- Konum
- İzmir
-
- Üyelik Tarihi
- 9 Haz 2015
-
- Mesajlar
- 12,474
-
- MFC Puanı
- 1,810
Gezegenimizdeki Su Nereden Geldi?
Bundan yaklaşık 20 yıl önce Voyager 1 uzay aracı altı milyar kilometre uzaktan Dünyanın fotoğrafını çekti. Evrende ne kadar küçük bir gezegende yaşadığımızı bize hatırlatan bu fotoğrafta, Dünya yalnızca mavi bir nokta olarak görünüyordu. Bildiğimiz tek mavi gezegen Dünya bu rengini yüzeyinin büyük çoğunluğunu kaplayan sudan alıyor. Gezegenimiz oluştuğunda bir ateş topuydu. Bu kadar sıcak bir gezegenin içinde ya da üzerinde suyun tutunması olanaksızdı.
Dünyadan başka bir yerde su olup olmadığı tam bir bilmeceydi Bugünse, neredeyse baktığımız her yerde suyun izine rastlıyoruz
Bundan 30 yıl önce, Güneş Sisteminde ve genel olarak evrende Dünyadan başka bir yerde su olup olmadığı tam bir bilmeceydi. Bugünse, neredeyse baktığımız her yerde suyun izine rastlıyoruz. Marsta toprak altında ve buzullarda az miktarda su olsa da, gezegenin yüzeyindeki devasa nehir yatakları gezegende bir zamanlar bol miktarda su olduğunu gösteriyor. Gaz devleri Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün çok küçük oranlarda sudan oluşuyor. Ama asıl dikkat çekici olan bu gezegenlerin büyük uyduları. Çok soğuk oldukları için çoğunun yüzeyi buzla kaplı. Bu buzun bir bölümünün su buzu olduğu düşünülüyor. Daha da önemlisi katmanlarının altında sıvı halde su olduğunu gösteren önemli ipuçları var. Yine büyük çoğunluğu Neptünün ötesindeki yörüngelerinde dolanan ve Güneşe yaklaştıklarında kuyrukluyıldızlara dönüşen, daha küçük cisimlerin de kirli birer kartopu olduğu düşünülüyor. Samanyolunda da çeşitli bulutsularda, yıldızların çevresinde, hatta başka gökadalarda suyun izlerini görebiliyoruz.
Aslında kendi gezegenimizin dışında bolca su bulmak bizi şaşırtmamalı
Su molekülü iki hidrojen bir oksijen atomundan oluşuyor. Her ikisi de evrende bolca bulunan elementler. Üstelik bu iki element karşılaştıkları zaman şiddetle birleşmek istiyor. O nedenle aslında kendi gezegenimizin dışında bolca su bulmak bizi şaşırtmamalı.
Büyük Patlamanın ardından evrende oluşan ilk element hidrojen
İşte bu hidrojen ilk yıldızların hammaddesini oluşturuyordu. Hidrojenden ağır elementlerse yıldız dediğimiz bu çok büyük ve çok sıcak fırınlarda pişirildi. Yıldızların çok sıcak ve çok yoğun çekirdeklerindeki hidrojen atomlarının çekirdekleri çarpışıp kaynaşarak önce helyuma, süreç ilerledikçe de giderek daha ağır elementlerin çekirdeklerine dönüştü. Atom çekirdeklerinin kaynaştığı bu fırınlarda meydana gelen tepkimelere termonükleer tepkime deniyor. Bu tepkimeler sırasında ortaya bir miktar da ısı çıkıyor. Bu da yıldızların parlamasını sağlıyor. Çok büyük yıldızlar süpernova denen çok şiddetli bir patlamayla ömürlerini tamamlıyor. Bu patlamada yıldızı oluşturan maddenin çok büyük bir kısmı uzaya saçılıyor. Sonraki kuşak yıldızlarlar ve onların çevrelerinde dolanan gezegenler bu yıldızların ağır elementlerde zenginleşmiş küllerinden doğuyor.
Oksijen ölü yıldızların ürünü hepimiz yıldız tozuyuz
Hidrojen doğrudan Büyük Patlamanın ürünüyken, oksijen işte bu ölü yıldızların ürünü. Oksijen suyun kütlece en büyük bileşeni olduğu gibi yeryüzündeki kayaların bileşiminde de en çok bulunan element. Kendini bilimi sevdirmeye adamış ünlü gökbilimci Carl Sagan hepimiz yıldız tozuyuz demişti. Aslında yalnızca oksijen değil hidrojenden ağır tüm elementler, yıldızlarda ve bu yıldızların patlaması sırasında oluştu. Suyun gezegenimizi oluşturan diğer tüm kozmik elementlerden farkı, Dünyaya gelişinin diğer moleküllere ve elementlere göre biraz daha maceralı olması.
Günümüzde hidrojen hâlâ evrende en çok bulunan element Onu helyum ve oksijen izliyor
Suyun Güneş Sisteminin dışlarında yoğunlaşmış oluşu, sistemin oluşumundan sonra Güneş rüzgarının etkisiyle iç bölgelerden uzaklaştığını gösteriyor. Ayrıca gezegenler oluştukları sırada kızgın birer kaya kütlesiydi ve en azından 200 milyon yıl kadar suyun buharlaşmadan bu kaya kütlelerinin içinde ya da üzerinde bulunması mümkün değildi. Bu nedenle iç gezegenler soğurken çevrelerinde su içeren molekül bulamazlarken, bu moleküller dış gezegenler ve uyduları tarafından yakalandı.
Kar Hattı
Meteorolojide kar hattı diye bir kavram vardır. Bu kavram karla kaplı dağlık bölgelerde, daima karla kaplı olan bölgenin yükselti bakımından en alt sınırı şeklinde açıklanıyor. Gökbilimciler de benzer şekilde, suyun buz halinde bulunabileceği Güneşe en düşük uzaklığa kar hattı diyor. Güneş Sisteminin kar hattının kabaca Mars ile Jüpiter arasında, asteroit kuşağının dışlarında olduğu tahmin ediliyor. Her ne kadar kesin bir çizgi olmasa da Güneşe bu hattan daha uzakta olan suyun buz halinde bulunduğu kabul ediliyor.
Atmosferin olmadığı ortamda buz doğrudan su buharına dönüşebiliyor, yani süblimleşebiliyor. Ancak bu, sıvı haldeki suyun buharlaşarak su buharına dönüşmesine göre çok daha yavaş gerçekleşiyor. Gezegenler güçlü kütleçekimleri sayesinde sıvı haldeki suyun uzaya kaçmasını önleyebiliyor, ama su toz parçacıklarının, küçük göktaşlarının, kuyrukluyıldızların ve asteroitlerin kütleçekiminden kolayca kaçabiliyor. Bu nedenle özellikle küçük cisimlerin su içermesi ancak kar hattının ötesindelerse mümkün görülüyor. Bunun en güzel göstergesi kuyrukluyıldızlar.
Kuyrukluyıldız Güneşe yaklaştığında Güneş rüzgârının etkisiyle Güneşin tersine doğru uzanan kuyrukları oluşur
Bu cisimler normalde Neptünün ötesindeki Kuiper Kuşağında ve ondan çok daha ötedeki Oort Bulutu denen bölgede bulunur, buradayken kuyrukları yoktur. Ancak yörüngesinden çıkan bir kuyrukluyıldız Güneşe yaklaştığında içerdiği su ve metan gibi moleküller süblimleşmeye başlar ve Güneş rüzgârının etkisiyle Güneşin tersine doğru uzanan kuyrukları oluşur. Bu, içerdikleri suyu süblimleştirmeye başladıklarını, gaz haline geçen suyun da Güneş rüzgârı tarafından sistemin dışlarına doğru itildiğini gösterir.
Kozmik Su
Gezegenimizde 2.150.000.000.000.000.000.000 (2.150 x 1018) litre su bulunduğu hesaplanıyor. Tüm okyanuslar, denizler, göller, akarsular ve yeraltı suları buna dahil. Bunu gözde canlandırmak zor. Şu şekilde ifade edilirse daha anlamlı olabilir: Dünyadaki suyun tamamını uzayda bir küre içinde toplayabilseydik, bu kürenin çapı yaklaşık 1600 km olurdu. Kuyrukluyıldızların geldiği bölgelerde bundan daha büyük gökcisimleri var. Örneğin Plütonun çapı yaklaşık 2300 km ve yüzeyini oluşturan ince kabuğunun altında 100-180 km kalınlığında bir buz katmanı olduğu tahmin ediliyor. Yine bu bölgede bulunan daha küçük cisimlerin su oranlarının çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Kuyrukluyıldızların yeryüzündeki suyun en önemli kaynağı olduğu düşünülüyordu
Dünyada kayalarda bulunan oksijen ve hidrojenin çeşitli kimyasal tepkimelerle zaman içinde birleşerek suya dönüşmüş olması mümkün. Ancak yeryüzünü kaplayan suyun ancak küçük bir bölümünün bu şekilde oluştuğu sanılıyor. Yakın geçmişe kadar bolca su içeren, Güneş Sisteminin derin dondurucusunda saklanan kirli kartopları kuyrukluyıldızların yeryüzündeki suyun en önemli kaynağı olduğu düşünülüyordu.
Yerbilimciler ilk zamanlar yeryüzünde şimdikinin on katı kadar daha fazla su olduğunu düşünüyor
Senaryoya göre bundan 4,6 milyar yıl önce Güneş Sistemi oluşurken bu gökcisimlerinin sayısı çok daha fazlaydı. Gezegenlere yakın bölgelerde dolanan gökcisimleri gezegenlerin çekim etkisiyle zamanla gezegenlere düştü. İlk zamanlar gezegenler çok sıcak olduğundan suyun sıvı halde kalması mümkün değildi, kolayca buharlaşıp uzaya kaçıyordu. Dünya oluştuktan birkaç yüz milyon yıl sonra yüzeyi önemli ölçüde soğumuştu. Şimdikinden çok daha kalın atmosferi sayesinde 200-300 derece sıcaklıkta bile yüzeydeki su sıvı halde kalabiliyordu. Büyük çarpışmalar sonucunda gezegenin kabuğu parçalanarak suyun önemli bir miktarı buharlaşmış olabilir, ancak belli ki bombardıman suyun devamlılığını sağlayacak kadar yoğundu. Zaten yerbilimciler ilk zamanlar yeryüzünde şimdikinin on katı kadar daha fazla su olduğunu düşünüyor. Bu suyun bir bölümü kaynayarak uzaklaşmış olmalı.
Gökbilimciler kuyrukluyıldızların içerdiği suyun özelliklerini Dünyadaki suyunkiyle karşılaştırarak kaynağı doğrulamaya çalışıyor
Suyun bileşenlerinden biri olan hidrojen atomunun çekirdeği yalnızca bir protondan oluşur. Ancak okyanuslardaki her 6400 hidrojen atomuna karşılık, çekirdeği bir protondan bir de nötrondan oluşan ağır hidrojen yani döteryum bulunur. Hidrojenin izotoplarından biri olan ağır hidrojenin kimyasal özellikleri hidrojeninkine benzerdir, o da aynı şekilde oksijenle tepkimeye girerek su oluşturur. Kararlı bir element olduğundan bozunmaz. Araştırmacılar son yıllarda gönderilen uzay araçlarıyla Tempel 1 ve Wild 2 kuyrukluyıldızlarını ve Halley, Hyakutake ve Hale-Bopp gibi, yakınımıza gelen parlak kuyrukluyıldızların kuyruklarındaki suyu uzaktan inceledi. Sonuç şaşırtıcıydı. Kuyrukluyıldızlardaki suyun hidrojen/döteryum oranı okyanuslardakinin yarısı kadardı. Henüz kesin bir şey söylemek için erken, ama bu durum kuyrukluyıldızların gezegenimizdeki suyun başlıca kaynağı olduğu tezini çürütebilir.
Suyun başlıca kaynağı kuyrukluyıldızlar olmayabilir Gözler asteroitlere yöneldi
Suyun başlıca kaynağının kuyrukluyıldızlar olmayabileceğinin ortaya çıkmasının ardından gözler asteroitlere yöneldi. Kar hattının sınırında dolanan bu cisimlerin susuz doğduğu tahmin ediliyordu. Ancak 1990lardan bu yana yapılan gözemler bunun tam olarak doğru olmayabileceğini gösterdi. Asteroit kaynaklı olduğu düşünülen meteoritlerden (yere düşmüş göktaşları) bazılarının yapısındaki minerallerde, bir hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşan hidroksile (OH iyonu) rastlanmıştı. Bunun üzerine asteroitlerin başlangıçta su içerdiği, ancak zamanla bunu kaybettikleri, su tümüyle süblimleşmeden önce de çeşitli minerallerle tepkimeye girerek hidroksilli mineralleri oluşturduğu varsayıldı. Asteroitlerin büyük bölümü, Mars ile Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağında bulunuyor. Bu kuşağın büyük bölümü kar hattının içinde kalıyor. Bazı gökbilimciler asteroitlerde su bulunabileceğini savunmuş olsa da genel kanı suyun milyarlarca yıl süresince burada kalmış olamayacağı yönündeydi.
1990lardan bu yana gökbilimciler asteroit kuşağında çok sayıda kuyrukluyıldız benzeri cisim keşfetti
Bunların yörüngeleri incelendiğinde oradan geçmekte olan kuyrukluyıldızlar olmadıkları, gerçekten de kuşakta dolandıkları görüldü. Hatta bu cisimlere ana kuşak kuyrukluyıldızları adı (bu ad Asteroit Ana Kuşağından geliyor) verildi. Bu cisimlerden biri olan P/2010 A2 geçtiğimiz yılın başlarında keşfedildi ve 2010 Ekiminde Hubble Uzay Teleskobuyla yapılan gözlemler sonucunda iki asteroitin çarpışmasının ürünü olduğu açıklandı. Yaklaşık bir yıl önce meydana gelmiş olan bu çarpışma sonrasında saçılan toz, Güneş rüzgârının etkisiyle tıpkı bir kuyrukluyıldızda olduğu gibi kuyruk oluşturmuştu. Ne var ki geçen Ekimden bu yana yapılan birçok araştırmada bu kuyruğun bileşiminde su izine rastlanmadı. Daha önce keşfedilmiş olan kuyruklu asteroitlerin de su içerip içermediği bilinmiyor.
24 Themis adlı asteroitin yüzeyinde organik moleküllerle birlikte su bulundu
Bu olumsuzluklara karşın, 2010un başlarında asteroitlerin suyun kaynağı olabileceğini gösteren bir keşif yapıldı. NASAnın Hawaiideki 3 metre çaplı kızılötesi teleskobuyla gözlem yapan araştırmacılar 24 Themis adlı asteroitin yüzeyinde organik moleküllerle birlikte su buldu. Gözlemler, 200 km uzunluktaki bu asteroitin ince bir su katmanıyla kaplı olduğunu gösterdi. Asteroit kuşağının ortalarında bulunan 24 Themis, yüzeyinde ince bir su katmanını tutamayacak kadar sıcak olduğundan, araştırmacılar suyun iç katmanlarda bolca bulunduğunu düşünüyor. Büyük olasılıkla asteroitin Güneşe bakan yüzü ısındıkça su buharlaşıyor, sonra o yüz Güneşten öte yöne dönünce su kırağı gibi yüzeye yağıyor. Bu olayın yaklaşık 4,6 milyar yıldır sürdüğü düşünülürse, asteroit oluştuğunda iç katmanlarında bolca su buzu vardı demektir. Araştırmacılar özellikle asteroit kuşağının Güneşe uzak olan dış kısımlarında, su içeren başka asteroitler de bulunabileceğini düşünüyor.
Gezegenimizin başlıca su kaynağı hala tam olarak bilinmiyor
Kuyrukluyıldızlardaki suyla gezegenimizdeki suyun izotop oranlarının birbirini tutmadığından bahsetmiştik. Henüz 24 Themisin izotop oranı ölçülebilmiş değil. 24 Themisin bir kuyruğu olmadığından, ayrıca bize çok uzakta ve sönük olduğundan bu ölçümleri yapmak pek mümkün görünmüyor. Bunun için en iyi yöntem asteroite bir uzay aracı göndererek inceleme yapmak. Henüz 24 Themis için böyle bir plan yok. Ancak NASAnın 2007de fırlattığı uzay aracı Dawn önümüzdeki Temmuzda Vestaya ulaşacak. Bir yıl boyunca Vestanın yörüngesinde kalıp çeşitli ölçümler yapacak ve asteroit kuşağının en büyük üyesi olan ve 2006da Plüton gibi cüce gezegen ilan edilen Cerese yönelecek. Bu görev ve daha ileride gerçekleştirilecek benzeri görevler sonucunda asteroitleri daha iyi tanıyacağız.
Kuyrukluyıldızların yeryüzündeki suyun başlıca kaynağı olmadığının anlaşılması ve asteroitlerin en güçlü aday olarak öne çıkması nedeniyle yakın gelecekte bu gökcisimlerine yönelik araştırmaların hız kazanacağı ortada. Büyük olasılıkla yakın gelecekte gezegenimizin başlıca su kaynağını öğreneceğiz.