e) Hanefilerin hadisi kabulde bu ince ayarını Recm örneği özeline taşırsak :
Eğer bu Kuran hükmü üzerine yapılan ilaveyse veya amm olan yani hükmen evli-bekar herkes için geçerli olan 100 celde emrini sadece bekarlara tahsis ettirici bir nitelikte hadis ise bunun haber-i vahid kuvvetiyle Kuran ayetlerinin karşısında durması imkansızdır..İsterse yeryüzünün en sağlam hadisi olsun .Ferdi planda kalan ve tekil kuvvet ile gelen hadisi şerifler ilkesel olarak, tevatür gücünü yansıtan Kuran ayetleri yanında delil olarak alınmazlar..Usulen Kuran ayetlerinin hükmünü tahsis etmede hiç bir güce ve etkiye sahip değillerdir..Hanefilere göre Kuran ayetinin has olsun amm olsun(özel hüküm nitelikte veya genel nitelikte olsun) delaleti katidir..Zann ifade eden haber-i vahidin katiyet ifade eden Kuran ayeti karşısında hükmünü icra ettirmede -tabir caizse- hiç bir şansı yoktur..Bir örnek daha verelim : Kuranda rükû edenlerle (Allah'ın huzurunda eğilenlerle) beraber eğilin (Bakara: 43) emredilir..Sahihlikte birinci sınıf kategoride olan bir hadiste ise tadil-i erkana riayet emredilir..Rüku, malum namazdaki eğilmedir. Farziyeti ayetle sabittir...Buna sünnette gelen tadil-i erkan eklenirse Kuranın ilgili rüku ayetinin yalın haldeki eğilme emri, eğilme + tadil-i erkan ikilisine dönüşür..Hanefilere göre Nass üzerine yapılan ziyade neshdir..Yani bu ilave onu tek emirden 2 li emre dönüştürür; bir anlamda verilen ayetin hükmünü ortadan kaldırır...Çünkü o mutlak manada rüku edin yeter gibi algılanıyordu, hadis ise sadece rüku etmek yetmez tadil-i erkan da şarttır diyerek ilk cümlenin mutlak hükmünü kırıp nihai hükmü başka bir yöne tevcih ediyor..Böyle bir ilavenin nesh getireceği yaklaşımıyla Hanefiler bu noktada aynı namazda fatiha okunmama değerlendirmesinde olduğu gibi bu hadisi de farziyyetten bir derece aşağı derecede olan vucubiyete çekerek aradaki asıl-ilave, ziyade ilişkisini kaldırmış olurlar.
f) Yine ammın ( genel hükmün )haber-i vahidle tahsisine ( hususileştirilmesi) gelirsek:
Hanefi usulcüleri, haber-i vâhidle, âmm'ın tahsis edilmesini caiz görmezler. Ancak âmm başka bir nassla tahsis edilmişse, bu tahsis edilmiş âmm'ın kesinliği kalmadığından o zaman, zannî olan haber-i vâhidle tahsis caiz olur.Ebu Zehre bunu şöyle izah eder: "Hanefi uleması, 'âmm, sîgası itibariyle umuma delâletinde kat'îdir dediklerinden, zannî olanla, âmm'm tahsisini caiz görmemişlerdir. Çünkü tahsis demek, bir lafzın delâlet ettiği hükümlerden bir kısmını ondan çıkarmak demektir. Kat'î olmak ise lafzın delâlet ettiği hükmün o kısım hakkında da sabit olduğunu kesin olarak göstermektir. Böyle kat'î bir şekilde sabit olan bir delâlet, zanni bir şeyle ibtal edilemez.Bu yüzden hanefi usulcüleri, Kur'an-ı Kerim'deki âmm'lar tevil edilmiş olmadıkça delâletleri katîdir, derler. Böylece Kur'an olması hasebiyle iki katiyyet bir arada toplanır. Hem sübutu katîdir, hem de delâleti katîdir. Bu sebeple onun önünde, ona muarız olan haber-i vâhid duramaz. Zira Kur'an her ne kadar âmm olsa da hem sübutu ve hem de delâleti kesindir. Haber-i vâhid olan hadis ise, hâs dahi olsa sübutu zannîdir. Zannî olan delil, katı olanın önünde duramaz. İşte rey fukahası Kur'an'ın âmm'larını umum üzere bırakırlar, onu haber-i vâhidle tahsis etmezler. Hadis fukahasına göre ise-İmam Şafiî, Ahmed vb.-haber-i vâhid dahi olsa hadis, Kur'an'ın beyan edicisi olur, umumunu tahsis eder, mutlakını kayıtlar, mücmelini beyan eder, müphemini izah eder...( İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu İsmail Hakkı Ünal ) g) Verdiğimiz bu bilgileri biraz daha basitleştirirsek:
Hanefi usulcülere göre Kuran ayetlerinin hükmünün genelden daha özel hükme indirgenmesi (örneğimizde olduğu gibi) amm olan hükmün çerçevesinin daraltılarak tahsis edilmesi ,var olan ayet üzerine ek bir hüküm getirilerek nassın üzerine ziyade şekline dönüşmesi konuları yer yer Hadis düşmanlarının , veya hadise ilgisiz olan, onun hiç bir hücciyetini kabul etmeyen kuran müslümanı kimliğiyle kendini ifade edenlerle sureten de olsa benzer göründüğü için(tabi burda farziyyetten vücubiyete dönüşme ince mantığını da hatırlayalım ve farkı görelim) bu noktada ehl-i sünnetin Kuran müslümanı denilen akıma yaptığının aynısını ehl-i hadis ve ehl-i eserciler biz Hanefilere yapmış ve sahih hadisi uygulama dışına almakla haşin bir şekilde eleştirmişlerdir..Bu iki ekol arasında kıyasıya fikri mücadele ve mezhepsel gerilimler yaşanmış ve kısmen de sulhu olsa ancak kıyası kabul edip fıkhi delil olarak kullanan imam şafii sağlayabilmiştir..
Sonuç: Hanefiler Recm hadisiyle Kuranın ayetini tahsis edildiği kanaatindedir ..Burda da Hanefilerin Kuran ayetlerinin hükmüne ilave , tahsis gibi konularda yine o ayetlerin dayandığı tevatür gücüne denk bir güç aradıklarını ve Recm cezasıyla ilgili rivayetleri aynı güçte gördükleri sonucunu çıkarıyoruz..
Bu tevatürün delili:
Zina hususunda Mâiz olayı ve Mâizin recmedilmesi
Suyûtî (ö. 911/1505)el-Ezhârda bu hadisi şu yollardan getirmiştir:
1. Câbir b. Abdullah
2. Abdullah ibn Abbâs
3. Büreyde
4. Câbir b. Semure
5. Ebu Saîd el-Hudrî
6. el-Leclâc
7. Nuaym b. Hezzâl
8. Ebu Hureyre
9. Übey
10. Sahabeden birisi
11. İbnül-Müseyyeb (mürsel olarak)
12. Hz. Ebu Bekr
13. Ebu Zerr
14. Osmanın babası Nasr
15. Ebu Berze el-Eslemî
16. Atâ b. Yesâr
17. Şabî
18. Ebu Ümâme b. Sehl b. Huneyf
Toplam, 18 kişi.
Kettani derki: Râfiî (ö. 623/1225)Şerhul-Kebirde aynen şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.v)den meşhur olduğu kadarıyla recm; Mâiz, Gâmidiyye ve Yahudilerle ilgili kıssada geçmektedir. Recm, Resulullah (s.a.v)den sonrada Raşit halifeler döneminde de uygulanmıştır. Bu nedenle de hadis, mütevatir derecesine ulaşmıştır.Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) Tahrîcu Ehâdisir-Râfiîde bunu onaylamıştır.Kemal İbnul-Hümâm(Hanefi fakihlerin büyüklerinden) (ö. 861/1457) Fethul-Kadîrde aynen şöyle der: Resulullah (s.a.v)den gelen recmin sabit oluşu; Hz. Alinin kahramanlığı ve Hatem et-Tâinin cömertliği gibi mana bakımından mütevatirdir. Teferruatla ilgili olan haberi ahad ise, recmin tanımı ve özelliklerini açıklama mahiyetindedir. Recmin aslına gelince, bunda şüphe edilecek bir durum söz konusu değildir.
Eğer bu Kuran hükmü üzerine yapılan ilaveyse veya amm olan yani hükmen evli-bekar herkes için geçerli olan 100 celde emrini sadece bekarlara tahsis ettirici bir nitelikte hadis ise bunun haber-i vahid kuvvetiyle Kuran ayetlerinin karşısında durması imkansızdır..İsterse yeryüzünün en sağlam hadisi olsun .Ferdi planda kalan ve tekil kuvvet ile gelen hadisi şerifler ilkesel olarak, tevatür gücünü yansıtan Kuran ayetleri yanında delil olarak alınmazlar..Usulen Kuran ayetlerinin hükmünü tahsis etmede hiç bir güce ve etkiye sahip değillerdir..Hanefilere göre Kuran ayetinin has olsun amm olsun(özel hüküm nitelikte veya genel nitelikte olsun) delaleti katidir..Zann ifade eden haber-i vahidin katiyet ifade eden Kuran ayeti karşısında hükmünü icra ettirmede -tabir caizse- hiç bir şansı yoktur..Bir örnek daha verelim : Kuranda rükû edenlerle (Allah'ın huzurunda eğilenlerle) beraber eğilin (Bakara: 43) emredilir..Sahihlikte birinci sınıf kategoride olan bir hadiste ise tadil-i erkana riayet emredilir..Rüku, malum namazdaki eğilmedir. Farziyeti ayetle sabittir...Buna sünnette gelen tadil-i erkan eklenirse Kuranın ilgili rüku ayetinin yalın haldeki eğilme emri, eğilme + tadil-i erkan ikilisine dönüşür..Hanefilere göre Nass üzerine yapılan ziyade neshdir..Yani bu ilave onu tek emirden 2 li emre dönüştürür; bir anlamda verilen ayetin hükmünü ortadan kaldırır...Çünkü o mutlak manada rüku edin yeter gibi algılanıyordu, hadis ise sadece rüku etmek yetmez tadil-i erkan da şarttır diyerek ilk cümlenin mutlak hükmünü kırıp nihai hükmü başka bir yöne tevcih ediyor..Böyle bir ilavenin nesh getireceği yaklaşımıyla Hanefiler bu noktada aynı namazda fatiha okunmama değerlendirmesinde olduğu gibi bu hadisi de farziyyetten bir derece aşağı derecede olan vucubiyete çekerek aradaki asıl-ilave, ziyade ilişkisini kaldırmış olurlar.
f) Yine ammın ( genel hükmün )haber-i vahidle tahsisine ( hususileştirilmesi) gelirsek:
Hanefi usulcüleri, haber-i vâhidle, âmm'ın tahsis edilmesini caiz görmezler. Ancak âmm başka bir nassla tahsis edilmişse, bu tahsis edilmiş âmm'ın kesinliği kalmadığından o zaman, zannî olan haber-i vâhidle tahsis caiz olur.Ebu Zehre bunu şöyle izah eder: "Hanefi uleması, 'âmm, sîgası itibariyle umuma delâletinde kat'îdir dediklerinden, zannî olanla, âmm'm tahsisini caiz görmemişlerdir. Çünkü tahsis demek, bir lafzın delâlet ettiği hükümlerden bir kısmını ondan çıkarmak demektir. Kat'î olmak ise lafzın delâlet ettiği hükmün o kısım hakkında da sabit olduğunu kesin olarak göstermektir. Böyle kat'î bir şekilde sabit olan bir delâlet, zanni bir şeyle ibtal edilemez.Bu yüzden hanefi usulcüleri, Kur'an-ı Kerim'deki âmm'lar tevil edilmiş olmadıkça delâletleri katîdir, derler. Böylece Kur'an olması hasebiyle iki katiyyet bir arada toplanır. Hem sübutu katîdir, hem de delâleti katîdir. Bu sebeple onun önünde, ona muarız olan haber-i vâhid duramaz. Zira Kur'an her ne kadar âmm olsa da hem sübutu ve hem de delâleti kesindir. Haber-i vâhid olan hadis ise, hâs dahi olsa sübutu zannîdir. Zannî olan delil, katı olanın önünde duramaz. İşte rey fukahası Kur'an'ın âmm'larını umum üzere bırakırlar, onu haber-i vâhidle tahsis etmezler. Hadis fukahasına göre ise-İmam Şafiî, Ahmed vb.-haber-i vâhid dahi olsa hadis, Kur'an'ın beyan edicisi olur, umumunu tahsis eder, mutlakını kayıtlar, mücmelini beyan eder, müphemini izah eder...( İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu İsmail Hakkı Ünal ) g) Verdiğimiz bu bilgileri biraz daha basitleştirirsek:
Hanefi usulcülere göre Kuran ayetlerinin hükmünün genelden daha özel hükme indirgenmesi (örneğimizde olduğu gibi) amm olan hükmün çerçevesinin daraltılarak tahsis edilmesi ,var olan ayet üzerine ek bir hüküm getirilerek nassın üzerine ziyade şekline dönüşmesi konuları yer yer Hadis düşmanlarının , veya hadise ilgisiz olan, onun hiç bir hücciyetini kabul etmeyen kuran müslümanı kimliğiyle kendini ifade edenlerle sureten de olsa benzer göründüğü için(tabi burda farziyyetten vücubiyete dönüşme ince mantığını da hatırlayalım ve farkı görelim) bu noktada ehl-i sünnetin Kuran müslümanı denilen akıma yaptığının aynısını ehl-i hadis ve ehl-i eserciler biz Hanefilere yapmış ve sahih hadisi uygulama dışına almakla haşin bir şekilde eleştirmişlerdir..Bu iki ekol arasında kıyasıya fikri mücadele ve mezhepsel gerilimler yaşanmış ve kısmen de sulhu olsa ancak kıyası kabul edip fıkhi delil olarak kullanan imam şafii sağlayabilmiştir..
Sonuç: Hanefiler Recm hadisiyle Kuranın ayetini tahsis edildiği kanaatindedir ..Burda da Hanefilerin Kuran ayetlerinin hükmüne ilave , tahsis gibi konularda yine o ayetlerin dayandığı tevatür gücüne denk bir güç aradıklarını ve Recm cezasıyla ilgili rivayetleri aynı güçte gördükleri sonucunu çıkarıyoruz..
Bu tevatürün delili:
Zina hususunda Mâiz olayı ve Mâizin recmedilmesi
Suyûtî (ö. 911/1505)el-Ezhârda bu hadisi şu yollardan getirmiştir:
1. Câbir b. Abdullah
2. Abdullah ibn Abbâs
3. Büreyde
4. Câbir b. Semure
5. Ebu Saîd el-Hudrî
6. el-Leclâc
7. Nuaym b. Hezzâl
8. Ebu Hureyre
9. Übey
10. Sahabeden birisi
11. İbnül-Müseyyeb (mürsel olarak)
12. Hz. Ebu Bekr
13. Ebu Zerr
14. Osmanın babası Nasr
15. Ebu Berze el-Eslemî
16. Atâ b. Yesâr
17. Şabî
18. Ebu Ümâme b. Sehl b. Huneyf
Toplam, 18 kişi.
Kettani derki: Râfiî (ö. 623/1225)Şerhul-Kebirde aynen şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.v)den meşhur olduğu kadarıyla recm; Mâiz, Gâmidiyye ve Yahudilerle ilgili kıssada geçmektedir. Recm, Resulullah (s.a.v)den sonrada Raşit halifeler döneminde de uygulanmıştır. Bu nedenle de hadis, mütevatir derecesine ulaşmıştır.Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) Tahrîcu Ehâdisir-Râfiîde bunu onaylamıştır.Kemal İbnul-Hümâm(Hanefi fakihlerin büyüklerinden) (ö. 861/1457) Fethul-Kadîrde aynen şöyle der: Resulullah (s.a.v)den gelen recmin sabit oluşu; Hz. Alinin kahramanlığı ve Hatem et-Tâinin cömertliği gibi mana bakımından mütevatirdir. Teferruatla ilgili olan haberi ahad ise, recmin tanımı ve özelliklerini açıklama mahiyetindedir. Recmin aslına gelince, bunda şüphe edilecek bir durum söz konusu değildir.