Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Gülistan - SEVGİNİN ÖLÇÜSÜ; FEDAKâRLIK

Melankolik

MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    25 Ara 2009
  • Mesajlar
    566
  • MFC Puanı
    -28
SEVGİNİN ÖLÇÜSÜ; FEDAKâRLIK 135. Sayı
Mart 2012
R1353602.jpg
Muhabbetin en bariz alameti fedakârlıktır. Bir sevginin büyüklüğü, sevilen uğrunda yapılan fedakârlıkla ölçülür. Seven, sevdiği uğruna her şeyini kolayca feda ederek, bu yolda karşılaştığı bütün meşakkatlere katlanır.

Allah’a ve dinine muhabbet besleyen müminlerin de Allah yolunda her türlü imkânlarından, farz olan mükellefiyetlerinin dışında da infakta bulunmaları ve bu uğurda bazı meşakkatlere katlanmaları lazımdır. Zaten Allah Teâlâ’nın lütfettiği nimetlerin sarf edilebileceği en faziletli yer, yine Allah yoludur.

Mevlana Hazretleri şöyle buyurur: “Mal ile beden, kar gibi erir, gider. Fakat onlar, Allah yolunda harcanırsa, Allah onlara alıcı olur. Kuran’da; “Allah, cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın aldı…” (Tevbe; 111) buyrulmuştur.”

Cenab-ı Hakk’ın satın aldığı bir şey de eriyip zail olmaktan kurtularak, büyük bir kıymet ve şeref kazanır.

Allah yolunda verilen güzel borç

Yüce Rabbimiz, bilhassa zor zamanlarda kullarından fedakârlık beklemektedir. Kulların bu fedakârlıklarını da Kur’anî ifadeyle; “Karz-ı hasen: Allah yolunda verilen güzel bir borç” sayarak, karşılığını kat kat fazlasıyla ödemeyi va’detmektedir.

Fedakâr bir mümin, isar ehlidir, yani kendisi de muhtaç olduğu halde, mümin kardeşlerini kendisine tercih ederek, elindeki imkânları onlara devretme faziletini gösterebilen kimsedir.

Yine fedakâr bir mümin, Allah yolundaki her hizmeti, muhabbet ve şefkatle ifa eden bir ümit ve iman membaıdır. O, ruhlara huzur bahşeden her gayretin ön safında yer alır. Yine o, sözleri, davranışları ve örnek ahlakı ile daima Allah’ın rızasını talep halindedir. O, dertlinin, muzdaribin yanında, kimsesizlerin ve ümitsizlerin başucundadır.

Ashabın fedakârlığı

Bize örnek nesil olarak takdim edilen Ashâb-ı Kiram, yaşlısı ve genciyle, Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini kalplerine yerleştirmiş ve bu uğurda büyük fedakârlık numuneleri sergilemişlerdir. Allah yolunda maldan ve candan fedakârlık, cennete girebilmek için gerekli iki mühim şarttır ve Ashab-ı Kiram, bu hususta yapmaları gerekenlere riayet etmiş, gerektiği yerde mallarını, gerektiği yerde de canlarını vermekten çekinmemişlerdir.

Muaz bin Amr radıyallahu anh Bedir’deki bir hatırasını şöyle anlatır: “Ebu Cehil’i kılıçtan geçirdiğimde, onun oğlu İkrime de bana bir kılıç vurup kolumu kesti. Elim derime asılı kaldı. Gün boyunca elim arkamda sürünerek savaşmaya devam ettim. Bu haldeyken, çarpışmakta zorlanıyordum. Beni iyice rahatsız edince de üzerine ayağımla bastım ve onu koparıp attım!” (İbn-i Hişam, II, 275-276)

Bu, Allah yolunda yapılan fedakârlığın zirve misallerinden biridir. Cihadına mani olan yaralı bir eli dahi istemeyen mübarek sahabe, onu feda ederek iman heyecanı ile hizmetine devam etmiştir.

‘Haliniz nice olur?’

Mus’ab bin Umeyr, zengin ve şerefli bir aileye mensuptu. En güzel elbiseleri o giyer, en güzel ve en pahalı kokuları da o kullanırdı. Güzelliği ile dillere destan olduğu için Mekke’nin kızları hep onun peşinde gezerdi. Ama o, bütün bunları feda ederek, Allah yoluna baş koydu.

Hazret-i Ali radıyallahu anh şöyle anlatır: “Biz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte mescitte oturuyorduk. Mus’ab bin Umeyr çıkageldi. Üzerindeki, kürk parçalarıyla yamanmış hırkasından başka bir şeyi yoktu. Allah Rasulü, Mus’ab’ı görünce, onun Mekke’de nimetler içindeki haliyle şimdiki halini düşündü ve gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladı. Sonra da şöyle buyurdu:
- Birinizin sabahleyin ayrı, öğlenden sonra (iki) ayrı güzel elbise giydiği, önüne bir tabağın konup ötekinin kaldırıldığı, evlerinizi Kâbe’nin örtüldüğü gibi örtülere büründürdüğünüz (yani dünya lezzetlerinin önünüze serildiği) zaman haliniz nice olur? (Hazır bulunanlar:)
- Ey Allah’ın Rasûlü, tabii ki o gün halimiz, bugünkünden daha iyi olur. Çünkü o zaman (bugünkü sıkıntılarımız ve) geçim derdimiz olmaz, kendimizi tamamen ibadete veririz, dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:
- Bilakis, bugün siz, o günden daha hayırlı durumdasınız, buyurdu.” (Tirmizi, Kıyamet, 35/2476)

Maldan da candan da vazgeçti

Müslümanların şiarı; son nefese kadar hep fedakârlık… Malından, canından, evinden barkından, yani bütün imkânlarından…

Tebük Seferi’nde, yalnız bir sahabe şehit olmuştur. Bu sahabe, müşrik bir kabile içinde İslam’la şereflenen Abdullah el-Muzeni radıyallahu anh idi. Babası öldüğünde, ona hiç mal bırakmamıştı. Zengin olan amcası, onu yanına alıp büyütmüş ve mal sahibi yapmıştı.

R1353601.jpg


Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye hicret ettiği zaman, Abdullah Müslüman olmak istemişse de müşrik amcası yüzünden buna muvaffak olamamıştı. Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethedip Medine’ye döndüğü zaman, Abdullah amcasına:
- Ey amca! Müslüman olmanı hep bekledim durdum. Senin hala Muhammed’i arzu ettiğini göremiyorum! Bari benim Müslüman olmama izin ver, dedi. Amcası:
- Eğer sen Muhammed’e tabi olursan, üzerindeki elbisene varıncaya kadar, sana verdiğim her şeyi geri alırım, dedi. Abdullah radıyallahu anh büyük bir fedakârlık misali sergileyerek:
- Ben, vallahi Muhammed’e tabi oldum! Taşa, puta tapmayı bıraktım bile! Elimdeki şeyleri alırsan al! Dedi.

Amcası, elbiselerine varıncaya kadar her şeyini aldı. Abdullah radıyallahu anh, elbisesiz olarak annesinin yanına gitti. Annesi, kalın kilimini iki parçaya ayırdı. Abdullah, onun yarısını belinden aşağısına, yarısını da belinden yukarısına sardı. Kararlıydı, bir an evvel Medine’ye varıp Allah Rasûlü’ne kavuşmak istiyordu. Önündeki her türlü engel, gözünde bir hiç haline gelmişti. Daha fazla duramadı, kendisini sıkıştıran kavminden yakasını kurtararak, o gece gizlice yollara düştü.

Uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından, eli-ayağı parçalanmış, açlık ve susuzluktan takati kesilmiş, perişan bir halde Medine’ye yaklaştı. Heyecanı had safhadaydı. Fakat bir an, üzerindeki kaba çullarla Allah Rasûlü’nün huzuruna çıkamayacağını düşündü. Buna rağmen, Âlemlerin Fahr-i Ebedisi’ne kavuşma heyecanıyla kendinden geçen genç sahabe, soluğu Mescid-i Nebevi’de aldı. Seher vaktine kadar mescitte yattı.

Peygamber aleyhissalatu vesselam sabah namazını kıldırdı. Cemaate göz gezdirip evine döneceği sırada Abdullah’ı gördü. Kimsesizlerin, yalnızların ve mazlumların sığınağı olan Rahmet Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem, o mübarek sahabeyi şefkat ve muhabbetle bağrına bastı. İsminin Abduluzza (Uzza’nın kulu) olduğunu öğrenince: “Sen, Abdullah Zu’l-Bicadeyn’sin (Çifte çul/kilim sahibi Abdullah’sın!) Bana yakın yerde bulun! Sık sık yanıma gel! Buyurdu.

Abdullah radıyallahu anh Suffe’de kalıyor ve Kur’an-ı Kerim öğreniyordu. Bir müddet sonra, Kur’an-ı Kerim’den birçok sûreyi okuyup ezberlemişti.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, onun hakkında: “O, Allah’a ve Allah’ın Rasûlü’ne hicret ederek çıkıp gelmiştir! O, ‘evvah’lardandır, yani Allah’a çokça yalvaran ve Allah aşkıyla yanıp tutuşan biridir!” buyurarak, iltifatta bulunmuştur. Çünkü o, Kur’an okurken Allah’ı çokça zikreder ve yanık terennümlerle içli dualar ederdi.
R1353604.jpg


“Allah’ım ben ondan hep razıydım…”

Allah Rasûlü’ne aşk ile bağlanan bu mübarek sahabe, Tebük Seferi’ne çıkılırken, kendisine şehadet nasip olması için Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden ısrarla dua talep etti. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:
- Ey Allah’ım! Onun kanını kâfirlere haram kıl! Diyerek dua etti. Abdullah radıyallahu anh:
- Ya Rasulallah! Ben öyle istememiştim, dedi. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem:
- Sen, Allah yolunda harbe çıkar da hummaya tutularak ölürsen, şehitsin! Hayvanın seni düşürüp boynunu kırarsa sen yine şehitsin! Gam çekme! Bunlardan hangisi olsa şehitlik için sana yeter, buyurdu.

Gerçekten onun şehadeti, Allah Rasulü’nün buyurduğu surette tahakkuk etti; hummaya tutulup Hakk’ın rahmetine kavuştu. Ordunun dönüş hazırlıklarıyla meşgul olduğu bir gece, biri Peygamberlerin Seyyidi, ikisi de Allah ve Rasûlü’nün dostu üç kişi, bir meşale ışığı altında cenaze taşıyorlardı.

Bu üç kişi; Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer radıyallahu anhuma idi. Taşıdıkları cenaze ise Abdullah Zü’l-Bicadeyn radıyallahu anh idi.

Abdullah bin Mes’ûd radıyallahu anh, gıpta ile seyrettiği bu manzarayı şöyle anlatıyor: “Gece karanlığında, mücahitlerin çadır kurdukları sahanın bir köşesinde hareket eden bir ışık gördüm. Kalkıp takip ettim. Bir de ne göreyim; Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma, Abdullah Zü’l-Bicadeyn radıyallahu anhın cenazesini taşıyorlar. Bir yere geldiler, kabir kazdılar. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, kazılan kabre indi. Hazret-i Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma cenazeyi Efendimize vermek için hazırladılar. Allah Rasûlü:
- Kardeşinizi bana doğru yaklaştırın, buyurdu; yaklaştırdılar. Cenazeyi kucağına alan Allah Rasulü, onu kabre yerleştirdikten sonra doğruldu ve şöyle niyaz etti:
- Ya Rab! Ben ondan razıyım, hep razı olageldim, Sen de razı ol.

“Bu manzara karşısında içim dolu dolu oldu. Zü’l-Bicadeyn’e gıpta ettim. O an: ‘Ne olurdu, bu kabrin sahibi ben olaydım! Keşke oraya bu iltifat-ı Peygamberi ile gömülen ben olsaydım!’ diye, ne kadar arzu ettim.” (İbn-i Hişam; Vakıdi; İbn-i Esir)

İşte, Allah yolunda gösterilen muhteşem bir fedakârlık ve bu fedakârlığa karşı sergilenen nebevi iltifat, muhabbet ve vefa…

Hiç şüphesiz her bir mümin, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin Abdullah Zü’l-Bicadeyn’e gösterdiği muhabbet ve alakaya gıptayla bakar. Bu iltifata layık olmanın yolu ise Allah yolunda ihlâs ve samimiyetle bazı fedakârlıklarda bulunabilmektir. Allah yolundaki fedakârlıklar, insanı böylesine ulvi bir şerefe nail eyler.

Hâsılı, fedakârlık ve feragat ehli olmak, İslam’ın methettiği yüce bir ahlaktır.


OSMAN NûRî TOPBAŞ
 
Üst Alt