Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Göç Yolunda Yörükler

Yusuf

Deniz sevenlerden
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    3 Nis 2015
  • Mesajlar
    4,042
  • MFC Puanı
    245
GÖÇ YOLUNDA YÖRÜKLER


thumb.php


Yörüklük ,sosyal olay olarak yok olup giden bir yaşam biçimi.Onları bulmakta zor, bulup anlamakta .Yörükleri ancak tarih anlayabiliyor.Gelişen teknoloji ve kapitalizmin kemirgen dişleri ,tüm eski kültürler gibi,Yörük yaşamın’da ,ekonomik ve sosyal boyutuyla acımasızca tarihe ,tarihin arka planına koyuveriyor.


Düne bakmak cesaret işidir.Üstelik düne bakarken,dünün içerisine kendini koyup,yaşamı en doğru biçimde gelecekle ilişkilendirmek,çokça cesaret isteyen bir algılama biçimidir.


Biz,Yörükleri dünüyle görmeyi ,anlamayı, kendi ortamlarıyla sevmeyi, saygı duymayı ilke edinerek yola çıktık.Her sosyal yaşam gibi,Yörük yaşamının da evreleri vardır.Kışı bir başka,ilkbaharı bir başka ,yazı bir başkadır.Biz bu başkaların ilk yazıyla ilişkilendik.


Yörük Osman ,Manavgat’ın Namaras (çamlı tepe) köyünden, 450 keçi ve oğlak karışımı bir sürüsü var.Koca sürüyü eşi Nazifey’le birlikte güdüyor.Kendi deyimiyle “kahrını “çekiyor. “yalnızlık zor” diyor.”Ne yapıp edip” iki çocuğunu okutmaya karar vermiş. Onları sürünün yanına getirtmiyor.”Çobanlıkta gelecek olmadığını” görmüş,”Ne varsa tahsilde var “diyenlerden.



namaras_ali_cetin_yoruk_gocu054-769x1024.jpg






Namaras köyü,Manavgat’a 31 km uzaklıkta.495 metre rakımında ,bir tepenin yamacında,Şirin mi şirin bir köy, her yan ormanlık,yemyeşil.Bir yanda Alara Vadisi yemyeşil orman deniziyle uçsuz bucaksız uzanır,bir yanda Karpuz Çayı Vadisi.Her zaman karlı,bembeyaz dağların arkasından güneş kıpkırmızı doğarak selamlar Namaraslıları. Namaras adı Eski Dağlık Klikyadan kalma bir Anadolu adı. Namarasın kuruluşu çok eskilerden 1530 yılında Kanuni’nin sadrazamlık vergi defterinde Namaras 115 ev ve 5079 akçe vergisi olan bir köy.Sonra 1902 yılında 12 hane olarak kalıyor Namaras köyü.Buradan anlaşılıyorki,1500 lü yıllarda Türklerin bir çok hakla ortak yaşadığı
Köyün adı kağıt üzerinde çamlı tepe olmuş ;ama gerçek yaşamda Namaras.



bir köy burası.




namaras_ali_cetin_yoruk_gocu034.JPG


Yörük Osman, Namaras’tan Bıttıların Ali onbaşının oğlu.”Çobanlığı Amcamdan ve onun oğlu kelce Ali’den öğrendim “diyor.7 yaşında başlamış keçi sürüsünün arkasında çobanlığa.Herkes 7 yaşında mikrofon tutup şarkı söyleyecek değil ya ,Osman ‘da sürünün arkasında çobanlığa başlamış.”Bunu bildik ,bunu yapıyoruz” diyen, dünyaya keçilerinin ortamından, birde Antalya ‘dan ve İstanbul’dan gelen “iyi insanlar,gerçek dostlar” dediği dostlarından öğrendikleriyle bakan bir insanoğlu.


Osman’a ilk kez sürünün kış yatağından ,ilk yaz yatağına taşınacağında yardıma gittik.Mustafa ilhan ,Ömer ve Sabriyle birlikte gecenin alaca karanlığında, köye, yayan iki saat uzaklıktaki sürü yatağına varınca çok mutlu oldu Osman.Güldü ,gözlerinin içi parladı. Bir dağın yamacında sık ormanlı alanda ,tarihi harabelerin arasındaki yatakta yatıyordu sürü.Gece karanlığında oğlakları kümelerinden salınca bir kıyamettir koptu.Oğlak melemeleri keçi sesiyle, gecenin sessizliğiyle gelen tanyeri kızıllığı öyle bir titreşimle kaynaştı ki ,tüm ormanlar hışırdayıp sallanarak selama durdular.




Orman sık,oğlaklar küçük ,daha ot bile yiyemiyorlar.Gece karanlığında sesleri ve kokularıyla buluyorlar annelerini.


Heyy deyip ,tan yerinin alaca karanlığında ormanın içerisinde, sesin arkasına düşüyoruz.Gün ucuyla tepeye ormanın arasındaki tarlaların olduğu açık alana çıkıyoruz.Burada Osman sürüyü gözden geçiriyor.Köylünün ekili arazilerine zarar vermeden ormanların arasından sürüyü ve en çokta küçük oğlakları kollayarak gidiyoruz yazlaya doğru.Mustafa ve Nazife küçücük körpeleri kucaklıyorlar.Vadi yemyeşil ,cıvıl cıvıl kuş sesleri, dereler sulu, mevsim ilk bahar .


Altı saatlik zorlu bir uğraş sonunda oğlaklı keçi sürüsünü yazlasına ,çam ormanlarının arasına getiriyoruz.Burası Mahmut yıkığı ,Osman’ın dedesinden bu yana sürü yatağı.


Osman’ın Keçileriyle ve yaşamıyla böyle yüzleşiyoruz.Yaşamı zor ;ama sakin,huzurlu, ormanların arasında, çalılardan yapılmış sürü yatağının başındaki taş duvarla örülmüş sayvant denen bir çoban damında geçiriyor gecelerini. Mayıs ayının gelmesini bekliyor.




Mayıs sonunda,Yörük göçünü yaşamak istiyoruz.İsmail aslolan heyecanıyla Hikmet öğretmeni de yanına alarak İstanbul’dan yola çıkıyor.Sabahın erken saatlerinde Antalya’dan Ümit’le beni de alıyorlar ve öğlen saatlerinde Namaras köyüne varıyoruz.Namarasın altında ormanların arasındaki yağır ardıç denen yere varıyoruz.Bıttıların Ali onbaşının Osman bizi görünce seviniyor.Gülerek yanımıza geliyor.Elinde hiç bırakmadığı dostu arkadaşı olan pıynar sopası.Keçiboynozu ağaçlarının altına ,keçilerin arasına ,gölgeye oturuyoruz, iki köpeği var,köpeklerle de tanışıp,yakınlaşıyoruz.


Davarlarla oğlaklar karışık .Göç sürüsü bu.Oğlaklar tazecik filizleri yemeye çalışırken,hiç de annelerinden uzaklaşmak istemiyorlar,durmadan emiyorlar.


Hava sıcak,gölge koyu. Çeşmenin suyu şırıl şırıl yaz sonunu getirecek heyecandan uzak bir şırıltı sesiyle akıyor.


Artık göçler eskisi gibi değil .Yörükler sonlarını yaşıyorlar.Bir sosyal yaşam biçimi olarak Yörüklük gitti gidiyor.Yağır ardıç yazla geri,göç öncesi yaylaya gitmek için hazırlanılan mekan.




Osman bizimle konuşurken davarlara bakıyor ve çeşmenin şırıltısının ahengiyle dalıp gidiyor.Namaras köyü yaz önü bir başka şenlenir.Çiçekler bir başka kokar tarlalarda,filizler bir başka canlanır polen toplayan bal arılarının altında .Kuş sesleri oğlak melemeleriyle karışıp hayat verir doğaya.Dağlar canlanırken köy sessizleşir,herkes yazlaya taşınır.Yaylaya gidecekler;develer,eşekler,atlar ve tüm yükler yazlaya götürülür.Burada her şey gözden geçirilip bir bir elden geçer.Develerin havutları ,kolonlar, yularlar, dizginler,ala ve yoz çuvallar tamir edilir ,sökükler dikilir.Gazal ve çuvaldız elden düşmez.Çobanlar sürünün çanlarını,oba başıda deveye takacağı hatap çanını hazırlar.Bıttıların Hasan Hüseyin gibi yayla hazırlığı yapan Yörük azdır.Bıttıların Hasan Hüseyin babasından böyle görmüştü.12 ay aynı elbiseyi giyerdi.Yün menevreği (pantolon) ve yün ceketini yaz kış hiç üzerinden çıkarmazdı.Oysa devenin havudu ,Ala kilim ,Ala çuvallar çok önemliydi.Ala kilim ,ala çuvallar ve lökün kirincinin yuları yörüğün şanı şerefiydi.Yörükler için Ala kilimli, ala çuvallı lök gücün zenginliğin göstergesidir.


İlk göç ağrık (ağırlık )olurdu. Göçün fazlalıkları, güzün yayladan göç öncesi köye (sehil)getirilir.Yazın ise göçten sonra deve ile gelip yaylaya sonradan götürülür.


Yörükler için göç bir şölendir,coşkudur,bayramdır.Tatlı bir telaştır göç hazırlığı,zevk verir Yörük beylerine ,gelinlerine ,kızlarına ve delikanlılarına.Çocukları bir heyecan sarar.Göç öncesi tüm kadınlar çocuklarını kazanın içerisine oturtarak bir güzel çimdirirler.Çobanlar en yeni kilot pantolonları giyip ,sopalarını pıynar ağacından kesip hazırlarlar,ateşte pişerek sertleşen pıynar sopaları çobanın elinde bir dost, bir güvendir yayla yollarında.




Genç kızlar,gelinler en güzel alacalı elbiselerini giyerler.Uzun siyah saçlarını belik belik örerek göçe hazırlanırlar.Yörük beyi en önde giderken ,bir de sigara sarar ve derinden nefesleyerek dimdik durur atının üzerinde yıldızların altında.Sanki gecenin karanlığını yırtan odur..Allı pullu fistanıyla Lökü bir gelin çeker.


Hatap çanıyla lök sallanırken ,kirincinin, kayalık ‘ın (maya) çan sesleriyle yırtılır gece karanlığında göç yolları.Konaklaya konaklaya gelesandıra ya kadar sorunsuz gidilir.




Gelesandıra, susam belinin önü olduğundan ,orada durup soluklanmak ,her şeyi yeniden gözden geçirmek gerekir.Köyden yola çıkarken aklı susam belindedir yörüğün.


Gelesandırayla kurucadır şu dağların eteği


Yenice bazarla ,gök tepe güzeller yatağı


Susam belinin yolları enerdir ,taştır.


Ağlamış ağlamış gelinler kızlar da gözleri yaştır.


Osman duygu yüklüydü .Bize bakıp gülüyordu.


”Ben “dedi gücük Medine “Ben Bıttının Hasan Hüseyin in kızıyım.Bu Ak Ali de benim herif.Hoş geldiniz ağam gelmesine de ,davarı siz mi götüreceksiniz.”diyerek bizi süzdü.Güldü!


İsmail hem konuşuyor ,hem de fotoğraf çekiyordu .Hem davarlarla hem de Yörüklerle çabuk kaynaşmıştı.Kelce Aliyle anında dost oluverdiler.Kelce Ali eski çoban ,o dağları, dağlar onu tanıyor.




Mevsim ilkyaz,her yan yemyeşil ,dağlar taze tomurcuklu,otlar diz boyuydu.Keçi boynuzu ağacının koyu gölgesi bizi kucaklamış,biraz ilerideki şırıl şırıl akan çeşmenin suyunun sesi dinlendiriyordu.


ON GOYUN BİR GOÇ ,GÜNDE GON, GÜNDE GÖÇ


Güneş dönmüştü ,oğlaklı sürüyü Heyy… cooo… sesleriyle yaylaya doğru kovduk.Osman en önde tekeee…. diyerek bir ıslık tutturup yürüdü.Zorlu ve dikkatli bir uğraşla sürüyü yarım saat sonra havlu içi denen çok otlu bir tarlaya sapıttık.otların arasında kayboluverdi koca sürü.Yolun kenarına, gölgeye oturduk.Sürü üç saat hiç kıpırdamadan yayıldı.


Osman’ın eşi Nazife iki eşeği ve kısrağı ile sürünün yanına geldi.Göçün azığını götürüyordu.Osman “toplanalım” dedi.Heyy…. dedik sürüye,akşam serinliğinde yola koyulduk.Oğlak melemeleri, tüm sesleri bastırıyordu.Sürü Ağu (zakkum) çiçeklerinin kırmızı ,pembe,beyaz renk cümbüşünün arasında, oğlak melemeleri ve çan sesleriyle dolana dolana gidiyordu.Aşağılarda, uçsuz bucaksız yemyeşil Alara Vadisi uzanıyordu.Yemyeşil orman denizinin ortasında, oğlak melemesi ,çan ve ara ara öten keklik seslerinin ahengine kendimizi kaptırmıştık.Sanki yılların Yörük çobanlarıydık.Keçiler kokumuza alışmış, iki köpek bizimle dost olmuşlardı.Sürü yayla havasına girmiş ,en önde koca teke goradasını öttürerek Osman’ın hemen ardında gururla gidiyordu.


Osman yılların çobanı.Babası Bıttıların Ali Onbaşı okutmamış onu.Yıllarını keçilerine adamış, sürüsü ile bütünleşmiş.On beş gündür yaylaya göçe hazırlanmış;tek tek gözden geçirmiş keçilerini,çanlarını elden geçirmiş.yeni çanlar almış.Goradayı ,tıkırtıyı, firiği hangi davara takacağını önceden düşünmüş.450 keçisi var,sürüde en az 50 çan var.Hangi çanın hangi keçide olduğunu “kulak kabartarak “biliyor.


Namaras’tan iki saat sonra Kuzmuara geliyoruz.Kuzmuar kuzeye doğru şırıl şırıl ormanların arasında akan bir çeşme.Yolcu çeşmesi.Soluklanıyoruz.Sürü sulanıyor biz sulanıyoruz.Dur durak yok.Karanlık basmadan zeytin alanına varmalıyız.Heyy… teke diyoruz.Osman’la İsmail sürünün önünde , Ümit’le arkadayız.Küçük körpeler en arkada.Altı tane,onları tek tek kolluyoruz.Biz onlara, onlar bize sıcak, onların niyeti kucak bunu anlıyoruz.





İki saat sonra hava kararırken zeytin alanında koca meşe ağacının altına sürüyü topluyoruz.Atı ve eşeklerin yükünü Nazife ile Hüseyin yıkıyor,kilimleri keçeleri seriyorlar,çevreden odun toplayıp kocaman bir çoban ateşi yakıyoruz.Hikmet öğretmen yemek yapmaya koyuluyor.Nazife “dur Ağam şu tencereyi al onu karartma “diyerek Hikmetin etrafında dolanıyor,Hikmet yemek yaparken gülüyor ve mutlu.


Biraz aşağımıza Namaraslı Omar ile karısı Hatice sürüyü getirip yatırıyorlar. Omar’a sesleniyoruz,gece orda kalacağız, yolumuz uzun, en zorlu etabı yarınki.


Hikmet öğretmenin yaptığı kavurmayla salatayı ve yoğurdu iştahla yiyoruz.Ateşin etrafında bir süre sohbet edip uyku tulumlarımıza giriyoruz .Parlayan yıldızların altında, koca meşe ağacının yanında, alev alev yanan çoban ateşimiz yıldızlı gök yüzüne doğru ormanın derinliklerinden alevlenip parlıyor.Sessiz gecenin derin karanlığında, köpek sesleri ve oğlak melemeleriyle hafiften gözlerimizi kapatıyoruz.Osman tetikte, sürüye kurt gelir, “ kaçan, göçen olur” düşüncesiyle uyur, uyanık geçiriyor zamanı.




Gecenin 01.00 ‘inde kalkıyoruz.Ateşimiz küllenmiş, üf desek yanacak.Hiç bulaşmıyoruz ateşe.Toplanıyoruz.Ortalık koyu karanlık .Çam ağaçları daha bir karartıyor geceyi.Hiçbir oğlak ve keçi bırakmadan yola sürüyoruz sürüyü.Karanlığı yaran çan sesleriyle, bir yılan gibi süzülerek yola koyuluyoruz.


Nerde o eski göçler,yaşam değişmiş,Yörükler tarihen yok olma sürecinde.İnsan ve doğa sürekli değişim halindeler.Bu sonsuz değişim süreci içinde toplumların evrimi de kesintisiz bir süreçtir.Başı sonu belli olmayan değişim ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan dönüşüm,İnsan iradesinden bağımsız ve toplumsal değişimin doğal sonucudur.Bu evrimleşme, Toplumsal düzen içinde ,üretim ilişkileri içinde geçerlidir.Sonuçta ortaya çıkan durum yeni tarz bir yaşam biçimidir.Toplum değişiyor,Değişen koşullar içerisinde Osman’da değişiyor.


Onun dünü yeni bir sosyal yaşama evrilirken,Osman bunu sessiz, hüzünlü ve olağan karşılayarak yürüyor yaylasına sürüsünün önünde.


Üç saat hiç durmadan gece karanlığına yürüyoruz.Keçiler ve daha çok oğlaklar yoruldu. Serinyaka köyü ile Mannas köyünün sapağı olan Çürük vadisini tırmanıp yukarı çıkınca, tam sırtın başında, ormanlar arasında bir tarlaya sürüyü sapıtıyoruz..Burada bir süre sürüyü dinlendirip, Heyy…diyoruz.


Alaca karanlıkta Taşafura geliyoruz.Burası dinlenme yeri, Kocaman Çınar ( Biladan ) ağaçlarının hışırtısı ve gürül gürül akan Taşafur Çeşmesinin su sesi bizi büyülüyor. Sürü sulanmak için su dolu afurlara doluşurken, Osman’ın ıslığının sesi tan yerini derinden yarıyor.Burası Gaysanbaç ( Devenin soluklanma yeri ) burada durulur, buz gibi suyuyla yüzler yıkanır,Kana kana su içilir,soluklanılır. Göç yolunda en uzun mola yerlerinden birisidir burası.Burada Alfistanlı Yörük kızları, gece karanlığında, Yörük delikanlılarınca kaçırılır.

Eskiler de, delikanlıların bir çoğu kızlara uzaktan sevdalanır ama bir türlü ulaşamazlardı. Böylesi bir sevdaya tutulan çoban, arkadaşlarını yanına alarak kızı kaçırmaya karar verir.En uygun yer Taşafurdur. Yörük obası durumu anlar.Göç yolunda kıza Anasının elbiselerini giydirirler.Gece yarısı Kervan Taş afur da soluklanırken gençler aniden göçün arasına dalarak Alfistanlı Yörük kızını sırtlayıp, ormana dalarlar.Bir süre ormanın içide gidince, kızın hiç ses çıkarmamasından kuşkulanıp yere indirirler, ne görsünler ,Alfistanın içindeki kızın Anası!




 

Yusuf

Deniz sevenlerden
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    3 Nis 2015
  • Mesajlar
    4,042
  • MFC Puanı
    245
Dün çobanlık ,sosyal yaşam içerisinde ekonomik alanda oldukça ağırlığı olan bir
iş koluydu.Şimdilerde öylemi ya, Namaras köyünden yaylalı Ahmet’in Oğlu Ali yakınıyor.
Teklif ettim kızlara seviyorum diye Bakarak güldüler benim halime

Çiçek verdim çok sevdiğim birine

Sen çobansın diye reddetti beni





Bilmiyorum neden kötü bu meslek

Ne olur bu mesleğin adını çevirsek

Çobanlık yerine memurluk desek

Yine beğenmez mi kızlar bizleri
Taşafurdan sonra gün karlı dağların ardından kendini gösterirken senir çaltıya geliyoruz.Güneş bir başka doğuyor burada,güneşi uzanıp tutmak ve yaylanarak sedir ormanlarının üzerinden, geyik dağının zirvesine konmak geliyor içimizden .Önümüzde sürü, ormanın içine sapıyoruz.Burada dağlar iç içe ,Orman nerde bitiyor nerde başlıyor anlamak zor.Mula Dağının eteklerindeyiz.Karşımızda, dağın eteğinde Gündoğmuş kazası.ormanların arasında küçük şirin bir ilçe.Eski çağlarda, her türlü saldırıya karşı korumalı bir yerleşim yerini andırıyor.
Sürü gecenin açlığını çıkarırcasına daldı yeşil otların içine,sanki hiç hareket etmiyordu.,çakılıp kalmıştı ormanların arasına .Küçük körpelerimizde çok yorulmuştu,ne ot nede anne sütü düşünecek halleri vardı,kimisi yatarak,kimisi ayakta uyuyorlardı.Geride kalıp gözlerimizin içine bakıyorlardı.Sanki bir kucak bir yardım bekliyorlardı bizden.Nede olsa çocuktular.Dokunduğumuz zaman,anında kolumuza bacaklarımıza yaslanıp gözlerini kapatıyorlardı.Gözümüz onların üzerinde.Her taşın arkasına ,her sık çalılığın arasını iyice bakıyoruz.


Ahmetlerden Pantır




“BU KEYİF CUMHURREİSİNDE BİLE YOK”
Saat 10.30 gibi Senir çaltıya konaklayacağımız yere geliyoruz.Nazife ile Hüseyin At ile eşekleri yıkıp, yemek hazırlığına çoktan başlamışlar. Bugün çok yoruluyoruz.Göçün en uzun en zorlu etabını yürüdük.Sürü koyu gölgeye yatarken ,bizde kendimizi gölgeye ,yeşil otların üzerine atıyoruz.Osman’da yoruluyor ama onun sorumlulukları var.Sürünün sahibi,oturmadan sürünün içerisinde dolanıyor.”hepsi tamam” diyor.Şöyle bir bakıp 450 davarı gözden geçiriveriyor.Gönül rahatlığıyla pıynar sopasına dayanıp oda oturuyor.Gülüyor .”Amcam buraya deveyi yıkınca ,şu gördüğünüz kocapelit (meşe) ağacının dibindeki taşlara ala çuvalları dayardı.Burasının sürü için iyi yayılımı var”.diyor,hüzünleniyor bir anda dün gözlerinin önünden akıyor.Hissediyoruz.Hepimiz Osmana ,Osman’ın ela gözlerinin düne dalışına bakıyoruz.
“Amcama Bıttıların Hasan Hüseyin derlerdi.”Deveyi yıkar Ala çuvalları taşlara dayar, alakilimi serip üzerine oturarak, ala çuvallara yaslanırdı.Bağdaş kurup yemeğini yedikten sonra odun ateşinde birde sigara yakardı.Çayından bir yudum alır ,sigarasından derin bir nefes çekerken “Bak Osman ,bu keyif cumhur reisinde bile yok “diyerek alakilimin üzerine uzanırdı.Ben de ulan bu çobanlık Cumhurbaşkanlığından bile iyi bir meslek diye düşünürdüm.iyi adamdı amcam.”
Osman dertli,Dünyası sürüsü ve Dağlar.Dağlar kadar temiz ;dağlar kadar gönlü geniş ,dağlar kadar umutlu bir insanoğlu .”Az bulunur bir insanoğlu” diyor İsmail.
Senir çaltı da Hüseyin öğretmende bize katılıyor.Namarastan KırHasannın Gök Hüseyin.Babası eski Yörük “Babam bu köyün en iyi havut diken insanıydı ,Çuvaldızı ve gazalı (kıl ip )hiç elinden düşmezdi”diyerek babasını bize anlatıveriyor.
İkindin güneşin baskısı azalınca sürüyü harmancığa doğru ağdırıyoruz.Harmancık mula dağının tam dibi. Sedir ve Ardıç ağaçlarının altında yeşilin bütün toplarıyla kaplı eşsiz bir yer.Sürü çanlarını bir ahenkle öttürüyor,özgür ,telaşsız yayılıyor.
Önümüzde gidirinse beli 1700 metre .Torosların ilk beli.Artık yaylaya yaklaşıyoruz.Keçilerin son çam ,son filiz tadışı,Son orman görüşü .Onlarda bunun farkındalar ve hiç başlarını kaldırmadan yayılıyorlar.
Akşam Harmancıkta Gökçe Gedik denen yerde sürüyü yatırıp,çoban ateşini yakıyoruz.Nazife, hemen Kır Hasan’ın Gök Hüseyin hocayla keçileri sağıyor.Gök Hüseyin in karnı aç,çiğ çiğ içecek sütü.Nazife aceleyle tencereyi yanan ateşin üstüne koyuyor,ve sıcak yayla sütünü içiyoruz. Sessiz dingin birkaç asırlık sedir ağaçlarıyla kaplı Mula Dağının eteğine sığınıp uyuyoruz.
Burası Gökçe Gedik ,Yani Derbent başı.Burada sürü karnını duyurur,develer soluklanır,
Ala çuvalların yükü yenliltilir(azaltılır).Burada kirinci’nin ayağına pese sürülür,burada Botlayan (doğuran) deve olursa göç üç gün ertelenir.
Yörük çocuklarıda çokça yollarda ,konak yerlerinde doğar.Doğan çocukların göbek bağı anında kesiliverir.Gelin, çocuğunu kucağına alır, göçe yol verir.Yörük obası,telaşlanmaz ve gelin nazlanmaz,dertlenmez ,sızlanmaz doğan bebek konak yerinde tuzlanır,ballanır ve göç ertelenmeden yola devam edilir.


İkievcilerli Fatma gelin hamileydi,ha doğurdu ha doğuracaktı, hesabı tutarsa daha üç günü vardı. Kurucada doğururum diye düşünüyordu.Harmancıkta, konak yerinde sabah erkenden bir sancıyla uyanınca, zamanı geldi herhalde dedi. Ama sürünün arkasından da gitmesi gerekiyordu.”öğlenden önce doğurmadan dönerim” diye düşünerek,erkenden sürünün arkasına düştü.” Tedarikli olmak gerek” diyerekte, beline, kuşağının arasına birde çakı soktu. Sancılı, dolaştı keçilerin arkasında dağları. Bazen, oturdu, bazen bir ağaca yaslandı. Keçileri konak yerine doğru döndürdü. Obaya yaklaşırken birden dayanılmaz bir sancıyla kıvrıldı, koca meşe ağacının dibine oturuverdi. Sırtını meşeye, bacaklarını önündeki iri taşa dayadı, doğuruverdi bebeğini. Çakısıyla göbek bağını kesti, telaşlanmadan bebeğini dolamasına (eteğinin alt kısmına) sarıp obaya geldi. Ballı kızı hemen bebeği tuzlayıp balladı. Sabah erkenden, Fatma gelin, bebesini sırtına alıp göçün arkasında yürüdü yaylasına doğru.
Gökçe gedikten alaşafakta çıkılır yola,derbent çok zorludur. Derbent de giderken atların nal seslerinin çakışıyla çıkan kıvılcımlar alaşafakta günü karşılarken, Yörük beyi deveye “dırnak dırnak”diye bağırır .Allı pullu fistanlarıyla gelinlerin çektiği develerin, hatap çanlarının ahengiyle, ardıç ağaçlarının mis gibi kokularının arasında kıvrılan yollarda, dolana dolana gider yörük göçleri gidirinse beline doğru.İlk gayşambaçta (devenin ihtiyaç giderme ,soluklanma yeri)tek tek her devenin hatap kolanı,döş kolanı,göybenti,çeker ipi gözden geçirilir.Derbentten geçmek zordur yörük için,tedbirli olmak gereklidir.Devenin çeker ipi incecik,en küçük zorlamada kopmaya hazır olmalıdır.Derbende düşen bir devenin dirkeli olduğu deveye zararı olmamalıdır.Çeker ipleri “tel ipi” bir devenin zorlamasıyla .anında kopacak kadar çürük,deveyi çekecek kadar sağlam olmalıdır .Bu da Yörük beyinin sırrıdır.
Şafakla sürüyü gökçe gedikten sürüyoruz.Yattığımız yere iyice bakıyoruz.Ümit ,Nazife ye körpelerden beş tanesini teslim ediyor,beş körpeyi atın üzerindeki ağaç kasaların içine koyuyorlar.Sürüyü topluca Derbetten geçirip, gidirinse beline doğru dolandırıyoruz.Her yan dere ,şırıl şırıl sular akıyor, yemyeşil yarpuz.Gök Hüseyin öğretmen durmadan yarpuz yiyor. “zıkkım ye” diye espri yapıyorum.Anası böyle derdi .Doğanın bütün renkleri var burada.Sürü yeşillikler arasında kayboluyor.Karşımızda upuzun çıplak,yer yer karla kaplı gidirinse dağı uzanıyor.Eteklerinde yayla evleri var.


Öğlen ,gidirinse belinde konaklıyoruz.Gürül gürül sular fışkırıyor dağ yamaçlarından.Yarpuzların,ısırgan otlarının arasından dolanıp,kekik kokularıyla dolu yayla havasının serinliğinde, gürleyerek akan kaynak suları ,çayırlı vadiyi bir ip gibi yararak konak yerimizin ortasından, buz gibi akıp gidiyor.
Nazife bize yarpuzlu pilav yapıyor.Bir yanda yarpuzlu pilavın kokusu, bir yanda da soğuk yayla suyunun eşliğinde karnımızı doyuruyoruz.
Osman sürüyü gözden geçiriyor.”Mor oğlak yok “diyor.Ümitle birbirimize bakıyoruz.Çok dikkat etmiştik .Ümit, Nazife ye bakıyor .Nazife “ben almadım” diyor.Mor oğlak gökçe gedikte uyuyup kaldı.Hepimiz üzülüyoruz.En çokta Ümit üzülüyor.Hüseyin öğretmen ,Ak Alinin Hüseyin ve Hikmet öğretmen çiple gökçe gediğe dönüyorlar.Gök Hüseyin’e Yörük göçü biraz oyun gibi geliyor.İşi tam kavramış bir havası yok.Oğlak bakmak yerine taşafura gezmeye gitmeyi oynamadan sayıyor.O nedenle gökçe gediğe şöyle bir bakıp dönüyorlar.Nazifey’le Osman bizim üzülmemize üzülüyorlar.Keyfimiz kaçıyor.Küçücük Mor körpe her adımında durup gözümüze bakardı.En çok Ümit’in ayaklarına dolanıyordu.Her an uyumaya hazırdı.Ayakta, yayılırken, anasını emerken uyurdu,uyuklardı.Ümitle baba oğul gibi yakınlaşmışlardı.
Bir kayıpla Kurucuya, Gelesandıraya doğru iniyoruz.Akşam kurucuda konaklayacağız.Kuruca yörüğün toplandığı yer.Dağların arasında kocaman uçsuz bucaksız bir vadi.Yörük obaları yaylalara buradan dağılır.Susam belini ve Göçen boğazını geçmeden önce Yörük burada göçe çeki düzen verir.Eskilerde bu alanın bucaklarına göç yıkılır,develerin köşekleri bozulardı.Güz dönüşünde davar burada savruğur , yüğürülmesi için teke katımı burada yapılırdı.Kuruca yörüğün en uzun konaklama yeridir.Susam beli zorlu olur kıştır,borandır,tipidir.Geçit vermez hazırlıklı olmak gerekir.Kurucada çadırlar kurulur,soluklanılır. Develer çadırların etrafına ıhtırılır.(çökertilir).Yörükler ,çadırın arkasında Çöken yaşlı devenin gece bozulamasını hayra yormazlar.Yaşlı deve çadırın iplerine sürtünür,çadırdan içeriye bakarsa bir ölecek vardiye düşünülür.Kuruca bir şenlik yeridir.Her bucakta bir ateş yanar.Yörük obaları bir birini ziyarete giderek hal hatır sorarlar.
Kurucada, Karayağız Yörük delikanlıları,sürülerinin önünde, yünden örme başlıkları ve kilot pantolonlarıyla elleri sopalı, çaka satarak geçerler obaların yanından.


Bazen bir kaval sesi duyulur kara çaldan,bazen yanık bir türkü böler gencenin karanlığını.Yörük kızları yanık türküye, yanık yanık öten kavalın sesine kulak kesilir.Önce yanık türkülerine ve kaval seslerine aşık olunur.Sessizce, kuruca alanının çevresine her sürü gelişinde, su doldurmaya gelen kızlar doluşurlar ve sürünün cobanını, allı pullu üç etekleriyle mahçup,meraklı ,alımlı bakıp süzerler.
Şimdilerde yaşam her şeyde olduğu gibi çobanları da, kızları da değiştirmiş.Değişimin önünde durmanın imkansızlığını sanki anlamışlar.Ne kilot pantolon kalmış,ne kaval.Uzun jöleli saçlarıyla elleri radyolu ,cep telefonlu delikanlılar,bazen hello diyerek yürüyorlar sürünün önünde.Sürüde anlamış ki değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu,yadırgamıyor önünde giden gençlerin hallerini.
Kuruca da her yan çan sesi ,çoban ateşi.En sönük ateş bizimkisi .Hüseyin öğretmen ,Hikmet ve İsmail gelesandırada çay içip laflarken karanlık basıyor.Karanlıkta odun bulmakta zor.Karanlıkta zar zor yemeğimizi yiyoruz .Erkenden uyumalıyız.Yarın susam belini geçeceğiz.Susam beli zorlu” kar boran olmasa “diyor Osman.
Kuruca da sırtımızı kara çal dağına dayayarak uyku tulumlarımıza giriyoruz.Gece karanlığı çöküyor üstümüze.Burada yıldızlar bir başka parlıyor.Gök yüzünde yıldızlar ışıl ışıl Susam belinden doğru gelen incecik serin bir yel esiyor kaynarca boğazından.Karaçal dağının eteğinde ,susam belinin girişinde, ışıl ışıl yanan çoban ateşinin etrafında, derin ve yakın yıldızlarıyla, bizi bir çadır gibi örten gök yüzünün altında uyumaya çalışıyoruz.Bir köpek uluması ,bir oğlak melemesi, bir kadın sesi ve bir çoban ıslığı hiç değiştirmiyor gök yüzünün ahengini.
İçimizde yalnızca Osman düşünceli “önümüzde Susam Beli var.işimiz zor.Allah verede hava güzel olsa.”diyerek bizi uyarıyor, ama tedirgin etmemek için de “Demem oki ,bilesiniz yarın yol çetindir. Kederli olduğum doğrudur.Bilirmisiniz, bu susam belinde iki bin Yörük telef olmuş.Kemikleri belin arka yüzünde, erikli alan denen yerin yamaçlarında taş yığınlarının altındadır.Susambelinin böğründe ,şeytan devrendin de, sonalı (güz sonu) Tuz gölünden ,tuzdan dönen develer ,nice insanlar boğalıp (donup)ölmüşler.Eskilerde cuppala ile Cici Hasan denen iki adam vardı,en yaşlı en eski Yörüklerdi,geçmişi en iyi bilen onlardı ,onlar anlatmışlardı.Sahilde susam yolunurken, Susam belinde kar boran tipi olmuş ,bel oradan adını almış .O zaman kervan kıran alanında otuz deveden oluşan kervan kırılmış,belde de Yörükler donarak ölmüşler”.
Osman kederli ,hüzünlüydü.Dalıp gitti gecenin karanlığında ve uyku onuda yakalayıp karanlığın kucağına bırakıverdi.
TÜRKÜLERİDE ,SEVDALARIDA DAĞDIR YÖRÜKLERİN
Sabah tanyeriyle diğer sürülerden önce sürüyü Susam beline doğru kaynarca boğazına dolandırdık.Havada tek tek bulutlar vardı.Boğazda soğuk bir yel esmekteydi.Alaşafakla gün ışığı dağların ardından kurucaya düşmeye başladı.
Kaynarca boğazına sürüyü dolandırıp yürüyünce,sürü boğazda eski deve yoluna girip, Derbentten tek sıra susam beline doğru yürümeye başladı.Göç yolları, taşlarla örülmüş geçitlerle dolu.Her geçit bir tarih .Her geçit antik çağı,Bizansı,Selçukluyu,Osmanlıyı anlatıyor bize.
Sürü Susam Beline doğru dolana dolana çıkıyor.Çıktıkça nefesleniyor,aşağılara bakıyoruz.Geldiğimiz dağlar bir bir eğiliyor altımızda .Yollar daralıyor,Gökyüzü daha bir berraklaşıyor.Sürü çanlarını öttürüp ,yayılarak teleşsız çıkıyor susam beline doğru.
Susam belindeyiz.Burası bir başka dünya ,hepimiz heyecanlanıyoruz.Eşsiz ulaşılması zor dağlar arasında büyüleyici karlı bir vadi.Burası 2250 metre.Sürü dimdik durdu, toplandı.bizde durduk.Yönümüz kuzey.Önümüz erikli alan.Erikli alanın yamaçlarında susam belinin karı ve tipisiyle ölen Yörüklerin toplu mezarlarını oluşturan öbek öbek taş yığınları var.Uzaklarda berrak sularıyla susam gölü ve her yan göller ,gölcüklerle dolu.Karsız alanlar rengarenk çiçeklerle kaplı,her yanda şırıl şırıl akan kar suları.
Sürü durdu.Bizde doğanın büyüsüne kapılıp seyre dalıyoruz.Upuzun bir vadi var önümüzde.Bir yanda deli dağ ,bir yanda papaz başı ,gümüş sayı.Hepsi 2800-2900 rakamında



Yörükler sarp geçit vermez ulaşılması zor,yalçın dağları severler.Dağlar her zaman dert ortağı ,sırdaşı,koruyanı olmuştur onların.”Dağlar ,dayanana sahip çıkar ele vermez” derler Dağlar özgürlük,yiğitlik,yaşamda huzur,güven olmuş.Dağ denince ağnamdan ,kolcu baskısından, efe baskınından kurtulmak aklına gelmiştir Yörüklerin.Ve o nedenle Yörükler yerleşim için sarp dağ eteklerini seçmişler.Türküleri dağdır,sevdaları dağdır;Türbeleri dağ olmuştur.Dağa sığınmış dua etmiş” geldim ocağına,bir çoçuk ver kucağıma” diye yakarmış.Dağa sığınmış zulümden baskıdan ve de açlıktan korumuş kendini .Göç özgürlük olmuş,özgürlük sevda olmuş ,sarp dağlar eteklerinde yaşam bulmuş kendine.
Sürüyü karların üzerine sürdük .Oğlaklar kara alışık değiller ,önce şaşırıyorlar,sonra oynayarak hoplaya zıplaya iniyorlar.Hava berrak ,pırıl pırıl ,Sanki göllerin içinde de karlı dağlar var.Susam gölünü geçiyoruz , önümüzde Ağız Boğazı denen yerde Namaras yaylası duruyor.Her tepenin ,belenin arkası bizi şaşırtıyor,büyülüyor.Sarı beyaz Çiğdemler,menekşeler,laleler,ters laleler;biri bir çeşit renkte,bin bir çeşit çiçekle dolu her yan.
Sürü dolanıyor,onun yurdu ,onun dağları,Osman sürüyle hiç ilgilenmiyor artık ,biz seyre daldık ,İsmaili kaybediyoruz.Ama telaşlanmıyoruz. Her yol Namaras yaylasın acıkıyor.
Gümüş sayına ,çolak kızın uçtuğu yere bakıyoruz ,dimdik,sarpmı sarp bir uçurum.
Duygulanıyoruz ,ne sevdalar gördü bu dağlar ;ne yiğitler ağırladı , ne analar ağlattı.
Çolak kız bir delikanlıya aşık olmuştu.Çobana azık götürürken gizli gizli buluşup konuşurlardı dağlarda.Çok mu çok sevmişler di birbirlerini .Çolak kız ağabeylerine ekmek götürürken ,Hüseyin’e birazını yedirmeden gitmezdi.
İkisinin de sevdaları gizli ,yürekleri gizemliydi.Sonra çolak kızla ,Çoban Hüseyin’in aşkı duyuldu.Annesi, çolak kızı önüne oturttu “sen bunu nasıl yaparsın ,namusumuzu iki paralık ettin” dedi.”Seni ağabeylerin ,baban öldürür dedi”.Çolak kız hiç seslenmedi.İki damla yaş gözlerinden dökülüp,yanaklarından süzülerek beyaz yazmasında sır oldu.
Yayla dedikoduyla çalkalandı.Çolak kızın ağabeyleri çok kızdılar. “ öldürürüz seni, sen bizden habersiz nasıl başkasıyla konuşursun,bizim haberimiz olmadan başkasını nasıl sevebilirsin” dediler .Çolak kız, sinip oturduğu köşeden kısık sesle belli belirsiz “ benim sevmeye sevdiğimi tercih etmeye hakkım yokmu ağabey “ deyiverdi. Ağabeyi hiddetlenerek, çolak kıza dönüp “ seni gebertirim kız, sen evleneceğinde seni alacak oğlanı biz buluruz, azdınmı sen , çabuk kalk bize yiyecek bir şeyler getir” dedi.Çolak kız ağladı, çolak kız yakardı ama “ sen kızsın, senin seçme hakkın yok, sen karar veremezsin, sen iyiyi kötüyü ne bileceksin, biz sana uygun oğlanı bulunca sana söyleriz” dediler.Anası acıdı çolak kıza, ondan yana olmak istedi, ana yüreği bu…Ama kocasıyla en küçük oğlu yani çoban olanı daha bir efelenerek” biz ne dersek o olacak” deyip kestirip attılar. Ne ana seslenebildi, ne baba.içten içten ağladı çolak kız, geceleri uyuyamaz oldu.
Bir sabah,Ala şafakla hiç kimse kalkmadan,kadınlar kara çıkmadan,kuzuları Ağız Boğazına,Susam Gölüne doğru sürdü.En yeni fistanını giyip,en yeni yazmasını bağladı siyah saçlarına. Güneşin ışıkları deli dağın başını yalarken ,Gümüş sayının sarp mı sarp kayalarının üstünden atıverdi kendini boşluğa.O günden bu yana, Gümüş sayına kara giden kadınlar hep çolak kıza ağıt yakarlar,kar keserken her balta vuruşlarında “ah çolak kız ah” diye indirir olmuşlar baltalarını kar kalıplarına.
Eskiden Namaras yaylasında hiç su yoktu .Kadınlar, tan yeri ağarmadan baltalarını omuzlayıp,çuvallarını sırtlar, doğruca kar yığınlarına giderlerdi.Kocaman bir kalıp kar keser çullarına sararak yüklenip eve getirirler ve kıl çadırların altındaki eğimli taşa koyarlar üzerine bir tülbent örterlerdi.Karın önüne bir helki koyar ,bu suyla ihtiyaçlarını ve içme sularını karşılarlardı üç ay boyunca.Şimdilerde su gelmiş yaylaya.
Saat 10 ,30 da yayladayız.Yaylaya bahar gelmiş. Yemyeşil otlarıyla renga renk çiçekleriyle şırıl şırıl akan dereleriyle kuşlarıyla ,arılarıyla dağlar sımsıcak,canlı mı canlı.Taş yığını tepelerin arasındaki bir çöküntü gibi duran çayırlı alanlarda develer yayılır,atlar koşar Yörük çocukları çiğdem,yağlık kazarak oynaşırlardı karakıl çadırların arasında.Göç yıkılır.Önce develer ve atlar bakıma alınır.Deve yörüğün en önemli varlığıdır.Yörük devesiz hiçbir şey düşünemez. Devesiz yayla ,devesiz göç olmaz, löksüz kervan düşünülemez.
Yörükler için deve, birde çoban çok önemlidir.Sütün kaymağını ,etin yağlı tarafını tereyağlı ayranı ve tereyağını önce çoban yer.Kadın, deveden ve çobandan sonradır.İkievcilerli Fatma kadın ,çalışkan ,sessiz,bir Yörük kadınıdır.Bıttıların Gır Ali Onbaşının karısıdır.Kocası ve çocukları içindir varlığı. Yaylaya çıkar çıkmaz ilk işi kırlara koşup çokça keklik yumurtasını toplamaktır.Bir keresinde tam altmış tane yumurta topladı.Büyük gelinle birlikte yaşamaktadır.Ondan tereyağı istedi,keklik yumurtalarını pişirecekti. ”Kadın kısmı yağ yemez” dedi büyük gelin. Sonra yumurtaları suda kaynatıp yedi çocuklarıyla.




Bir gün obanın en güçlü devesi lök sülek obanın biraz ötesindeki bir alana çöktü, bozulamaya başladı.Tüm oba koşuşturdu.Sülek lök hiç yerinden kalkmıyor,durmadan bozuluyordu.Su verdiler, tuz yalattılar ,katran koklattılar.Obanın büyükleri gelip baktı.Durak çavuşta geldi.Elleri arkasında sülek lökün etrafında dolandı,ağzına baktı,kuyruğunu kaldırdı.”Ben kendim bilemedim,ama garçınlı belki bilir.”dedi.sessizce üzüntülü yürüdü gitti;ama mümkünü yok üç gün bozuladı sülek lök, üç gün uyumadı obanın kadınları ,erkekleri.Sülek lökünün bozuladığı alanı yol ettiler.Gece yatmadılar, gündüz oturmadılar.Üç gün ağladı obanın gelinleri,kızları, tüm kadınları. Üç gün göz yaşı döktüler,dizlerini dövdüler. Üç gün sonra çayırların üzerine uzanıp öldü sülek lök.Dünyası karardı obanın ,çaresizlik çöktü koca alana, yel esmez, kuş uçmaz oldu.Obanın acısı tüm Yörük obalarına ulaştı.Akın akın geldiler.Et Hasan ,cülle , kömbele geldi .Tüm Yörük obaları gelip başsağlığı dilediler.Sülek lökün derisini alıp, etini köpeklere yedirdiler. Oba düşünceli, tasalı.”Göç kaldı” dedi Ballı kızı,”göç kaldı dedi ikevcilerli Fatma kadın ,Lök almaya güçmü yeter.
Bıttının Hasan Hüseyin obanın beyi yaylada yoktu.Onun geleceği gün sülek lökün derisini sakladılar.iki gün söyleyemediler.İki gün obaya gelen giden olmadı.Sonra telaşlandı Bıttının Hasan Hüseyin.”ne var” dedi.Lafı dolandırmadan “sülek öldü ”dediler.Attılar deriyi evin ortasına .Bıttının Hasan Hüseyin sülek lökün derisine baktı, hiç seslenmedi.Sarığını başına sardı ,çarıklarını giydi, yün çeketini sırtına aldı,telaşsız,sessizce sıçak dağının dibinden yürüyüp gitti, koca taşların arasında kayboldu.Tüm oba telaşlandı.O,taşların arasından hızlı adımlarla bir süre yürüdü. Sonra koca bir taşın yanına oturup,ellerini arasına başını alıp, akşamı bekledi.Lök bu, göç ona bağlı, löksüz göç olmaz ,bu mevsimde de lök bulunmaz.Ağrık var, tuza gitme var, göç var .Çaresiz gözleri doldu, içi daraldı, akşamı etti koca taşın dibinde.Pırıl pırıl, uçsuz bucaksız gök yüzünde, sayısız yıldızlara daldı.Belli belirsiz “benimi buldun bu koca koyakta ,ben ne yaptım sana “diye serzenişte bulunup, karanlıkta sessizce çadırına döndü.Karakıl çadırın gözeneklerinden, karanlık gök yüzünde ışıl ışıl yıldızlara bakıp lökünü düşündü.




Osman’ın evinin önüne oturuyoruz Sülek’in öldüğü alana bakıyoruz,yorulduk.Osman ile Nazifede dur durak yok .Osman davarları topluyor,oğlaklara bakıyor, Nazife evi temizliyor, ikisinde de yayla coşkusu var.
Osman, pıynar sopasını alıp ,sıçak dağını eteklerine doğru hızlı adımlarla yürüyor.Peynir derilerini koyacakları kar deliklerine bakıyor.Gülerek” bütün delikler karla dolu ,peynirler bu yıl lezzetli olur”.diyor.İsmail ,Hüseyin ve Hikmet öğretmen anında deri peyniri siparişlerini veriyorlar.


Osman bir keçi kesiyor.”Bu gün bunu yiyeceğiz,hepimiz hak ettik” diyor.Hikmet öğretmenle Hüseyin kolları sıvayıp ete dalıyorlar.
Bir kartal süzüldü sıçak dağının başından, berrak gökyüzünde salındı,dolandı .Yalçın doruklarda kayboldu ,bir keklik öttü koca belende. Sevgiyle gözleyip mutlulukla dinledik ve dinlendik.
Koca sürüyü, Manavgat’ın Namaras köyünden, beş günde, Konya’nın Bozkır sınırındaki, yedi kaza yaylalarına götürdük.Yorulduk yorulmasına ama çok mutlu olduk.Yörük yollarından, Derbentlerden, konak yerlerinden geçip ,eski hanları, gayşanbaçları ,şırıl şırıl akan dereleri ,mor renkli laleleri ,bin bir çeşit açan çiçekleri gördük.Kocaman sedir ağaçlarının altında yufka yiyip, kekik kokulu kaynak sularından içtik.Küçücük körpeleri kucağımızda taşıyıp, onlarla özdeşleştik..Biz Yörük olduk, yayla gördük ,dostluğu tanıdık.
Not:Mor körpe Harmancıkta (gökçe gedikte)uyuyup kalmış.Üç gün oracıkta melemiş ne kurt kapmış ne de ayı.Üç gün sonra Namaras’tan Ballının davarına sürünün içine karışmış.Namaras yaylalarına gelmiş.Anasını bulmuş.Ballının karısı Medine üç gün süt vermiş Mor Körpeye ,üç gün bakmış.Osman bize haber gönderdi.Çok sevindik.En çokta Ümit Durak sevindi.

ALİ ÇETİN




DEVECİEĞİLİN ET HASANIN İRBEĞİM








Pantır


Ahmetler Köyünden Pantır'ın Karısı Hatma





Ahmetlerden Pantır

 

Yusuf

Deniz sevenlerden
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    3 Nis 2015
  • Mesajlar
    4,042
  • MFC Puanı
    245
Yörükleri Tanıyalım



215.jpg



Yörüklük Türklüğün orjinidir, lakabıdır, ta kendisidir. Otantik ismidir. Bilindiği gibi Türklerin ilk yurdu Orta Asya idi. Türkler Çin Seddinin ötesinde, Orta Asya' da çok çetin iklim ve arazi şartlarında göçebe hayvancılıkla geçinmeye çalışıyorlardı.

1. Yörük nedir?

Yörük; Yürümek fiilinden yapılma, Anadolu' ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz boylarını (Türkmenleri) ifade eden bir kelimedir. 1. Yörük nedir?

Yörük; Yürümek fiilinden yapılma, Anadolu' ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz boylarını (Türkmenleri) ifade eden bir kelimedir.

2. Kısaca Yörüklüğün tarihçesi?

Yörüklük Türklüğün orjinidir, lakabıdır, ta kendisidir. Otantik ismidir. Bilindiği gibi Türklerin ilk yurdu Orta Asya idi.
Türkler Çin Seddinin ötesinde, Orta Asya' da çok çetin iklim ve arazi şartlarında göçebe hayvancılıkla geçinmeye çalışıyorlardı. Türklerin bundan sonraki yurdu olan, Hazar Denizinin doğusundaki Maveraünnehir ve Horasan Bölgesi de büyük ölçüde çölden ibaretti. Derken Türkler Anadolu' ya geldiler. Buranın coğrafi özellikleri Türklerin toplumsal gelişmesinde büyük bir paya sahiptir.
Anadolu' nun önemli ölçüde yayla ve dağlık oluşu hayvancılık yapan Yörükler' e bildikleri ve ihtiyaçları olan bir ortamı sağlıyordu. Fakat bu yaylanın pek çok yerinde tarıma elverişli ova ve vadiler de vardı. Örneğin, Konya, Ankara,
Eskişehir gibi büyük ovalar. Yaylayı çevreleyen dağların ötesinde de bereketli kıyı ovaları sıralanıyordu. Yörükler bu kıtada tedricen, alıştıra alıştıra - bu sayede toplumsal ve kişilikselçok büyük bunalımlara fazla düşmeden - yerleşikliğe, çiftçiliğe geçişin ideal koşullarını buldular. Anadolu' da nüfus yoğunluğunun fazla olmaması yerleşik düzene geçişin nispeten kavgasız gürültüsüz olmasını sağladı.

3. Türkiye genelinde en çok yörükler nerelerde yaşamaktadır.

Malazgirt zaferinden sonra bütün Anadoluya, 24 Oğuz boyuna mensup kabileler fetih heyecanı, yeni yurtlar bulma hevesiyle akmağa başladılar. Türkiyede 24 Oğuz boyunun oymak ve aşiret adını almış binlerce köyü mevcuttur. Bu Türkmen aşiretleri bütün Anadolu' yu Türkmenleştirmişlerdir. Bundan da anlaşıldığı gibi Türkiye' de yörüklerin çok bulunduğu yer diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü Türkiye yörüklerden oluşmuştur. Türkiye'nin mayası yörüklerdir.

Osman Bey, Söğüt civarındaki küçükyörük grubunun liderliğini babası Ertuğrul Bey' den 1281 yılında devralmıştı. Fakat bu sıralarda başkanı olduğu grup tarih sahnesinde tanınmayacak kadar küçük ve önemsizdi. Ancak Osman Bey'in başkanlığında yirmi yıl yaşadıktan sonra bu küçük toplum Aşiretten Beyliğe - Beylikten Cihan Devletine ulaşmıştır.

4. Şu anda yurdumuzda kaç boy ve aşiret olarak yörük yurttaşımız yaşamaktadır ve bu boy ve aşiretler hangileridir?

Şu an yurdumuzun her köşesinde yerleşmiş yörük boyları ve aşiretleri vardır. Isparta - Antalya civarında Hayta Aşireti, Burdur - Konya civarında Honamlı Aşireti, Korkuteli - Kozan - Kadirli civarında Varsak Aşireti, Erdemli - Mersin - Nevşehir civarında Boynuinceli Aşireti, Kayseri de Avşarlar, Söğüt - Bilecik - Eskişehir - Kütahya - Bursa - Ankara civarında Karakeçilli Aşireti Belli başlılarındandır.

5. Osmanlı zamanında olduğu gibi şu anda da Yörük yurttaşlarımız arasında birlik, beraberlik, sevgi ve saygı ile yardımlaşma var mıdır?

Elbette. Bunlar zaten Türk milletinin özelliklerindendir. Türkiye***8217; nin çeşitli yerlerinde değişik zamanlarda devamlı yapılan şölenlerle bu tür güzellikler ve milli kültürümüz yaşatılmaya çalışılmaktadır. Eskiden olduğu gibi şimdi de Yörükler Türkiye için birleştirici bir çimento görevi görmektedir. Türk Milletinin asli cevheri olan Yörükler, bütünlüğümüzün ve bağımsızlığımızın sembolü ve garantisidir.

Kaynak: http://www.boardturk.com


Türkmenler yani yörükler.Anadolunun Türkleşmesinde büyük katkı sağlayan yörükler..

İnanılmaz güzel bir yaşam hayran kaldım..
 
Üst Alt