GÖRME ENGELLİ VE AİLESİ
Görme Engelli Çocuğun gelişimine etki yapan etmenleri incelemezden önce, Engelli Çocuğa sahip olan ailelerin yapılarını, aile bireylerinin birbirleriyle olan etkileşimlerini ve engelli çocuğa karşı tutumlarını incelemek konunun önemi açısından gereklidir.
Engelli Çocuğa sahip olan ailelere yardımcı olmak için onların yaşadıkları duygu yoğunluğunu çoğumuz anladığımızı ve paylaştığımızı söyleriz. Böylesi bir durumda aile bize rahatlıkla "sizinde özürlü çocuğunuz mu var?" diye sorabilir. Cevabımız yok ama..... diye başlayarak ne kadar yoğun biçimde paylaştığımızı ifade eden tümceler biçiminde devam ederse etsin bütün bu olumlu atılımlara karşın duygulara katılım oldukça yüzeysel olup, aileninkine benzer olması da olanaksızdır.
Hatta Engelli Çocuğa sahip iki ailenin, çocuğun içinde bulunduğu duruma tepkileri de farklıdır. Burnlund (1976) "sahip olduğumuz bütün bilgiler kaçınılmaz bir biçimde özneldir... Bireyler kendi görüşlerinden hareke ederek geçmiş deneyimlerine ve değişen amaçlarına uyan bilgileri seçerler." demektedir. Böylece Engelli Çocukların ana-babaları ancak, birbirleriyle deneyimlerini paylaşabilirler. Birbirlerini büyük ölçüde anlarlar. Ancak, her birinin çocuğun özürlülüğünden kaynaklanan engelli oluşa karşı gösterdikleri duygu ve düşüncelerde farklılıklar vardır. Bu farklılıklar sadece aileler arası değil aile bireyleri açısından da söz konusudur. Çünkü çocuğun taşıdığı anlam bireyler açısından değişkenlikler göstermektedir.
Çocuk, Aile Bireyleri İçin Ne Anlam Taşımaktadır? (Smith + J. Neisworth 1975, Sh. 181-190)
1- ÇOCUK BİR ÜRÜNDÜR. Çocuk genel anlamda tanımsal açıdan kadının doğumla tek başına elde ettiği ürün olarak ele alınabilir. Annenin kişisel bir başarısı olarak yorumlanabilir. Bu nedenle çocuk da herhangi bir eksiklik, annenin kişisel yetersizliğinin bir yansıması olarak ele alınabilmekte ve tüm nedenlerin anneden kaynaklandığı varsayılarak, anne suçlanabilmektedir. Annenin ürününde herhangi bir eksiklik yoksa, anne gururla bebeğini hem eşine, hem aile büyüklerine, hem de toplumdaki diğer bireylere göstererek "bakın ben ne kadar iyiyim" demek ister. Ürününün (bebeğin) istendik cinsten oluşu ve sağlıklı oluşu hem eş hem de aile tarafından altın, kurban, hediye v.b. ile de ödüllendirilir.
2- ÇOCUK BİR ARMAĞANDIR. Annenin ürünü olan çocuk, annenin babaya, annenin kendisini bu rol için hazırlayan annesine bir armağanıdır. Genç kız evlenip baba evinden ayrılırken, annesine kendisini yetiştirip büyüttüğü için hak ettiği bir armağan vermeyi ister. Bunu gerçekleştirmenin yolu olarak da annesi ve anneanne yapmaktan geçmektedir. Bu nedenle de anneanneler bebeğin ilk yıllarında bakımını üstlenerek, kızlarına yardımcı olarak armağanı ne kadar kabul ettiklerini bildirirler. Ancak bebekte herhangi bir eksiklik söz konusu ise, armağan değersizleşir. Hiç kimse değersiz armağan almak ya da vermek istemez.
3- ÇOCUK BİR KANITTIR. Çocuk kadının kocasına tam ve sağlıklı olduğunu, kocanın da tam ve sağlıklı olduğunu karısına kanıtlamaktadır. Aynı zamanda çiftin sağlıklılığını kendi ailelerine ve topluma da kanıtlar bu nedenle hamile eşi ile yürüyüşe çıkan bir erkek etrafına gururla bakar. Kadın da aynı duyguları taşımaktadır.
4- ÇOCUK BİR BAĞDIR. Evliliği güçlendiren, eşleri birbirine yaklaştıran, kadın ve erkek birlikteliğini aileye döndüren çocuktur. İlişkileri çok fazla dengeli gitmeyen evliliklerin çocuk olduktan sonra güçlenip, sağlamlaştığı gözlenmektedir.
5- ÇOCUK TANRI'NIN BİR LÜTFUDUR. Eğer çocuk beklenildiği gibi tam ve mükemmel olursa, kişiler Tanrı tarafından ödüllendirildiklerini, özürlü olursa yaptıkları bir günah için cezalandırıldıklarını, değersiz olduklarını, günahların bedelini ödediklerini düşünürler.
6- ÇOCUK GELECEK GARANTİSİDİR. Öncelik ve yoğunluğu geleneksel toplumlarda olmak üzere, ailelerin büyük bir bölümü çocukların kendi yaşlılıklarında onlara bakacak kişiler olarak algılar ve genellikle de kendilerini güvencede hissetmek için çocuklarının kendilerinden daha üst sosyal-ekonomik katmanda olmalarını ister. Daha üst öğrenim görüp kendilerinin gerçekleştiremedikleri özlemlere ulaşamadıkları için, bütün çaba ve güçlerini harcar, bu davranışı kendi toplumumuzda da gözlememiz olasıdır. Çocuk doğar doğmaz ana-babaların beklentileri doğrultusunda "Benim Kızım/Oğlum Doktor olacak, Mühendis olacak, Bilgisayar Programcısı, Başbakan v.b." olacak diye çocuğun geleceğine ilişkin planlamalar yapılır. Bu planlar çocuk gelişimi evrelerinin her birine ulaştığında devam eder. Bu evlenme kararında bile söz konusudur.
Çocuğun ailedeki önemi görüldüğü gibi, yadsınamayacak biçimde büyüktür. İstendik beklentiler ve uygun (cinsiyet açısından) çocuğa sahip olan aileler için çocuk doğurduktan sonra her şey planlandığı biçimde oluşturulmaya başlanır. Ancak, çocuk herhangi bir eksiklik/zedelenme ya da özürlü olarak doğacak olursa, o zaman aile de gerek ana-baba gerekse diğer çocuklar açısından çocuğa karşı çeşitli tepkiler gözlenir. (Charles Hannam, 1988)
AİLEDE ÖZÜRLÜ ÇOCUĞA KARŞI GÖSTERİLEN TEPKİLER
(Roger L. Kroth, 1985)
Ailelerin, çocuğun özürlü oluşuna karşı gösterdikleri tepkiler, temelde iki grupta ele alınabilir. Birinci grupta, özre karşı ana-babaların kendi psisik yapılarındaki dengeyi homeostatsis oluşturduğu bazı savunma mekanizmalarına dayanan psikolojik evreler yer almaktadır. Çeşitli araştırıcılar Sulnit ve Stark (1961) Kubler-Ross, (1981) bu evreleri gelişimsel basamaklar olarak vermektedir.
Birinci Basamak İNKAR
Herhangi bir travmatik durum ortaya çıktığında kişiler şoka dayanan bir inkar yaşarlar. Bunu özellikle trafik kazası, boşanma, sevilen kişinin ölümü ya da çocuğa doğumda veya sonradan özürlü damgası konduğunda gözlenebilir. Çocuklar ilgili ilk tanı konulduğunda ailenin ilk tepkisi duymazdan gelmektir. Yani "Eğer Ben Bunu Duymazsam, bu durum yok olabilir." anlamını taşımaktadır. Alan Uzmanları, hem ana-babaları hem de bu konuda çalışan kişiler için en çok bunalım ve sıkıntı yaratanın bu basamak olduğunu belirtmektedir.
İkinci Basamak PAZARLIK
Bu basamakta ana-baba öyle ya da böyle çocuk hakkında konulmuş olan tanıyı kabul eder ancak, bu tanının gelişim seyri ile ilgili görüşleri benimsemez. Bunun anlamını böylece açıklayabiliriz. Ana-babalar "Evet Bizim Çocuğumuz da Bir Özür Var, Eğer Çok Çabalarsam Çocuğum İyi Olacak" görüşündedirler. Bunu gerçekleştirmek için, doktorlar dolaşılır, çeşitli tedavi yöntemleri uygulanabilir. Okuldan öbür okula çocuk gezdirir, ana-babaların çoğu kendilerini aşırı biçimde çeşitli yoğun etkinlikler içeren örgütlenmelere sokarlar. (Dernekler, gönüllü kuruluşlar) Bunlar da doğal olarak çocuğun durumunda bir değişikliğe neden olmaz, ancak ana-babanın bunalımını denetlemede ve kendini üretici hissetmesine yardımcı olabilir. Ayrıca özürlü çocuklar için gönüllü kuruluşların örgütlenmesinde katkıları olabilir.
Üçüncü Basamak ÖFKE
Öfke çeşitleri biçimlerde olabileceği gibi çeşitli hedeflerde de olabilir. Engelli Çocuğa öfkeli olma toplum tarafından kabul edilemeyeceği için, kişi öfkesini bir başkasına yöneltir. Bu aşamada anne-baba ile muhtemelen her ikisi ailedeki diğer çocuklarla kapışma halindedir. Kardeşler, engelli kardeşlerine karşı büyük bir öfkeden kaynaklanan infial içindedirler. Bu duygular onlara suçluluk hissi vermektedir.
Dördüncü Basamak ÇÖKÜNTÜ (Depresyon) Aşamasıdır.
Yaşanan travmatik duruma uygun olmayan tepkiler ve ailenin içine düştüğü suçluluk duygusu, kişiyi depresyona götürür. Engellilik durumu ne tür tepki gösterirse göstersin devam etmektedir. Hangi tür Doktora götürülürse götürülsün ya da hangi programa verilirse verilsin çocuk hala engellidir. Bu durum ailede bir çöküntüye neden olmaktadır.
Alan uzmanlarımızın aileye en zor yardım edebildikleri aşama bu aşamadır. Ana-baba kendilerini hem umutsuz hem de hiç kimsenin yardım edemeyeceği bir durumda hisseder.
Son aşama kabul ya da engellilik durumuyla baş etme evresidir. Çeşitli araştırıcılar (Feathestone, 1980, Moses + Kmedler, 1981) bu son evreye kabulden çok çocuğun engelli oluşuyla ilgili durumla baş etme, kontrol altında tutma olarak benimsemektedirler.
Bunu şöylece ifade ederek açıklamaya çalışmaktalar. "Ölen Bir Kişinin Arkasından Ağıt Yakma ya da Yas Tutma ile Engelli Bir Çocuğa Sahip Olunca Ağıt Yakma Aşamasındaki tek fark" söz konusu çocuğun hala yaşıyor oluşudur. Ölümü yaşam içinde gerekli olan her şeyin sonlandığı andır. Ancak, özürlülük, yaşamak için bir çok yeni gereksinme ve görevler gerektirir.
Her ana-babanın bu basamakları geçişi farklıdır. Kimi ana-baba hiçbir zaman çocukta bir engellilik olduğunu kabul etmez. Kimi ana-baba da çocuğun gelişim evreleri içinde her basamağa ulaşmasında bu vreleri tekrar tekrar yaşar. Örneğin İlkokuldan Ortaokula ya da Liseye geçişlerinde. Bu konudaki ikinci Psikolojik kuram süreğen keder görüşüdür. Bu görüş bir tebliğ konusu değildir. Bu genel girişten sonra, Görme Engelli Çocuğun erken bebeklik döneminde gelişimini etkileyen etmenleri ve önleme yollarını tartışalım.
Erken bebeklik, doğumu izleyen yaşamın ilk iki yılını kapsayan döneme denilmektedir. Bu dönem normal olarak çocuğun bir çok alanda kapsamlı bir biçimde gelişmesinin oluştuğu dönemdir. İki yaşında çocuğu olan tüm ana-babalar bu yaşın sınırlılıklarını rahatlıkla söyleyebilirler. Çocuk çevresindeki tüm uyaranlara istenildiği biçimde tepki veremese de davranışlarını kendi istekleri çerçevesinde değiştirerek ortaya koyar. Dil gelişimi toplumsal etkileşimi sağlayacak temel bir yapıya ulaşır. Algısal becerileri duyuru uyaranlarının gelişmesine paralel olarak değişir. İki yaşı tamamlayıncaya kadar çocuk kendisini çevreleyen fiziki ortamın temel kurallarını öğrenir. Bedensel gelişim iki yaş sonunda özellikle büyük motor alanında (yürüme, koşma v.b.) oldukça gelişmiş durumdadır. Küçük motor (el becerileri) gelişiminde ise hızla ilerleme görülmektedir. Motor gelişiminde ortaya çıkan düzey, diğer alanlardaki gelişim düzeyleri ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu genel değerlendirme çerçevesinde, Görme Engelli Çocuğun gelişimi nasıl olmakta ve gelişimi neler etkilemektedir.
Özellikle doğuştan görme engelli olan çocuklar için 0-2 yaş arası olan erken bebeklik dönemindeki gelişim çok önemlidir.
Tüm gelişim boyutlarında, Algısal Gelişim özellikle hiçbir görsel algısı olmayan kör bebekler için önemlidir. Görme, gören çocuklara renk, ışık, uzaklık, büyüklük, küçüklük, nesnelerin uzaydaki konumlarına ilişkin zengin, devamlı, güvenilir bilgiler sağlar. Bu bilgilere dayanarak çocuk kişileri, nesneleri tanımlar. Onlara göre kendi davranışlarını düzenler ve kendini yönlendirir. Bu nedenle, görme algısı olmayan kör bebekler bu açıklanan duyum boyutlarından yoksundur. Görme algısı olmayan kör bebekler için erken duyusal uyarımların verilmesi hayati önem taşır. Bu konuda 1940'lardan bu yana özellikle karanlıkta büyütülen hayvan denekler üzerinde yapılan çalışmalar, kör çocuklar için bazı sonuçların dikkate alınabileceğini göstermektedir. 1971'de FREEDMAN görme algısından yoksun olmanın gelişimsel açıdan kör bebeklerde gözlenen gerilikte doğrudan etkin olmadığını vurgulamaktadır.
İŞİTME
Görme Engellinin işitme ve konuşma (sesin niteliği, işitilebilirliği, yüksekliği) açısından bir özür yarattığına ilişkin herhangi bir araştırma sonucu bulunmamaktadır. Yaşamın ilk bir kaç ayında bebekler anne-babalarının sesine gülümser (Freedman, 1964) 6. Ayda saatin gonguna doğru yönelir. 6-8 ay arasında elleri ile tepkiye başlar. Eline konulan objelere tepki verir. Sadece sesli olan uyaranlara eli ile tepki verme ortaya çıkmaz. 7 aylıkken el çırpmaya dikkatin yöneldiği gözlenir. 8. ayda yabancı seslere karşı antipatik (isteksiz) tepki gözlenebilir. 9-11 aylar arasında işitme ve dokunmanın eşgüdüm içinde çalışmaya başladığı gözlenir. Yürütece konan bebeğin sese doğru yöneldiği görülür. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi ses kör bebekler için gelişimlerinde oldukça önemli bir uyaran olmasına rağmen gören bebekler kadar erken sese yönelme, kör bebeklerde yoktur. Murphy (1968)'de belirttiği gibi, kör bebeklerde sese yönelmede 4 aylık bir gerilik söz konusudur. Yani 2 aylık gören bebek başını ses kaynağına çevirirken ancak 7 aylık kör bebeklerde bu gözlenmektedir. Ancak bu her kör bebek için genellenemez. 14 haftalık iken sese yönelen kör bebeklere literatür de rastlanmaktadır.
MOTOR GELİŞİM
Yaşamın ilk aylarında doğuştan kör olan bebeklerin gelişimlerinin gören bebeklerden farklı olmadığını belirten kaynaklar bulunmaktadır. Yeni doğan kör bebekler aynı gören bebekler gibi el ve kol hareketi yaparken, destekle oturma, yuvarlanma, kendi kendine oturma, ellerinden tutulduğunda adım atma ve ayakta desteksiz durma becerilerinde görenlere kıyasla daha geri durumdadırlar. İki eli koordineli bir biçimde kullanmada geriliği vardır.
Gören bebekler ayağa kalktıklarında dizler bükük ağırlık topuktadır. Görerek kısa sürede dizlerini toplayıp ağırlığı taban ortasına doğru kaydırırlar. Ancak kör bebekler de bu olmadığı için ağırlık topuklarda uzun süre kalır ve düz tabanlık vakaların daha çok gözlenmesine neden olmaktadır. Bu durumda çocuğun olağan gelişimi için ne yapılabilir.
Dokunma duyusunu geliştirici özel oyunlar yoksa da çocuğun diğer sağlam kalan duyularıyla katıldığı oyun etkinliklerinde bu duyunun güçlendirilmesi olasıdır. Ana, baba görme özürlü çocuklarının hangi etkinliklere ne tür tepkiler yaptıklarını gözleyerek, ilgi alanlarını saptayabilirler. Ayrıca ilk çocukluk döneminde yakalama ve dokunmayı öğretecek özel araçlar, oyuncaklar sağlanmalı, özellikle anne, günde bir kaç kez diğer ev işlerine bakmaksızın sadece çocuğu ile ilgilenmelidir. Bu etkinlik için çocuğun dinlenmiş olması, herhangi bir huysuzluk göstermemesi gerekir. Anne bir oyun seçerek çocuğun dokunma duyusunu geliştirici ve dinlenme becerilerini arttırıcı düzenlemeler yapmak zorundadır. Örneğin : Çocuğun yaşına göre ya ellerinden ya da kollarından tutarak karşılıklı oturup "Fış Fış Kayıkçı" türü şarkılı bir oyun oynayabilir. Böylece çocuk hem etkinlikte bulunmuş olacak, hem de etkinliğe eşlik eden şarkıyı dinleyerek dikkatli dinleme becerisini geliştirebilecektir. Öte taraftan her oyuncak çocuğun eline verilerek anlatılmalıdır. Çocuğun oyuncaklarını fırlatarak, atarak, üzerine basarak, sallayarak çıkarttığı seslerdeki farklılığı ayırt etmeyi öğrenmesi de söz konusudur. Bu etkinliklerde bulunurken dinleme becerisi de artacaktır. Bu dönemlerde, dokunma ve dinleme becerilerini geliştirme açısından ana-babalar çocuklarındaki çevrelerini tanıma merak ve heveslerini uyarıcı etkinlikler düzenlemelidirler. Bu amaca uygun olarak hemen hemen her evde bulunan materyaller yararlı olabilir. Bunlardan bazılarını şöylece belirleyebiliriz. Kadife, yünlü, pazen, pamuklu kumaş parçaları, tahta ya da plastik iplik makaraları, kamış ya da tahta tabaklar, perde halkaları, lastik musluk contaları, deri ya da süet kemerler, her çeşit kutular, çeşitli cinste sicim ve ipler. Bütün bu materyalleri kullanarak dokunma duyusunun daha duyarlı olarak gelişeceği hatırdan çıkartılmamalıdır ve olası yaralanmalardan da korkmamalıdır. Çünkü, çocuğun kazanacağı deneyim ve uyarımlar bu duygulardan çok daha önemlidir.
Çocuğun dokunma duyusunu geliştirici, sağlam kalan duyularını uyarıcı ve dinleme becerilerini arttırıcı oyunlar, görenlerle birlikte oynanabilir. Örneğin : Görme özürlü çocuk, bir küme komşu ya da akraba çocukları ile birlikte bir masaya oturtulur, görenlerin gözleri bağlanır ve hepsine sırası ile çeşitli dokuma özellikleri olan kumaş parçaları verilerek, "elinizin altındaki kumaşın cinsi nedir?" le başlayan oyun, hem görme özürlü çocuğun dokunma duyusunun gelişmesine yardım eder, hem de gören çocukların kör arkadaşlarını daha iyi anlamalarını sağlar.
Büyüklük sırasına göre tahta halkaları bir çubuğa takma, küplerden kule yapma, büyük kutular içine saklanmış olan küçük kutuları bulma, dokunma duyusunu psikomotor yeteneği geliştiren oyunlardır. Aynı zamanda etkinlik sırasında oluşabilecek sesler işitmeyi de geliştirir. Oyun anında "ne duyuyorsun?" yada "bunun yapıldığı madde nedir?" türü sorularla çocuğun dikkati yönlendirilerek dokunma, dinleme ve diğer sağlam kalan duyuların eğitilmesi sağlanmış olur. Yukarıda sıralanan materyallerin tümüne çocuk alışkın olmalıdır. Ana-babanın her bir nesnenin diğerleri ile olan benzerlik ve farklılıklarını, çocuğa dokundurarak tanıtması ve işlevlerini anlatması da önemli bir noktadır. Ayrıca okul öncesi dönemde okula hazırlık olarak Braille ile yazılmış kitap ve benzerine de çocuğu aşina kılmak, okula hazırlamak açısından önemlidir. Çeşitli nesneleri büyüklüklerine, biçimlerine, yapılarına göre ayırma da dokunma duyusunu geliştirici yararlı ve eğlenceli oyunlardır bunlar için evde bulunan çeşitli malzemelerden yararlanıla bilinir. Düğme, fasulye, ceviz, fındık, eski anahtarlar, eski elektrik priz ve fişleri v.b. Boyaların kullanılması, sulu ve pastel boyaların, özellikle görme artığı olan yada az gören çocuklar için oldukça eğlendirici olmaktadır. Az gören çocuklara sağlanacak olan oyuncakların zıt, parlak renkli olanlardan seçilmesi hem çocuğa görme artığını kullanmasını öğreticek hem de kendine olan güveni artıracaktır. Çeşitli doğa sesleri ve gürültünün kaydedildiği bant ve plakların işitme duyusunu artırıcı etkinlikler düzenlenirken dikkate alınması gerekeceği unutulmamalıdır. Bu konuda Ülkemizde radyofonik oyunlar için düzenlenmiş kayıtların olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Örneğin gök gürültüsü, kapı gıcırtısı, şimşek, çeşitli hayvan sesleri trafikteki motorlu taşıt sesleri. Bu tür bant ve plak kayıtlarını kullanarak sesler arası ayrımı öğretecek oyunlar düzenlenebilir. Yağmur sesi dinletip "bu duyduğunuz ne sesidir?" diye sorularak hem gören hem de görme özürlü çocukların çeşitli tahminlerde bulunacağı bir oyun düzenlemek olasıdır. Böylesi bir oyunla her iki grubunda dinleme becerileri gelişeceği gibi doğru yanıtların ödüllendirilmesi ile pekiştirmede sağlanacak, çocuğun işitme duyusunu doğru olarak kullanması öğretilmiş olacaktır.
HAREKET ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GELİŞTİRİCİ ETKİNLİK VE OYUNLAR
Süt çağı çocukları için devinim ve oyun aynı etkinliklerdir. Çocuk, elini ayağını oynatırken yada bir taraftan öteki tarafa devinimde bulunurken hem hareket etmiş olur, hem de belli bir doygunluk sağlayarak oyun etkinliğini de yerine getirmiş olur. Bu nedenle çocuğun yaşamında devinim olarak oynamanın önemi çok fazladır. (Zeuthen, 1978) bu dönemde kör bebeklerin annelerine görenlerinkinden daha fazla yük ve görev düşmektedir. Görme özürlü çocuklar görsel uyarımlardan yoksun oldukları için hareketsiz kalmaktadırlar. Bu nedenle çocuğun çevresi bedensel gelişimini sağlayacak biçimde düzenlenerek hareket özgürlüğünün çok erken yaşlardan itibaren kazandırılmasına çalışılması gerekmektedir. Görmeyen çocuk, yakalama, başını çevirme ve yattığı yerden doğrulma gibi devinimleri yapmak için sesli uyaranlarla uygun biçimde uyarılmalı ve bu alıştırmalar sık sık yinelenerek devinimlerin süreklilik kazanmasına çalışılmalıdır. Anne çocuğun oturmasına yardım etmeli ancak yardımın dozunu gittikçe azaltarak çocuğun kendiliğinden oturmasını sağlamalıdır.
Çocuğa elleri ile nasıl oynayacağı da öğretilmelidir. Çünkü görmeyen bebekler genellikle ellerini 6-7 aylık oluncaya kullanamaz ve omuz hizasında yumruk yaparak tutma eğilimindedirler. Çocuğun elleri ile göreceği yani çevreyi elleri ile dokunarak öğreneceği gerçeği göz ardı edilmeksizin çocuğun ellerini kullanabileceği bütün etkinliklere katılması sağlanmalıdır. Örneğin : beslenirken biberonu, kaşığı, tabağı tutarak beslenme işine katılması sağlanmalıdır. Bu biçimde bir eğitim çocukta kendi kendine yeme isteğini daha çabuk geliştirir.
Görme özürlü çocuklar görsel uyaran eksikliği nedeniyle yüzüstü yatmaktan, emeklemekten, sürünmekten ve yuvarlanmaktan hoşlanmazlar ve kaçınırlar. Oysa, bu devinimler bedensel gelişim için gereklidir, çocuk bu devinimleri yapmaya oyunlar vasıtasıyla teşvik edilmelidir. Görme özürlü çocukların hareket özgürlüğünü kazanırken güçlükle karşılaştıkları bazı durumlar vardır. Bunlar yönlere ilişkin olan kavramların kullanılmasıdır. Ön, arka, üst, alt, sağ, sol gibi kavramları karıştırma eğilimindedirler. Bu düzenlenecek oyunlarda mutlaka verilmelidir, örneğin : görenlerle birlikte oynanan masa altına ya da benzeri bir yere saklanmış olan nesneleri, çeşitli yön bildiren komutlarla bulma oyunu.
Açık havada oynanan oyunlar çocuğun hareket özgürlüğünü artıran etkinliklerdir. Aynı zamanda çocuğa büyük doygunluk sağlar, özellikle gören akranlar ya da ana-babayla birlikte oynandığında. Örneğin: " Çember" oyunu açık hava gören akranla oynanan bir oyundur. Gören çocuk büyük bir çember içine girerek " At " olur. Kör çocukta çemberi dıştan tutup sürücü olur. Bu oyun çocuğun hareket özgürlüğünü kazanmasına hem de görenlerle kaynaşmasına yardımcı olur. Üç tekerlekli bisiklet, kaydırak, çit tırmanma v.b. açık havada oynanan oyunlar çocuğa bedenini istediği biçimde kullanma becerisini kazandırarak hareket özgürlüğünü geliştiren etkinliklerdir.
Görme Engelli Çocuğun gelişimine etki yapan etmenleri incelemezden önce, Engelli Çocuğa sahip olan ailelerin yapılarını, aile bireylerinin birbirleriyle olan etkileşimlerini ve engelli çocuğa karşı tutumlarını incelemek konunun önemi açısından gereklidir.
Engelli Çocuğa sahip olan ailelere yardımcı olmak için onların yaşadıkları duygu yoğunluğunu çoğumuz anladığımızı ve paylaştığımızı söyleriz. Böylesi bir durumda aile bize rahatlıkla "sizinde özürlü çocuğunuz mu var?" diye sorabilir. Cevabımız yok ama..... diye başlayarak ne kadar yoğun biçimde paylaştığımızı ifade eden tümceler biçiminde devam ederse etsin bütün bu olumlu atılımlara karşın duygulara katılım oldukça yüzeysel olup, aileninkine benzer olması da olanaksızdır.
Hatta Engelli Çocuğa sahip iki ailenin, çocuğun içinde bulunduğu duruma tepkileri de farklıdır. Burnlund (1976) "sahip olduğumuz bütün bilgiler kaçınılmaz bir biçimde özneldir... Bireyler kendi görüşlerinden hareke ederek geçmiş deneyimlerine ve değişen amaçlarına uyan bilgileri seçerler." demektedir. Böylece Engelli Çocukların ana-babaları ancak, birbirleriyle deneyimlerini paylaşabilirler. Birbirlerini büyük ölçüde anlarlar. Ancak, her birinin çocuğun özürlülüğünden kaynaklanan engelli oluşa karşı gösterdikleri duygu ve düşüncelerde farklılıklar vardır. Bu farklılıklar sadece aileler arası değil aile bireyleri açısından da söz konusudur. Çünkü çocuğun taşıdığı anlam bireyler açısından değişkenlikler göstermektedir.
Çocuk, Aile Bireyleri İçin Ne Anlam Taşımaktadır? (Smith + J. Neisworth 1975, Sh. 181-190)
1- ÇOCUK BİR ÜRÜNDÜR. Çocuk genel anlamda tanımsal açıdan kadının doğumla tek başına elde ettiği ürün olarak ele alınabilir. Annenin kişisel bir başarısı olarak yorumlanabilir. Bu nedenle çocuk da herhangi bir eksiklik, annenin kişisel yetersizliğinin bir yansıması olarak ele alınabilmekte ve tüm nedenlerin anneden kaynaklandığı varsayılarak, anne suçlanabilmektedir. Annenin ürününde herhangi bir eksiklik yoksa, anne gururla bebeğini hem eşine, hem aile büyüklerine, hem de toplumdaki diğer bireylere göstererek "bakın ben ne kadar iyiyim" demek ister. Ürününün (bebeğin) istendik cinsten oluşu ve sağlıklı oluşu hem eş hem de aile tarafından altın, kurban, hediye v.b. ile de ödüllendirilir.
2- ÇOCUK BİR ARMAĞANDIR. Annenin ürünü olan çocuk, annenin babaya, annenin kendisini bu rol için hazırlayan annesine bir armağanıdır. Genç kız evlenip baba evinden ayrılırken, annesine kendisini yetiştirip büyüttüğü için hak ettiği bir armağan vermeyi ister. Bunu gerçekleştirmenin yolu olarak da annesi ve anneanne yapmaktan geçmektedir. Bu nedenle de anneanneler bebeğin ilk yıllarında bakımını üstlenerek, kızlarına yardımcı olarak armağanı ne kadar kabul ettiklerini bildirirler. Ancak bebekte herhangi bir eksiklik söz konusu ise, armağan değersizleşir. Hiç kimse değersiz armağan almak ya da vermek istemez.
3- ÇOCUK BİR KANITTIR. Çocuk kadının kocasına tam ve sağlıklı olduğunu, kocanın da tam ve sağlıklı olduğunu karısına kanıtlamaktadır. Aynı zamanda çiftin sağlıklılığını kendi ailelerine ve topluma da kanıtlar bu nedenle hamile eşi ile yürüyüşe çıkan bir erkek etrafına gururla bakar. Kadın da aynı duyguları taşımaktadır.
4- ÇOCUK BİR BAĞDIR. Evliliği güçlendiren, eşleri birbirine yaklaştıran, kadın ve erkek birlikteliğini aileye döndüren çocuktur. İlişkileri çok fazla dengeli gitmeyen evliliklerin çocuk olduktan sonra güçlenip, sağlamlaştığı gözlenmektedir.
5- ÇOCUK TANRI'NIN BİR LÜTFUDUR. Eğer çocuk beklenildiği gibi tam ve mükemmel olursa, kişiler Tanrı tarafından ödüllendirildiklerini, özürlü olursa yaptıkları bir günah için cezalandırıldıklarını, değersiz olduklarını, günahların bedelini ödediklerini düşünürler.
6- ÇOCUK GELECEK GARANTİSİDİR. Öncelik ve yoğunluğu geleneksel toplumlarda olmak üzere, ailelerin büyük bir bölümü çocukların kendi yaşlılıklarında onlara bakacak kişiler olarak algılar ve genellikle de kendilerini güvencede hissetmek için çocuklarının kendilerinden daha üst sosyal-ekonomik katmanda olmalarını ister. Daha üst öğrenim görüp kendilerinin gerçekleştiremedikleri özlemlere ulaşamadıkları için, bütün çaba ve güçlerini harcar, bu davranışı kendi toplumumuzda da gözlememiz olasıdır. Çocuk doğar doğmaz ana-babaların beklentileri doğrultusunda "Benim Kızım/Oğlum Doktor olacak, Mühendis olacak, Bilgisayar Programcısı, Başbakan v.b." olacak diye çocuğun geleceğine ilişkin planlamalar yapılır. Bu planlar çocuk gelişimi evrelerinin her birine ulaştığında devam eder. Bu evlenme kararında bile söz konusudur.
Çocuğun ailedeki önemi görüldüğü gibi, yadsınamayacak biçimde büyüktür. İstendik beklentiler ve uygun (cinsiyet açısından) çocuğa sahip olan aileler için çocuk doğurduktan sonra her şey planlandığı biçimde oluşturulmaya başlanır. Ancak, çocuk herhangi bir eksiklik/zedelenme ya da özürlü olarak doğacak olursa, o zaman aile de gerek ana-baba gerekse diğer çocuklar açısından çocuğa karşı çeşitli tepkiler gözlenir. (Charles Hannam, 1988)
AİLEDE ÖZÜRLÜ ÇOCUĞA KARŞI GÖSTERİLEN TEPKİLER
(Roger L. Kroth, 1985)
Ailelerin, çocuğun özürlü oluşuna karşı gösterdikleri tepkiler, temelde iki grupta ele alınabilir. Birinci grupta, özre karşı ana-babaların kendi psisik yapılarındaki dengeyi homeostatsis oluşturduğu bazı savunma mekanizmalarına dayanan psikolojik evreler yer almaktadır. Çeşitli araştırıcılar Sulnit ve Stark (1961) Kubler-Ross, (1981) bu evreleri gelişimsel basamaklar olarak vermektedir.
Birinci Basamak İNKAR
Herhangi bir travmatik durum ortaya çıktığında kişiler şoka dayanan bir inkar yaşarlar. Bunu özellikle trafik kazası, boşanma, sevilen kişinin ölümü ya da çocuğa doğumda veya sonradan özürlü damgası konduğunda gözlenebilir. Çocuklar ilgili ilk tanı konulduğunda ailenin ilk tepkisi duymazdan gelmektir. Yani "Eğer Ben Bunu Duymazsam, bu durum yok olabilir." anlamını taşımaktadır. Alan Uzmanları, hem ana-babaları hem de bu konuda çalışan kişiler için en çok bunalım ve sıkıntı yaratanın bu basamak olduğunu belirtmektedir.
İkinci Basamak PAZARLIK
Bu basamakta ana-baba öyle ya da böyle çocuk hakkında konulmuş olan tanıyı kabul eder ancak, bu tanının gelişim seyri ile ilgili görüşleri benimsemez. Bunun anlamını böylece açıklayabiliriz. Ana-babalar "Evet Bizim Çocuğumuz da Bir Özür Var, Eğer Çok Çabalarsam Çocuğum İyi Olacak" görüşündedirler. Bunu gerçekleştirmek için, doktorlar dolaşılır, çeşitli tedavi yöntemleri uygulanabilir. Okuldan öbür okula çocuk gezdirir, ana-babaların çoğu kendilerini aşırı biçimde çeşitli yoğun etkinlikler içeren örgütlenmelere sokarlar. (Dernekler, gönüllü kuruluşlar) Bunlar da doğal olarak çocuğun durumunda bir değişikliğe neden olmaz, ancak ana-babanın bunalımını denetlemede ve kendini üretici hissetmesine yardımcı olabilir. Ayrıca özürlü çocuklar için gönüllü kuruluşların örgütlenmesinde katkıları olabilir.
Üçüncü Basamak ÖFKE
Öfke çeşitleri biçimlerde olabileceği gibi çeşitli hedeflerde de olabilir. Engelli Çocuğa öfkeli olma toplum tarafından kabul edilemeyeceği için, kişi öfkesini bir başkasına yöneltir. Bu aşamada anne-baba ile muhtemelen her ikisi ailedeki diğer çocuklarla kapışma halindedir. Kardeşler, engelli kardeşlerine karşı büyük bir öfkeden kaynaklanan infial içindedirler. Bu duygular onlara suçluluk hissi vermektedir.
Dördüncü Basamak ÇÖKÜNTÜ (Depresyon) Aşamasıdır.
Yaşanan travmatik duruma uygun olmayan tepkiler ve ailenin içine düştüğü suçluluk duygusu, kişiyi depresyona götürür. Engellilik durumu ne tür tepki gösterirse göstersin devam etmektedir. Hangi tür Doktora götürülürse götürülsün ya da hangi programa verilirse verilsin çocuk hala engellidir. Bu durum ailede bir çöküntüye neden olmaktadır.
Alan uzmanlarımızın aileye en zor yardım edebildikleri aşama bu aşamadır. Ana-baba kendilerini hem umutsuz hem de hiç kimsenin yardım edemeyeceği bir durumda hisseder.
Son aşama kabul ya da engellilik durumuyla baş etme evresidir. Çeşitli araştırıcılar (Feathestone, 1980, Moses + Kmedler, 1981) bu son evreye kabulden çok çocuğun engelli oluşuyla ilgili durumla baş etme, kontrol altında tutma olarak benimsemektedirler.
Bunu şöylece ifade ederek açıklamaya çalışmaktalar. "Ölen Bir Kişinin Arkasından Ağıt Yakma ya da Yas Tutma ile Engelli Bir Çocuğa Sahip Olunca Ağıt Yakma Aşamasındaki tek fark" söz konusu çocuğun hala yaşıyor oluşudur. Ölümü yaşam içinde gerekli olan her şeyin sonlandığı andır. Ancak, özürlülük, yaşamak için bir çok yeni gereksinme ve görevler gerektirir.
Her ana-babanın bu basamakları geçişi farklıdır. Kimi ana-baba hiçbir zaman çocukta bir engellilik olduğunu kabul etmez. Kimi ana-baba da çocuğun gelişim evreleri içinde her basamağa ulaşmasında bu vreleri tekrar tekrar yaşar. Örneğin İlkokuldan Ortaokula ya da Liseye geçişlerinde. Bu konudaki ikinci Psikolojik kuram süreğen keder görüşüdür. Bu görüş bir tebliğ konusu değildir. Bu genel girişten sonra, Görme Engelli Çocuğun erken bebeklik döneminde gelişimini etkileyen etmenleri ve önleme yollarını tartışalım.
Erken bebeklik, doğumu izleyen yaşamın ilk iki yılını kapsayan döneme denilmektedir. Bu dönem normal olarak çocuğun bir çok alanda kapsamlı bir biçimde gelişmesinin oluştuğu dönemdir. İki yaşında çocuğu olan tüm ana-babalar bu yaşın sınırlılıklarını rahatlıkla söyleyebilirler. Çocuk çevresindeki tüm uyaranlara istenildiği biçimde tepki veremese de davranışlarını kendi istekleri çerçevesinde değiştirerek ortaya koyar. Dil gelişimi toplumsal etkileşimi sağlayacak temel bir yapıya ulaşır. Algısal becerileri duyuru uyaranlarının gelişmesine paralel olarak değişir. İki yaşı tamamlayıncaya kadar çocuk kendisini çevreleyen fiziki ortamın temel kurallarını öğrenir. Bedensel gelişim iki yaş sonunda özellikle büyük motor alanında (yürüme, koşma v.b.) oldukça gelişmiş durumdadır. Küçük motor (el becerileri) gelişiminde ise hızla ilerleme görülmektedir. Motor gelişiminde ortaya çıkan düzey, diğer alanlardaki gelişim düzeyleri ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu genel değerlendirme çerçevesinde, Görme Engelli Çocuğun gelişimi nasıl olmakta ve gelişimi neler etkilemektedir.
Özellikle doğuştan görme engelli olan çocuklar için 0-2 yaş arası olan erken bebeklik dönemindeki gelişim çok önemlidir.
Tüm gelişim boyutlarında, Algısal Gelişim özellikle hiçbir görsel algısı olmayan kör bebekler için önemlidir. Görme, gören çocuklara renk, ışık, uzaklık, büyüklük, küçüklük, nesnelerin uzaydaki konumlarına ilişkin zengin, devamlı, güvenilir bilgiler sağlar. Bu bilgilere dayanarak çocuk kişileri, nesneleri tanımlar. Onlara göre kendi davranışlarını düzenler ve kendini yönlendirir. Bu nedenle, görme algısı olmayan kör bebekler bu açıklanan duyum boyutlarından yoksundur. Görme algısı olmayan kör bebekler için erken duyusal uyarımların verilmesi hayati önem taşır. Bu konuda 1940'lardan bu yana özellikle karanlıkta büyütülen hayvan denekler üzerinde yapılan çalışmalar, kör çocuklar için bazı sonuçların dikkate alınabileceğini göstermektedir. 1971'de FREEDMAN görme algısından yoksun olmanın gelişimsel açıdan kör bebeklerde gözlenen gerilikte doğrudan etkin olmadığını vurgulamaktadır.
İŞİTME
Görme Engellinin işitme ve konuşma (sesin niteliği, işitilebilirliği, yüksekliği) açısından bir özür yarattığına ilişkin herhangi bir araştırma sonucu bulunmamaktadır. Yaşamın ilk bir kaç ayında bebekler anne-babalarının sesine gülümser (Freedman, 1964) 6. Ayda saatin gonguna doğru yönelir. 6-8 ay arasında elleri ile tepkiye başlar. Eline konulan objelere tepki verir. Sadece sesli olan uyaranlara eli ile tepki verme ortaya çıkmaz. 7 aylıkken el çırpmaya dikkatin yöneldiği gözlenir. 8. ayda yabancı seslere karşı antipatik (isteksiz) tepki gözlenebilir. 9-11 aylar arasında işitme ve dokunmanın eşgüdüm içinde çalışmaya başladığı gözlenir. Yürütece konan bebeğin sese doğru yöneldiği görülür. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi ses kör bebekler için gelişimlerinde oldukça önemli bir uyaran olmasına rağmen gören bebekler kadar erken sese yönelme, kör bebeklerde yoktur. Murphy (1968)'de belirttiği gibi, kör bebeklerde sese yönelmede 4 aylık bir gerilik söz konusudur. Yani 2 aylık gören bebek başını ses kaynağına çevirirken ancak 7 aylık kör bebeklerde bu gözlenmektedir. Ancak bu her kör bebek için genellenemez. 14 haftalık iken sese yönelen kör bebeklere literatür de rastlanmaktadır.
MOTOR GELİŞİM
Yaşamın ilk aylarında doğuştan kör olan bebeklerin gelişimlerinin gören bebeklerden farklı olmadığını belirten kaynaklar bulunmaktadır. Yeni doğan kör bebekler aynı gören bebekler gibi el ve kol hareketi yaparken, destekle oturma, yuvarlanma, kendi kendine oturma, ellerinden tutulduğunda adım atma ve ayakta desteksiz durma becerilerinde görenlere kıyasla daha geri durumdadırlar. İki eli koordineli bir biçimde kullanmada geriliği vardır.
Gören bebekler ayağa kalktıklarında dizler bükük ağırlık topuktadır. Görerek kısa sürede dizlerini toplayıp ağırlığı taban ortasına doğru kaydırırlar. Ancak kör bebekler de bu olmadığı için ağırlık topuklarda uzun süre kalır ve düz tabanlık vakaların daha çok gözlenmesine neden olmaktadır. Bu durumda çocuğun olağan gelişimi için ne yapılabilir.
Dokunma duyusunu geliştirici özel oyunlar yoksa da çocuğun diğer sağlam kalan duyularıyla katıldığı oyun etkinliklerinde bu duyunun güçlendirilmesi olasıdır. Ana, baba görme özürlü çocuklarının hangi etkinliklere ne tür tepkiler yaptıklarını gözleyerek, ilgi alanlarını saptayabilirler. Ayrıca ilk çocukluk döneminde yakalama ve dokunmayı öğretecek özel araçlar, oyuncaklar sağlanmalı, özellikle anne, günde bir kaç kez diğer ev işlerine bakmaksızın sadece çocuğu ile ilgilenmelidir. Bu etkinlik için çocuğun dinlenmiş olması, herhangi bir huysuzluk göstermemesi gerekir. Anne bir oyun seçerek çocuğun dokunma duyusunu geliştirici ve dinlenme becerilerini arttırıcı düzenlemeler yapmak zorundadır. Örneğin : Çocuğun yaşına göre ya ellerinden ya da kollarından tutarak karşılıklı oturup "Fış Fış Kayıkçı" türü şarkılı bir oyun oynayabilir. Böylece çocuk hem etkinlikte bulunmuş olacak, hem de etkinliğe eşlik eden şarkıyı dinleyerek dikkatli dinleme becerisini geliştirebilecektir. Öte taraftan her oyuncak çocuğun eline verilerek anlatılmalıdır. Çocuğun oyuncaklarını fırlatarak, atarak, üzerine basarak, sallayarak çıkarttığı seslerdeki farklılığı ayırt etmeyi öğrenmesi de söz konusudur. Bu etkinliklerde bulunurken dinleme becerisi de artacaktır. Bu dönemlerde, dokunma ve dinleme becerilerini geliştirme açısından ana-babalar çocuklarındaki çevrelerini tanıma merak ve heveslerini uyarıcı etkinlikler düzenlemelidirler. Bu amaca uygun olarak hemen hemen her evde bulunan materyaller yararlı olabilir. Bunlardan bazılarını şöylece belirleyebiliriz. Kadife, yünlü, pazen, pamuklu kumaş parçaları, tahta ya da plastik iplik makaraları, kamış ya da tahta tabaklar, perde halkaları, lastik musluk contaları, deri ya da süet kemerler, her çeşit kutular, çeşitli cinste sicim ve ipler. Bütün bu materyalleri kullanarak dokunma duyusunun daha duyarlı olarak gelişeceği hatırdan çıkartılmamalıdır ve olası yaralanmalardan da korkmamalıdır. Çünkü, çocuğun kazanacağı deneyim ve uyarımlar bu duygulardan çok daha önemlidir.
Çocuğun dokunma duyusunu geliştirici, sağlam kalan duyularını uyarıcı ve dinleme becerilerini arttırıcı oyunlar, görenlerle birlikte oynanabilir. Örneğin : Görme özürlü çocuk, bir küme komşu ya da akraba çocukları ile birlikte bir masaya oturtulur, görenlerin gözleri bağlanır ve hepsine sırası ile çeşitli dokuma özellikleri olan kumaş parçaları verilerek, "elinizin altındaki kumaşın cinsi nedir?" le başlayan oyun, hem görme özürlü çocuğun dokunma duyusunun gelişmesine yardım eder, hem de gören çocukların kör arkadaşlarını daha iyi anlamalarını sağlar.
Büyüklük sırasına göre tahta halkaları bir çubuğa takma, küplerden kule yapma, büyük kutular içine saklanmış olan küçük kutuları bulma, dokunma duyusunu psikomotor yeteneği geliştiren oyunlardır. Aynı zamanda etkinlik sırasında oluşabilecek sesler işitmeyi de geliştirir. Oyun anında "ne duyuyorsun?" yada "bunun yapıldığı madde nedir?" türü sorularla çocuğun dikkati yönlendirilerek dokunma, dinleme ve diğer sağlam kalan duyuların eğitilmesi sağlanmış olur. Yukarıda sıralanan materyallerin tümüne çocuk alışkın olmalıdır. Ana-babanın her bir nesnenin diğerleri ile olan benzerlik ve farklılıklarını, çocuğa dokundurarak tanıtması ve işlevlerini anlatması da önemli bir noktadır. Ayrıca okul öncesi dönemde okula hazırlık olarak Braille ile yazılmış kitap ve benzerine de çocuğu aşina kılmak, okula hazırlamak açısından önemlidir. Çeşitli nesneleri büyüklüklerine, biçimlerine, yapılarına göre ayırma da dokunma duyusunu geliştirici yararlı ve eğlenceli oyunlardır bunlar için evde bulunan çeşitli malzemelerden yararlanıla bilinir. Düğme, fasulye, ceviz, fındık, eski anahtarlar, eski elektrik priz ve fişleri v.b. Boyaların kullanılması, sulu ve pastel boyaların, özellikle görme artığı olan yada az gören çocuklar için oldukça eğlendirici olmaktadır. Az gören çocuklara sağlanacak olan oyuncakların zıt, parlak renkli olanlardan seçilmesi hem çocuğa görme artığını kullanmasını öğreticek hem de kendine olan güveni artıracaktır. Çeşitli doğa sesleri ve gürültünün kaydedildiği bant ve plakların işitme duyusunu artırıcı etkinlikler düzenlenirken dikkate alınması gerekeceği unutulmamalıdır. Bu konuda Ülkemizde radyofonik oyunlar için düzenlenmiş kayıtların olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Örneğin gök gürültüsü, kapı gıcırtısı, şimşek, çeşitli hayvan sesleri trafikteki motorlu taşıt sesleri. Bu tür bant ve plak kayıtlarını kullanarak sesler arası ayrımı öğretecek oyunlar düzenlenebilir. Yağmur sesi dinletip "bu duyduğunuz ne sesidir?" diye sorularak hem gören hem de görme özürlü çocukların çeşitli tahminlerde bulunacağı bir oyun düzenlemek olasıdır. Böylesi bir oyunla her iki grubunda dinleme becerileri gelişeceği gibi doğru yanıtların ödüllendirilmesi ile pekiştirmede sağlanacak, çocuğun işitme duyusunu doğru olarak kullanması öğretilmiş olacaktır.
HAREKET ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GELİŞTİRİCİ ETKİNLİK VE OYUNLAR
Süt çağı çocukları için devinim ve oyun aynı etkinliklerdir. Çocuk, elini ayağını oynatırken yada bir taraftan öteki tarafa devinimde bulunurken hem hareket etmiş olur, hem de belli bir doygunluk sağlayarak oyun etkinliğini de yerine getirmiş olur. Bu nedenle çocuğun yaşamında devinim olarak oynamanın önemi çok fazladır. (Zeuthen, 1978) bu dönemde kör bebeklerin annelerine görenlerinkinden daha fazla yük ve görev düşmektedir. Görme özürlü çocuklar görsel uyarımlardan yoksun oldukları için hareketsiz kalmaktadırlar. Bu nedenle çocuğun çevresi bedensel gelişimini sağlayacak biçimde düzenlenerek hareket özgürlüğünün çok erken yaşlardan itibaren kazandırılmasına çalışılması gerekmektedir. Görmeyen çocuk, yakalama, başını çevirme ve yattığı yerden doğrulma gibi devinimleri yapmak için sesli uyaranlarla uygun biçimde uyarılmalı ve bu alıştırmalar sık sık yinelenerek devinimlerin süreklilik kazanmasına çalışılmalıdır. Anne çocuğun oturmasına yardım etmeli ancak yardımın dozunu gittikçe azaltarak çocuğun kendiliğinden oturmasını sağlamalıdır.
Çocuğa elleri ile nasıl oynayacağı da öğretilmelidir. Çünkü görmeyen bebekler genellikle ellerini 6-7 aylık oluncaya kullanamaz ve omuz hizasında yumruk yaparak tutma eğilimindedirler. Çocuğun elleri ile göreceği yani çevreyi elleri ile dokunarak öğreneceği gerçeği göz ardı edilmeksizin çocuğun ellerini kullanabileceği bütün etkinliklere katılması sağlanmalıdır. Örneğin : beslenirken biberonu, kaşığı, tabağı tutarak beslenme işine katılması sağlanmalıdır. Bu biçimde bir eğitim çocukta kendi kendine yeme isteğini daha çabuk geliştirir.
Görme özürlü çocuklar görsel uyaran eksikliği nedeniyle yüzüstü yatmaktan, emeklemekten, sürünmekten ve yuvarlanmaktan hoşlanmazlar ve kaçınırlar. Oysa, bu devinimler bedensel gelişim için gereklidir, çocuk bu devinimleri yapmaya oyunlar vasıtasıyla teşvik edilmelidir. Görme özürlü çocukların hareket özgürlüğünü kazanırken güçlükle karşılaştıkları bazı durumlar vardır. Bunlar yönlere ilişkin olan kavramların kullanılmasıdır. Ön, arka, üst, alt, sağ, sol gibi kavramları karıştırma eğilimindedirler. Bu düzenlenecek oyunlarda mutlaka verilmelidir, örneğin : görenlerle birlikte oynanan masa altına ya da benzeri bir yere saklanmış olan nesneleri, çeşitli yön bildiren komutlarla bulma oyunu.
Açık havada oynanan oyunlar çocuğun hareket özgürlüğünü artıran etkinliklerdir. Aynı zamanda çocuğa büyük doygunluk sağlar, özellikle gören akranlar ya da ana-babayla birlikte oynandığında. Örneğin: " Çember" oyunu açık hava gören akranla oynanan bir oyundur. Gören çocuk büyük bir çember içine girerek " At " olur. Kör çocukta çemberi dıştan tutup sürücü olur. Bu oyun çocuğun hareket özgürlüğünü kazanmasına hem de görenlerle kaynaşmasına yardımcı olur. Üç tekerlekli bisiklet, kaydırak, çit tırmanma v.b. açık havada oynanan oyunlar çocuğa bedenini istediği biçimde kullanma becerisini kazandırarak hareket özgürlüğünü geliştiren etkinliklerdir.