Amaçsız bir hayat
Son zamanlarda, Müslümanların bir kısmının imkânlarında hayli artışın olduğunu görüyor ve seviniyoruz; çünkü birçok hayırlı iş ve faaliyet maddi güç gerektiriyor. Hayırlı işlere harcanan emek ve imkânlar; sahiplerinin ahiret hesabına yatırılmış ebedi bir saadet kaynağı hiç kuşkusuz.
Ancak bazı Müslümanların imkânlarını değerlendirirken, ehli dünya insanları örnek aldıklarını görmek de bir o kadar üzücü.
Ahirete iman etmeyen, hayatı sadece şu dünya hayatından ibaret zanneden ehli dünya insan için hayatın manası yiyip, içip, hayattan zevk almak olabilir. Böyle bir insan, manasızca devam eden hayatını dünyevi zevklerle süsleyerek katlanılır hale getirmeye çalışabilir. Öyle ya, hiçbir manası olmadan tekrar eden mevsimler, bir kısır döngü halinde yaşamak için çalışarak, çalışmak için yaşayarak tüketilmek içindir yalnızca (!)
Peki ya Müslümanlar için de öyle mi olmalıdır? Elbette hayır.
Allaha ve ahirete iman edenle etmeyenin halini, iki yolcunun haline benzetmek istesek, sanki iman eden yurt yuva sahibi bir adama, imansızı ise dönüp varacağı bir yuvası olmayan bir serseriye benzetebiliriz.
Dönüp kavuşacağı bir sılası, kendisini bekleyen bir aile yuvası olmayan serseri ne yapar? Orada burada düşer kalkar, günü birlik yaşar, keyfine göre davranır. Hatta uygunsuz işler yapmaktan da geri durmaz da bir gün tutuklanıp hapse atılır.
İşte Ahiret yurduna iman etmeyen için şu dünyaya yaptığı yolculuk maksatsız, başıboş, avare bir gezintiden başka bir şey değildir. Bu nedenle böyle kişilerin serseriler gibi sadece peşin lezzetler için yaşamasına şaşılmaz.
Müslümanın dünyaya bakışı asla böyle serserice bir bakış olamaz. Müslüman için dünya hayatı, ahiret azığını kazanmak için yapılan bir ticaret seyahati gibidir. Müslümanın asıl vatanı ve sılası; sevdikleriyle beraber sonsuza kadar kalacağı cennet yurdudur. Dünya hayatı denilen bu kervana; yalnızca dönüp varacağı yurduna, büyük bir kar ve servet götürmek için katılmıştır. Dünya hayatında uğradığı her durak, ömür kervanının konakladığı her çarşı; onun için ticaret ve kazanç vesilesidir.
Öyleyse kabul etmeli ki döneceği bir yuvası olan, yolda fazla oyalanmaz, ona buna takılmaz, sermayesini çarçur etmez. Öyleyse Müslüman da dünya hayatını ve imkânlarını gelip geçici lezzetlere heba etmez, edemez. Aksine Müslüman; sonsuz bir hayatın hazırlığını sınırlı bir ömürde yapmanın tasası içinde ve elindeki her saniyeyi güzel değerlendirmenin gayretiyle dopdoludur.
Çocuklarınıza, oruçla merhamet edin
Yaz tatillerine denk gelen Ramazanı, en çok gaflette geçirenler de her halde genç arkadaşlarımız. Hele hele, geçtiğimiz yıllarda, Ramazan ayı okul zamanına denk geliyor diye, anne babaları tarafından oruca alıştırılmamış, yeni yetme gençler, birden oruca uyum sağlamakta güçlük çekecekler.
Doğrusu, akranları bütün gün yiyip içip koşup oynarken, onlara halsiz bir şekilde oturup iftarı beklemek kolay gelmeyecek. Belki ilk gün, bir hevesle orucunu tutup ardından zorluğu görünce vazgeçiverenler olacak. Hatta korkarım bazı anneler, merhamet zannederek çocuklarının oruç tutmamasına göz yumacak.
Acaba çocuklarının yaz mevsiminin sıcağına dayanamayacağından korkan bu anneler, yarın çocukları şehvet ateşine karşı sabredemeyip günah yangınlarına yuvarlandığı zaman ne yapacaklar?
Merhamet; evladını güzelce terbiye edip hayatın çetin imtihanlara karşı hazırlamaya mani olacak kadar sığ ve ileri görüşsüz olursa merhamet olmaktan çıkar. Hatta atalarımız böylesi şefkatsiz acımalar için; Merhametten maraz doğar demişlerdir.
Gerçek şu ki asıl merhamet, çocuğunu ileride karşı karşıya geleceği nefis, şeytan ve şeytani tuzaklara karşı dayanıklı hale getirmeyi gerektirir.
Bilhassa günümüzün geniş imkânlarıyla bol bol ve kuvvetli gıdalar yiyip içen, gürbüz ve erken gelişen çocuklarımız; azgın birer nefis atına bindirilmiş cılız ve acemi birer atlı gibidirler. Onları nefse hâkim, sabırlı ve azimli bir süvari haline getirmek için ise oruçtan daha faydalı bir çalışma yoktur. Çünkü oruç hem azgın nefis atını terbiye eder, hem süvariye tecrübe kazandırır.
İşin gerçeği, oruca, asıl ergenlerin ve gençlerin ihtiyacı vardır. Çünkü orucun kazandıracağı sabır ve azim duygusuna asıl gençlik çağında ihtiyaç duyulur. Hem orucun gençlere hiçbir zararı yoktur; aksine hem beden hem de beyin sıhhatleri için çok faydalıdır.
Hatta ilk birkaç günlük alıştırma devresini atlattıktan sonra, oruç sırasında koşup oynamalarının da sakıncası olmayacaktır. Aksine, vücudumuzun bir özelliği vardır; bedenimiz istirahattayken ancak glikoz yakabilirken, yorucu hareketler yaparken yağ asitlerini de yakar. Hem de bu yanma esnasında su açığa çıkar. Böylece vücut susuz da kalmaz.
Yani oruçluyken çalışan veya oyun oynayan kişi, halsiz düşmez, aksine depolarındaki yağlar yakılıp enerjiye ve suya dönüşeceği için canlı olur. Üstelik vücudun yağ yakmayı öğrenmesinin de tek çaresi aç kalmaktır. Yılda bir ay aç kalan bir insanın vücudu yağ yakmayı unutmaz, depolarını kullanma kabiliyetini geliştirir ve böylece her türlü yokluğa karşı daha dayanıklı olur.
Ayrıca artık maddelerin yakılıp atılması ve vücudun zindelik kazanması için oruç gibi sıhhatli bir faaliyet yoktur. Çocuk ve gençlerin vücudu ise oruca karşı çok daha dayanıklıdır ve en büyük faydayı elde eder. En fazla abur cuburun tüketildiği çocukluk çağında tutulan oruç, adeta çocukların vücuduna bir bahar temizliği gibidir. Dip kapıda kalmış sağlıksız maddeler, oruçla birlikte yakılıp atılır.
Neden çocuklarımız oruç tutmalı?
Ergenlik çağına erişmemiş çocuklara da birkaç yıl öncesinden oruca alıştırmaya başlamak uygun olur. Çünkü oruca alışmanın birkaç günlük zahmeti vardır. Çocuklar bu zahmeti yaşayınca, hemen korkup vazgeçebilirler. Onları başlanmış bir orucu tamamlamaya teşvik etmek ve biraz dinlendirerek güç toplamalarını sağlamak gerekebilir. Mesela, aynı zamanda Peygamberimizin de sünneti olan öğle uykusu (kaylule) ile hem vakit daha kolay geçer hem beden güç toplar. Daha sonra zaten oruca alışacaklardır.
Bilindiği gibi başlanmış bir Ramazan orucunu bozmanın kefareti, birbiri ardınca altmış gün oruç tutmaktır. Rabbimiz bu kefaret cezasını ibadet ciddiyetine alışmamız için koymuştur. Biz de çocuklarımızı başladıkları bir işi tamamlamaya alıştırmalıyız. Elbette bunu, onları aşağılamadan, zorlamadan; cesaret, sabır ve sebat aşılayarak ve sevaplarla müjdeleyerek yapmamız uygun olur. Oruç tutmayı başardığını gördükçe çocuklarımız çok sevinecekler, iradelerine olan güvenleri artacak ve ruhani mutluluklara alışacaklardır.
Hem oruç, günümüzün tatminsiz ve her şeye sahip olduğu halde mutsuz çocuklarının en önemli mutluluk kaynaklarındandır. Çünkü en büyük mutluluk kaynağı olan şükür, ancak nimetlerin kıymeti bilindiği zaman hissedilir. Oruçla birlikte, normalde kıymetini bilmedikleri nimetlerin farkına varan çocuklarımız, daha mutlu olacaklardır.
Bu nedenle, kesinlikle çocuklarımızı oruç ibadetine teşvik edelim. Zaten buna dinen mecburuz. Bize emanet edilen evlatlarımızdan dolayı hesaba çekileceğimiz de kesindir. Gençlerimizin bu hususta gevşekliğine asla hoşgörü göstermeyelim. Kızgınlığımız ve küskünlüğümüz Allah için olsun.
En önemlisi ise onları fena tesirlere maruz kaldığı çevrelere terk etmeyelim; güzel örnek olacak çevreler oluşturalım. Tercihlerimizi yaparken, mutlaka çocuklarımızın yetişmesini dikkate alalım. Anne babaların çocuklarından kaçacakları günü düşünelim de onlardan yana olan sorumluluğumuzu ihmal etmeyelim.
Ey Nefsim oruç tut!
Allahın koyduğu düzenin hikmeti gereği, her sene oruç ayı, başka bir mevsime denk gelerek, bize farklı farklı tecrübeler yaşatıyor. Aynı ibadeti her dönemde ayrı bir tat alarak, değişik duygular yaşayarak idrak ediyoruz. Kim bilir, bu yaşadığımız tecrübeler, ruhaniyetimize neler kazandırıyor, nasıl hallere erişiyoruz. Bunu, ancak gözümüzden dünya perdesi kalktığı zaman bileceğiz.
Nasıl ki tarlada yatan karpuz, üzerine vuran kızgın güneşin onu nasıl da tatlılaştırdığını bilmez; biz de ufak tefek zahmetler yaşarken, nasıl bir hale geldiğimizi bilmiyoruz. Ancak bizi rızıklandıran, yetiştiren, terbiye eden Bahçıvanımız biliyor son halimizi.
İnşaallah, hasat vakti gelip bizi dalımızdan kopardıklarında, olgun ve tatlı ürünlerin yanına seçerler de işe yaramaz otlarla beraber yolup ateşe atmazlar.
Bu sözümü bütün genç arkadaşlarımla beraber kendi nefsime de söylüyorum: Ey nefsim! Orucun yakıcı zahmetinden kaçacağım diyerek; olgunlaşma fırsatından mahrum kalma. Yoksa seni de ot gibi söker, yakacak damına atıverirler. Bahçıvan, senin terbiyen için neyi uygun görüyorsa ona uy ve sabret ki seni kendisi için seçsin. Bu dünya tarlasından çıkışta; yakılacaklar arasına düşmekten tek kurtuluş yolun, Onun senin beğenmesidir.
Son zamanlarda, Müslümanların bir kısmının imkânlarında hayli artışın olduğunu görüyor ve seviniyoruz; çünkü birçok hayırlı iş ve faaliyet maddi güç gerektiriyor. Hayırlı işlere harcanan emek ve imkânlar; sahiplerinin ahiret hesabına yatırılmış ebedi bir saadet kaynağı hiç kuşkusuz.
Ancak bazı Müslümanların imkânlarını değerlendirirken, ehli dünya insanları örnek aldıklarını görmek de bir o kadar üzücü.
Ahirete iman etmeyen, hayatı sadece şu dünya hayatından ibaret zanneden ehli dünya insan için hayatın manası yiyip, içip, hayattan zevk almak olabilir. Böyle bir insan, manasızca devam eden hayatını dünyevi zevklerle süsleyerek katlanılır hale getirmeye çalışabilir. Öyle ya, hiçbir manası olmadan tekrar eden mevsimler, bir kısır döngü halinde yaşamak için çalışarak, çalışmak için yaşayarak tüketilmek içindir yalnızca (!)
Peki ya Müslümanlar için de öyle mi olmalıdır? Elbette hayır.
Allaha ve ahirete iman edenle etmeyenin halini, iki yolcunun haline benzetmek istesek, sanki iman eden yurt yuva sahibi bir adama, imansızı ise dönüp varacağı bir yuvası olmayan bir serseriye benzetebiliriz.
Dönüp kavuşacağı bir sılası, kendisini bekleyen bir aile yuvası olmayan serseri ne yapar? Orada burada düşer kalkar, günü birlik yaşar, keyfine göre davranır. Hatta uygunsuz işler yapmaktan da geri durmaz da bir gün tutuklanıp hapse atılır.
İşte Ahiret yurduna iman etmeyen için şu dünyaya yaptığı yolculuk maksatsız, başıboş, avare bir gezintiden başka bir şey değildir. Bu nedenle böyle kişilerin serseriler gibi sadece peşin lezzetler için yaşamasına şaşılmaz.
Müslümanın dünyaya bakışı asla böyle serserice bir bakış olamaz. Müslüman için dünya hayatı, ahiret azığını kazanmak için yapılan bir ticaret seyahati gibidir. Müslümanın asıl vatanı ve sılası; sevdikleriyle beraber sonsuza kadar kalacağı cennet yurdudur. Dünya hayatı denilen bu kervana; yalnızca dönüp varacağı yurduna, büyük bir kar ve servet götürmek için katılmıştır. Dünya hayatında uğradığı her durak, ömür kervanının konakladığı her çarşı; onun için ticaret ve kazanç vesilesidir.
Öyleyse kabul etmeli ki döneceği bir yuvası olan, yolda fazla oyalanmaz, ona buna takılmaz, sermayesini çarçur etmez. Öyleyse Müslüman da dünya hayatını ve imkânlarını gelip geçici lezzetlere heba etmez, edemez. Aksine Müslüman; sonsuz bir hayatın hazırlığını sınırlı bir ömürde yapmanın tasası içinde ve elindeki her saniyeyi güzel değerlendirmenin gayretiyle dopdoludur.
Çocuklarınıza, oruçla merhamet edin
Yaz tatillerine denk gelen Ramazanı, en çok gaflette geçirenler de her halde genç arkadaşlarımız. Hele hele, geçtiğimiz yıllarda, Ramazan ayı okul zamanına denk geliyor diye, anne babaları tarafından oruca alıştırılmamış, yeni yetme gençler, birden oruca uyum sağlamakta güçlük çekecekler.
Doğrusu, akranları bütün gün yiyip içip koşup oynarken, onlara halsiz bir şekilde oturup iftarı beklemek kolay gelmeyecek. Belki ilk gün, bir hevesle orucunu tutup ardından zorluğu görünce vazgeçiverenler olacak. Hatta korkarım bazı anneler, merhamet zannederek çocuklarının oruç tutmamasına göz yumacak.
Acaba çocuklarının yaz mevsiminin sıcağına dayanamayacağından korkan bu anneler, yarın çocukları şehvet ateşine karşı sabredemeyip günah yangınlarına yuvarlandığı zaman ne yapacaklar?
Merhamet; evladını güzelce terbiye edip hayatın çetin imtihanlara karşı hazırlamaya mani olacak kadar sığ ve ileri görüşsüz olursa merhamet olmaktan çıkar. Hatta atalarımız böylesi şefkatsiz acımalar için; Merhametten maraz doğar demişlerdir.
Gerçek şu ki asıl merhamet, çocuğunu ileride karşı karşıya geleceği nefis, şeytan ve şeytani tuzaklara karşı dayanıklı hale getirmeyi gerektirir.
Bilhassa günümüzün geniş imkânlarıyla bol bol ve kuvvetli gıdalar yiyip içen, gürbüz ve erken gelişen çocuklarımız; azgın birer nefis atına bindirilmiş cılız ve acemi birer atlı gibidirler. Onları nefse hâkim, sabırlı ve azimli bir süvari haline getirmek için ise oruçtan daha faydalı bir çalışma yoktur. Çünkü oruç hem azgın nefis atını terbiye eder, hem süvariye tecrübe kazandırır.
İşin gerçeği, oruca, asıl ergenlerin ve gençlerin ihtiyacı vardır. Çünkü orucun kazandıracağı sabır ve azim duygusuna asıl gençlik çağında ihtiyaç duyulur. Hem orucun gençlere hiçbir zararı yoktur; aksine hem beden hem de beyin sıhhatleri için çok faydalıdır.
Hatta ilk birkaç günlük alıştırma devresini atlattıktan sonra, oruç sırasında koşup oynamalarının da sakıncası olmayacaktır. Aksine, vücudumuzun bir özelliği vardır; bedenimiz istirahattayken ancak glikoz yakabilirken, yorucu hareketler yaparken yağ asitlerini de yakar. Hem de bu yanma esnasında su açığa çıkar. Böylece vücut susuz da kalmaz.
Yani oruçluyken çalışan veya oyun oynayan kişi, halsiz düşmez, aksine depolarındaki yağlar yakılıp enerjiye ve suya dönüşeceği için canlı olur. Üstelik vücudun yağ yakmayı öğrenmesinin de tek çaresi aç kalmaktır. Yılda bir ay aç kalan bir insanın vücudu yağ yakmayı unutmaz, depolarını kullanma kabiliyetini geliştirir ve böylece her türlü yokluğa karşı daha dayanıklı olur.
Ayrıca artık maddelerin yakılıp atılması ve vücudun zindelik kazanması için oruç gibi sıhhatli bir faaliyet yoktur. Çocuk ve gençlerin vücudu ise oruca karşı çok daha dayanıklıdır ve en büyük faydayı elde eder. En fazla abur cuburun tüketildiği çocukluk çağında tutulan oruç, adeta çocukların vücuduna bir bahar temizliği gibidir. Dip kapıda kalmış sağlıksız maddeler, oruçla birlikte yakılıp atılır.
Neden çocuklarımız oruç tutmalı?
Ergenlik çağına erişmemiş çocuklara da birkaç yıl öncesinden oruca alıştırmaya başlamak uygun olur. Çünkü oruca alışmanın birkaç günlük zahmeti vardır. Çocuklar bu zahmeti yaşayınca, hemen korkup vazgeçebilirler. Onları başlanmış bir orucu tamamlamaya teşvik etmek ve biraz dinlendirerek güç toplamalarını sağlamak gerekebilir. Mesela, aynı zamanda Peygamberimizin de sünneti olan öğle uykusu (kaylule) ile hem vakit daha kolay geçer hem beden güç toplar. Daha sonra zaten oruca alışacaklardır.
Bilindiği gibi başlanmış bir Ramazan orucunu bozmanın kefareti, birbiri ardınca altmış gün oruç tutmaktır. Rabbimiz bu kefaret cezasını ibadet ciddiyetine alışmamız için koymuştur. Biz de çocuklarımızı başladıkları bir işi tamamlamaya alıştırmalıyız. Elbette bunu, onları aşağılamadan, zorlamadan; cesaret, sabır ve sebat aşılayarak ve sevaplarla müjdeleyerek yapmamız uygun olur. Oruç tutmayı başardığını gördükçe çocuklarımız çok sevinecekler, iradelerine olan güvenleri artacak ve ruhani mutluluklara alışacaklardır.
Hem oruç, günümüzün tatminsiz ve her şeye sahip olduğu halde mutsuz çocuklarının en önemli mutluluk kaynaklarındandır. Çünkü en büyük mutluluk kaynağı olan şükür, ancak nimetlerin kıymeti bilindiği zaman hissedilir. Oruçla birlikte, normalde kıymetini bilmedikleri nimetlerin farkına varan çocuklarımız, daha mutlu olacaklardır.
Bu nedenle, kesinlikle çocuklarımızı oruç ibadetine teşvik edelim. Zaten buna dinen mecburuz. Bize emanet edilen evlatlarımızdan dolayı hesaba çekileceğimiz de kesindir. Gençlerimizin bu hususta gevşekliğine asla hoşgörü göstermeyelim. Kızgınlığımız ve küskünlüğümüz Allah için olsun.
En önemlisi ise onları fena tesirlere maruz kaldığı çevrelere terk etmeyelim; güzel örnek olacak çevreler oluşturalım. Tercihlerimizi yaparken, mutlaka çocuklarımızın yetişmesini dikkate alalım. Anne babaların çocuklarından kaçacakları günü düşünelim de onlardan yana olan sorumluluğumuzu ihmal etmeyelim.
Ey Nefsim oruç tut!
Allahın koyduğu düzenin hikmeti gereği, her sene oruç ayı, başka bir mevsime denk gelerek, bize farklı farklı tecrübeler yaşatıyor. Aynı ibadeti her dönemde ayrı bir tat alarak, değişik duygular yaşayarak idrak ediyoruz. Kim bilir, bu yaşadığımız tecrübeler, ruhaniyetimize neler kazandırıyor, nasıl hallere erişiyoruz. Bunu, ancak gözümüzden dünya perdesi kalktığı zaman bileceğiz.
Nasıl ki tarlada yatan karpuz, üzerine vuran kızgın güneşin onu nasıl da tatlılaştırdığını bilmez; biz de ufak tefek zahmetler yaşarken, nasıl bir hale geldiğimizi bilmiyoruz. Ancak bizi rızıklandıran, yetiştiren, terbiye eden Bahçıvanımız biliyor son halimizi.
İnşaallah, hasat vakti gelip bizi dalımızdan kopardıklarında, olgun ve tatlı ürünlerin yanına seçerler de işe yaramaz otlarla beraber yolup ateşe atmazlar.
Bu sözümü bütün genç arkadaşlarımla beraber kendi nefsime de söylüyorum: Ey nefsim! Orucun yakıcı zahmetinden kaçacağım diyerek; olgunlaşma fırsatından mahrum kalma. Yoksa seni de ot gibi söker, yakacak damına atıverirler. Bahçıvan, senin terbiyen için neyi uygun görüyorsa ona uy ve sabret ki seni kendisi için seçsin. Bu dünya tarlasından çıkışta; yakılacaklar arasına düşmekten tek kurtuluş yolun, Onun senin beğenmesidir.