- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
HEGEL FELSEFESİNİN BİR ELEŞTİRİSİ
Elimizde ünlü çevirmen, filozof Selahattin Hilavın ustalıkla çevirisini yaptığı ve haklı olarak, ilginç bir filozof diye gösterdiği Alexander KOJEVEnin HEGEL FELSEFESİNE GİRİŞ(*) adlı eseri, Hegelin felsefesi hakkında yeteri kadar bilgi verme olanağına sahiptir. Çünkü eserin yorumcusu Alexandre Kojevenin Hegeli anladığından ötürü değil, eserde, orijinal Hegel pasajlarının bulunmasından ileri gelen bir nedenden ötürüdür.
Tarihin yetiştirdiği ve kimi filozoflar tarafından en karmaşık olarak nitelendirilen, günümüzde de kimi taklitçilerin hayran hayran baktığı filozofların başında gelen Hegel, birbirinden çok farklı ve karşıt yorumlara neden olmuş bir filozof olduğundan, onu, herkesin doğru olarak algıladığını düşünmek yanlıştır. Çünkü, yukarıda bahsi geçen Alexander Kojeve de dahil olmak üzere, gerçekten, bir çok filozof, felsefi idealizmin ilahı olarak görülen bu adamı anlamamıştır. Örneğin, şu ifade Kojeveye aittir:
Hegel, dinleyici-filozof-tarihçilerin ilkiydi. Ve bundan ötürü, bir felsefi yöntem olarak düşünülen Diyalektiği bir yana bırakabildi. Böylece, tarih boyunca gerçekleşen diyalektiği, gözlemlemekle ve betimlemekle yetindi(ibid)
Yani Kojeve, Hegelin yönteminin diyalektik değil, betimleyici olduğunu ısrarla belirtiyor. İşte böylece, açıkça görülüyor ki, Kojeve onu anlamamıştır. Çünkü diyalektiği yaratan, icat eden olarak değil ama, onu, ansiklopedik bir dehayla ortaya koyan Hegelden başkası değildir. Ve son olarak, okuyucuya ilginç gelebilecek bir pasaj daha:
Tanrı da, İnsanın ölümünden sonra var olması da, bazı insanlar tarafından her zaman reddedilmiştir. Ama insan ilişkisi bakımından tamı tamına tanrıtanımaz ve sonlulukçu bir felsefe ileri sürmeye kalkışan ilk düşünür Hegeldir(ibid/s.271, dipnot-41)
İşimiz bu değil ama, Kojeve, Hegeli parçalanmış soyut-özne-tözü olarak ve tanrısal soyut bir tözün mümkün olamayacağı şeklinde tuhaf bir kavrayışla ele almıştır. Bu filozofun neden böyle düşündüğünü ilerde göreceğiz.
Ne zamandan beri yazmayı düşündüğüm bu eleştiri, aslında ölmüş bir felsefeden çürüksü dumanların yükselmesi anlamına gelse de, site içinde, onun felsefesinin yumurtalarından kendilerine felsefe cücüğü çıkarma gayretinde olanların bulunması bakımından ve gerçekten taraf bulan bir felsefe olduğundan ve bu yüzden de kimi tartışmaların arkasında Lacancı kimliklere de bürünse, Hegelin bir çesit karikatürü, taklitçisi olan Lacanın felsefe babası olduğu gerçeğiyle hareket edecek olursak, demek ki, önce Hegel felsefesiyle ciddi bir hesplaşma kaçınılmaz görünmektedir.
Bahsi geçen Hegel felsefesini eleştirmeden önce, bu felsefenin ortaya koyduğu yaklaşımlara kısaca bir göz atmak zorundayız. Fakat bunu yaparken Hegelin özgül ve orijinal tüm pasajlarını buraya aktarmak mümkün olmayacağından, demek ki, bu felsefeyi bir bütün olarak ele almak durumundayız. Yukarıda adı geçen eserde, önemli ve buraya aktarılmasını gerekli gördüğüm orijinal Hegel pasajlarının bir kısmını zaman zaman buraya yansıtıp yorumlayacağız.
Hegelin bir bütün olarak felsefi çıkış noktası ve tüm felsefe anlayışı, sade, katıksız kurgusal düşüncenin kendinden hareket ederek, yani, dış dünya fenomenlerinin içine girdiği düşünselÖz-Bilinçli, kendige bir soyut töz olarak, soyut zihin olarak Mutlak Bilgiye erişmesi sürecinde(*1) meydana gelen diyalektik-hegelci anlamda- hareketin bütününden başka bir şey değildir. Yani tözü imleyen Öz-Bilinç, kendi kendini kavrama enerjisini dışarıya vuran-hegelci jargonda açığa vuran-, bu süreç içinde olumlanan ya da olumsuzlanan nesnelerin-bu, sadece bizim anladığımız anlamda nesne değil, filozofun saf kurgu alanında cereyan eden görüngüler olarak anlaşılmalıdır-kendi içinde gerçekliği olmayan nesnelerin görüngülerinden elde edilen bilginin kendini Öz-bilinçte yansıma süreci olarak tanıtlayan, katıksız, saf, soyut-tözün hareket biçiminden başka bir şey değildir. dünyanın,
Bu hareket, birazdan göreceğimiz gibi tamamlandıktan sonra, yani her türlü olumlama ve olumsuzlamalar ekseni, kendinin-bilincini bulduktan sonra felsefi süreç tamamlanacaktır.
Hegelin felsefesi, düşünsel felsefi dünyada sergilenen öğelerin, duyulur ve maddi dünyadan farklı olarak nesneleşen, kendi soyut tümel-dünyasında vuku bulan bir felsefedir. Onun Mantıkı, kendi içinde, duyulur dünyadan dışlaşmış, ayrışmış, bu yüzdende gerçek insanın antropolojik görüngülerinden kopmuş ve bu nedenle de soyutlamalar yaparak kendini ortaya koyan bir felsefedir.
İnsanın ve doğanın tikel ya da tümel hareketine tamamen yabancı, onun gerçekliklerine kayıtsız ve koşulsuz hareketin bu yönü, Hegeli çok büyük beşeri çelişkilere götürür. Bunu birazdan göreceğiz. Katıksız kurgudan başka bir şey olmayan bu felsefede, Mantık, dışlaşmış ilişkilerin bu yönü, doğadan ve insandan soyutlama yapan, bu nedenle bu dünyanın olmayan, zahiri bir dünyanın hedefi ve amacına yükselir.
Bu felsefede doğa, dışlaşmış soyut düşünce olarak kavranır. Hegelci jargonda bu, yabancılaşmanın tikel sürecidir. Dolayısıyla onun nazarında Zihin, insanal-beşeri öğelerin, etik, din, hukuk vb. gerçekleşme sürecine bağlı olarak ve onunla birlikte gerçekleşen, en sonu, kendini bu parametrelerde buluncaya kadar, mutlak-bilgi olarak kendisiyle özdeşleşme süreci tamamlandıktan sonra mutlaklık felsefi/gerçeklik süreci tamamlanacaktır.(*2)
Bu felsefede yabancılaşma edimi, Öz-bilincin Mutlak-bilgiye ulaşmada karşıtlık süreci içinde, kendinin bilincini elde etmek için, soyut dünyanın içindeki soyutlamanın-yani, bize göre dış somut dünya, Hegele göre, Öz-bilince bir yabancılaşmadır, ona göre zaten soyut olan Öz-bilinç kendini kavramak için bu soyutlamaları yapar- hareketi boyunca elde edeceği kavramları tekrar olumsuzlayarak kendi-kendine dönüşünü tamamlayacaktır. Ya da Öz-bilincin kendi-kendini kavrama süreci olarak, yabancılaşma edimini tamamlandıktan sonra, yani, dışlaşmanın diyalektik olarak geri çekilme süreci tamamlandıktan sonra süreç felsefi gerçekliği yakalamış olacaktır.
Tamamen üretim ilişkilerinin tesirinde kalan insanal-tümel ilişki, bu yüzden, bir Tanrı edimini zihninden bir türlü silememiştir. Çünkü doğa her yerde sürekli bir şeyler üretmektedir. Marksa bile gerek kalmadan aslında Feuerbach diyalektiği bu felsefeye öldürücü darbesini çoktan vurmuştur. Fakat felsefenin kokuşmuş alanı teolojik görüngülerden yakasını sıyıramayan Almanyanın Hegelci güruhunda palazlanan faşist Hitlerci gençlik, tüm umutlarını hala özünde Hegele atfediyorlar. Bu nedenle de Hegelin zayıf felsefesini küresel bir yüzeye taşımak ve geliştirmek için ellerinden gelen tüm bilgeliği yapıyorlar.
Demek ki Hegelde gerçekliğin varlık tarzı, özünde, safça soyutlamadan başka bir şey değildir. Ve bu felsefenin çocukça çelişkilerine biraz yakından bakan biri gülmekten kendini alamaz. Hegelin Görüngübilimde ortaya saçılan belirlemeler tam bir komedyadır. Örneğin, Hegel, üretim ilişkilerinin doğal ve dolaysız bir sonucu olan sermaye edinme ve oluşturma noktasında, bunu, yabancılaşmış kendingelik olarak imler ve bu yüzden de onu salt düşünce alanındaki bir süreç olarak kavrar. Onları düşünülmüş kendigelikler olarak soyut zihin alanında oluşturur.(*3)
Oysa mülk, sermaye, din, devlet vb. öğeler, üretim ilişkilerinin evrimine bağlı toplumsal sürecin tikel evrelerinde cisimlenen beşeri ilişkiler biçiminden başka bir şey değildir. Zaten böyle olduğu için, insanal özün kendinden uzaklaşmasının bir ürünü oldukları için, dolayısıyla doğal olmadıkları için taşımış oldukları çelişki, ancak bir devrimci hareketle son bulacaktır. Yani insanlık bu saflıklardan, kırk dünya savaşı da görse bir gün mutlaka kurtulacaktır, çünkü bunların tamamı gerçeğin kendisinden uzaktır, onunla doğal düzlemde bağdaşmamaktadır. Oysa doğa gerçek, nesnel, kararlı ve kendinden emin olduğuna göre bu çelişik görüngüleri kendi kendine bir şekilde mutlaka yok edecektir. Bu ise doğanın en inatçı özelliğidir. Demek ki, Marksın bir devrimi tikel sonal ve mutlak görmesinin nedeni de böylece anlaşılmış bulunuyor.
Dipnotlar:
(*0) Adı geçen eser, Yapı Kredi Yayınları, HEGEL FELSEFESİNİE GİRİŞ, Alexandre Kojeve, çeviren. Selahattin Hilav, 2. Baskı/ İstanbul
(*1) Bu süreç insanal-beşeri bir süreç değildir, yani, duyularla algılanan dış dünya materyalist/gerçek tözsel-eylemselin bir biçimi olarak değil, salt mutlak soyut tözün hareketiyle ilişkili olarak ve bu yüzden, insanüstü, felsefi bir statü söz konusudur.
(*2) Aslında bu felsefe kavranması en basit felsefedir. Çünkü bir dinin-Hegele göre Hıristiyanlığın- kendini tamamlama ve buna bağlı olarak öz-bilince erişme sürecinden başka bir şey değildir.
(*3) İşte, bunları, kimi din bilimcilerin kader diye okumalarının nedeni budur.
Alıntı.
Elimizde ünlü çevirmen, filozof Selahattin Hilavın ustalıkla çevirisini yaptığı ve haklı olarak, ilginç bir filozof diye gösterdiği Alexander KOJEVEnin HEGEL FELSEFESİNE GİRİŞ(*) adlı eseri, Hegelin felsefesi hakkında yeteri kadar bilgi verme olanağına sahiptir. Çünkü eserin yorumcusu Alexandre Kojevenin Hegeli anladığından ötürü değil, eserde, orijinal Hegel pasajlarının bulunmasından ileri gelen bir nedenden ötürüdür.
Tarihin yetiştirdiği ve kimi filozoflar tarafından en karmaşık olarak nitelendirilen, günümüzde de kimi taklitçilerin hayran hayran baktığı filozofların başında gelen Hegel, birbirinden çok farklı ve karşıt yorumlara neden olmuş bir filozof olduğundan, onu, herkesin doğru olarak algıladığını düşünmek yanlıştır. Çünkü, yukarıda bahsi geçen Alexander Kojeve de dahil olmak üzere, gerçekten, bir çok filozof, felsefi idealizmin ilahı olarak görülen bu adamı anlamamıştır. Örneğin, şu ifade Kojeveye aittir:
Hegel, dinleyici-filozof-tarihçilerin ilkiydi. Ve bundan ötürü, bir felsefi yöntem olarak düşünülen Diyalektiği bir yana bırakabildi. Böylece, tarih boyunca gerçekleşen diyalektiği, gözlemlemekle ve betimlemekle yetindi(ibid)
Yani Kojeve, Hegelin yönteminin diyalektik değil, betimleyici olduğunu ısrarla belirtiyor. İşte böylece, açıkça görülüyor ki, Kojeve onu anlamamıştır. Çünkü diyalektiği yaratan, icat eden olarak değil ama, onu, ansiklopedik bir dehayla ortaya koyan Hegelden başkası değildir. Ve son olarak, okuyucuya ilginç gelebilecek bir pasaj daha:
Tanrı da, İnsanın ölümünden sonra var olması da, bazı insanlar tarafından her zaman reddedilmiştir. Ama insan ilişkisi bakımından tamı tamına tanrıtanımaz ve sonlulukçu bir felsefe ileri sürmeye kalkışan ilk düşünür Hegeldir(ibid/s.271, dipnot-41)
İşimiz bu değil ama, Kojeve, Hegeli parçalanmış soyut-özne-tözü olarak ve tanrısal soyut bir tözün mümkün olamayacağı şeklinde tuhaf bir kavrayışla ele almıştır. Bu filozofun neden böyle düşündüğünü ilerde göreceğiz.
Ne zamandan beri yazmayı düşündüğüm bu eleştiri, aslında ölmüş bir felsefeden çürüksü dumanların yükselmesi anlamına gelse de, site içinde, onun felsefesinin yumurtalarından kendilerine felsefe cücüğü çıkarma gayretinde olanların bulunması bakımından ve gerçekten taraf bulan bir felsefe olduğundan ve bu yüzden de kimi tartışmaların arkasında Lacancı kimliklere de bürünse, Hegelin bir çesit karikatürü, taklitçisi olan Lacanın felsefe babası olduğu gerçeğiyle hareket edecek olursak, demek ki, önce Hegel felsefesiyle ciddi bir hesplaşma kaçınılmaz görünmektedir.
Bahsi geçen Hegel felsefesini eleştirmeden önce, bu felsefenin ortaya koyduğu yaklaşımlara kısaca bir göz atmak zorundayız. Fakat bunu yaparken Hegelin özgül ve orijinal tüm pasajlarını buraya aktarmak mümkün olmayacağından, demek ki, bu felsefeyi bir bütün olarak ele almak durumundayız. Yukarıda adı geçen eserde, önemli ve buraya aktarılmasını gerekli gördüğüm orijinal Hegel pasajlarının bir kısmını zaman zaman buraya yansıtıp yorumlayacağız.
Hegelin bir bütün olarak felsefi çıkış noktası ve tüm felsefe anlayışı, sade, katıksız kurgusal düşüncenin kendinden hareket ederek, yani, dış dünya fenomenlerinin içine girdiği düşünselÖz-Bilinçli, kendige bir soyut töz olarak, soyut zihin olarak Mutlak Bilgiye erişmesi sürecinde(*1) meydana gelen diyalektik-hegelci anlamda- hareketin bütününden başka bir şey değildir. Yani tözü imleyen Öz-Bilinç, kendi kendini kavrama enerjisini dışarıya vuran-hegelci jargonda açığa vuran-, bu süreç içinde olumlanan ya da olumsuzlanan nesnelerin-bu, sadece bizim anladığımız anlamda nesne değil, filozofun saf kurgu alanında cereyan eden görüngüler olarak anlaşılmalıdır-kendi içinde gerçekliği olmayan nesnelerin görüngülerinden elde edilen bilginin kendini Öz-bilinçte yansıma süreci olarak tanıtlayan, katıksız, saf, soyut-tözün hareket biçiminden başka bir şey değildir. dünyanın,
Bu hareket, birazdan göreceğimiz gibi tamamlandıktan sonra, yani her türlü olumlama ve olumsuzlamalar ekseni, kendinin-bilincini bulduktan sonra felsefi süreç tamamlanacaktır.
Hegelin felsefesi, düşünsel felsefi dünyada sergilenen öğelerin, duyulur ve maddi dünyadan farklı olarak nesneleşen, kendi soyut tümel-dünyasında vuku bulan bir felsefedir. Onun Mantıkı, kendi içinde, duyulur dünyadan dışlaşmış, ayrışmış, bu yüzdende gerçek insanın antropolojik görüngülerinden kopmuş ve bu nedenle de soyutlamalar yaparak kendini ortaya koyan bir felsefedir.
İnsanın ve doğanın tikel ya da tümel hareketine tamamen yabancı, onun gerçekliklerine kayıtsız ve koşulsuz hareketin bu yönü, Hegeli çok büyük beşeri çelişkilere götürür. Bunu birazdan göreceğiz. Katıksız kurgudan başka bir şey olmayan bu felsefede, Mantık, dışlaşmış ilişkilerin bu yönü, doğadan ve insandan soyutlama yapan, bu nedenle bu dünyanın olmayan, zahiri bir dünyanın hedefi ve amacına yükselir.
Bu felsefede doğa, dışlaşmış soyut düşünce olarak kavranır. Hegelci jargonda bu, yabancılaşmanın tikel sürecidir. Dolayısıyla onun nazarında Zihin, insanal-beşeri öğelerin, etik, din, hukuk vb. gerçekleşme sürecine bağlı olarak ve onunla birlikte gerçekleşen, en sonu, kendini bu parametrelerde buluncaya kadar, mutlak-bilgi olarak kendisiyle özdeşleşme süreci tamamlandıktan sonra mutlaklık felsefi/gerçeklik süreci tamamlanacaktır.(*2)
Bu felsefede yabancılaşma edimi, Öz-bilincin Mutlak-bilgiye ulaşmada karşıtlık süreci içinde, kendinin bilincini elde etmek için, soyut dünyanın içindeki soyutlamanın-yani, bize göre dış somut dünya, Hegele göre, Öz-bilince bir yabancılaşmadır, ona göre zaten soyut olan Öz-bilinç kendini kavramak için bu soyutlamaları yapar- hareketi boyunca elde edeceği kavramları tekrar olumsuzlayarak kendi-kendine dönüşünü tamamlayacaktır. Ya da Öz-bilincin kendi-kendini kavrama süreci olarak, yabancılaşma edimini tamamlandıktan sonra, yani, dışlaşmanın diyalektik olarak geri çekilme süreci tamamlandıktan sonra süreç felsefi gerçekliği yakalamış olacaktır.
Tamamen üretim ilişkilerinin tesirinde kalan insanal-tümel ilişki, bu yüzden, bir Tanrı edimini zihninden bir türlü silememiştir. Çünkü doğa her yerde sürekli bir şeyler üretmektedir. Marksa bile gerek kalmadan aslında Feuerbach diyalektiği bu felsefeye öldürücü darbesini çoktan vurmuştur. Fakat felsefenin kokuşmuş alanı teolojik görüngülerden yakasını sıyıramayan Almanyanın Hegelci güruhunda palazlanan faşist Hitlerci gençlik, tüm umutlarını hala özünde Hegele atfediyorlar. Bu nedenle de Hegelin zayıf felsefesini küresel bir yüzeye taşımak ve geliştirmek için ellerinden gelen tüm bilgeliği yapıyorlar.
Demek ki Hegelde gerçekliğin varlık tarzı, özünde, safça soyutlamadan başka bir şey değildir. Ve bu felsefenin çocukça çelişkilerine biraz yakından bakan biri gülmekten kendini alamaz. Hegelin Görüngübilimde ortaya saçılan belirlemeler tam bir komedyadır. Örneğin, Hegel, üretim ilişkilerinin doğal ve dolaysız bir sonucu olan sermaye edinme ve oluşturma noktasında, bunu, yabancılaşmış kendingelik olarak imler ve bu yüzden de onu salt düşünce alanındaki bir süreç olarak kavrar. Onları düşünülmüş kendigelikler olarak soyut zihin alanında oluşturur.(*3)
Oysa mülk, sermaye, din, devlet vb. öğeler, üretim ilişkilerinin evrimine bağlı toplumsal sürecin tikel evrelerinde cisimlenen beşeri ilişkiler biçiminden başka bir şey değildir. Zaten böyle olduğu için, insanal özün kendinden uzaklaşmasının bir ürünü oldukları için, dolayısıyla doğal olmadıkları için taşımış oldukları çelişki, ancak bir devrimci hareketle son bulacaktır. Yani insanlık bu saflıklardan, kırk dünya savaşı da görse bir gün mutlaka kurtulacaktır, çünkü bunların tamamı gerçeğin kendisinden uzaktır, onunla doğal düzlemde bağdaşmamaktadır. Oysa doğa gerçek, nesnel, kararlı ve kendinden emin olduğuna göre bu çelişik görüngüleri kendi kendine bir şekilde mutlaka yok edecektir. Bu ise doğanın en inatçı özelliğidir. Demek ki, Marksın bir devrimi tikel sonal ve mutlak görmesinin nedeni de böylece anlaşılmış bulunuyor.
Dipnotlar:
(*0) Adı geçen eser, Yapı Kredi Yayınları, HEGEL FELSEFESİNİE GİRİŞ, Alexandre Kojeve, çeviren. Selahattin Hilav, 2. Baskı/ İstanbul
(*1) Bu süreç insanal-beşeri bir süreç değildir, yani, duyularla algılanan dış dünya materyalist/gerçek tözsel-eylemselin bir biçimi olarak değil, salt mutlak soyut tözün hareketiyle ilişkili olarak ve bu yüzden, insanüstü, felsefi bir statü söz konusudur.
(*2) Aslında bu felsefe kavranması en basit felsefedir. Çünkü bir dinin-Hegele göre Hıristiyanlığın- kendini tamamlama ve buna bağlı olarak öz-bilince erişme sürecinden başka bir şey değildir.
(*3) İşte, bunları, kimi din bilimcilerin kader diye okumalarının nedeni budur.
Alıntı.