- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Hz. PEYGAMBERİN ÖRNEK AHLÂKI ve ŞAHSİYETİ
Kuşkusuz hem ferdî hem de sosyal bakımdan İslâmın ideal ve örnek insanı
Hz. Muhammeddir. Nitekim Kurân-ı Kerîm Resûlullahın hayat ve
şahsiyetini müslümanlar için örnek olarak göstermiş (el-Ahzâb 33/21); bu
sebeple ashâb-ı kirâm onun hayatını titizlikle izlemişler; bu hayatı hem bizzat
kendi yaşayışlarına örnek almışlar hem de sonraki nesillere büyük bir
gayret ve itina ile nakletmişlerdir. Onun ahlâkı ve şahsiyeti hakkında en
önemli kaynak Kurân-ı Kerîmdir. Çünkü, Hz. Âişenin belirttiği gibi (Müslim,
Müsâfirîn, 139) Onun ahlâkı Kurandır. Hadis külliyatıyla siyer,
şemâil ve hilye kitapları Hz. Peygamberin hayatını, bedenî özelliklerini ve
ahlâkî kişiliğini anlatan hadis ve haberleri ihtiva eder.
Bu kaynakların verdiği mâlumat, yalnızca Peygamberimizin ahlâkını
tanıtmak bakımından değil, aynı zamanda hem Asr-ı saâdet toplumunun
genel karakteri hakkında bize fikir vermesi hem de bir müslümanın ahlâkî
İSLÂM AHLÂKI 553
kişiliğinin nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Resûlullah bir defasında kendisini şöyle tanıtmıştı: Rabbimin katında
benim on ismim var: Ben Muhammedim; Ahmedim; Mâhîyim, yani Allah
benim vasıtamla inkârcılığı mahvedecektir; ben Hâşirim, yani Allah kullarını
benim izimde toplayacaktır; ben rahmet Peygamberiyim, tövbe Peygamberiyim,
kahramanlık Peygamberiyim. Ben Mukaffîyim, yani bütün
insanları Allah yoluna yöneltirim. Nihayet ben (insanlığı) kemale erdirenim
(Müslim, Fezâil, 126).
Kusursuz bir ifade kabiliyetine sahip olan Resûlullah, hayatı boyunca
sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini harfi harfine yaşamıştır. O, daima
tatlı dilli, güler yüzlü ve toleranslı olmuş; bununla beraber sözlerini saygı ile
dinletmeyi de başarmıştır.
Peygamberimiz toplulukta yemek yemeyi severdi. Yemeğe besmele ile
başlar, sağ elini kullanır, tıka basa doymadan sofradan kalkar, yemekten
önce ve sonra ellerini yıkardı. Sağlığa zararlı ve dinen haram olan veya kokusuyla
çevresindekileri rahatsız edecek şeyleri yemez; bunların dışında
hiçbir yemek için sevmiyorum demezdi. Sofra kurallarına mutlaka uyar,
bu konuda çevresindekileri de sabırla ve nezaketle eğitirdi.
İpek elbise giymez, altın yüzük takmazdı. Giyiminde temizliğe ve sadeliğe
önem verir, pejmürdelikten hoşlanmazdı. Temizliği imanın yarısı sayardı.
Bizzat kendisi temiz olduğu gibi bu alışkanlığı etrafındakilere de kazandırmaya
çalışırdı. Lüks ve ihtişama önem vermez, geçici sıkıntıları tasa
edinmezdi. Diğer müslümanlara da kanaatkâr olmayı, hayata daima iyimser
bakmayı telkin ederdi.
Gönlü zengindi. Affetmeyi sever, kimseyi incitmez, düşmanlarının dahi
iyiliğini isterdi. Kurân-ı Kerîmde onun bu meziyetinden övgüyle bahsedilir
ve şöyle buyurulur: Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, muhakkak ki insanlar
çevrenden dağılır giderlerdi... (Âl-i İmrân 3/159). O, insanların kusurlarını
yüzlerine vurmaz, tenkitlerini isim vermeden yapardı.
Bir öğünlük yemeğini olmayana verdiği için kendisinin ve ailesinin aç
sabahladığı geceler çok olmuş; fakat kendisi ve ailesi, açlığın sıkıntısını iyilik
yapmanın ve Allahın hoşnutluğunu kazanmanın verdiği mutlulukla
altetmeyi bilmişlerdir.
Yeri gelince eşsiz bir yiğit, yeri gelince de son derece halim selim idi.
Adaleti titizlikle korur; insanlara sırf mevki ve makamlarına göre muamele
554 İLMİHAL
etmezdi. Aksine fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin, hastaların, gariplerin,
çocukların daha çok ilgi ve mutluluğa muhtaç olduklarını bilir ve bunu onlardan
esirgemezdi.
Kibirlenmekten nefret eder, kibirle imanın bir kalpte birleşemeyeceğini
söyler; kimseye karşı ululuk taslamaz; fakat düşmanları karşısında da ezilip
küçülmezdi. Otoritesini sürdürmek için sunî ve zorlama tedbirlere başvurmaz;
meclislerde boş bulduğu yere otururdu. Dalkavukluktan nefret ederdi.
Kendisine bir ilâh gözüyle bakılmasına asla razı olmaz; kendisinin de bir insan
olduğunu, sadece Allahın korumasıyla hata ve günahtan kurtulabilece-
ğini -hiçbir kaygıya kapılmadan- samimiyetle ifade ederdi. Halkın arasına
katılır; insanlarla olan ilişkilerini herhangi bir insan gibi sürdürür; hastaları,
dostlarını, komşularını ziyaret eder; müslümanların acı ve tatlı günlerini
paylaşmaktan geri kalmazdı.
Resûlullahın aile hayatı son derece muntazamdı. Eşlerine saygı gösterir;
haklarına riayet eder; hatta geceleyin ibadet etmek istediği zaman bile
eşinden izin alma inceliğini gösterirdi. Aile bireyleriyle şakalaşmayı sever,
nâdiren vuku bulan aile içi tatsızlıkları anlayışla karşılar, ikazlarını incitmeden,
medenîce yapardı.
Din ve dünya işleri arasında ideal bir uyum kurması, onun en önemli
özelliklerinden ve başarısının sebeplerinden biridir. Bir hıristiyan olan müsteşrik
M. G. Demombynes, Muhammed (s. 599-600) isimli önemli eserinde,
İslâmiyetin Hıristiyanlığa üstünlüğünü ve Hz. Peygamberin başarısının sebeplerini
şöyle anlatıyor: Îsânın vaazında öbür dünya için hazırlık, bu
dünyanın nimetlerinden vazgeçmekle başlar. İslâmda ise kesinlikle böyle
bir şey yoktur... İslâma göre, iyi bir şekilde kullanmak şartıyla hiçbir nimet
kötü değildir.
Bazı sahâbîler, ebedî kurtuluşlarını kazanabilmek için geceleri hep namaz
kılacaklarını, gündüzleri oruç tutacaklarını, evlenmeyeceklerini, evli
olanlar eşlerine yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber bu gelişmeyi
duyunca onları şu sözlerle uyardı: Sizin şöyle şöyle söylediğinizi
duyuyorum. Bakın, yemin ederim ki ben, Allaha hepinizden daha çok saygılıyım.
Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler
de. Namaz da kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim... Kim benim
sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur
(Buhârî, Nikâh, 1). Dünyada zühd içinde olmak, helâli haram saymak
değildir (Tirmizî, Zühd, 29).
İSLÂM AHLÂKI 555
Kuran Allah elçisini güzel örnek olarak gösteriyor. Muhammed Hamîdullahın
dediği gibi, Şayet Hz. Muhammed, insanın dünya hayatını,
zevklerini tamamen reddeden, bunlardan uzak kalan bir melek hayatı sürdürmek
isteseydi, onun sürdürdüğü bu hayat, insanlar için ölü doğmuş bir
kural olarak kalacaktı (İslâm Peygamberi, II, 664). Nitekim Romanın barbarlaştırdığı
Hıristiyanlık dünyaya hâkim olsa bile, Îsâya nisbet edilen Hı-
ristiyanlık kilise hatta mânastırların duvarlarını aşamamıştır.
Resûlullahın diğer bir önemli özelliği, Kuranın deyimiyle insan-peygamber
oluşudur (el-İsrâ 17/93). Onun ebedî mesajına göre, kendisi de dahil
olmak üzere, Bütün insanlar hata eder; hata edenlerin en hayırlısı ise
tövbe edenlerdir (Tirmizî, Kıyâmet, 49). En mükemmel insanın hayatında
bile iyilik-kötülük mücadelesinin bittiği bir son nokta yoktur. O sebepledir
ki, kendisine Yaşlandınız, yâ Resûlellah! denildiğinde o, Beni Hûd ve
Şûrâ sûreleri yaşlandırdı (Tirmizî, Tefsîr, 56, 6) buyurmuşlardır. Çünkü
her iki sûrede de, Sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! (Hûd 11/112; eş-
Şûrâ 42/15) denilmektedir. Fahreddin er-Râzînin de belirttiği gibi bu âyet,
ahlâkî hayatın kolay olmadığını gösterir. Zira bir ömür boyu doğruluk
çizgizinden sapmadan ilerlemek, Kuranın deyimiyle, bu sarp yokuşu tırmanabilmek
zor, zor olduğu kadar da kutsal bir çabadır.
İslâm dini prensip olarak Hıristiyanlıkta olduğu gibi, Hz. Peygamber de
dahil olmak üzere, hiçbir insanı ilâhlık mertebesinde hatasız kabul etmemiş-
tir. Bu yüzden Peygamberimiz, sık sık tövbe ve istiğfar ettiğini söyler; iyilik
yolunda sebat ettirmesi, ahlâkını güzelleştirmesi için Allaha dua ederdi
(meselâ bk. Müslim, Müsâfirîn, 201; Nesâî, İftitâh, 16, 17).
Hz. Muhammed, Allah tarafından ebedî risâletle görevlendirilmiş olmak
bakımından en büyük şeref ve imtiyaza mazhar olmuştur. Bunun yanında o
hem bir insan ve kul olarak hem de kendi deyimiyle ahlâkî güzellikleri tamamlamak
için gönderilmiş bir rehber olarak bütün ömrünü erdemli yaşamaya
adamış olmak bakımından da en seçkin insandır ve bu yüzden üsve-i
hasene (güzel örnek)dir.
Onun en yüksek ve örnek faziletlerinden biri de kendisini kanunlar üstü
görmemesidir. Kurân-ı Kerîmde defalarca ona, kendisine vahyedilene uyması
emredilmiştir. Zümer sûresinin 12. âyetinde ona verilen bir tâlimat
olan, Ben müslümanların ilki olmakla emrolundum şeklindeki ifade, onun
ahlâk ve fazilette de öncü ve örnek olmasını gerektirir. Bu sebepledir ki,
Kurân-ı Kerîmdeki pek çok emir ve yasak doğrudan ona hitap eder.
556 İLMİHAL
Herkesin kabul ettiği üzere kötülüklerin en fenası, bir insanın inanmadığı
bir görüşü savunması, yapmadığı bir işi emretmesidir. Kuranda da,
Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir öfkeye sebep
olur (es-Saf 61/3) buyurulmuştur. Münafıkların cehennemin en dibinde
gösterilmesi de bundandır (en-Nisâ 4/145). Bu açıdan, Hz. Peygamberin
inanmadığı veya yaşamadığı bir görüşü, bir işi buyurduğuna, kendi kendisiyle
çeliştiğine dair tek bir örnek yoktur. Bu yüzden düşmanları tarafından
bile Muhammedül-emîn diye anılmış; risâletine ilk inananlar, kendisini
en iyi tanıyan yakınları olmuştur. Tarihte ilkeler koyan nice düşünürler
unutulup gitmiş; fakat yalnız peygamberler, çağlar boyunca hak, dürüstlük,
iyilik ve fazilet örneği olarak saygıyla izlenmişlerdir. Özellikle, hayatını ayrıntılarıyla
tanıma bahtına erdiğimiz yegâne peygamber olan Allah Resulünün,
getirdiği evrensel ilkeler yanında, bir çocuğun başını okşaması,
kızması beklenen bir küstahlığı tebessümle karşılaması, sıradan insanların
meseleleriyle içtenlikle ilgilenmesi gibi basit görünen faziletli davranışları bile
eşsiz bir ahlâk kahramanının, fazilet âbidesinin zengin ahlâkî kişiliğini
oluşturmuştur.
Kurân-ı Kerîmin birkaç âyetinde Hz. Peygamber, bazı küçük yanılgıları
sebebiyle ikaz edilmiştir. Bu âyetler onun bir ilâh gibi kabul edilmemesi gerektiğini
göstermesi bakımından önemlidir. Fakat, bundan daha önemlisi
şudur ki, Resûlullah bu âyetleri, en küçük bir komplekse kapılmadan, açık
yüreklilikle halka okumuş, duyurmuş; dahası namazlarda okunmasına izin
vermiştir. Tarihte kendisini eleştiren sözleri okumayı ibadet sayacak kadar
ahlâkta ve fazilette yücelmiş olan bir başka şahsiyet yoktur. İşte bundan
dolayı o, insanlığa örnek, âlemlere rahmettir.
Allah Resulü, davet ettiği insanlara, âhiret kurtuluşundan başka hiçbir
peşin çıkar vaad etmiyordu. Aksine, bu yolun uzun, çetin ve dikenli oldu-
ğunu, onlara, göklerin, yerin ve dağların bile taşıyamayacağı bir emanet getirdiğini
açıklıyor; fakat samimi bir mümin, lekesiz bir insan olarak her türlü
bâtıllardan, edepsiz ve aşağılık davranışlardan kurtularak, doğru ve samimi
imana, faziletlerle süslü insanlığa çağırıyordu. Bizzat kendi yaşayışıyla da
bu imanın ve faziletin zengin örneğini sergiliyordu. Nitekim Mekkede müş-
riklerin dayanılmaz boyutlara ulaşan baskısı karşısında Habeşistana sığı-
nan müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebû Tâlibin, Habeş hükümdarının
huzurunda yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:
Biz vaktiyle Câhiliye halkı olarak putlara tapar, ölü hayvan eti yerdik. Bir
sürü edepsizlikler yapardık; yakınlarımıza ilgisiz kalır, komşularımıza kötülük
İSLÂM AHLÂKI 557
ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi. İşte Allah bize Peygamberimizi
göndermezden önceki halimiz bu idi... O Peygamber bize doğruluğu öğretti;
emanete sadık kalmayı, akrabamıza ilgi göstermeyi, komşularımıza iyi davranmayı,
insanların haklarına ve hayatlarına saygılı olmayı emretti. Çirkin
davranışları, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira
atmayı yasakladı. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 202)
Resûlullahın düşmanları, onu, atalarının dinini terkettiği, şair, mecnun
sihirbaz olduğu gibi iddialar ve saçmalıklarla halkın gözünden düşürmeye
çalıştılar. Fakat, bir hıristiyan ilâhiyatçının da dediği gibi, Hz. Muhammedin
çağdaşları onda hiçbir ahlâkî kusur göremediler (M. Watt, Hz. Muhammed,
s. 246); bu sebeple de ona asla gerçek bir kusur isnat edemediler.
Sadece, her zaman ve her devirde bütün zalimlerin başvurduğu yolları izlediler;
yani onunla ve ona inananlarla alay ettiler, hakaret ettiler, zulmettiler,
abluka altına alıp açlığa mahkûm ettiler. Ancak otoritesini ve saygınlığını
zorbalıktan değil, getirdiği ilâhî prensiplerden, dayandığı doğrulardan, yaşadığı
erdemlerden alan Allah elçisinin karşısında zalimlerin direnişi sadece bir
çocukluk devresi kadar sürebildi. En sonunda Allah ona, haksızlıkla çıkarıldığı
kutsal yurdu Mekkeye muzaffer olarak dönme mutluluğunu yaşattı.
Mekke fethedilince Resûlullah, bütün suçluların bağışlandığını ilân etti.
O vakte kadar, Ebû Cehilden sonra müşriklerin lideri ve İslâmın en yaman
düşmanı olan Ebû Süfyân İslâm karargâhına geldiğinde, Hz. Peygamber
onu saygıyla karşılamış; hatta evinin dokunulmazlığı, oraya sığınanların
güvence içinde olduğu tâlimatını vermişti. Bu tavır bize, eşsiz bir cesarete
sahip muzaffer bir kumandanın, aynı zamanda alçak gönüllü, kinden uzak
ve bağışlayıcı olması lâzım geldiğini gösterir.
Câhiliye döneminde Araplar âcizlik, pasiflik ve korkaklıktan nefret eder;
cesaret ve yiğitlikten hoşlanırlardı. Ancak güçlü ve yiğit olduğu halde öfkesini
ve gururunu yenenlere de büyük saygı duyarlardı. Eğer Hz. Peygamberin
ağır başlılığı ve yumuşaklığı âcizlikten ileri gelseydi; veya tersine, yi-
ğitlik ve cesareti kendisine gurur ve kibir verseydi asla sevilmez ve taraftar
bulamazdı. Hz. Âişe, onun çok önemli iki özelliğini şu sözlerle anlatır: Allah
Resulü, iki durumdan birini seçmek gerektiğinde, eğer kötü değilse,
mutlaka kolay olanını seçerdi (insanların işlerini zorlaştırmazdı)... Bir de Allah
Resulü, kendisiyle ilgili kötülüklerden dolayı asla intikam peşinde olmamıştır.
Fakat Allahın bir kanunu ihlâl edilince mutlaka bunun cezasını
verirdi (Buhârî, Edeb, 80).
558 İLMİHAL
Endülüslü ünlü âlim İbn Hazm (ö. 456/1064), her cümlesi bir hikmet
değeri taşıyan el-Ahlâk ves-siyer adlı ahlâk kitabında şöyle der: Âhiret iyiliğini,
dünya bilgeliğini, düzgün yaşayışı, bütün ahlâk güzelliklerini, bütün
faziletleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammedi örnek alsın (s. 19-20).
Çünkü Resûlullah bütün hayırlarda en ileridedir. Allah onun ahlâkını övmüş,
faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan
arındırmıştır (ilmihal bilgilerinden ,diyanetten alıntıdır)
Hz. Muhammeddir. Nitekim Kurân-ı Kerîm Resûlullahın hayat ve
şahsiyetini müslümanlar için örnek olarak göstermiş (el-Ahzâb 33/21); bu
sebeple ashâb-ı kirâm onun hayatını titizlikle izlemişler; bu hayatı hem bizzat
kendi yaşayışlarına örnek almışlar hem de sonraki nesillere büyük bir
gayret ve itina ile nakletmişlerdir. Onun ahlâkı ve şahsiyeti hakkında en
önemli kaynak Kurân-ı Kerîmdir. Çünkü, Hz. Âişenin belirttiği gibi (Müslim,
Müsâfirîn, 139) Onun ahlâkı Kurandır. Hadis külliyatıyla siyer,
şemâil ve hilye kitapları Hz. Peygamberin hayatını, bedenî özelliklerini ve
ahlâkî kişiliğini anlatan hadis ve haberleri ihtiva eder.
Bu kaynakların verdiği mâlumat, yalnızca Peygamberimizin ahlâkını
tanıtmak bakımından değil, aynı zamanda hem Asr-ı saâdet toplumunun
genel karakteri hakkında bize fikir vermesi hem de bir müslümanın ahlâkî
İSLÂM AHLÂKI 553
kişiliğinin nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Resûlullah bir defasında kendisini şöyle tanıtmıştı: Rabbimin katında
benim on ismim var: Ben Muhammedim; Ahmedim; Mâhîyim, yani Allah
benim vasıtamla inkârcılığı mahvedecektir; ben Hâşirim, yani Allah kullarını
benim izimde toplayacaktır; ben rahmet Peygamberiyim, tövbe Peygamberiyim,
kahramanlık Peygamberiyim. Ben Mukaffîyim, yani bütün
insanları Allah yoluna yöneltirim. Nihayet ben (insanlığı) kemale erdirenim
(Müslim, Fezâil, 126).
Kusursuz bir ifade kabiliyetine sahip olan Resûlullah, hayatı boyunca
sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini harfi harfine yaşamıştır. O, daima
tatlı dilli, güler yüzlü ve toleranslı olmuş; bununla beraber sözlerini saygı ile
dinletmeyi de başarmıştır.
Peygamberimiz toplulukta yemek yemeyi severdi. Yemeğe besmele ile
başlar, sağ elini kullanır, tıka basa doymadan sofradan kalkar, yemekten
önce ve sonra ellerini yıkardı. Sağlığa zararlı ve dinen haram olan veya kokusuyla
çevresindekileri rahatsız edecek şeyleri yemez; bunların dışında
hiçbir yemek için sevmiyorum demezdi. Sofra kurallarına mutlaka uyar,
bu konuda çevresindekileri de sabırla ve nezaketle eğitirdi.
İpek elbise giymez, altın yüzük takmazdı. Giyiminde temizliğe ve sadeliğe
önem verir, pejmürdelikten hoşlanmazdı. Temizliği imanın yarısı sayardı.
Bizzat kendisi temiz olduğu gibi bu alışkanlığı etrafındakilere de kazandırmaya
çalışırdı. Lüks ve ihtişama önem vermez, geçici sıkıntıları tasa
edinmezdi. Diğer müslümanlara da kanaatkâr olmayı, hayata daima iyimser
bakmayı telkin ederdi.
Gönlü zengindi. Affetmeyi sever, kimseyi incitmez, düşmanlarının dahi
iyiliğini isterdi. Kurân-ı Kerîmde onun bu meziyetinden övgüyle bahsedilir
ve şöyle buyurulur: Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, muhakkak ki insanlar
çevrenden dağılır giderlerdi... (Âl-i İmrân 3/159). O, insanların kusurlarını
yüzlerine vurmaz, tenkitlerini isim vermeden yapardı.
Bir öğünlük yemeğini olmayana verdiği için kendisinin ve ailesinin aç
sabahladığı geceler çok olmuş; fakat kendisi ve ailesi, açlığın sıkıntısını iyilik
yapmanın ve Allahın hoşnutluğunu kazanmanın verdiği mutlulukla
altetmeyi bilmişlerdir.
Yeri gelince eşsiz bir yiğit, yeri gelince de son derece halim selim idi.
Adaleti titizlikle korur; insanlara sırf mevki ve makamlarına göre muamele
554 İLMİHAL
etmezdi. Aksine fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin, hastaların, gariplerin,
çocukların daha çok ilgi ve mutluluğa muhtaç olduklarını bilir ve bunu onlardan
esirgemezdi.
Kibirlenmekten nefret eder, kibirle imanın bir kalpte birleşemeyeceğini
söyler; kimseye karşı ululuk taslamaz; fakat düşmanları karşısında da ezilip
küçülmezdi. Otoritesini sürdürmek için sunî ve zorlama tedbirlere başvurmaz;
meclislerde boş bulduğu yere otururdu. Dalkavukluktan nefret ederdi.
Kendisine bir ilâh gözüyle bakılmasına asla razı olmaz; kendisinin de bir insan
olduğunu, sadece Allahın korumasıyla hata ve günahtan kurtulabilece-
ğini -hiçbir kaygıya kapılmadan- samimiyetle ifade ederdi. Halkın arasına
katılır; insanlarla olan ilişkilerini herhangi bir insan gibi sürdürür; hastaları,
dostlarını, komşularını ziyaret eder; müslümanların acı ve tatlı günlerini
paylaşmaktan geri kalmazdı.
Resûlullahın aile hayatı son derece muntazamdı. Eşlerine saygı gösterir;
haklarına riayet eder; hatta geceleyin ibadet etmek istediği zaman bile
eşinden izin alma inceliğini gösterirdi. Aile bireyleriyle şakalaşmayı sever,
nâdiren vuku bulan aile içi tatsızlıkları anlayışla karşılar, ikazlarını incitmeden,
medenîce yapardı.
Din ve dünya işleri arasında ideal bir uyum kurması, onun en önemli
özelliklerinden ve başarısının sebeplerinden biridir. Bir hıristiyan olan müsteşrik
M. G. Demombynes, Muhammed (s. 599-600) isimli önemli eserinde,
İslâmiyetin Hıristiyanlığa üstünlüğünü ve Hz. Peygamberin başarısının sebeplerini
şöyle anlatıyor: Îsânın vaazında öbür dünya için hazırlık, bu
dünyanın nimetlerinden vazgeçmekle başlar. İslâmda ise kesinlikle böyle
bir şey yoktur... İslâma göre, iyi bir şekilde kullanmak şartıyla hiçbir nimet
kötü değildir.
Bazı sahâbîler, ebedî kurtuluşlarını kazanabilmek için geceleri hep namaz
kılacaklarını, gündüzleri oruç tutacaklarını, evlenmeyeceklerini, evli
olanlar eşlerine yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber bu gelişmeyi
duyunca onları şu sözlerle uyardı: Sizin şöyle şöyle söylediğinizi
duyuyorum. Bakın, yemin ederim ki ben, Allaha hepinizden daha çok saygılıyım.
Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler
de. Namaz da kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim... Kim benim
sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur
(Buhârî, Nikâh, 1). Dünyada zühd içinde olmak, helâli haram saymak
değildir (Tirmizî, Zühd, 29).
İSLÂM AHLÂKI 555
Kuran Allah elçisini güzel örnek olarak gösteriyor. Muhammed Hamîdullahın
dediği gibi, Şayet Hz. Muhammed, insanın dünya hayatını,
zevklerini tamamen reddeden, bunlardan uzak kalan bir melek hayatı sürdürmek
isteseydi, onun sürdürdüğü bu hayat, insanlar için ölü doğmuş bir
kural olarak kalacaktı (İslâm Peygamberi, II, 664). Nitekim Romanın barbarlaştırdığı
Hıristiyanlık dünyaya hâkim olsa bile, Îsâya nisbet edilen Hı-
ristiyanlık kilise hatta mânastırların duvarlarını aşamamıştır.
Resûlullahın diğer bir önemli özelliği, Kuranın deyimiyle insan-peygamber
oluşudur (el-İsrâ 17/93). Onun ebedî mesajına göre, kendisi de dahil
olmak üzere, Bütün insanlar hata eder; hata edenlerin en hayırlısı ise
tövbe edenlerdir (Tirmizî, Kıyâmet, 49). En mükemmel insanın hayatında
bile iyilik-kötülük mücadelesinin bittiği bir son nokta yoktur. O sebepledir
ki, kendisine Yaşlandınız, yâ Resûlellah! denildiğinde o, Beni Hûd ve
Şûrâ sûreleri yaşlandırdı (Tirmizî, Tefsîr, 56, 6) buyurmuşlardır. Çünkü
her iki sûrede de, Sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! (Hûd 11/112; eş-
Şûrâ 42/15) denilmektedir. Fahreddin er-Râzînin de belirttiği gibi bu âyet,
ahlâkî hayatın kolay olmadığını gösterir. Zira bir ömür boyu doğruluk
çizgizinden sapmadan ilerlemek, Kuranın deyimiyle, bu sarp yokuşu tırmanabilmek
zor, zor olduğu kadar da kutsal bir çabadır.
İslâm dini prensip olarak Hıristiyanlıkta olduğu gibi, Hz. Peygamber de
dahil olmak üzere, hiçbir insanı ilâhlık mertebesinde hatasız kabul etmemiş-
tir. Bu yüzden Peygamberimiz, sık sık tövbe ve istiğfar ettiğini söyler; iyilik
yolunda sebat ettirmesi, ahlâkını güzelleştirmesi için Allaha dua ederdi
(meselâ bk. Müslim, Müsâfirîn, 201; Nesâî, İftitâh, 16, 17).
Hz. Muhammed, Allah tarafından ebedî risâletle görevlendirilmiş olmak
bakımından en büyük şeref ve imtiyaza mazhar olmuştur. Bunun yanında o
hem bir insan ve kul olarak hem de kendi deyimiyle ahlâkî güzellikleri tamamlamak
için gönderilmiş bir rehber olarak bütün ömrünü erdemli yaşamaya
adamış olmak bakımından da en seçkin insandır ve bu yüzden üsve-i
hasene (güzel örnek)dir.
Onun en yüksek ve örnek faziletlerinden biri de kendisini kanunlar üstü
görmemesidir. Kurân-ı Kerîmde defalarca ona, kendisine vahyedilene uyması
emredilmiştir. Zümer sûresinin 12. âyetinde ona verilen bir tâlimat
olan, Ben müslümanların ilki olmakla emrolundum şeklindeki ifade, onun
ahlâk ve fazilette de öncü ve örnek olmasını gerektirir. Bu sebepledir ki,
Kurân-ı Kerîmdeki pek çok emir ve yasak doğrudan ona hitap eder.
556 İLMİHAL
Herkesin kabul ettiği üzere kötülüklerin en fenası, bir insanın inanmadığı
bir görüşü savunması, yapmadığı bir işi emretmesidir. Kuranda da,
Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir öfkeye sebep
olur (es-Saf 61/3) buyurulmuştur. Münafıkların cehennemin en dibinde
gösterilmesi de bundandır (en-Nisâ 4/145). Bu açıdan, Hz. Peygamberin
inanmadığı veya yaşamadığı bir görüşü, bir işi buyurduğuna, kendi kendisiyle
çeliştiğine dair tek bir örnek yoktur. Bu yüzden düşmanları tarafından
bile Muhammedül-emîn diye anılmış; risâletine ilk inananlar, kendisini
en iyi tanıyan yakınları olmuştur. Tarihte ilkeler koyan nice düşünürler
unutulup gitmiş; fakat yalnız peygamberler, çağlar boyunca hak, dürüstlük,
iyilik ve fazilet örneği olarak saygıyla izlenmişlerdir. Özellikle, hayatını ayrıntılarıyla
tanıma bahtına erdiğimiz yegâne peygamber olan Allah Resulünün,
getirdiği evrensel ilkeler yanında, bir çocuğun başını okşaması,
kızması beklenen bir küstahlığı tebessümle karşılaması, sıradan insanların
meseleleriyle içtenlikle ilgilenmesi gibi basit görünen faziletli davranışları bile
eşsiz bir ahlâk kahramanının, fazilet âbidesinin zengin ahlâkî kişiliğini
oluşturmuştur.
Kurân-ı Kerîmin birkaç âyetinde Hz. Peygamber, bazı küçük yanılgıları
sebebiyle ikaz edilmiştir. Bu âyetler onun bir ilâh gibi kabul edilmemesi gerektiğini
göstermesi bakımından önemlidir. Fakat, bundan daha önemlisi
şudur ki, Resûlullah bu âyetleri, en küçük bir komplekse kapılmadan, açık
yüreklilikle halka okumuş, duyurmuş; dahası namazlarda okunmasına izin
vermiştir. Tarihte kendisini eleştiren sözleri okumayı ibadet sayacak kadar
ahlâkta ve fazilette yücelmiş olan bir başka şahsiyet yoktur. İşte bundan
dolayı o, insanlığa örnek, âlemlere rahmettir.
Allah Resulü, davet ettiği insanlara, âhiret kurtuluşundan başka hiçbir
peşin çıkar vaad etmiyordu. Aksine, bu yolun uzun, çetin ve dikenli oldu-
ğunu, onlara, göklerin, yerin ve dağların bile taşıyamayacağı bir emanet getirdiğini
açıklıyor; fakat samimi bir mümin, lekesiz bir insan olarak her türlü
bâtıllardan, edepsiz ve aşağılık davranışlardan kurtularak, doğru ve samimi
imana, faziletlerle süslü insanlığa çağırıyordu. Bizzat kendi yaşayışıyla da
bu imanın ve faziletin zengin örneğini sergiliyordu. Nitekim Mekkede müş-
riklerin dayanılmaz boyutlara ulaşan baskısı karşısında Habeşistana sığı-
nan müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebû Tâlibin, Habeş hükümdarının
huzurunda yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:
Biz vaktiyle Câhiliye halkı olarak putlara tapar, ölü hayvan eti yerdik. Bir
sürü edepsizlikler yapardık; yakınlarımıza ilgisiz kalır, komşularımıza kötülük
İSLÂM AHLÂKI 557
ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi. İşte Allah bize Peygamberimizi
göndermezden önceki halimiz bu idi... O Peygamber bize doğruluğu öğretti;
emanete sadık kalmayı, akrabamıza ilgi göstermeyi, komşularımıza iyi davranmayı,
insanların haklarına ve hayatlarına saygılı olmayı emretti. Çirkin
davranışları, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira
atmayı yasakladı. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 202)
Resûlullahın düşmanları, onu, atalarının dinini terkettiği, şair, mecnun
sihirbaz olduğu gibi iddialar ve saçmalıklarla halkın gözünden düşürmeye
çalıştılar. Fakat, bir hıristiyan ilâhiyatçının da dediği gibi, Hz. Muhammedin
çağdaşları onda hiçbir ahlâkî kusur göremediler (M. Watt, Hz. Muhammed,
s. 246); bu sebeple de ona asla gerçek bir kusur isnat edemediler.
Sadece, her zaman ve her devirde bütün zalimlerin başvurduğu yolları izlediler;
yani onunla ve ona inananlarla alay ettiler, hakaret ettiler, zulmettiler,
abluka altına alıp açlığa mahkûm ettiler. Ancak otoritesini ve saygınlığını
zorbalıktan değil, getirdiği ilâhî prensiplerden, dayandığı doğrulardan, yaşadığı
erdemlerden alan Allah elçisinin karşısında zalimlerin direnişi sadece bir
çocukluk devresi kadar sürebildi. En sonunda Allah ona, haksızlıkla çıkarıldığı
kutsal yurdu Mekkeye muzaffer olarak dönme mutluluğunu yaşattı.
Mekke fethedilince Resûlullah, bütün suçluların bağışlandığını ilân etti.
O vakte kadar, Ebû Cehilden sonra müşriklerin lideri ve İslâmın en yaman
düşmanı olan Ebû Süfyân İslâm karargâhına geldiğinde, Hz. Peygamber
onu saygıyla karşılamış; hatta evinin dokunulmazlığı, oraya sığınanların
güvence içinde olduğu tâlimatını vermişti. Bu tavır bize, eşsiz bir cesarete
sahip muzaffer bir kumandanın, aynı zamanda alçak gönüllü, kinden uzak
ve bağışlayıcı olması lâzım geldiğini gösterir.
Câhiliye döneminde Araplar âcizlik, pasiflik ve korkaklıktan nefret eder;
cesaret ve yiğitlikten hoşlanırlardı. Ancak güçlü ve yiğit olduğu halde öfkesini
ve gururunu yenenlere de büyük saygı duyarlardı. Eğer Hz. Peygamberin
ağır başlılığı ve yumuşaklığı âcizlikten ileri gelseydi; veya tersine, yi-
ğitlik ve cesareti kendisine gurur ve kibir verseydi asla sevilmez ve taraftar
bulamazdı. Hz. Âişe, onun çok önemli iki özelliğini şu sözlerle anlatır: Allah
Resulü, iki durumdan birini seçmek gerektiğinde, eğer kötü değilse,
mutlaka kolay olanını seçerdi (insanların işlerini zorlaştırmazdı)... Bir de Allah
Resulü, kendisiyle ilgili kötülüklerden dolayı asla intikam peşinde olmamıştır.
Fakat Allahın bir kanunu ihlâl edilince mutlaka bunun cezasını
verirdi (Buhârî, Edeb, 80).
558 İLMİHAL
Endülüslü ünlü âlim İbn Hazm (ö. 456/1064), her cümlesi bir hikmet
değeri taşıyan el-Ahlâk ves-siyer adlı ahlâk kitabında şöyle der: Âhiret iyiliğini,
dünya bilgeliğini, düzgün yaşayışı, bütün ahlâk güzelliklerini, bütün
faziletleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammedi örnek alsın (s. 19-20).
Çünkü Resûlullah bütün hayırlarda en ileridedir. Allah onun ahlâkını övmüş,
faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan
arındırmıştır (ilmihal bilgilerinden ,diyanetten alıntıdır)