Melankolik
MFC Üyesi
-
- Üyelik Tarihi
- 25 Ara 2009
-
- Mesajlar
- 566
-
- MFC Puanı
- -28
SUS VE BEKLE… Mart 2012
‘Âşık olma hakkı, yalnızca nefsinde ölmeyi göze alabilenler içindir.’
Hokkama düşen kelebeğin mürekkeple biraz cebelleştikten sonra, önümdeki beyaz kâğıtta can çekişirken, kanat darbeleriyle yalpalayarak harikulade bir sanat eseri oluşturduğunu gördüm.
Kelebek mürekkep yalamıştı, hatta içmiş ve yutmuştu. Ölümüne bir dakika kala, son darbeyi kâğıdın kenarına vurup oracıkta soluğunu verdi.
Tek renk hâkimdi bu kâğıda; kan kırmızısı. Bir dakikada sanatı doğurdu. Konu, üslup ve benzeri zırvalıklar yoktu, olduğu gibiydi. Oldu ve gibi oldu… Bir şey gibi değil her şey gibi oldu.
Nihayet, insanın gözü görmekten, kulağı duymaktan eli dokunmaktan, beri kalmadı. Gözü ile bu şaheseri zehirledi, kulağı ile yanlış anladı, eliyle rezalete dönüştürdü. Oysa kelebekte ne mantık vardı ne de duygu…
İnsan hemen oracıkta entrikayı, ihtirası, açgözlülüğü ve sahtekârlığı, kelebeğin kanat darbelerine yükledi. Hep böyle yapar zaten şu insanlar…
Ölümüne vuruldu o darbeler… Ölümle vuruldular. Azrail’in soğuk nefesi vardı, kan gibi sıcaktı belki de... Mürekkebe karışan bir damladan az kan meydan okuyordu dünyaya, insanlara, sanata…
Evet, mürekkep yalamış, yutmuştu. Ancak bir gerçeği çok iyi biliyordu kelebek, bildi ve öldü. Daha doğrusu anladı ve öldü.
İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzu-yı muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl u kal imiş ancak (Fuzuli)
Az yaşadı, öz yaşadı. Bir günde anladı her şeyi… Fakat insan, altmış senede anlayamadı. Zira anlamak istemedi. Halinden memnundu, işin içinden çıkamadı sonra bıraktı yolu yarıda…
Hep yarıda kaldı; zira yarım bırakmak, insanın mesleğiydi, hiçbir şeyi tamamlayamadı. Altmış sene yaşadı, öğrendiği tek şey vardı: Başladığı bir işi yarım bırakmak.
Nitekim bıraktı, kelebek gibi içemedi mürekkebi, ölümüne gezinemedi satırlarda, gezinse bile sadırına indiremedi aşktan damlalar. Yapmacıktı… Hep kendisi yaptı, doğal değildi. Kendi dünyasında yaşadı, sahte dünyasında. Yaşadığını aşk zannetti, aşka dair sözler uydurdu. Aşkı kalemle veya kelamla tanımlamaya çalıştı. Büsbütün rezil etti!
Aşkı tanımlama! Tarif etme, anlatma! Sadece sus...
Âşık isen eğer hepsi bu kadar.
Aşığım deme, madem yaşadığın duyguları tanımlayamıyorsun, madem sevgiliyi görünce kalbin gereğinden fazla kan pompalıyor ve seni ölümüne dahi sebep olabilecek bir duruma getiriyor, neden hala sözle, yazıyla açıklamak için çırpınıyorsun!
Yaşa ama tanımlama, sadece yaşa ve öl…
Anlatma, anlamadığın şeyi anlatma ki komik hale düşmeyesin. Sen çok konuşuyorsun, seviyorsan sus, âşıksan eğer susarsın, sadece için konuşur, yani kendinle konuşursun sadece.
Göze alabiliyor musun bilmem? Çünkü sen sustuğun zaman, kalbinin çığlıklarında boğulmaya mahkûm ve mecbursun. Artık ölüme kadar gidersin. Öyle ya, seviyorsan öleceksin, boğulacaksın.
Tanımlamayacaksın, tarife yeltenmeden ölüp gideceksin, kaybolmayı göze alacaksın, alacaksın ki konuşmaya hakkın olsun. Konuşacaksın, belki tek bir beyit ile haykıracaksın. Ama artık içindeki pinhanı dünyaya ifşa etme vaktin geldi. Hadi öyleyse! Dökülsün konuşmamaktan kurumuş dudaklarının arasından mısralar:
Derdim nice bir sinede pinhan ederim ben
Bir ah ile bu âlemi viran ederim ben (Nefi)
Sen üzülüyorsun, yanıyorsun, sen kayboluyorsun, boğuluyorsun, ölüyorsun, acılar içindesin, bense tam karşındayım ve seni teselli edebilirim…
Sen bitmişsin dostum, sana ne söylesem boş, üzül, ağla, sızla, yan, tutuş ve nihayetinde ölümü göze al...
Sus ve bekle…
TUNAHAN DAĞAŞAN
Hokkama düşen kelebeğin mürekkeple biraz cebelleştikten sonra, önümdeki beyaz kâğıtta can çekişirken, kanat darbeleriyle yalpalayarak harikulade bir sanat eseri oluşturduğunu gördüm.
Kelebek mürekkep yalamıştı, hatta içmiş ve yutmuştu. Ölümüne bir dakika kala, son darbeyi kâğıdın kenarına vurup oracıkta soluğunu verdi.
Tek renk hâkimdi bu kâğıda; kan kırmızısı. Bir dakikada sanatı doğurdu. Konu, üslup ve benzeri zırvalıklar yoktu, olduğu gibiydi. Oldu ve gibi oldu… Bir şey gibi değil her şey gibi oldu.
Nihayet, insanın gözü görmekten, kulağı duymaktan eli dokunmaktan, beri kalmadı. Gözü ile bu şaheseri zehirledi, kulağı ile yanlış anladı, eliyle rezalete dönüştürdü. Oysa kelebekte ne mantık vardı ne de duygu…
İnsan hemen oracıkta entrikayı, ihtirası, açgözlülüğü ve sahtekârlığı, kelebeğin kanat darbelerine yükledi. Hep böyle yapar zaten şu insanlar…
Ölümüne vuruldu o darbeler… Ölümle vuruldular. Azrail’in soğuk nefesi vardı, kan gibi sıcaktı belki de... Mürekkebe karışan bir damladan az kan meydan okuyordu dünyaya, insanlara, sanata…
Evet, mürekkep yalamış, yutmuştu. Ancak bir gerçeği çok iyi biliyordu kelebek, bildi ve öldü. Daha doğrusu anladı ve öldü.
İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzu-yı muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl u kal imiş ancak (Fuzuli)
Az yaşadı, öz yaşadı. Bir günde anladı her şeyi… Fakat insan, altmış senede anlayamadı. Zira anlamak istemedi. Halinden memnundu, işin içinden çıkamadı sonra bıraktı yolu yarıda…
Hep yarıda kaldı; zira yarım bırakmak, insanın mesleğiydi, hiçbir şeyi tamamlayamadı. Altmış sene yaşadı, öğrendiği tek şey vardı: Başladığı bir işi yarım bırakmak.
Nitekim bıraktı, kelebek gibi içemedi mürekkebi, ölümüne gezinemedi satırlarda, gezinse bile sadırına indiremedi aşktan damlalar. Yapmacıktı… Hep kendisi yaptı, doğal değildi. Kendi dünyasında yaşadı, sahte dünyasında. Yaşadığını aşk zannetti, aşka dair sözler uydurdu. Aşkı kalemle veya kelamla tanımlamaya çalıştı. Büsbütün rezil etti!
Aşkı tanımlama! Tarif etme, anlatma! Sadece sus...
Âşık isen eğer hepsi bu kadar.
Aşığım deme, madem yaşadığın duyguları tanımlayamıyorsun, madem sevgiliyi görünce kalbin gereğinden fazla kan pompalıyor ve seni ölümüne dahi sebep olabilecek bir duruma getiriyor, neden hala sözle, yazıyla açıklamak için çırpınıyorsun!
Yaşa ama tanımlama, sadece yaşa ve öl…
Anlatma, anlamadığın şeyi anlatma ki komik hale düşmeyesin. Sen çok konuşuyorsun, seviyorsan sus, âşıksan eğer susarsın, sadece için konuşur, yani kendinle konuşursun sadece.
Göze alabiliyor musun bilmem? Çünkü sen sustuğun zaman, kalbinin çığlıklarında boğulmaya mahkûm ve mecbursun. Artık ölüme kadar gidersin. Öyle ya, seviyorsan öleceksin, boğulacaksın.
Tanımlamayacaksın, tarife yeltenmeden ölüp gideceksin, kaybolmayı göze alacaksın, alacaksın ki konuşmaya hakkın olsun. Konuşacaksın, belki tek bir beyit ile haykıracaksın. Ama artık içindeki pinhanı dünyaya ifşa etme vaktin geldi. Hadi öyleyse! Dökülsün konuşmamaktan kurumuş dudaklarının arasından mısralar:
Derdim nice bir sinede pinhan ederim ben
Bir ah ile bu âlemi viran ederim ben (Nefi)
Sen üzülüyorsun, yanıyorsun, sen kayboluyorsun, boğuluyorsun, ölüyorsun, acılar içindesin, bense tam karşındayım ve seni teselli edebilirim…
Sen bitmişsin dostum, sana ne söylesem boş, üzül, ağla, sızla, yan, tutuş ve nihayetinde ölümü göze al...
Sus ve bekle…
TUNAHAN DAĞAŞAN