-
- Üyelik Tarihi
- 3 Nis 2015
-
- Mesajlar
- 4,042
-
- MFC Puanı
- 245
GÖÇ YOLUNDA YÖRÜKLER
Yörüklük ,sosyal olay olarak yok olup giden bir yaşam biçimi.Onları bulmakta zor, bulup anlamakta .Yörükleri ancak tarih anlayabiliyor.Gelişen teknoloji ve kapitalizmin kemirgen dişleri ,tüm eski kültürler gibi,Yörük yaşamın’da ,ekonomik ve sosyal boyutuyla acımasızca tarihe ,tarihin arka planına koyuveriyor.
Düne bakmak cesaret işidir.Üstelik düne bakarken,dünün içerisine kendini koyup,yaşamı en doğru biçimde gelecekle ilişkilendirmek,çokça cesaret isteyen bir algılama biçimidir.
Biz,Yörükleri dünüyle görmeyi ,anlamayı, kendi ortamlarıyla sevmeyi, saygı duymayı ilke edinerek yola çıktık.Her sosyal yaşam gibi,Yörük yaşamının da evreleri vardır.Kışı bir başka,ilkbaharı bir başka ,yazı bir başkadır.Biz bu başkaların ilk yazıyla ilişkilendik.
Yörük Osman ,Manavgat’ın Namaras (çamlı tepe) köyünden, 450 keçi ve oğlak karışımı bir sürüsü var.Koca sürüyü eşi Nazifey’le birlikte güdüyor.Kendi deyimiyle “kahrını “çekiyor. “yalnızlık zor” diyor.”Ne yapıp edip” iki çocuğunu okutmaya karar vermiş. Onları sürünün yanına getirtmiyor.”Çobanlıkta gelecek olmadığını” görmüş,”Ne varsa tahsilde var “diyenlerden.
Namaras köyü,Manavgat’a 31 km uzaklıkta.495 metre rakımında ,bir tepenin yamacında,Şirin mi şirin bir köy, her yan ormanlık,yemyeşil.Bir yanda Alara Vadisi yemyeşil orman deniziyle uçsuz bucaksız uzanır,bir yanda Karpuz Çayı Vadisi.Her zaman karlı,bembeyaz dağların arkasından güneş kıpkırmızı doğarak selamlar Namaraslıları. Namaras adı Eski Dağlık Klikyadan kalma bir Anadolu adı. Namarasın kuruluşu çok eskilerden 1530 yılında Kanuni’nin sadrazamlık vergi defterinde Namaras 115 ev ve 5079 akçe vergisi olan bir köy.Sonra 1902 yılında 12 hane olarak kalıyor Namaras köyü.Buradan anlaşılıyorki,1500 lü yıllarda Türklerin bir çok hakla ortak yaşadığı
Köyün adı kağıt üzerinde çamlı tepe olmuş ;ama gerçek yaşamda Namaras.
bir köy burası.
Yörük Osman, Namaras’tan Bıttıların Ali onbaşının oğlu.”Çobanlığı Amcamdan ve onun oğlu kelce Ali’den öğrendim “diyor.7 yaşında başlamış keçi sürüsünün arkasında çobanlığa.Herkes 7 yaşında mikrofon tutup şarkı söyleyecek değil ya ,Osman ‘da sürünün arkasında çobanlığa başlamış.”Bunu bildik ,bunu yapıyoruz” diyen, dünyaya keçilerinin ortamından, birde Antalya ‘dan ve İstanbul’dan gelen “iyi insanlar,gerçek dostlar” dediği dostlarından öğrendikleriyle bakan bir insanoğlu.
Osman’a ilk kez sürünün kış yatağından ,ilk yaz yatağına taşınacağında yardıma gittik.Mustafa ilhan ,Ömer ve Sabriyle birlikte gecenin alaca karanlığında, köye, yayan iki saat uzaklıktaki sürü yatağına varınca çok mutlu oldu Osman.Güldü ,gözlerinin içi parladı. Bir dağın yamacında sık ormanlı alanda ,tarihi harabelerin arasındaki yatakta yatıyordu sürü.Gece karanlığında oğlakları kümelerinden salınca bir kıyamettir koptu.Oğlak melemeleri keçi sesiyle, gecenin sessizliğiyle gelen tanyeri kızıllığı öyle bir titreşimle kaynaştı ki ,tüm ormanlar hışırdayıp sallanarak selama durdular.
Orman sık,oğlaklar küçük ,daha ot bile yiyemiyorlar.Gece karanlığında sesleri ve kokularıyla buluyorlar annelerini.
Heyy deyip ,tan yerinin alaca karanlığında ormanın içerisinde, sesin arkasına düşüyoruz.Gün ucuyla tepeye ormanın arasındaki tarlaların olduğu açık alana çıkıyoruz.Burada Osman sürüyü gözden geçiriyor.Köylünün ekili arazilerine zarar vermeden ormanların arasından sürüyü ve en çokta küçük oğlakları kollayarak gidiyoruz yazlaya doğru.Mustafa ve Nazife küçücük körpeleri kucaklıyorlar.Vadi yemyeşil ,cıvıl cıvıl kuş sesleri, dereler sulu, mevsim ilk bahar .
Altı saatlik zorlu bir uğraş sonunda oğlaklı keçi sürüsünü yazlasına ,çam ormanlarının arasına getiriyoruz.Burası Mahmut yıkığı ,Osman’ın dedesinden bu yana sürü yatağı.
Osman’ın Keçileriyle ve yaşamıyla böyle yüzleşiyoruz.Yaşamı zor ;ama sakin,huzurlu, ormanların arasında, çalılardan yapılmış sürü yatağının başındaki taş duvarla örülmüş sayvant denen bir çoban damında geçiriyor gecelerini. Mayıs ayının gelmesini bekliyor.
Mayıs sonunda,Yörük göçünü yaşamak istiyoruz.İsmail aslolan heyecanıyla Hikmet öğretmeni de yanına alarak İstanbul’dan yola çıkıyor.Sabahın erken saatlerinde Antalya’dan Ümit’le beni de alıyorlar ve öğlen saatlerinde Namaras köyüne varıyoruz.Namarasın altında ormanların arasındaki yağır ardıç denen yere varıyoruz.Bıttıların Ali onbaşının Osman bizi görünce seviniyor.Gülerek yanımıza geliyor.Elinde hiç bırakmadığı dostu arkadaşı olan pıynar sopası.Keçiboynozu ağaçlarının altına ,keçilerin arasına ,gölgeye oturuyoruz, iki köpeği var,köpeklerle de tanışıp,yakınlaşıyoruz.
Davarlarla oğlaklar karışık .Göç sürüsü bu.Oğlaklar tazecik filizleri yemeye çalışırken,hiç de annelerinden uzaklaşmak istemiyorlar,durmadan emiyorlar.
Hava sıcak,gölge koyu. Çeşmenin suyu şırıl şırıl yaz sonunu getirecek heyecandan uzak bir şırıltı sesiyle akıyor.
Artık göçler eskisi gibi değil .Yörükler sonlarını yaşıyorlar.Bir sosyal yaşam biçimi olarak Yörüklük gitti gidiyor.Yağır ardıç yazla geri,göç öncesi yaylaya gitmek için hazırlanılan mekan.
Osman bizimle konuşurken davarlara bakıyor ve çeşmenin şırıltısının ahengiyle dalıp gidiyor.Namaras köyü yaz önü bir başka şenlenir.Çiçekler bir başka kokar tarlalarda,filizler bir başka canlanır polen toplayan bal arılarının altında .Kuş sesleri oğlak melemeleriyle karışıp hayat verir doğaya.Dağlar canlanırken köy sessizleşir,herkes yazlaya taşınır.Yaylaya gidecekler;develer,eşekler,atlar ve tüm yükler yazlaya götürülür.Burada her şey gözden geçirilip bir bir elden geçer.Develerin havutları ,kolonlar, yularlar, dizginler,ala ve yoz çuvallar tamir edilir ,sökükler dikilir.Gazal ve çuvaldız elden düşmez.Çobanlar sürünün çanlarını,oba başıda deveye takacağı hatap çanını hazırlar.Bıttıların Hasan Hüseyin gibi yayla hazırlığı yapan Yörük azdır.Bıttıların Hasan Hüseyin babasından böyle görmüştü.12 ay aynı elbiseyi giyerdi.Yün menevreği (pantolon) ve yün ceketini yaz kış hiç üzerinden çıkarmazdı.Oysa devenin havudu ,Ala kilim ,Ala çuvallar çok önemliydi.Ala kilim ,ala çuvallar ve lökün kirincinin yuları yörüğün şanı şerefiydi.Yörükler için Ala kilimli, ala çuvallı lök gücün zenginliğin göstergesidir.
İlk göç ağrık (ağırlık )olurdu. Göçün fazlalıkları, güzün yayladan göç öncesi köye (sehil)getirilir.Yazın ise göçten sonra deve ile gelip yaylaya sonradan götürülür.
Yörükler için göç bir şölendir,coşkudur,bayramdır.Tatlı bir telaştır göç hazırlığı,zevk verir Yörük beylerine ,gelinlerine ,kızlarına ve delikanlılarına.Çocukları bir heyecan sarar.Göç öncesi tüm kadınlar çocuklarını kazanın içerisine oturtarak bir güzel çimdirirler.Çobanlar en yeni kilot pantolonları giyip ,sopalarını pıynar ağacından kesip hazırlarlar,ateşte pişerek sertleşen pıynar sopaları çobanın elinde bir dost, bir güvendir yayla yollarında.
Genç kızlar,gelinler en güzel alacalı elbiselerini giyerler.Uzun siyah saçlarını belik belik örerek göçe hazırlanırlar.Yörük beyi en önde giderken ,bir de sigara sarar ve derinden nefesleyerek dimdik durur atının üzerinde yıldızların altında.Sanki gecenin karanlığını yırtan odur..Allı pullu fistanıyla Lökü bir gelin çeker.
Hatap çanıyla lök sallanırken ,kirincinin, kayalık ‘ın (maya) çan sesleriyle yırtılır gece karanlığında göç yolları.Konaklaya konaklaya gelesandıra ya kadar sorunsuz gidilir.
Gelesandıra, susam belinin önü olduğundan ,orada durup soluklanmak ,her şeyi yeniden gözden geçirmek gerekir.Köyden yola çıkarken aklı susam belindedir yörüğün.
Gelesandırayla kurucadır şu dağların eteği
Yenice bazarla ,gök tepe güzeller yatağı
Susam belinin yolları enerdir ,taştır.
Ağlamış ağlamış gelinler kızlar da gözleri yaştır.
Osman duygu yüklüydü .Bize bakıp gülüyordu.
”Ben “dedi gücük Medine “Ben Bıttının Hasan Hüseyin in kızıyım.Bu Ak Ali de benim herif.Hoş geldiniz ağam gelmesine de ,davarı siz mi götüreceksiniz.”diyerek bizi süzdü.Güldü!
İsmail hem konuşuyor ,hem de fotoğraf çekiyordu .Hem davarlarla hem de Yörüklerle çabuk kaynaşmıştı.Kelce Aliyle anında dost oluverdiler.Kelce Ali eski çoban ,o dağları, dağlar onu tanıyor.
Mevsim ilkyaz,her yan yemyeşil ,dağlar taze tomurcuklu,otlar diz boyuydu.Keçi boynuzu ağacının koyu gölgesi bizi kucaklamış,biraz ilerideki şırıl şırıl akan çeşmenin suyunun sesi dinlendiriyordu.
ON GOYUN BİR GOÇ ,GÜNDE GON, GÜNDE GÖÇ
Güneş dönmüştü ,oğlaklı sürüyü Heyy… cooo… sesleriyle yaylaya doğru kovduk.Osman en önde tekeee…. diyerek bir ıslık tutturup yürüdü.Zorlu ve dikkatli bir uğraşla sürüyü yarım saat sonra havlu içi denen çok otlu bir tarlaya sapıttık.otların arasında kayboluverdi koca sürü.Yolun kenarına, gölgeye oturduk.Sürü üç saat hiç kıpırdamadan yayıldı.
Osman’ın eşi Nazife iki eşeği ve kısrağı ile sürünün yanına geldi.Göçün azığını götürüyordu.Osman “toplanalım” dedi.Heyy…. dedik sürüye,akşam serinliğinde yola koyulduk.Oğlak melemeleri, tüm sesleri bastırıyordu.Sürü Ağu (zakkum) çiçeklerinin kırmızı ,pembe,beyaz renk cümbüşünün arasında, oğlak melemeleri ve çan sesleriyle dolana dolana gidiyordu.Aşağılarda, uçsuz bucaksız yemyeşil Alara Vadisi uzanıyordu.Yemyeşil orman denizinin ortasında, oğlak melemesi ,çan ve ara ara öten keklik seslerinin ahengine kendimizi kaptırmıştık.Sanki yılların Yörük çobanlarıydık.Keçiler kokumuza alışmış, iki köpek bizimle dost olmuşlardı.Sürü yayla havasına girmiş ,en önde koca teke goradasını öttürerek Osman’ın hemen ardında gururla gidiyordu.
Osman yılların çobanı.Babası Bıttıların Ali Onbaşı okutmamış onu.Yıllarını keçilerine adamış, sürüsü ile bütünleşmiş.On beş gündür yaylaya göçe hazırlanmış;tek tek gözden geçirmiş keçilerini,çanlarını elden geçirmiş.yeni çanlar almış.Goradayı ,tıkırtıyı, firiği hangi davara takacağını önceden düşünmüş.450 keçisi var,sürüde en az 50 çan var.Hangi çanın hangi keçide olduğunu “kulak kabartarak “biliyor.
Namaras’tan iki saat sonra Kuzmuara geliyoruz.Kuzmuar kuzeye doğru şırıl şırıl ormanların arasında akan bir çeşme.Yolcu çeşmesi.Soluklanıyoruz.Sürü sulanıyor biz sulanıyoruz.Dur durak yok.Karanlık basmadan zeytin alanına varmalıyız.Heyy… teke diyoruz.Osman’la İsmail sürünün önünde , Ümit’le arkadayız.Küçük körpeler en arkada.Altı tane,onları tek tek kolluyoruz.Biz onlara, onlar bize sıcak, onların niyeti kucak bunu anlıyoruz.
İki saat sonra hava kararırken zeytin alanında koca meşe ağacının altına sürüyü topluyoruz.Atı ve eşeklerin yükünü Nazife ile Hüseyin yıkıyor,kilimleri keçeleri seriyorlar,çevreden odun toplayıp kocaman bir çoban ateşi yakıyoruz.Hikmet öğretmen yemek yapmaya koyuluyor.Nazife “dur Ağam şu tencereyi al onu karartma “diyerek Hikmetin etrafında dolanıyor,Hikmet yemek yaparken gülüyor ve mutlu.
Biraz aşağımıza Namaraslı Omar ile karısı Hatice sürüyü getirip yatırıyorlar. Omar’a sesleniyoruz,gece orda kalacağız, yolumuz uzun, en zorlu etabı yarınki.
Hikmet öğretmenin yaptığı kavurmayla salatayı ve yoğurdu iştahla yiyoruz.Ateşin etrafında bir süre sohbet edip uyku tulumlarımıza giriyoruz .Parlayan yıldızların altında, koca meşe ağacının yanında, alev alev yanan çoban ateşimiz yıldızlı gök yüzüne doğru ormanın derinliklerinden alevlenip parlıyor.Sessiz gecenin derin karanlığında, köpek sesleri ve oğlak melemeleriyle hafiften gözlerimizi kapatıyoruz.Osman tetikte, sürüye kurt gelir, “ kaçan, göçen olur” düşüncesiyle uyur, uyanık geçiriyor zamanı.
Gecenin 01.00 ‘inde kalkıyoruz.Ateşimiz küllenmiş, üf desek yanacak.Hiç bulaşmıyoruz ateşe.Toplanıyoruz.Ortalık koyu karanlık .Çam ağaçları daha bir karartıyor geceyi.Hiçbir oğlak ve keçi bırakmadan yola sürüyoruz sürüyü.Karanlığı yaran çan sesleriyle, bir yılan gibi süzülerek yola koyuluyoruz.
Nerde o eski göçler,yaşam değişmiş,Yörükler tarihen yok olma sürecinde.İnsan ve doğa sürekli değişim halindeler.Bu sonsuz değişim süreci içinde toplumların evrimi de kesintisiz bir süreçtir.Başı sonu belli olmayan değişim ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan dönüşüm,İnsan iradesinden bağımsız ve toplumsal değişimin doğal sonucudur.Bu evrimleşme, Toplumsal düzen içinde ,üretim ilişkileri içinde geçerlidir.Sonuçta ortaya çıkan durum yeni tarz bir yaşam biçimidir.Toplum değişiyor,Değişen koşullar içerisinde Osman’da değişiyor.
Onun dünü yeni bir sosyal yaşama evrilirken,Osman bunu sessiz, hüzünlü ve olağan karşılayarak yürüyor yaylasına sürüsünün önünde.
Üç saat hiç durmadan gece karanlığına yürüyoruz.Keçiler ve daha çok oğlaklar yoruldu. Serinyaka köyü ile Mannas köyünün sapağı olan Çürük vadisini tırmanıp yukarı çıkınca, tam sırtın başında, ormanlar arasında bir tarlaya sürüyü sapıtıyoruz..Burada bir süre sürüyü dinlendirip, Heyy…diyoruz.
Alaca karanlıkta Taşafura geliyoruz.Burası dinlenme yeri, Kocaman Çınar ( Biladan ) ağaçlarının hışırtısı ve gürül gürül akan Taşafur Çeşmesinin su sesi bizi büyülüyor. Sürü sulanmak için su dolu afurlara doluşurken, Osman’ın ıslığının sesi tan yerini derinden yarıyor.Burası Gaysanbaç ( Devenin soluklanma yeri ) burada durulur, buz gibi suyuyla yüzler yıkanır,Kana kana su içilir,soluklanılır. Göç yolunda en uzun mola yerlerinden birisidir burası.Burada Alfistanlı Yörük kızları, gece karanlığında, Yörük delikanlılarınca kaçırılır.
Eskiler de, delikanlıların bir çoğu kızlara uzaktan sevdalanır ama bir türlü ulaşamazlardı. Böylesi bir sevdaya tutulan çoban, arkadaşlarını yanına alarak kızı kaçırmaya karar verir.En uygun yer Taşafurdur. Yörük obası durumu anlar.Göç yolunda kıza Anasının elbiselerini giydirirler.Gece yarısı Kervan Taş afur da soluklanırken gençler aniden göçün arasına dalarak Alfistanlı Yörük kızını sırtlayıp, ormana dalarlar.Bir süre ormanın içide gidince, kızın hiç ses çıkarmamasından kuşkulanıp yere indirirler, ne görsünler ,Alfistanın içindeki kızın Anası!