Bir yazarın, günlük olaylardan esinlenerek yazdığı ve o konu üzerinde, kendi kişisel görüş ve düşüncelerini yansıttığı yazıya fıkra denir. Fıkra, gazete ve dergilerin iç sayfalarının bir köşesinde yayımlanır. Bu tür, edebiyatımıza, Tanzimat gazeteciliğiyle birlikte Batıdan girmiştir.
Üzerinde durduğumuz fıkrayı, ders ve ibret alınmak için söylenmiş Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları gibi kıssa niteliğindeki güldürü fıkralarıyla karıştırmamalıdır. Konumuz, edebiyatta bir yazı türü olan fıkradır.
Fıkra, makalenin bir benzeridir. Fakat fıkrada, makaledeki gibi, öne sürülen kişisel görüş ve düşüncelerin, birtakım kanıtlarla ispatlanması zorunluğu yoktur. Bu nedenle okuyucu, fıkrada işlenen görüş ve düşünceleri kabul edip etmemekte serbesttir.
Fıkra yazmada şunlara dikkat edilir:
Köşe yazıları makale, gazete, dergi, haber ve diğer güncel yayın araçlarında yazılır. Bu tür yazılar düzenli olarak ya da sadece belli aralıklarla yazılabilir. Bir köşe yazısı yazmak için kullanılabilecek yöntemler şunlardır.
Sütunlar makale veya gazete, dergi, haber bültenleri ve diğer yayınlar için yazılmış özelliklerdir. Bunlar düzenli olarak ya da bir kez yayınlanmış olabilir. Hala bir gazetecilik biçimi olarak kabul ederken, sütunlarda dil belli bir kitleye resmi ve hedeflenen genellikle küçüktür. Bir sütun yazmak için nasıl bu ipuçlarını yararlanın.
Köşe yazısının amacını belirleme:
Okuyucuyu bilgilendirmek. Köşe yazısında yazarın bilgi birikimi ve deneyimleri yazının zenginliğini artıracaktır.
Siyasi, dini, sosyal vb. bir konuda yazarın ikna etmek, kanıları değiştirmek, yönlendirmek gibi amaçları olabilir.
İçerik planının hazırlanması:
Her yazı belli bir plan gözetilerek yazılır. Haber yazılarında yazar görüşlerini belli bir düzen ile okura sunmalıdır. Bu plan diğer türlerde olduğu gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin düzenlenmesi, dil üslup özelliklerinin belirlenmesi, yararlanılacak kaynakların belirlenmesi gibi aşamalardan oluşur.
Güncel olayların takip edilmesi:
Fıkra yazılarının önemli özelliklerinden biri güncel olayları konu olarak ele almasıdır. Bu nedenle fıkra yazarının güncel olayları takip etmesi genel kültürünün iyi olması gerekir.
Fıkra yazılarının tarihsel gelişimi:
Fıkra türü gazeteciliğin geliştiği 17. Yüzyıl Fransasında doğmuştur. Ancak belli sayılarda çıkarılan bu ilk gazetelerde günlük olaylar bir haber niteliğinde sunulmuş sonrasında ise bu olaylar hakkında fikir yazılarının günübirlik yazılması adet haline gelmiştir. Böylece fıkra yazarlığı başlı başına bir uğraş olurken fıkra da yeni bir tür olarak ortaya çıkmıştır.
Türk Edebiyatında da tıpkı Batıda olduğu gibi fıkra türü gazeteciliğin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. İlk resmi gazete olan Takvimi Vakai güncel haberlerin paylaşıldığı bir araç olmuştur. Bu gazetede güncel olaylar yanlı bir şekilde okuyucuya sunulmuş gerçek bir fıkra yazası örneği verilememiştir. İlk özel gazetenin çıkması ile fıkra türünün özelliklerini taşıyan yazılar yayınlanmaya başlar. Bu dönemde yazı türleri arasında bir ayrım yapılmamış güncel olaylar ile ilgili fikir yazıları bir makale gibi okura sunulmuştur. Gerçek anlamda ilk fıkra yazıları ise Serveti Fünun döneminde görülür. Bu dönemde Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Haşim (Bize Göre), Falih Rıfkı Atay fıkra türünde örnek teşkil edecek yazılar kaleme almışlardır.
Not:Fıkra türü ile eski dilde kıssa, yakın dönemde gülmece olarak bilinen yazı türlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Bu tür fıkralar gülmece esasına dayanır. Halbuki köşe yazısı olarak da bilinen fıkralarda gülmece yazının ifade gücünü artırmak için kullanılan bir araçtır.
Fıkra türünün özellikleri:
a-Fıkralar güncel konularda yazılır.
b-Fıkra yazıları gazetelerin belli sütunlarında yayınlandığı için köşe yazısı olarak adlandırılır.
c-Fıkra türünde dil açık, anlaşılır ve sadedir.
d-Fıkralarda anlatıcı öznel bir tavır takınır.
e-Fıkra yazılarında ortaya konan düşüncenin kanıtlanma zorunluluğu yoktur.
f-Yazar yönlendirmek, kanıları değiştirmek, bilgi vermek, haber vermek vb. gibi amaçlarla yazısını oluşturur.
g-Fıkra yazıları günübirlik yazılar olduğu için kalıcılığı yoktur.
Fıkra türü ile ilgili kavramlar:
Aktüalite: Güncel
Köşe yazarlığı: Gazetelerde gerçekleşen günübirlik olaylarla ilgili düzenli olarak fikir yazısı yazan kimse
Fıkra örnekleri:
KAYBOLAN KELIME
Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğine iyice inandım. Tandır gibi kağnı gibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle bir kelime değil; zarif, ince, medeni bir kelime.
Kapıyı çalan çöpçünün pos bıyıkları arasında onu aradım. Yok!.. Bahşişini alan bekçinin kavlak dudaklarından onu bekledim. Yok!.. Bakkalın çırağından, sebzecinin yamağından, kasabın oğlundan onu işitmek istedim. Yok!.. İpek mendilini alan oğlan, eşarbını kıvıran kız, iki buçukluğu cebine indiren manav, üç gün kapımızı kim çaldıysa hediyesini kim aldıysa bana o beklediğim kelimeyi vermeden gitti! İki yüz kuruş yazan taksinin şoförüne iki yüz elli kuruş veriyorsunuz. Taş gibi bir sükût! Kitabından sevgiyle bahsettiğiniz genç adamla karşılaşıyorsunuz. Hakarete benzer hissiz bir selam!
Tramvayda, ayakta kalmış bir kadına yerinizi veriyorsunuz. Yüzünüze, burun delikleriyle yüksekten bir bakış! Ve hiçbirinin dilinde aradığınız o ince, o kibar, o insanı insan yapan güzel kelime yok! Geçen yıl, Atinada bindiğim bir otomobilin şoförü, bana bu kelimeyi on kuruşluk bahşiş için söylemişti: Hem başından kasketini çıkararak hem de kelimenin başına bir çok ilave ederek.
Romanın en büyük otelinde oda hizmetçisi kız, yine küçük bir hediye karşılığı zarif vücudunu nezaketle kırarak bu kelimeyi dudaklarında tebessümle süslemişti.
Bir kelime deyip geçmeyiniz. Cemiyet hayatımızdaki birçok şikâyetleri bu kelimenin yokluğuna bağlamak bile mümkündür. Düşünüyorum: Artık lügat kitaplarında beyaz kâğıdın kefenlediği bu ölü kelimeyi nasıl diriltsek? Acaba belediye, bu kelime için bir fiyat listesi yapamaz mı? Hiç olmazsa çarşıda, pazarda, iş hayatında canımız istediği zaman listeye bakar, parasını verir ve içimizin özlediği bu üç heceli sözü duyarız! Haaa! Affedersiniz, deminden beri, yana yakıla hasretini çektiğim bu kelimenin ne olduğunu söylemedim değil mi?
Teşekkür!
Yusuf Ziya ORTAÇ
Büyük Türk Klasikleri
BİR TEŞHİS
Beş altı seneden beri edebiyatımızın gösterdiği çıplaklık manzarası bütün fikir adamlarını düşündürse yeri var. Okuyup yazmanın halk arasında yayılması ve bundan dolayı okuyucu sayısının çoğalması nispetinde yazı hünerine arız olan bu soysuzlaşmanın anlaşılmaz sebepleri hakkında hayli şeyler söylendi. Felce uğrayan maalesef yalnız edebiyatımız değildir. Bu bitkinlik rengi, gizli bir hastalığın sarılığı gibi, ruh ve hayalin bütün bahçelerinde yayılmakta ve bütün yaprakları, yer yer soldurup kurutmaktadır. Geçen gün Türk Ocağının bayramında bütün iyi niyetlere rağmen, yaşlı ve yorgun iki sanatkârın ney ve sazından daha genç ve daha zinde bir şey dinlenilemediğine bakılırsa, musikide de artık sanatkar neslinin tükenmiş olduğuna hükmetmek lâzım geliyor.
Gerçi iyimserliği saflık derecesine vardıran bazı kalem sahipleri, hâlâ kısır çalı fidanları üzerinde taze güller görmekte ısrar etmektedir. Safdilliğin bu derecesi hakkında fikir beyan etmek, ancak tıbbın salâhiyetine girer.
Bahsi dağıtmadan edebiyata dönelim. On, on beş seneden beri aynı nağmeyi geveleyip durduğumuzun açık alâmetlerinden biri, okuyucunun yeni eserlere karşı gösterdiği hayretsizlik ve alışkanlıktır. Bu alışkanlık ancak âdet şekline gelmiş bir hassasiyetin uysallığı değil midir?
Aksülâmeller, hiddetler, kinler ve gayzların durduğu bir fikir âlemi içinde, artık yeni hiçbir eserin ortaya çıkmadığında zerre kadar şüphemiz olmamalıdır.
Ahmet Haşim, Bize Göre (Haz. Mehmet Kaplan), Ankara 1981, s. 6-7.
Üzerinde durduğumuz fıkrayı, ders ve ibret alınmak için söylenmiş Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları gibi kıssa niteliğindeki güldürü fıkralarıyla karıştırmamalıdır. Konumuz, edebiyatta bir yazı türü olan fıkradır.
Fıkra, makalenin bir benzeridir. Fakat fıkrada, makaledeki gibi, öne sürülen kişisel görüş ve düşüncelerin, birtakım kanıtlarla ispatlanması zorunluğu yoktur. Bu nedenle okuyucu, fıkrada işlenen görüş ve düşünceleri kabul edip etmemekte serbesttir.
Fıkra yazmada şunlara dikkat edilir:
Köşe yazıları makale, gazete, dergi, haber ve diğer güncel yayın araçlarında yazılır. Bu tür yazılar düzenli olarak ya da sadece belli aralıklarla yazılabilir. Bir köşe yazısı yazmak için kullanılabilecek yöntemler şunlardır.
Sütunlar makale veya gazete, dergi, haber bültenleri ve diğer yayınlar için yazılmış özelliklerdir. Bunlar düzenli olarak ya da bir kez yayınlanmış olabilir. Hala bir gazetecilik biçimi olarak kabul ederken, sütunlarda dil belli bir kitleye resmi ve hedeflenen genellikle küçüktür. Bir sütun yazmak için nasıl bu ipuçlarını yararlanın.
Köşe yazısının amacını belirleme:
Okuyucuyu bilgilendirmek. Köşe yazısında yazarın bilgi birikimi ve deneyimleri yazının zenginliğini artıracaktır.
Siyasi, dini, sosyal vb. bir konuda yazarın ikna etmek, kanıları değiştirmek, yönlendirmek gibi amaçları olabilir.
İçerik planının hazırlanması:
Her yazı belli bir plan gözetilerek yazılır. Haber yazılarında yazar görüşlerini belli bir düzen ile okura sunmalıdır. Bu plan diğer türlerde olduğu gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin düzenlenmesi, dil üslup özelliklerinin belirlenmesi, yararlanılacak kaynakların belirlenmesi gibi aşamalardan oluşur.
Güncel olayların takip edilmesi:
Fıkra yazılarının önemli özelliklerinden biri güncel olayları konu olarak ele almasıdır. Bu nedenle fıkra yazarının güncel olayları takip etmesi genel kültürünün iyi olması gerekir.
Fıkra yazılarının tarihsel gelişimi:
Fıkra türü gazeteciliğin geliştiği 17. Yüzyıl Fransasında doğmuştur. Ancak belli sayılarda çıkarılan bu ilk gazetelerde günlük olaylar bir haber niteliğinde sunulmuş sonrasında ise bu olaylar hakkında fikir yazılarının günübirlik yazılması adet haline gelmiştir. Böylece fıkra yazarlığı başlı başına bir uğraş olurken fıkra da yeni bir tür olarak ortaya çıkmıştır.
Türk Edebiyatında da tıpkı Batıda olduğu gibi fıkra türü gazeteciliğin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. İlk resmi gazete olan Takvimi Vakai güncel haberlerin paylaşıldığı bir araç olmuştur. Bu gazetede güncel olaylar yanlı bir şekilde okuyucuya sunulmuş gerçek bir fıkra yazası örneği verilememiştir. İlk özel gazetenin çıkması ile fıkra türünün özelliklerini taşıyan yazılar yayınlanmaya başlar. Bu dönemde yazı türleri arasında bir ayrım yapılmamış güncel olaylar ile ilgili fikir yazıları bir makale gibi okura sunulmuştur. Gerçek anlamda ilk fıkra yazıları ise Serveti Fünun döneminde görülür. Bu dönemde Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Haşim (Bize Göre), Falih Rıfkı Atay fıkra türünde örnek teşkil edecek yazılar kaleme almışlardır.
Not:Fıkra türü ile eski dilde kıssa, yakın dönemde gülmece olarak bilinen yazı türlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Bu tür fıkralar gülmece esasına dayanır. Halbuki köşe yazısı olarak da bilinen fıkralarda gülmece yazının ifade gücünü artırmak için kullanılan bir araçtır.
Fıkra türünün özellikleri:
a-Fıkralar güncel konularda yazılır.
b-Fıkra yazıları gazetelerin belli sütunlarında yayınlandığı için köşe yazısı olarak adlandırılır.
c-Fıkra türünde dil açık, anlaşılır ve sadedir.
d-Fıkralarda anlatıcı öznel bir tavır takınır.
e-Fıkra yazılarında ortaya konan düşüncenin kanıtlanma zorunluluğu yoktur.
f-Yazar yönlendirmek, kanıları değiştirmek, bilgi vermek, haber vermek vb. gibi amaçlarla yazısını oluşturur.
g-Fıkra yazıları günübirlik yazılar olduğu için kalıcılığı yoktur.
Fıkra türü ile ilgili kavramlar:
Aktüalite: Güncel
Köşe yazarlığı: Gazetelerde gerçekleşen günübirlik olaylarla ilgili düzenli olarak fikir yazısı yazan kimse
Fıkra örnekleri:
KAYBOLAN KELIME
Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğine iyice inandım. Tandır gibi kağnı gibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle bir kelime değil; zarif, ince, medeni bir kelime.
Kapıyı çalan çöpçünün pos bıyıkları arasında onu aradım. Yok!.. Bahşişini alan bekçinin kavlak dudaklarından onu bekledim. Yok!.. Bakkalın çırağından, sebzecinin yamağından, kasabın oğlundan onu işitmek istedim. Yok!.. İpek mendilini alan oğlan, eşarbını kıvıran kız, iki buçukluğu cebine indiren manav, üç gün kapımızı kim çaldıysa hediyesini kim aldıysa bana o beklediğim kelimeyi vermeden gitti! İki yüz kuruş yazan taksinin şoförüne iki yüz elli kuruş veriyorsunuz. Taş gibi bir sükût! Kitabından sevgiyle bahsettiğiniz genç adamla karşılaşıyorsunuz. Hakarete benzer hissiz bir selam!
Tramvayda, ayakta kalmış bir kadına yerinizi veriyorsunuz. Yüzünüze, burun delikleriyle yüksekten bir bakış! Ve hiçbirinin dilinde aradığınız o ince, o kibar, o insanı insan yapan güzel kelime yok! Geçen yıl, Atinada bindiğim bir otomobilin şoförü, bana bu kelimeyi on kuruşluk bahşiş için söylemişti: Hem başından kasketini çıkararak hem de kelimenin başına bir çok ilave ederek.
Romanın en büyük otelinde oda hizmetçisi kız, yine küçük bir hediye karşılığı zarif vücudunu nezaketle kırarak bu kelimeyi dudaklarında tebessümle süslemişti.
Bir kelime deyip geçmeyiniz. Cemiyet hayatımızdaki birçok şikâyetleri bu kelimenin yokluğuna bağlamak bile mümkündür. Düşünüyorum: Artık lügat kitaplarında beyaz kâğıdın kefenlediği bu ölü kelimeyi nasıl diriltsek? Acaba belediye, bu kelime için bir fiyat listesi yapamaz mı? Hiç olmazsa çarşıda, pazarda, iş hayatında canımız istediği zaman listeye bakar, parasını verir ve içimizin özlediği bu üç heceli sözü duyarız! Haaa! Affedersiniz, deminden beri, yana yakıla hasretini çektiğim bu kelimenin ne olduğunu söylemedim değil mi?
Teşekkür!
Yusuf Ziya ORTAÇ
Büyük Türk Klasikleri
BİR TEŞHİS
Beş altı seneden beri edebiyatımızın gösterdiği çıplaklık manzarası bütün fikir adamlarını düşündürse yeri var. Okuyup yazmanın halk arasında yayılması ve bundan dolayı okuyucu sayısının çoğalması nispetinde yazı hünerine arız olan bu soysuzlaşmanın anlaşılmaz sebepleri hakkında hayli şeyler söylendi. Felce uğrayan maalesef yalnız edebiyatımız değildir. Bu bitkinlik rengi, gizli bir hastalığın sarılığı gibi, ruh ve hayalin bütün bahçelerinde yayılmakta ve bütün yaprakları, yer yer soldurup kurutmaktadır. Geçen gün Türk Ocağının bayramında bütün iyi niyetlere rağmen, yaşlı ve yorgun iki sanatkârın ney ve sazından daha genç ve daha zinde bir şey dinlenilemediğine bakılırsa, musikide de artık sanatkar neslinin tükenmiş olduğuna hükmetmek lâzım geliyor.
Gerçi iyimserliği saflık derecesine vardıran bazı kalem sahipleri, hâlâ kısır çalı fidanları üzerinde taze güller görmekte ısrar etmektedir. Safdilliğin bu derecesi hakkında fikir beyan etmek, ancak tıbbın salâhiyetine girer.
Bahsi dağıtmadan edebiyata dönelim. On, on beş seneden beri aynı nağmeyi geveleyip durduğumuzun açık alâmetlerinden biri, okuyucunun yeni eserlere karşı gösterdiği hayretsizlik ve alışkanlıktır. Bu alışkanlık ancak âdet şekline gelmiş bir hassasiyetin uysallığı değil midir?
Aksülâmeller, hiddetler, kinler ve gayzların durduğu bir fikir âlemi içinde, artık yeni hiçbir eserin ortaya çıkmadığında zerre kadar şüphemiz olmamalıdır.
Ahmet Haşim, Bize Göre (Haz. Mehmet Kaplan), Ankara 1981, s. 6-7.