru olarak anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda giden, her türlü sapık ve bozuk cereyânlara karşı olan Zâhidül-Kevserî, Osmanlı Devletini batıran İttihâd ve Terakkîye ve onlara âlet olan, din âlimi ve şeyh geçinen fakat İslâmiyetten haberi olmayan kimselere şiddetle karşı çıktı. İstanbulda kaldığı zamanlar yüzlerce talebe yetiştirdi. Bu talebelere tahsillerinin sonunda ehliyetli olduklarına dâir icâzetnâme, diploma verdi. Fakat Ehl-i sünnet yoluna ve Ehl-i sünnet âlimlerine olan hücûmlar karşısında kale gibi direnmesini sürdürdüğü için ittihâdçılar ve onların maşaları durumunda olanların haksız ithâm ve hücumlarına uğradı. Ders Vekâleti Meclisi üyeliğini ve müderrislik vazîfesini devâm ettirdiyse de, bâzı ihlâslı kimselerin kendisine, tutuklanması için türlü oyunların tezgâhlandığını haber vermeleri üzerine durum yatışıncaya kadar geçici olarak İstanbuldan ayrılmaya karar verdi. 3 Kasım 1922 târihinde Mısıra gitmek üzere İstanbuldan ayrıldı. Deniz yoluyla İskenderiyyeye oradan da Kâhireye gitti. Birkaç ay Kâhirede kaldıktan sonra Şama gelip bir yıl burada kaldı. Sonra tekrar Kâhireye dönerek Câmiül-Ezherde (Ezher Medresesinde) okuyan Türk talebelerin kaldığı Ebüz-Zeheb Muhammed Bey Dergâhına yerleşti. Orada kaldığı müddet içinde ders okutup talebe yetiştirmekle ve ilmî eserler yazmakla meşgûl oldu. 1928 senesinde tekrar Şama gelip bir yıl kaldıktan sonra Kâhireye döndü. Dârül-Mahfûzâtil-Mısriyye (Mısır Devlet Arşivi)de bulunan bir kısım Türkçe belgeleri Arapçaya tercüme etme gibi mütevâzî bir işte çalışarak geçimini sağladı. Bir müddet sonra eşini ve çocuklarını da İstanbuldan yanına getirtti. Bir oğlu ve üç kızı olan Zâhidül-Kevserî, son senelerini ilmî eserler yazmakla geçirdi. Son yıllarda şeker hastalığı ve yüksek tansiyon rahatsızlığına tutuldu.
Bir oğlu ve üç kızı onun sağlığında Kâhirede vefât ettiler. Zâhidül-Kevserî hazretleri de 1951 (H.1371) senesinde Kâhirede vefât etti. Câmiül-Ezherde kılınan cenâze namazından sonra Karâfe Kabristanında İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kabri civârında, dostu İbrâhim Selîme âit bölümde defnedildi. Vefâtından sonra ayağına sıcak su dökülüp rahatsızlanan hanımı Türkiyeye dönmüş ve 1957 senesinde Düzcede vefât etmiştir.
Zâhidül-Kevserî hazretleri uzun boylu, geniş omuzlu, dolgun vücutlu bir yapıya sâhipti. Güçlü bir işitme kâbiliyeti ve keskin görüşü vardı. Hâfızası çok kuvvetliydi. Arapça, Türkçe, Farsça ve Çerkezce lisanlarını çok iyi bilirdi. Arapçayı konuştuğu zaman onun Arap olmadığını ancak bir Arap anlayabilirdi. Çeşitli halk lehçelerini ve fasîh Arapçayı büyük bir mahâretle konuşurdu. Kendisinin esas alanı nesir olmasına rağmen şiirde de güçlü bir edipti. Hanefî mezhebine mensûb olmasına rağmen, İmâm-ı Şâfiî hazretlerine de büyük bağlılığı vardı.
İlmî çalışmalarını ince bir dikkat ve titizlikle yürütürdü. İlmî münâzara ve mülâkâtlarda kendisine yöneltilen çeşitli sorulara kesin ve iknâ edici cevaplar verirdi. İslâm âlimlerinin ve evliyâullahın büyüklüğünü kavrayamamış olan İbn-i Teymiyye ve onun yolunda olan, dinde reform yapılmasını savunan kimselere karşı çıkardı. Ehl-i sünnetin savunuculuğunu yaptığı, İslâmiyetin emir ve yasaklarının değiştirilmesine karşı çıktığı için muârızları tarafından taassupla ithâm edilmişti. Fakat onun ilmi, çalışması ve yaşayışı muârızlarının haksız ithamlarını çürütmekteydi.
Ömrünü her fırsatta eser yazmak, nasîhat etmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla geçiren Zâhidül-Kevserî hazretleri, talebelerine dâimâ faydalı eserler yazıp, basmalarını ve dağıtmalarını tavsiye ederdi.
Zâhidül-Kevserî İstanbulda ve Mısırda bulunduğu sırada pekçok talebe yetiştirip icâzet verdi. Onun talebelerinden bâzıları şunlardır: Sultan Bâyezîd Câmii vâizlerinden Hacı Cemâl el-Asûnî, Mısırdaki Kudsî Kütüphânesinin sâhibi Hüsâmeddîn Kudsî Efendi, Osmanlı Sultanı Abdülazîz Hanın yeğeni Şehzâde Hüseyin Hayreddîn Efendi. Ömrünün son günlerinde yanından ayrılmayan Çerkez asıllı Şeyh Abdullah bin Osman el-Humûsî, Şeyh Abdülfettâh Ebû Gudde, Tenîbül-Hatîb adlı eserini neşreden İzzet Attâr el-Hüseynî, İzmir vâizlerinden Ali Aksoy, Şeyh Muhammed İbrâhim Hatenî ve Şeyh Muhammed İhsân bin Abdülazîz'dir.
Zamânının tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi olan Zâhidül-Kevserî hazretleri pekçok kıymetli eser yazdı. Türkiyede iken yazdığı yirmiden fazla eserden sâdece dördü basılabilmiştir. Bunların birisi Farsça, birisi Türkçe, diğer ikisi de Arapçadır. Kendisi Türkiyede yazdığı eserler arasında tefsîre dâir iki ciltlik basılmamış eserinin çok önemli olduğunu söylerdi. Mısır ve Şamda yazdığı eserlerin sayısı ise otuzu geçmektedir. Arapça kaleme aldığı bu eserlerin çoğu basılmıştır. Hadîs, fıkıh, fıkıh usûlü ve İslâm âlimlerinin hayatlarını anlatan elliden fazla esere uzun önsözler, notlar ve açıklamalar yazmıştır. Mecelletül-İslâm gibi dînî ve ilmî dergilerde çıkan yüzden fazla makâlesi talebeleri tarafından derlenerek Makâlâtül-Kevserî adıyla yayınlanmıştır. Vehhâbîliği reddeden Esseyfüs-Sakîl kitabı ile Makâlât kitabı çok kıymetlidir. El-İşfâk alâ Ahkâmit-Talâk kitabı Kâhirede ve İrgâmül-Merîd İhlâs Vakfı tarafından İstanbulda basılmıştır. Ayrıca Hüsnüt-Tekâdî kitabı kıymetlidir. En çok hadîsle meşgûl olan, Hanefî mezhebi imâmları Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, İmâm-ı Züfer gibi talebelerinin biyoğrafileri, görüş ve ictihadları üzerinde duran Zâhidül-Kevserî hazretlerinin, Hatîbül-Bağdâdîye karşı İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerini müdâfaa etmek gâyesi ile yazdığı Tenîbül-Hatîb adlı eseri de önemlidir.
1) İrgâmül-Merîd
2) Makâlâtül-Kevserî; s.1-90
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1165
4) İşâretül-Merâm Mukaddimesi
5) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.2083