Şimdi, vefatının yıldönümü onun
bir kamil insanı anmadayız
Gece yarısı verdiler toprağa onu. Neden? Çünkü Aliyi (a.s) çok sevenlerin yanında ona büyük bir düşmanlık besleyenler de çoktu. Alinin (a.s) çekicilik ve iticiliği adlı eserimizde, bu gibi şahsiyetlerin hem son derece çekici, hem son derece itici bir karakter yapısına sahip olduklarını belirtmiştik. Bu gibi insanların seveni de çok olur, sevmeyeni de; dostları seve-seve can verirler böyle insanlar için, düşmanlarıysa insanların en kan içici, en gaddarı olurlar genellikle
Özellikle, iç düşmanlar; yâni mukaddes görünümlü hariciler!! Ne kadar ilginç tir ki, hariciler İslamın itikadı meselelerini gerçekten çok iyi bilen, yâni Allaha inanan, fakat bilgice kıt olan cahillerdi. Hz. Ali (a.s) bu noktaya bizzat değinerek İnançları var, ama cahildirler der ve hariciler (Marikin)le Muaviye taraftarlarını (Kasıtin) mukayese eder: Marikinleri benden sonra öldürmeyin, zira bunlar, Kasıtinlerden farklıdırlar. Marıkinler haktan yana olmak isterler, fakat ahmaktırlar, cahildirler (hakkı batıldan tam teşhis edemezler). Kasıtin ise hakkı bilir, fakat bildikleri halde hakka karşı savaşırlar.[1]
Onca dostu ve seveni varken neden Aliyi (a.s) gece karanlığında gizlice gömmüşlerdir?
Sebep haricilerin varlığıdır
Hariciler, Ali Müslüman değil diyorlardı. Yerini bilmeleri halinde gizlice kabri açıp cesedi almaları ihtimali vardı. Bu cihetle Hz. Alinin (a.s) mezarı yaklaşık yüz yıl gizli kalmış, yeri halka söylenmemişti.[2] İmam Cafer Sadıkın (a.s) ömrünün son yıllarına kadar mezarın yeri gizli tutulmuş, bu süre zarfında imamlar (a.s) ve ashaptan seçkin bir grup insan dışında Hz. Alinin (a.s) mezar-ı şeriflerinin nerede bulunduğundan hiç kimse muttali olmamıştır.
Hz. Alinin (a.s) şahadetinden sonra (h: 40), İmam Hasan (a.s), Ramazanın 21. gecesi göstermelik bir cenaze töreni düzenlemiş, karanlık basınca cenazeyi yine tedbirlerle yola çıkararak Medineye götürmelerini söylemiştir. Böylece halk, Hz. Alinin (a.s) Medinede defnedildiğini sandı. Bu süre zarfında Hz. Alinin (a.s) evlatları, defin merasimine katılan belli bir grup ve Ehl-i Beytin (a.s) has taraftarlarından başka hiç kimse onun mezarının yerini bilmedi. Mezarın yerini bilen bu şahıslar Kufe yakınlarında bulunan (bugünkü Necefte) kabr-i şerifi ziyaret etmedeydiler. İmam Cafer Sadık (a.s) döneminde hariciler dağılıp da bu tehlike ortadan kalkınca, Hz. Cafer Sadık (a.s) Safvana (Algame duasını nakleden şahıs) kabrin yerini belli edecek bir alamet konulmasını söylediler, bunun üzerine mezar, çardağa benzer bir gölgelikle belirlendi. Bu tarihten itibaren halk mezarın yerini öğrenmiş ve ziyaret edebilmiştir. Bu arada şunu da belirtelim ki Hz. Alinin (a.s) cenaze törenine de ancak seçkin ashabdan oluşan az sayıda bir grup katılabilmişti. Emir-ül Mümininin has ashabından olan, onun huzurunda konuşmalar yapan, dönemin tanınmış edebiyatçı ve hatiplerinden Sasaa b. Suhan cenaze merasimine katılanlardan biridir. Cahid, el-Beyan adlı eserinde ondan etraflıca söz eder.
Hz. Ali (a.s) defnedildiğinde cenaze töreninde hazır bulunan herkesi derin bir üzüntü ve hüzün sarmış herkes ağlamaya başlamıştı. Bu sırada orada bulunan ve iyi hatip olan Sasaa b. Suhan,[3] yüreği hüzün ve kederle dolu bir halde ağlayarak kabrin toprağından bir avuç alıp başına serper ve elini kalbinin üzerine koyup çok sevdiği bu insanın mezarı başında ona içini dökerek şöyle der: Ne mutlu sana Saadetle yaşadın, saadetle de göçüp gittin dünyadan. Allahın evine geldin dünyaya gelirken Allahın evinde doğdun, Allahın evinde de şehit oldun nihayet Ey Ali! Ne de büyüktün sen; ve bizler senin karşında ne kadar da küçüktük gerçekten Allaha yemin ederim ki eğer insanlar senin gösterdiğin yoldan gitmiş olsalardı nimetler (maddi ve manevi) yukarıdan (ilahi) ve aşağıdan (tabii) kaynayıp dökülürdü onlara Fakat ne yazık ki halk, kıymetini bilemedi senin Sana uyacakları, buyruklarına göre amel edecekleri yerde üzdüler seni, yüreğini kana boğdular, sonunda da işte bu hale düşürdüler, öldürüp toprağın bağrına verdiler seni
Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azîm.
(Yüce ve ulu Allaha dayanmayan hiç bir güç ve kuvvet yoktur.)
-
[1]- Nehc-ül Belağa, Hutbe: 59.
[2]- Hz. Alinin şahadetiyle (h: 40) Hz. Cafer Sadıkın (a.s) şahadeti (h: 148) arasında 108 yıllık bir zaman süreci vardır.
[3]- Cahizin el-Beyan vet-Tebyin adlı eseri.
Özellikle, iç düşmanlar; yâni mukaddes görünümlü hariciler!! Ne kadar ilginç tir ki, hariciler İslamın itikadı meselelerini gerçekten çok iyi bilen, yâni Allaha inanan, fakat bilgice kıt olan cahillerdi. Hz. Ali (a.s) bu noktaya bizzat değinerek İnançları var, ama cahildirler der ve hariciler (Marikin)le Muaviye taraftarlarını (Kasıtin) mukayese eder: Marikinleri benden sonra öldürmeyin, zira bunlar, Kasıtinlerden farklıdırlar. Marıkinler haktan yana olmak isterler, fakat ahmaktırlar, cahildirler (hakkı batıldan tam teşhis edemezler). Kasıtin ise hakkı bilir, fakat bildikleri halde hakka karşı savaşırlar.[1]
Onca dostu ve seveni varken neden Aliyi (a.s) gece karanlığında gizlice gömmüşlerdir?
Sebep haricilerin varlığıdır
Hariciler, Ali Müslüman değil diyorlardı. Yerini bilmeleri halinde gizlice kabri açıp cesedi almaları ihtimali vardı. Bu cihetle Hz. Alinin (a.s) mezarı yaklaşık yüz yıl gizli kalmış, yeri halka söylenmemişti.[2] İmam Cafer Sadıkın (a.s) ömrünün son yıllarına kadar mezarın yeri gizli tutulmuş, bu süre zarfında imamlar (a.s) ve ashaptan seçkin bir grup insan dışında Hz. Alinin (a.s) mezar-ı şeriflerinin nerede bulunduğundan hiç kimse muttali olmamıştır.
Hz. Alinin (a.s) şahadetinden sonra (h: 40), İmam Hasan (a.s), Ramazanın 21. gecesi göstermelik bir cenaze töreni düzenlemiş, karanlık basınca cenazeyi yine tedbirlerle yola çıkararak Medineye götürmelerini söylemiştir. Böylece halk, Hz. Alinin (a.s) Medinede defnedildiğini sandı. Bu süre zarfında Hz. Alinin (a.s) evlatları, defin merasimine katılan belli bir grup ve Ehl-i Beytin (a.s) has taraftarlarından başka hiç kimse onun mezarının yerini bilmedi. Mezarın yerini bilen bu şahıslar Kufe yakınlarında bulunan (bugünkü Necefte) kabr-i şerifi ziyaret etmedeydiler. İmam Cafer Sadık (a.s) döneminde hariciler dağılıp da bu tehlike ortadan kalkınca, Hz. Cafer Sadık (a.s) Safvana (Algame duasını nakleden şahıs) kabrin yerini belli edecek bir alamet konulmasını söylediler, bunun üzerine mezar, çardağa benzer bir gölgelikle belirlendi. Bu tarihten itibaren halk mezarın yerini öğrenmiş ve ziyaret edebilmiştir. Bu arada şunu da belirtelim ki Hz. Alinin (a.s) cenaze törenine de ancak seçkin ashabdan oluşan az sayıda bir grup katılabilmişti. Emir-ül Mümininin has ashabından olan, onun huzurunda konuşmalar yapan, dönemin tanınmış edebiyatçı ve hatiplerinden Sasaa b. Suhan cenaze merasimine katılanlardan biridir. Cahid, el-Beyan adlı eserinde ondan etraflıca söz eder.
Hz. Ali (a.s) defnedildiğinde cenaze töreninde hazır bulunan herkesi derin bir üzüntü ve hüzün sarmış herkes ağlamaya başlamıştı. Bu sırada orada bulunan ve iyi hatip olan Sasaa b. Suhan,[3] yüreği hüzün ve kederle dolu bir halde ağlayarak kabrin toprağından bir avuç alıp başına serper ve elini kalbinin üzerine koyup çok sevdiği bu insanın mezarı başında ona içini dökerek şöyle der: Ne mutlu sana Saadetle yaşadın, saadetle de göçüp gittin dünyadan. Allahın evine geldin dünyaya gelirken Allahın evinde doğdun, Allahın evinde de şehit oldun nihayet Ey Ali! Ne de büyüktün sen; ve bizler senin karşında ne kadar da küçüktük gerçekten Allaha yemin ederim ki eğer insanlar senin gösterdiğin yoldan gitmiş olsalardı nimetler (maddi ve manevi) yukarıdan (ilahi) ve aşağıdan (tabii) kaynayıp dökülürdü onlara Fakat ne yazık ki halk, kıymetini bilemedi senin Sana uyacakları, buyruklarına göre amel edecekleri yerde üzdüler seni, yüreğini kana boğdular, sonunda da işte bu hale düşürdüler, öldürüp toprağın bağrına verdiler seni
Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azîm.
(Yüce ve ulu Allaha dayanmayan hiç bir güç ve kuvvet yoktur.)
-
[1]- Nehc-ül Belağa, Hutbe: 59.
[2]- Hz. Alinin şahadetiyle (h: 40) Hz. Cafer Sadıkın (a.s) şahadeti (h: 148) arasında 108 yıllık bir zaman süreci vardır.
[3]- Cahizin el-Beyan vet-Tebyin adlı eseri.