• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Felsefî Kelâm-Kelâmı Felsefe

Üyelik Tarihi
30 Kas 2012
Konular
12,578
Mesajlar
16,017
MFC Puanı
2,330
İzmirli iki nevi kelâmın mevcudiyetinden bahseder:
1. Kelâmı felsefe (Kelâm-i felsefî): Mantığın esaslarını kabul ederek felsefî meselelerle kelâm meselelerini yekdiğeri ile meczetmek ve kaynaştırmak yoludur. Bu yolda kelâmın usûl ve esasları dışına çıkılmaz. Fakat saf ve katıksız bir kelâm yolu da değildir. Zira bu özellikteki kelâm anlayışı ile yazılan eserler felsefî meseleleri de ih*tiva etmektedir. İmam Gazali ile başlayan sonraki Eş'arî kelâmcılarının tutdukları yol budur.
2. Felsefî kelâm (Felsefe-i kelâmiye): Felsefi esaslarla -felsefî meseleleri değil- kelâmı esasları mecz ve kaynaştırmak yoludur. Aslında bu da kelâmı bir meslek ise de evvelki kelâm mesleğinden farklıdır. Kelâm ile felsefeden mürekkeb olan bir şey, kelâmdan ha*riç ve felsefe olacağı, fakat buna rağmen bir felsefî kelâm sayılacağı aşikardır. Cehmiye ile içli dışlı olan sonraki Mutezüe'nin kelâmda tutturduğu yol budur. Ebu Huzeyl ile Nazzam bu yolun öncüleridir. Sonraki Eş'arî kelâmcıları ile Cehmiyenin tesirine giren Mutezilenin arasındaki ince fark budur.
Mesel⠓Allah'ın sıfatları zatının aynıdır” “hayatta bünye şart*tır” önermeleri birer felsefi esastır. Bu esaslar aynı zamanda Mute*zile tarafından da benimsenmiştir.[4]
Bu iza güzel olmakla beraber, tartışılabilir bir izahtır. Zira Nasruddin Tusî, Razî ve Seyfuddin Amidî gibi sonraki Eş'arî kelâmcıları, Ebu Huzeyl ve Nazzam'dan çok daha felsefeye girmişlerdir. Onun için Ebu Huzeyl ve Nazzam'a kadar olan Mutezile kelâmcıları ile Gazalî'ye kadar olan Eş'arî kelâmcılarına, “kelâmı felsefe” denilmesi, Ebu Huzeyl ve Nazzam ile başlayan Mutezile kelâmı ile Gazali ile başlayan Eş'ari kelâmına ise “felsefî kelâm” adı verilmesi daha uy*gun gibi görünmektedir.
Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd gibi ilk Mutezile âlimlerinde, Eş'arî ve Bakülani gibi Eş'ari mezhebine mensup ilk âlimlerde felsefi tesir fazla önemli değildir. Katiyen kelâmın hakim unsuru felsefe değil*dir. Halbuki felsefî kelâmda hâkim unsur felsefedir. Felsefî kelâmda akla dayanılarak bol bol te'viller yapıldığı halde kelâmı felsefede bu durum çok kısıtlı ve sınırlıdır.
Muteahhirîn, dediğimiz sonraki kelâmcıların en önemlileri ve başlıca eserleri de şunlardır:
I. Şehristanî (Ebu'1-Feth Muhammed b. Abdulkerim, öl. 548/ 1153).
1. Nihayetu'l-ikdâm fi ilmi'l-kelâm (London, 1934),
2. el-Milel ve'n-nihal (Kahire, 1381/1961, mezhepler tarihine dair bir eserdir).
II. Fahruddin Razî (öl. 606/1209).
l. Muhassalu efkari'l-mütekaddimin ve'1-müteahhirin mine'lulema vel-hukema ve'1-mütekelimin (Kahire, 1323/1905),
2. Mealimu'd-din (Muhassal'm kenarında),
3. el-Erbain fi usûli'd-din (Haydarabad, 1353/1934),
4. el-Mebahisu'l meşrikiyye (Hind, 1343/1924),
5. İtikadatu firakı' 1-müslimin ve'1-müşrikin (Kahire, 1938),
6. Razî'nin Mefatihu'1-gayb isimli tefsiri de bir kelâm kitabı sa*yılır.
III. Seyfuddin Amidî (öl. 617/1220).
“Ebkârul-efkâr” isimli eseri meşhurdur. Kelâma, mantığa, felse*feye, fıkha ve fıkıh usûlüne dair eserler yazmış, felsefî inançlara bağ*lı kaldığı ileri sürülerek küfür ve ilhadla suçlanmıştır.
IV. Kadı Beydavî (öl. 691/1291).
Tevaliu'l-envâr (İstanbul 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarında, Şemsettin îsfehanî'nin Metâliul-enzâr isimli şerhiyle).
V. Nasıruddin Tûsî (öl. 672/1274).
1. Tecridu'l-akâid (İstanbul, 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarın*da) Tusî'nin bu eseri Osmanhlar'da çok okunmuş, hatta “Haşiye-i tecrid” adı verilen bir medrese nevinin özel ismi bile olmuştur. As*lında Tusî, felsefeye son derece önem veren Şiî meyilli bir kelâmcıdır. Felsefe adına F. Razî'yi tenkit edecek kadar felsefeye bağlıdır.
2. Kavâidu'l-akâid.
VI. Adududdin îcî (öl. 756/1355).
1. Mevâkıf fi ilmi'l-kelâm. Bu eser Cürcanî'nin buna yazdığı şerhle birlikte ve ayrıca defalarca basılmıştır. (Şerhu'l-mevâkıf, İst. 1311/1893). Hâlâ Ezher ve Tunus medreselerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
2. Âkâid-i Adudiyye. Bu eser, Celâleddin Devvânî'nin (öl. 907/ 1301) buna yazdığı şerhle birlikte defalarca basılmıştır (İst. 1314/ 1896). Nesefi'nin Akâid metni'nden daha küçük bir risale olduğu hal*de hemen hemen onun kadar rağbet ve alaka görmüştür. Celâl üze*rine İsmail Gelenbevi'nin (öl. 1295/1790)yazdığı haşiye meşhurdur (ist. 1317/1899).
3. Cevahiru'l-kelâm.
İcî'nin, Risaletu'l-ahlâk isimli eseri ise Türkçe'ye tercüme edile*rek 1281/1864'de neşredilmiştir.
VII. Sa!deddin Taftazânî: Hakkında ayrıca bilgi verilecektir.
VIII. Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1413).
1. Şerhu'1-mevâkıf (îst. 1311/1893) îcî'nin Mevâkıf isimli eseri*nin gayet güzel bir şerhidir.
2. Hâşiye-i Tecrid.
Lekânî, İbrahim b. Lekânî Malikî'nin (öl. 1041/1631) Cevheretu't-tevhid isimli manzum kelâm kitabı da çok okunmuştur. Fadalî (öl. 1237/1821), Bacurî (öl. 1277/1860), Susi (öl. 896/1490) de son Eş'arî kelâmcıîanndandır.
Seyyid Şerif Cürcânî ile Taftazânî arasında Timur'un huzurun*da ilmî bir mübahase ve münazara düzenlenmiş, bu tartışmada Cür*cânî Taftazâni'ye üstünlüğünü ispat etmişti. (Bak. İslâm ansiklope*disi, “Cürcânî” Taşköprîzâde, Mevzuatu'1-ulûm, I, 236).
Müteahhirîn denilen sonraki kelânıcıların başlıcaları ve en önem*lileri bunlardır. Bunlar son asırlarda o kadar çok meşhur olmuşlar, o kadar çok rağbet görmüşler ki, adetâ eski kelâmcılan ve şöhretlerini tam mânasıyle gölgelemişler, onlar aleyhinde bir “ay tutulması” (hu*suf) hadisesi meydana getirmişlerdi. Son 5-6 asırda yaşamış olan ke*lâm âlimleri, kudemâ ve mütekaddimın denilen ilk kelâmcılardan çok, müteahhirin kelâmcılarım tanımış, onlara çok derin bir saygı duymuş, koparılması imkansız rabıtalarla onlara bağlanmış, onlara muhalefet etmeyi affedilmez bir cüret ve hadbilmezlik saymış, dur*madan onların eserlerine şerh, haşiye ve talik yazmıştır.[5]
Müteahhirîn dediğimiz Razî, Amidi, Tûsî, Taftazânî ve Cürcânî gibi sonraki kelâm âlimleri eski kelâmcılardan çok filozoflara, ilk kelâm kitaplarından ziyade felsefî eserlere dayanarak kelâm yap*mışlardır.
Cürcânî, 816/1413 tarihinde vefat ettiğine göre, o tarihten itiba*ren önemli ve büyük denilecek bir kelâmacı yetişmemiştir.
Dikkat edilmelidir ki, bu kelâmcıların hiç biri Anadolu'da ve bil*hassa Osmanlı sınırları dahilinde yetişmemiştir. Osmanlılar, 600 sene süren saltanatları süresince, isimleri zikredilen kelâmcilar ölçüsün*de bir kelâm âlimi yetiş tirememişlerdir.
Önemli olan bir nokta da şudur: Eş'arî kelâmcılan, zaman zaman kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar, böylece kelâm ilmini felsefe ile rekabet edecek bir seviyeye ve güce kavuşturmuşlardır.
Bu suretle, bu kelâmın kurucusu olarak kabul edilen İmam Eş'arî'yi aşmışlar, geliştirmişler, sık sık kendisine muhalefet etmişlerdir. Hal*buki Maturidîler hiç bir zaman İmam Maturidî'yi aşabilme ve ge*liştirme gücüne ve kabiliyetine sahip bir kelâmcı yetiştirememişlerdir. Onun için de akide sistemleri, Eş'ariliğin yanında önemini, yitir*miş, Hanefîlerin ve Maturidilerin hâkim oldukları yerlerde bile Taftazânî, Cürcânî, İcî ve Tûsî gibi Eş'arî kelâmcılarının eserleri okun*muştur. Meselâ Osmanlılardaki durum budur. Osmanlı uleması şek*len ve ismen Mâturidîdir ama aslen ve hakikaten Eş'aridir. Şuurlu Maturidîler azdır.
Üzerinde ehemmiyetle durulması gereken konulardan biri de kelâmın kuruluşu, gelişmesi ve geçirdiği devreler anlatılırken kafiyen Maturidilerden bahsedilmemesi, daima Eş'arîlik ve Eş'arî kelâmcılan üzerinde durulmuş olmasıdır. Bunun manâsı şudur: Hiç bir Maturidî kelâmcısı, kelâmın kuruluşunda, gelişmesinde ve bir dönemden di*ğer bir döneme geçişinde kayda değer bir hizmet görmemiş, kelâmın doğuşuna, gelişmesine ve çeşitli merhalelerden geçmesine tesirli ola*bilecek bir katkıda bulunmamıştır. Bu gibi sebeplerden dolayı Doğu*da, Batıda ve Avrupa'da Sünnî kelâmı denilince daima ve sadece Eş'arîlik akla gelir ve Eş'ari'ye, “îmamu ehli's-sünneh” (Ehl-i sün*netin kelâm imamı) adı verilir. Bu durum fazla yanlış da sayılmaz. Nitekim biraz sonra izah edilecektir.[6]
 
Üst