Ramazan Aynası..
Unutmasın diye insan, “insan”lığını; orucu sıkı sıkı tutacak… Sıkı sıkı…
Kendini yani!
Oruçla sıkı fıkı olmak, kendimizle sıkı fıkı olmanın yollarını açıyor bize.
Unuttuğumuz “ekmek kokusu”nu yeniden duyuyoruz. O koku korkumuzu okşuyor âdeta… Utana sıkıla o emanet kokuyu bize taşıyor ekmek. Öyle ya ne bilsin ekmek yani buğday benim açlık acısıyla kıvrandığımı… Çamura, “Buğday ol!” diyendir, Rezzak…
…
Ebedî aç kalmamak için kolay yoldan dünyada
“az bir, aç” kalmamız gerekiyor. Az biraz…
İmsaktan iftara; o kadar! Sonra? Sonrasını kitaplardan ve içinden ve işinden okursun!
Hey, biz, zaten söz vermedik mi!
Sen bizim Rabbimizsin dediğimizde “imsak” başlıyor; ta, ölüm iftarıyla yeni âlemlerin kapısı açılıyor.
Ramazanda sözümüzü hatırlıyoruz…
…
Bütün mevsimlerine geliyor ramazan döne döne…
Sen bütün mevsimlerde açsın/muhtaçsın; adını unutma! Her halin dua, her halin istemek.
Oruç, belini/bileğini büküyor.
Kendinden bile sakladıklarını “açık” ediyor. Sen kendinden bile kaçırıyosun kendini. Haddini bilmiyorsun. Adını yani…
“Öteki” zamanlarda da acıkıyorsun da… aç(lı)ığını ilk fırsatta “kapatıyorsun!” Seni, seni! Karnın tok sırtın pek… pek “hava” atıyorsun da… Ramazan çıkınca karşına iş değişiyor.
Çamuru “buğday” yapan sen olmayınca; boyun eğmekten başka yol gözükmüyor.
Ötesi inattır… Körlüktür… Mühürlenmektir… ötekilerdir…
Ramazan, aynadan daha parlak gösterir seni sana… “Ramazan aynası”nda doyasıya seyredelim açlığımızı ki ebedî doyalım diye…
Ramazanı okumaya çalışıyorum: Ummadığım yerlerden… Umduğum biri… Umduğumca gönderiyor soframa… her şeyi… Kara toprağı tebessüme boyayan biri var… İyi ki var…
Açlığım tebessüm ediyor bütün ramazan aynalarında…
Unutmasın diye insan, “insan”lığını; orucu sıkı sıkı tutacak… Sıkı sıkı…
Kendini yani!
Oruçla sıkı fıkı olmak, kendimizle sıkı fıkı olmanın yollarını açıyor bize.
Unuttuğumuz “ekmek kokusu”nu yeniden duyuyoruz. O koku korkumuzu okşuyor âdeta… Utana sıkıla o emanet kokuyu bize taşıyor ekmek. Öyle ya ne bilsin ekmek yani buğday benim açlık acısıyla kıvrandığımı… Çamura, “Buğday ol!” diyendir, Rezzak…
…
Ebedî aç kalmamak için kolay yoldan dünyada
“az bir, aç” kalmamız gerekiyor. Az biraz…
İmsaktan iftara; o kadar! Sonra? Sonrasını kitaplardan ve içinden ve işinden okursun!
Hey, biz, zaten söz vermedik mi!
Sen bizim Rabbimizsin dediğimizde “imsak” başlıyor; ta, ölüm iftarıyla yeni âlemlerin kapısı açılıyor.
Ramazanda sözümüzü hatırlıyoruz…
…
Bütün mevsimlerine geliyor ramazan döne döne…
Sen bütün mevsimlerde açsın/muhtaçsın; adını unutma! Her halin dua, her halin istemek.
Oruç, belini/bileğini büküyor.
Kendinden bile sakladıklarını “açık” ediyor. Sen kendinden bile kaçırıyosun kendini. Haddini bilmiyorsun. Adını yani…
“Öteki” zamanlarda da acıkıyorsun da… aç(lı)ığını ilk fırsatta “kapatıyorsun!” Seni, seni! Karnın tok sırtın pek… pek “hava” atıyorsun da… Ramazan çıkınca karşına iş değişiyor.
Çamuru “buğday” yapan sen olmayınca; boyun eğmekten başka yol gözükmüyor.
Ötesi inattır… Körlüktür… Mühürlenmektir… ötekilerdir…
Ramazan, aynadan daha parlak gösterir seni sana… “Ramazan aynası”nda doyasıya seyredelim açlığımızı ki ebedî doyalım diye…
Ramazanı okumaya çalışıyorum: Ummadığım yerlerden… Umduğum biri… Umduğumca gönderiyor soframa… her şeyi… Kara toprağı tebessüme boyayan biri var… İyi ki var…
Açlığım tebessüm ediyor bütün ramazan aynalarında…