- Konum
- Cennet Şelaleleri. ♡
-
- Üyelik Tarihi
- 20 Ara 2012
-
- Mesajlar
- 4,143
-
- MFC Puanı
- 312
Hak ile gönderilmiş olan (Bakara, 2/119; Fatır, 35/24.) Allah Rasûlü (sav)nün dilinde de hak kavramı, Kuran ayetlerinde olduğu gibi (bk. Araf, 7/169, 89; Yunus, 10/30, 35, 36; Bakara, 2/236; Yusuf, 12/51; İsra, 17/105, 81; Hac, 22/62; Nisa, 4/105; Maide, 5/77; Bakara, 2/119; Fatır, 35/24) geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Yirmi üç yıllık risalet hayatı Hakkı hâkim kılma mücadelesiyle geçen Peygamberimizin zihin dünyasında en önemli ve öncelikli kavramlardan birisidir.
Bilindiği gibi İslami öğretide Hakkullah ve Hakkul-İbad olmak üzere ikili bir taksim söz konusudur. Birincisi Allah ile insan arasındaki hakları; ikincisi ise, insanın diğer insanlarla olan hukukunu ifade eder. Hz. Peygambere göre Allahın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve Ona ibadet etmeleri; kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır. (Müslim, İman, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
Doğuştan gelen haklar olduğu gibi, sonradan kazanılan haklar da vardır. Hz. Peygamber bu konuda Şüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir... (Tirmizi, Vesaya, 5) buyurmak suretiyle aslında birçok hakkın Cenab-ı Hak tarafından belirlendiğinin altını çizer. İslama göre din, ırk, cinsiyet ve millet farkı gözetmeksizin her insanın doğuştan sahip olduğu en önemli hakkı şüphesiz ki hayat hakkıdır. Aslında bu hak, daha ana rahminde canlı bir organizma denilecek aşamada başlar. Ayrıca izzet, haysiyet, namus, mal, mülk edinme gibi, insan denince akla gelen ve onu tamamlayan maddi manevi değerler de temel haklardandır. (Buhari, İlim, 9; Müslim, Kasame, 30)
Hz. Peygamberin hak anlayışında asla haksızlığa ve iltimasa yer yoktur. Adalet ve hakkaniyetin gereği ne ise o yapılacaktır. Bu noktada hiç kimsenin ayrıcalığı, imtiyazı söz konusu değildir. Nitekim Mahzum Kabilesinden hırsızlık yapan bir kadına Hz. Peygamberin verdiği cezayı düşürmesi için, kadının akrabaları Rasûlullah (sav)ın çok sevdiği Üsameyi aracılık etmesi için gönderirler. Rasûlullah (sav) Allahın hudutlarından birisi için aracı olduğundan dolayı Üsameye sert çıkar ve ardından halka bir hutbe irat eder. Hutbesinde önceki kavimlerin güçlü kimseler çaldıklarında bırakıp, zayıflar çaldıklarında had uygulamaları yüzünden helak olduklarını belirttikten sonra Kızım Fatıma da olsa, mutlaka cezalandırırdım. (Abdurrazzak, X, 2012, no: 188301; Buhari, Enbiya, 18, IV. 213-4; Müslim, Hudud, 8-11, II. 1315-6; Ebu Davud, Hudud, 4, no: 4373, IV. 537) buyurur.
Onun dilinde bireylerin hakları kadar sorumlulukları da vardır. Hak konusunda titiz olmaları beklenen bireyler, beraberinde sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmelidirler. Hak ve sorumluluk dengesini gözeten Allah Rasûlü (sav), ashabına daima hakkın her türlü hatırdan daha yüce olduğunu öğretmeye çalışmıştır. Hz. Aişenin azat ettiği cariyesi Berire, hürriyetine kavuşur kavuşmaz köle olan kocası Muğisten ayrılmayı tercih eder. Eşini çok seven Muğis, ayrılmaması için Medine sokaklarında ağlaya ağlaya onun peşinden dolaşır. Nihayet Hz. Peygambere gelerek Ey Allahın Rasulü ne olur benim için aracı oluver diye ricada bulunur. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ey Berire! Allahtan kork, o senin hem kocan, hem de çocuğunun babası, ne var ona geri dönsen? diyerek onu geri dönmeye teşvik eder. Bunları dinleyen Berire: Ey Allahın Rasûlü! Emir mi buyuruyorsun? diye sorar. Hz. Peygamber: Ben yalnızca aracılık yapıyorum cevabını verince o, Benim ona ihtiyacım yok! der. (Abdurrazzak, VII. 250 no: 13010; Buhari, Talâk, 16, VI. 1712; Ebu Davud, Talak, 19, no: 2231, II. 6701; Darimi, Talak, 15, s. 566; Ahmed, I. 215, 361, VI. 180)
Başka bir rivayette ise Berire: Ondan ayrılmak benim (şer'i bir hakkım) değil mi?" diye Hz. Peygambere sorunca, o Tabii ki (hakkın) buyurur. Bu cevabı alan Berire Öyleyse ben ondan ayrılıyorum der. (Darimi, Talak 15, s. 565)
Hz. Peygamber, insanların karşılıklı olarak birbirlerinin haklarına riayet etmelerini, yapılan haksızlıkları dünyada iken telafi etmeleri gerektiğini vurgular: Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helalleşsin buyurur.
Rasulüllahın ricasının, uyulması gereken bağlayıcı bir emir olmadığını, ayrılmasının şer'i bir hakkı olduğunu; Hz. Peygamberin burada herhangi birisi gibi yalnızca bir aracı konumunda olduğunu öğrenen Berire, kararından vazgeçmemiş ve kocasından ayrılmayı yeğlemiştir. Hz. Peygamber onun bu kararlılığını görünce amcası Abbasa, Muğisin Berireye olan şu sevgisiyle, Berirenin ona olan bu buğzuna şaşırmıyor musun?" (Buhari, Ebu Davud, Darimi, aynı yerler) diyerek sadece hayretini dile getirmiştir. Hz. Peygamberin aracılığını kabul etmemesinden dolayı Berireyi, ne Rasûlullah (sav) ne de Müslümanlar ayıplamışlardır. Kanaatimizce bu olayda Hz. Peygamber ve sahabe, hakkın her şeyden daha aziz olduğunu, hukukun üstünlüğünü tarihe altın harflerle yazmışlardır. Hem bir peygamber, hem bir devlet başkanı sıfatlarına haiz bulunmasına rağmen Hz. Peygamber karşısında, herhangi bir sahabi, hakkını savunabiliyor, onun talebine rağmen vazgeçmemesi hâlinde kınanmıyorsa işte burada ideal ve gerçek bir lider-tebaa ilişkisi var demektir. Allah Rasûlü (sav)nün hadislerine bakıldığında kul hakkı üzerinde daha fazla durulduğu görülür. Günümüzde çok revaçta olan insan hakları yerine İslam kültüründe kısaca kul hakları tabiri kullanılır. İnsan hakları, sadece insan ile insan arasındaki karşılıklı hukuku ifade ederken kul hakları önce Allah ile kul arasındaki, sonra da kul ile kullar arasındaki hukuka işaret eder. Dolayısıyla, kul hakları tabiri, içerik olarak insan hakları tabirinden çok daha geniştir.
Hz. Peygamber, insanların karşılıklı olarak birbirlerinin haklarına riayet etmelerini, yapılan haksızlıkları dünyada iken telafi etmeleri gerektiğini vurgular: Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helalleşsin buyurur. (Buhari, Rikak, 48) Zira ilahî adalet gereği kıyamet günü geldiğinde Allah Teâlâ boynuzsuz koyuna eziyet eden boynuzlu koyundan bile hesap soracaktır. (Müslim, Birr ve Sıla, 60) Yapılan haksızlıkların ahirete bırakılmasını ise müflis benzetmesi ile anlatır:
Asıl müflis, kıyamet gününde kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını da dövmüştür. (İhlal ettiği bu hakların karşılığı olarak) iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır. (Müslim, Birr ve Sıla, 59)
Hak ve hakkaniyet konusundaki titizliği gereği Rahmet Elçisi, kişilerin kendilerine de haksızlık yapmalarına izin vermemiştir. Peygamber (kendisini ibadete vererek dünyadan el etek çektiğini duyduğunda) Osman b. Mazuna şöyle buyurmuştur: Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır (Ebu Davud, Tatavvu, 27) Aynı şekilde peş peşe oruç tutan, geceleri de sürekli namaz kılan Abdullaha da şu uyarıyı yapar: Aman böyle yapma. Çünkü senin üzerinde gözünün hakkı var, nefsinin hakkı var, ailenin (eşinin) hakkı var. (Müslim, Sıyam, 186) İşte böyle bir Hak duyarlılığını yaşayarak ortaya koyan Rahmet Elçisinin ümmetinden de aynı duyarlılık beklenmelidir. Hakkın, hakkaniyetin, kısaca hukukun üstünlüğünü tarihte olduğu gibi bugün de en güzel örneklerle insanlığa sunmalıdırlar.
Bilindiği gibi İslami öğretide Hakkullah ve Hakkul-İbad olmak üzere ikili bir taksim söz konusudur. Birincisi Allah ile insan arasındaki hakları; ikincisi ise, insanın diğer insanlarla olan hukukunu ifade eder. Hz. Peygambere göre Allahın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve Ona ibadet etmeleri; kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır. (Müslim, İman, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
Doğuştan gelen haklar olduğu gibi, sonradan kazanılan haklar da vardır. Hz. Peygamber bu konuda Şüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir... (Tirmizi, Vesaya, 5) buyurmak suretiyle aslında birçok hakkın Cenab-ı Hak tarafından belirlendiğinin altını çizer. İslama göre din, ırk, cinsiyet ve millet farkı gözetmeksizin her insanın doğuştan sahip olduğu en önemli hakkı şüphesiz ki hayat hakkıdır. Aslında bu hak, daha ana rahminde canlı bir organizma denilecek aşamada başlar. Ayrıca izzet, haysiyet, namus, mal, mülk edinme gibi, insan denince akla gelen ve onu tamamlayan maddi manevi değerler de temel haklardandır. (Buhari, İlim, 9; Müslim, Kasame, 30)
Hz. Peygamberin hak anlayışında asla haksızlığa ve iltimasa yer yoktur. Adalet ve hakkaniyetin gereği ne ise o yapılacaktır. Bu noktada hiç kimsenin ayrıcalığı, imtiyazı söz konusu değildir. Nitekim Mahzum Kabilesinden hırsızlık yapan bir kadına Hz. Peygamberin verdiği cezayı düşürmesi için, kadının akrabaları Rasûlullah (sav)ın çok sevdiği Üsameyi aracılık etmesi için gönderirler. Rasûlullah (sav) Allahın hudutlarından birisi için aracı olduğundan dolayı Üsameye sert çıkar ve ardından halka bir hutbe irat eder. Hutbesinde önceki kavimlerin güçlü kimseler çaldıklarında bırakıp, zayıflar çaldıklarında had uygulamaları yüzünden helak olduklarını belirttikten sonra Kızım Fatıma da olsa, mutlaka cezalandırırdım. (Abdurrazzak, X, 2012, no: 188301; Buhari, Enbiya, 18, IV. 213-4; Müslim, Hudud, 8-11, II. 1315-6; Ebu Davud, Hudud, 4, no: 4373, IV. 537) buyurur.
Onun dilinde bireylerin hakları kadar sorumlulukları da vardır. Hak konusunda titiz olmaları beklenen bireyler, beraberinde sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmelidirler. Hak ve sorumluluk dengesini gözeten Allah Rasûlü (sav), ashabına daima hakkın her türlü hatırdan daha yüce olduğunu öğretmeye çalışmıştır. Hz. Aişenin azat ettiği cariyesi Berire, hürriyetine kavuşur kavuşmaz köle olan kocası Muğisten ayrılmayı tercih eder. Eşini çok seven Muğis, ayrılmaması için Medine sokaklarında ağlaya ağlaya onun peşinden dolaşır. Nihayet Hz. Peygambere gelerek Ey Allahın Rasulü ne olur benim için aracı oluver diye ricada bulunur. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ey Berire! Allahtan kork, o senin hem kocan, hem de çocuğunun babası, ne var ona geri dönsen? diyerek onu geri dönmeye teşvik eder. Bunları dinleyen Berire: Ey Allahın Rasûlü! Emir mi buyuruyorsun? diye sorar. Hz. Peygamber: Ben yalnızca aracılık yapıyorum cevabını verince o, Benim ona ihtiyacım yok! der. (Abdurrazzak, VII. 250 no: 13010; Buhari, Talâk, 16, VI. 1712; Ebu Davud, Talak, 19, no: 2231, II. 6701; Darimi, Talak, 15, s. 566; Ahmed, I. 215, 361, VI. 180)
Başka bir rivayette ise Berire: Ondan ayrılmak benim (şer'i bir hakkım) değil mi?" diye Hz. Peygambere sorunca, o Tabii ki (hakkın) buyurur. Bu cevabı alan Berire Öyleyse ben ondan ayrılıyorum der. (Darimi, Talak 15, s. 565)
Hz. Peygamber, insanların karşılıklı olarak birbirlerinin haklarına riayet etmelerini, yapılan haksızlıkları dünyada iken telafi etmeleri gerektiğini vurgular: Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helalleşsin buyurur.
Rasulüllahın ricasının, uyulması gereken bağlayıcı bir emir olmadığını, ayrılmasının şer'i bir hakkı olduğunu; Hz. Peygamberin burada herhangi birisi gibi yalnızca bir aracı konumunda olduğunu öğrenen Berire, kararından vazgeçmemiş ve kocasından ayrılmayı yeğlemiştir. Hz. Peygamber onun bu kararlılığını görünce amcası Abbasa, Muğisin Berireye olan şu sevgisiyle, Berirenin ona olan bu buğzuna şaşırmıyor musun?" (Buhari, Ebu Davud, Darimi, aynı yerler) diyerek sadece hayretini dile getirmiştir. Hz. Peygamberin aracılığını kabul etmemesinden dolayı Berireyi, ne Rasûlullah (sav) ne de Müslümanlar ayıplamışlardır. Kanaatimizce bu olayda Hz. Peygamber ve sahabe, hakkın her şeyden daha aziz olduğunu, hukukun üstünlüğünü tarihe altın harflerle yazmışlardır. Hem bir peygamber, hem bir devlet başkanı sıfatlarına haiz bulunmasına rağmen Hz. Peygamber karşısında, herhangi bir sahabi, hakkını savunabiliyor, onun talebine rağmen vazgeçmemesi hâlinde kınanmıyorsa işte burada ideal ve gerçek bir lider-tebaa ilişkisi var demektir. Allah Rasûlü (sav)nün hadislerine bakıldığında kul hakkı üzerinde daha fazla durulduğu görülür. Günümüzde çok revaçta olan insan hakları yerine İslam kültüründe kısaca kul hakları tabiri kullanılır. İnsan hakları, sadece insan ile insan arasındaki karşılıklı hukuku ifade ederken kul hakları önce Allah ile kul arasındaki, sonra da kul ile kullar arasındaki hukuka işaret eder. Dolayısıyla, kul hakları tabiri, içerik olarak insan hakları tabirinden çok daha geniştir.
Hz. Peygamber, insanların karşılıklı olarak birbirlerinin haklarına riayet etmelerini, yapılan haksızlıkları dünyada iken telafi etmeleri gerektiğini vurgular: Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helalleşsin buyurur. (Buhari, Rikak, 48) Zira ilahî adalet gereği kıyamet günü geldiğinde Allah Teâlâ boynuzsuz koyuna eziyet eden boynuzlu koyundan bile hesap soracaktır. (Müslim, Birr ve Sıla, 60) Yapılan haksızlıkların ahirete bırakılmasını ise müflis benzetmesi ile anlatır:
Asıl müflis, kıyamet gününde kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını da dövmüştür. (İhlal ettiği bu hakların karşılığı olarak) iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır. (Müslim, Birr ve Sıla, 59)
Hak ve hakkaniyet konusundaki titizliği gereği Rahmet Elçisi, kişilerin kendilerine de haksızlık yapmalarına izin vermemiştir. Peygamber (kendisini ibadete vererek dünyadan el etek çektiğini duyduğunda) Osman b. Mazuna şöyle buyurmuştur: Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır (Ebu Davud, Tatavvu, 27) Aynı şekilde peş peşe oruç tutan, geceleri de sürekli namaz kılan Abdullaha da şu uyarıyı yapar: Aman böyle yapma. Çünkü senin üzerinde gözünün hakkı var, nefsinin hakkı var, ailenin (eşinin) hakkı var. (Müslim, Sıyam, 186) İşte böyle bir Hak duyarlılığını yaşayarak ortaya koyan Rahmet Elçisinin ümmetinden de aynı duyarlılık beklenmelidir. Hakkın, hakkaniyetin, kısaca hukukun üstünlüğünü tarihte olduğu gibi bugün de en güzel örneklerle insanlığa sunmalıdırlar.