- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Hakikat Kaygısı - Doğan Cüceloğlu
Bu yazıma yaşadığım bir olayı paylaşarak başlamak istiyorum. Brian, Illonis Üniversitesinde benimle aynı doktora programında olan bir İngilizdi. Sürekli benimle konuşmak istiyordu; birkaç hafta boyunca öğleleri beraber yemek yedik. Sorular sordu, söylediklerimi dikkatle dinledi. Daha sonra başkalarına takılmaya başladı; benimle yemek yemekten vazgeçti. Kafa dengi bir arkadaş, bir dost bulduğumu sanıyordum, üzüldüm. Acaba bilmeden kendisini kırdım mı? Bir süre geçtikten sonra aklıma takılan bu soruyu açıklığa kavuşturmak için sordum: Brian seni kıracak bir şey mi yaptım? Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı: - Brian seni kıracak bir şey mi yaptım?
- Hayır. Niye sordun?
- Önceleri beraber öğle yemeği yerdik, şimdi yemiyoruz.
- Oh Doğan, sen ve ben çok benzer düşünüyoruz; onun için şimdi başka arkadaşlarla takılıyorum.
- Anlayamadım, nasıl yani! Kafa dengi arkadaşla yemek yemek daha zevkli değil mi?
- Benim için değil; benden farklı insanlarla konuşmak ve onların farklı düşüncelerini ve o düşüncelerin altına yatan gözlem ve inançları irdelemek bana daha zevkli geliyor. Sen hep senin gibi düşünenlerle mi ahbaplık edersin?
- !!!??? (Ne diyeceğimi bilemedim; sustum.)
İnsan belirsizlikten hoşlanmaz.
Neden?
Yaratılışından böyle; insanın doğuştan belirsizlikten hoşlanmayan bir yaradılışı var. O nedenle belirsizliklerle dolu bir dünyada kendine belirginliği olan bir dünya yaratmaya çalışır. Bu çaba doğuştan başlar, daha konuşmaya başlamadan önce, hatta bazı araştırmalara göre, doğumundan altı saat sonra insan yavrusu iki konuda belirginliğe ulaşmaya çalışır: 1- güvende miyim? 2- seviliyor muyum? Bu soruların karşılığı EVET ise o bebek insan, büyük olasılıkla, kendine güveni olan, güler yüzlü, mutlu bir yetişkin insan olacaktır. HAYIR ise ezik, hüzünlü, asık suratlı biri olarak yaşayacaktır. Araştırmaların özeti bu.
Yukarıdaki bilgiler önemli ama yazımın konusu bu değil. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim, insan belirginliği olan bir dünyayı nasıl yaratır? sorusu.
Evet, insan belirginliği olan bir dünyayı nasıl yaratır? İki kaynaktan aldığı bilgiyi kullanır: 1- diğer insanların sözleri ve davranışları; 2- kendi gözlemleri ve aklı.
Bu iki kaynağın ilişkisi her bir birey için farklı farklı dengeler gösterebilir. Bazı insanlar diğer insanların sözleri ve davranışlarıyla kendi anlam verme sistemlerini oluştururlar ve daha fazlasını araştırmak ve sorgulamak istemezler. Yukarıda sözünü ettiğim güvende miyim, seviliyor muyum, sorularına bebeklikte HAYIR cevabını vermiş olanlar, kendilerini hemen güvende hissetmek ve sevilir hissetmek için başkaları gibi düşünme, başkaları gibi olma eğilimi gösterecekleridir. İçinde yetiştikleri aile, toplum onların kendi gözlemleri ve aklıyla bir anlam verme sistemi geliştirmelerine izin vermemiştir. Onlar toplumun bir ferdi olurlar, ama bir şahsiyet olarak gelişme imkânı bulamazlar. Bu aileler ve toplumlar birbirinin tıpkısının aynısı olan nesiller yetiştirirler ve birbirinin tıpkısının aynısı nesil yetiştirmeyi büyük başarı olarak görürler.
Daha fazlasını araştırmak ve sorgulamak istemeyen insanlar ömürlerinin geri kalan kısmını kendileri gibi benzer anlam verenler arasında geçirmeyi tercih ederler. Bazıları, kendisi gibi anlam vermeyenlerle mücadele eder, onları kendi tarafına çekmeye çalışır. Artık onlar hakikatin araştırıcısı olmayı bitirmişlerdir; buldukları hakikatlerin yaşayanı, savunanı ve yayıcısı olmuşlardır.
Bazı insanlar gözlem yapmayı ve soru sormayı ömür boyu bırakmazlar, daha doğrusu bırakamazlar. Bu insanlar hakikati aramayı neden bırakamazlar? Yukarıda sözünü ettiğim güvende miyim, seviliyor muyum, sorularına bebeklikte EVET cevabını vermiş olanlar, özgüvenleri gelişmiş olduğu için belirsizliklere dayanabilirler, sormaya devam edebilirler. Bu insanlar anababa, eğitim ve toplum tarafından kendilerine sunulan hakikat paketiyle yetinemezler. Ellerinde değil, sürekli sorarlar, gözlem yaparlar, deşerler. Sanki bir merdivenden çıkıyorlar gibi gözleri hep en yukarıdaki gerçeğe odaklanmıştır; belli bir basamakta kalamazlar, tırmanmaya devam etmek zorunluluğunu hissederler.
Merdivenin üst basamağına çıkmaya çalışan bu hakikat araştırıcılarına aile, okul, arkadaş ve dost ortamı, genel olarak toplum nasıl davranıyor? Hakikati araştırmaya devam edenlere toplum nasıl bir tavır allıyor?
Bu tavır bence bir toplumun geleceğini belirleyen en önemli etken. Toplumdan topluma değişiyor. Bazı toplumlar soru sorma ve araştırmayı zaman içinde önemsemiş ve bunu kurumsallaştırmıştır. Bazı toplumlar ise soru sorma ve araştırmayı baskı altında tutmaya özen göstermiştir.
İngiliz Kraliyet Bilim Akademisi 28 Kasım 1660da kuruldu. Bu toplumda bilginin her dalında araştırma yapan insanları tanımak, takdir etmek ve yüceltmek bir gelenek haline geldi. Oradan buradan insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş ve tarihsiz diye küçümsenen ABDde, Amerikan Ulusal Bilim Akademisi Sivil Savaş devam ederken Başkan Lincolnın 3 Mart 1863te imzasıyla hayata geçti. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu 24 Temmuz 1963te, İngiltereden üç yüz üç, Amerikadan yüz yıl sonra Cemal Gürselin imzasıyla kurulmuştur.
Bir toplum hakikati arayanlara değer verirken, bir başka toplum niçin değer vermez? Korku Kültürü kitabımda bu konuya ilişkin gözlemler ve sohbetlerle cevap arıyorum.
Brianla tanıştığım zamandan bu yana değiştim mi? Kendisi gibi düşünenlerle değil farklı düşünenlerle yemek yemeyi seçer hale geldim mi?
Emin olun bunu cevabını bilmiyorum. Kendimi gözlüyorum, görebildiğim şu: kendilerinden farklı düşündüğümü bilenler ya benimle konuşmak istemiyorlar ya da konuşurken saldırgan hale geliyorlar, sakin sakin bir konuyu irdeleyemiyoruz. Böyle durumlarda çoğu kere ya susuyorum ya da onlar gibi düşünüyormuşum gibi mış gibi yapıyorum. Bu durumdan da nefret ediyorum.
Gençlerin içinde az da olsa Brian tutumunu görüyorum ve umudumu hiç kaybetmiyorum.
Selam olsun geleceğin aydınlık Türkiyesine.
- Hayır. Niye sordun?
- Önceleri beraber öğle yemeği yerdik, şimdi yemiyoruz.
- Oh Doğan, sen ve ben çok benzer düşünüyoruz; onun için şimdi başka arkadaşlarla takılıyorum.
- Anlayamadım, nasıl yani! Kafa dengi arkadaşla yemek yemek daha zevkli değil mi?
- Benim için değil; benden farklı insanlarla konuşmak ve onların farklı düşüncelerini ve o düşüncelerin altına yatan gözlem ve inançları irdelemek bana daha zevkli geliyor. Sen hep senin gibi düşünenlerle mi ahbaplık edersin?
- !!!??? (Ne diyeceğimi bilemedim; sustum.)
İnsan belirsizlikten hoşlanmaz.
Neden?
Yaratılışından böyle; insanın doğuştan belirsizlikten hoşlanmayan bir yaradılışı var. O nedenle belirsizliklerle dolu bir dünyada kendine belirginliği olan bir dünya yaratmaya çalışır. Bu çaba doğuştan başlar, daha konuşmaya başlamadan önce, hatta bazı araştırmalara göre, doğumundan altı saat sonra insan yavrusu iki konuda belirginliğe ulaşmaya çalışır: 1- güvende miyim? 2- seviliyor muyum? Bu soruların karşılığı EVET ise o bebek insan, büyük olasılıkla, kendine güveni olan, güler yüzlü, mutlu bir yetişkin insan olacaktır. HAYIR ise ezik, hüzünlü, asık suratlı biri olarak yaşayacaktır. Araştırmaların özeti bu.
Yukarıdaki bilgiler önemli ama yazımın konusu bu değil. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim, insan belirginliği olan bir dünyayı nasıl yaratır? sorusu.
Evet, insan belirginliği olan bir dünyayı nasıl yaratır? İki kaynaktan aldığı bilgiyi kullanır: 1- diğer insanların sözleri ve davranışları; 2- kendi gözlemleri ve aklı.
Bu iki kaynağın ilişkisi her bir birey için farklı farklı dengeler gösterebilir. Bazı insanlar diğer insanların sözleri ve davranışlarıyla kendi anlam verme sistemlerini oluştururlar ve daha fazlasını araştırmak ve sorgulamak istemezler. Yukarıda sözünü ettiğim güvende miyim, seviliyor muyum, sorularına bebeklikte HAYIR cevabını vermiş olanlar, kendilerini hemen güvende hissetmek ve sevilir hissetmek için başkaları gibi düşünme, başkaları gibi olma eğilimi gösterecekleridir. İçinde yetiştikleri aile, toplum onların kendi gözlemleri ve aklıyla bir anlam verme sistemi geliştirmelerine izin vermemiştir. Onlar toplumun bir ferdi olurlar, ama bir şahsiyet olarak gelişme imkânı bulamazlar. Bu aileler ve toplumlar birbirinin tıpkısının aynısı olan nesiller yetiştirirler ve birbirinin tıpkısının aynısı nesil yetiştirmeyi büyük başarı olarak görürler.
Daha fazlasını araştırmak ve sorgulamak istemeyen insanlar ömürlerinin geri kalan kısmını kendileri gibi benzer anlam verenler arasında geçirmeyi tercih ederler. Bazıları, kendisi gibi anlam vermeyenlerle mücadele eder, onları kendi tarafına çekmeye çalışır. Artık onlar hakikatin araştırıcısı olmayı bitirmişlerdir; buldukları hakikatlerin yaşayanı, savunanı ve yayıcısı olmuşlardır.
Bazı insanlar gözlem yapmayı ve soru sormayı ömür boyu bırakmazlar, daha doğrusu bırakamazlar. Bu insanlar hakikati aramayı neden bırakamazlar? Yukarıda sözünü ettiğim güvende miyim, seviliyor muyum, sorularına bebeklikte EVET cevabını vermiş olanlar, özgüvenleri gelişmiş olduğu için belirsizliklere dayanabilirler, sormaya devam edebilirler. Bu insanlar anababa, eğitim ve toplum tarafından kendilerine sunulan hakikat paketiyle yetinemezler. Ellerinde değil, sürekli sorarlar, gözlem yaparlar, deşerler. Sanki bir merdivenden çıkıyorlar gibi gözleri hep en yukarıdaki gerçeğe odaklanmıştır; belli bir basamakta kalamazlar, tırmanmaya devam etmek zorunluluğunu hissederler.
Merdivenin üst basamağına çıkmaya çalışan bu hakikat araştırıcılarına aile, okul, arkadaş ve dost ortamı, genel olarak toplum nasıl davranıyor? Hakikati araştırmaya devam edenlere toplum nasıl bir tavır allıyor?
Bu tavır bence bir toplumun geleceğini belirleyen en önemli etken. Toplumdan topluma değişiyor. Bazı toplumlar soru sorma ve araştırmayı zaman içinde önemsemiş ve bunu kurumsallaştırmıştır. Bazı toplumlar ise soru sorma ve araştırmayı baskı altında tutmaya özen göstermiştir.
İngiliz Kraliyet Bilim Akademisi 28 Kasım 1660da kuruldu. Bu toplumda bilginin her dalında araştırma yapan insanları tanımak, takdir etmek ve yüceltmek bir gelenek haline geldi. Oradan buradan insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş ve tarihsiz diye küçümsenen ABDde, Amerikan Ulusal Bilim Akademisi Sivil Savaş devam ederken Başkan Lincolnın 3 Mart 1863te imzasıyla hayata geçti. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu 24 Temmuz 1963te, İngiltereden üç yüz üç, Amerikadan yüz yıl sonra Cemal Gürselin imzasıyla kurulmuştur.
Bir toplum hakikati arayanlara değer verirken, bir başka toplum niçin değer vermez? Korku Kültürü kitabımda bu konuya ilişkin gözlemler ve sohbetlerle cevap arıyorum.
Brianla tanıştığım zamandan bu yana değiştim mi? Kendisi gibi düşünenlerle değil farklı düşünenlerle yemek yemeyi seçer hale geldim mi?
Emin olun bunu cevabını bilmiyorum. Kendimi gözlüyorum, görebildiğim şu: kendilerinden farklı düşündüğümü bilenler ya benimle konuşmak istemiyorlar ya da konuşurken saldırgan hale geliyorlar, sakin sakin bir konuyu irdeleyemiyoruz. Böyle durumlarda çoğu kere ya susuyorum ya da onlar gibi düşünüyormuşum gibi mış gibi yapıyorum. Bu durumdan da nefret ediyorum.
Gençlerin içinde az da olsa Brian tutumunu görüyorum ve umudumu hiç kaybetmiyorum.
Selam olsun geleceğin aydınlık Türkiyesine.