- Konum
- Irlandaya yakin :)
-
- Üyelik Tarihi
- 29 Haz 2016
-
- Mesajlar
- 253
-
- MFC Puanı
- 1
AHMET OKTAY
Hayli eskilere dayanıyor Nermi Uygur'la tanışıklığım: 1958'de beyaz bir kapak üstünde rasladım ona: «Edmund Husserlde Baş kasının Ben'i Problemi Nermi Uygur», O gün bugündür sürüyor 890 kuruşa edindiğim bu dostluk. Kitaplarında tepelere çıkardı beni, nefesim kesile kesile; dere kıyılarında dolaştırdı, dizeler söy- lete söylete. Yazı da felsefe de dünyada işler. Dahası: felsefenin «çekici» dildir. Kullanamıyorsanız ana dilinizi, istediğiniz kadar yeni ve yüce şeyler düşünün, hiç bir görüş yoktur kırabileceğiniz. Bu bağlamda şurası kesin: Bir felsefe yazan'dır Nermi Uygur. Hus- serl'den son kitabı «Yaşama Felsefesi» ne uzanan 24 yıl, yoğun bir düşünce/dil anlaşmasını, durulaşmasını yansıtır. Yanılmayalım ama: düşüncede sığlık, dilde sıradanlik anlamına gelmiyor bu. İs tediği kadar ünlü olsun, kitapları on binler satsın; yazar'ın ölümü nü bildirir iki niteleme de. Felsefe yapmak, biçimi, biçemi önem- semeyi daha gerekli kılıyor üstelik. Bulmaya/buldurmaya, görme- ye/gördürmeye çalışırken anlatılanın anlatımdan ayrılamayacağı nı kanıtlar Uygur, ister yazın üstüne konuşsun, ister fizik üstüne. «İnsan Açısından Edebiyat» m önsözünde belirtir zaten konumu nu: «Yazarını herşeyden önce». Buradaki insan sözcüğünü not ede lim bir kenara: çünkü öyle sanıyorum ki Nermi Uygur'un yapıtının merkez sorunu insandır. Yazar, üstelik felsefe yazarı her şeyden çok Sözlügü ile ele verir kendini. Uygur'un dediği gibi çünkü, «dil bir aynadır; herkes orda kendi yüzünü görür». Bir başka felsefeci nin sorunsalını çözümlüyor olsa da, ilk kitabının başlığı ile son ki tabının başlığı, son kertede aynı kuramsal/kılgısal ilgiyi açığa vu ruyor bana kalırsa. Felsefeyi sokağa çıkaran bir iki kişiden biridir Uygur: Güneş lendirir, gerekiyorsa köpüğünü höpürdeterek bir bira içirtir, yan daki masaya kulak kabarttırır. Felsefeyle gündelik yaşam arasın da ilişki kurmaya, felsefenin bir gereksinim olduğunu kanıtlama ya uğraşanların başında Hilmi Ziya Ülken'i anmak gerekir elbet. «Felsefeye Giriş» ve «Felsefî Anthropologi» adlı kitaplarıyla bu yolda uğraş verenlerden biri de Takiyettin Mengüşoğlu'dur. Son yıllarda birbirini izleyen yayınlar, düş kırıklıkları, dönemini aştı ğını gösteriyorsa felsefecinin, bunda Nermi Uygur'un önemli kat kısı olduğu söylenmeli. Dediğim gibi çünkü, şu anda on kitaba ula şan yapıtı, üniversite «lobby» sini terkedeli çok oluyor. Uygur «Türk Felsefesinin Boyutları» adlı sorgulayıcı kitabında, hem yurdumuz da uğraş alanının durumunu inceliyor «mikro» düzeyde felsefe nin toplumsal konumunu irdeliyor; hem de geleceğini vurgulu yordu, yukarda değindiğim «ilgi» doğrultusunda: «Türk felsefesi nin boyutları, tüm olanaklarıyla, insanın boyutlarından başka bir- şey değildir». Gelgelelim, Nermi Uygur'un girişiminin de, yapıtının da ge reğince değerlendirilebildiğini söylemek zor. Bırakın genel aydın düzeyini, meslekten felsefeciler bile bu üretim üzerinde yeterli gö rüş belirtmediler, bilebildiğim kadarıyla. Örneğin «Kuram Eylem Bağlamı» ele aldığı sorunlar, inceleme yöntemi, ulaştığı sonuçlar bakımından hemen her çevrede uzun boylu tartışılması gereken bir çalışma değil miydi? Fiziğin «insana özgü kültür evreninin» dilimlerinden sadece biri olduğu sonucuna ulaşan «Dil Yönünden Fi zik Felsefesi», inançlarımızdan dâ inançsızlıklarımızdan da kuşku duymaya çağırmıyor, bu bağlamda eleştirel bir okuma gerektirmi yor muydu? Yazarların suskunluğunu anlamak kolay: Felsefeye, bilime ilişkin yapıtlar üzerinde konuşmaktan hem korkar, uzman değilim diye, hem de aynı gerekçeyle «dışardan gazel okuma» sa yar bunu. Ama felsefecilerin ve bilim adamlarının suskunluğunu, sorunları okur önünde irdelememelerini anlamak olası değil. Ça ğına, toplumuna, dilinin yazarına/şairine alabildiğine açılmış Ner mi Uygur'un yapıtı, sessizlik istemiyor çünkü; insan yapıp/etme leri üstünde de, kendi üstünde de. «Yazmamaktan acı çekmek» ve «kendini yapıtına ada» der ken Uygur, Nietzsche'den Mallarme'ye, Marx'dan Aragon'a bütün kargışlanmışlar! ve kırılmışları düşünmemiş olabilir mi? Bu daha çok yazımına özgü sanılan gerilimi içerden yaşayamayan, bilgin'in de felsefecinin de yenilgiler ve utkular arasında gidip gelen uğra şının, gerçekle savaşının acısını yeterince anlayabilir mi? Yazı'yı, fizik kitabından şiire, bütünlüğü içinde görmeyi dileyen Nermi Uygur, belki de değil, kesinlikle bu yüzden, kitabından bir dil tadı almamızı sağlıyor. Bu sorun, Türkiye'deki her aydının yazgısı çün kü, çala-kalem ya da çala-tuş yazmak yetmiyor Uygur'un da vur guladığı gibi: «dilde görünür yazarlık; dilsiz yazı olmaz». T. Men- güşoğlu «Fenomenologi ve Nicolai Hartmann» adlı çalışmasının önsözünde, Türkçe yazdığı ilk yazı olan bu doçentlik tezinin dilini jürinin isteği üzerine M.Ş. Tunç'un denetiminde değiştirmek zo runda bırakıldığını anlatır ve ekler: «Yeni dil atılımım on yıl ge ciktirildi». Sorun'un önemini felsefenin özgül alanında irdelemek isteyenler, değerli «hoca»nm anılan ve anılmayan kitaplarıyla ör- neğin Onay Sözer'in «E. HusserPin Fenomenoloji'si ve Nesnelerin Varlığı» başlıklı kitabını karşılaştırarak okumalıdır: gelişme «ho- ca»nm isteğini de aşmıştır besbelli. Nermi Uygur, felsefe dilini ner- deyse bir yazım dili gibi kıvraklaştırdığı için de kutlanmalıdır el bet. Bu «kıvrak» sözcüğü burda oldukça «yakışıksız» kaçsa bile. Şu cümlede salt «felsefece» bir kaygı gören, bana kalırsa indirge meci bir okurdur, ister farkına varsın ister varmasın, sakatlamıştır cümleyi: «Dağ ile dikduruş arasında gizli bir anlam alış-verişi sez memek elde değil: İnsan-olmada dikduruştan önemli pekaz şey var». Nermi Uygur'un felsefeyi sokağa çıkaranlardan biri olduğunu söyledim. Bu yargıyı «Dil Yönünden Fizik Felsefesi» adlı kitapta bile kanıtlamak olası görünüyor, başlığın «ürkütücülüğüne» rağ men. «Ana dürtüsü dil olan» bu çalışma, uzmanlara olduğu kadar sabırlı bir okura da açıktır çünkü. Tanımsal çerçevesi de betimsel çerçevesi de fizik ile felsefe arasındaki birbirine gerekliliği vurgula makta, bütün özgüllüğüne rağmen okunabilmektedir. Ama bu so kağa çıkma durumunu Uygur'un son kitabı «Yaşama Felsefesinde daha elle tutulur biçimde görmek olası. Kitabın ilk parçası «Dağcı» nın bir eğretileme olduğunu söyle mek bile fazla: Yazından felsefeye her üretici/yaratıcı edimin yön temini sezdirdiği kadar, o üretimi/yaratıcı edimi selamlıyor da: «Kendi yolunu kendi yapan kişidir dağcı». Yaşamın tam ortasında duruyor bu kitap: Doğu ile batı arasında sarkaç gibi gidip geliyor- sanız altını çizerek okuyun: «Kültür değiştirmek bir bakıma bit meyecek bir hesaplaşma çabasını başlatmak demektir». Kitle ile tişim araçlarından kentleri dolduran motorlu motorsuz taşıtlara, çağcıl yaşamı sorgulamayı, bireyliğin nasıl korunabileceğini araş tırmayı seviyorsanız, «milyarlarca kişiyi kapsayan evrensel bir kentin» ağzı var dili yok bir uyruğu olmak istemiyorsanız, işte si ze nerdeyse iki küçük baş yapıt: «Kültür Taşrası» ve «Bisiklet». Teknolojinin her kımıldanışında insanoğlu sunduğu nimetlerle dertlerin sanıldığı gibi kolay çözümlenemeyeceğini gösteriyor Uy gur. Hiç kuşkum yok: Yazıların alt-katmanlarmda geliştirdiği ni ce sorun okur-yazarlarm ilgisini çekecek, kültür ve çevre konula rında yeni yaklaşımlara yol açacak. Örneğin «taşralılığın aşılma sı» konusunda yazmayı istiyorum, olanaklar ve sorular açısından. Gelgelelim, benim dönüp dönüp okuduğum yazı «Gecenin Erdemi Ya Da Gece Fenomenolojisine Giriş». Bazı parçalarını yayımladı ğım «Yol Üstündeki Semender» adlı şiirim dolayısıyla Kleist, Pa- vese, Mayakovsky, Beşir Fuat, Benjamin gibi gecenin oğullarıyla uğraşıp durduğum için mi acaba? Yoksa Nermi Uygur'un o «batık mutluluk» deyişine vurulduğum için mi? Belki de şundan: Uygur, bakılanın öteki-yüzünü gösteriyor, tersinden okumanın gereğini sezdiriyor. «Denenmiş biçimleriyle ola ki felsefenin işi bitiktir. - Denen- memisleriyle durum ne, peki?» diye sorarak daha kitabının önsö zünde, bizi/beni yığınla dolambaçlı soruyla burun buruna getiren, daha doğrusu böylesine sorular sormaya yönelten bir felsefe yaza- n'na bir «yazar» gönülden bir selâm sunabilir olsa olsa.
Hayli eskilere dayanıyor Nermi Uygur'la tanışıklığım: 1958'de beyaz bir kapak üstünde rasladım ona: «Edmund Husserlde Baş kasının Ben'i Problemi Nermi Uygur», O gün bugündür sürüyor 890 kuruşa edindiğim bu dostluk. Kitaplarında tepelere çıkardı beni, nefesim kesile kesile; dere kıyılarında dolaştırdı, dizeler söy- lete söylete. Yazı da felsefe de dünyada işler. Dahası: felsefenin «çekici» dildir. Kullanamıyorsanız ana dilinizi, istediğiniz kadar yeni ve yüce şeyler düşünün, hiç bir görüş yoktur kırabileceğiniz. Bu bağlamda şurası kesin: Bir felsefe yazan'dır Nermi Uygur. Hus- serl'den son kitabı «Yaşama Felsefesi» ne uzanan 24 yıl, yoğun bir düşünce/dil anlaşmasını, durulaşmasını yansıtır. Yanılmayalım ama: düşüncede sığlık, dilde sıradanlik anlamına gelmiyor bu. İs tediği kadar ünlü olsun, kitapları on binler satsın; yazar'ın ölümü nü bildirir iki niteleme de. Felsefe yapmak, biçimi, biçemi önem- semeyi daha gerekli kılıyor üstelik. Bulmaya/buldurmaya, görme- ye/gördürmeye çalışırken anlatılanın anlatımdan ayrılamayacağı nı kanıtlar Uygur, ister yazın üstüne konuşsun, ister fizik üstüne. «İnsan Açısından Edebiyat» m önsözünde belirtir zaten konumu nu: «Yazarını herşeyden önce». Buradaki insan sözcüğünü not ede lim bir kenara: çünkü öyle sanıyorum ki Nermi Uygur'un yapıtının merkez sorunu insandır. Yazar, üstelik felsefe yazarı her şeyden çok Sözlügü ile ele verir kendini. Uygur'un dediği gibi çünkü, «dil bir aynadır; herkes orda kendi yüzünü görür». Bir başka felsefeci nin sorunsalını çözümlüyor olsa da, ilk kitabının başlığı ile son ki tabının başlığı, son kertede aynı kuramsal/kılgısal ilgiyi açığa vu ruyor bana kalırsa. Felsefeyi sokağa çıkaran bir iki kişiden biridir Uygur: Güneş lendirir, gerekiyorsa köpüğünü höpürdeterek bir bira içirtir, yan daki masaya kulak kabarttırır. Felsefeyle gündelik yaşam arasın da ilişki kurmaya, felsefenin bir gereksinim olduğunu kanıtlama ya uğraşanların başında Hilmi Ziya Ülken'i anmak gerekir elbet. «Felsefeye Giriş» ve «Felsefî Anthropologi» adlı kitaplarıyla bu yolda uğraş verenlerden biri de Takiyettin Mengüşoğlu'dur. Son yıllarda birbirini izleyen yayınlar, düş kırıklıkları, dönemini aştı ğını gösteriyorsa felsefecinin, bunda Nermi Uygur'un önemli kat kısı olduğu söylenmeli. Dediğim gibi çünkü, şu anda on kitaba ula şan yapıtı, üniversite «lobby» sini terkedeli çok oluyor. Uygur «Türk Felsefesinin Boyutları» adlı sorgulayıcı kitabında, hem yurdumuz da uğraş alanının durumunu inceliyor «mikro» düzeyde felsefe nin toplumsal konumunu irdeliyor; hem de geleceğini vurgulu yordu, yukarda değindiğim «ilgi» doğrultusunda: «Türk felsefesi nin boyutları, tüm olanaklarıyla, insanın boyutlarından başka bir- şey değildir». Gelgelelim, Nermi Uygur'un girişiminin de, yapıtının da ge reğince değerlendirilebildiğini söylemek zor. Bırakın genel aydın düzeyini, meslekten felsefeciler bile bu üretim üzerinde yeterli gö rüş belirtmediler, bilebildiğim kadarıyla. Örneğin «Kuram Eylem Bağlamı» ele aldığı sorunlar, inceleme yöntemi, ulaştığı sonuçlar bakımından hemen her çevrede uzun boylu tartışılması gereken bir çalışma değil miydi? Fiziğin «insana özgü kültür evreninin» dilimlerinden sadece biri olduğu sonucuna ulaşan «Dil Yönünden Fi zik Felsefesi», inançlarımızdan dâ inançsızlıklarımızdan da kuşku duymaya çağırmıyor, bu bağlamda eleştirel bir okuma gerektirmi yor muydu? Yazarların suskunluğunu anlamak kolay: Felsefeye, bilime ilişkin yapıtlar üzerinde konuşmaktan hem korkar, uzman değilim diye, hem de aynı gerekçeyle «dışardan gazel okuma» sa yar bunu. Ama felsefecilerin ve bilim adamlarının suskunluğunu, sorunları okur önünde irdelememelerini anlamak olası değil. Ça ğına, toplumuna, dilinin yazarına/şairine alabildiğine açılmış Ner mi Uygur'un yapıtı, sessizlik istemiyor çünkü; insan yapıp/etme leri üstünde de, kendi üstünde de. «Yazmamaktan acı çekmek» ve «kendini yapıtına ada» der ken Uygur, Nietzsche'den Mallarme'ye, Marx'dan Aragon'a bütün kargışlanmışlar! ve kırılmışları düşünmemiş olabilir mi? Bu daha çok yazımına özgü sanılan gerilimi içerden yaşayamayan, bilgin'in de felsefecinin de yenilgiler ve utkular arasında gidip gelen uğra şının, gerçekle savaşının acısını yeterince anlayabilir mi? Yazı'yı, fizik kitabından şiire, bütünlüğü içinde görmeyi dileyen Nermi Uygur, belki de değil, kesinlikle bu yüzden, kitabından bir dil tadı almamızı sağlıyor. Bu sorun, Türkiye'deki her aydının yazgısı çün kü, çala-kalem ya da çala-tuş yazmak yetmiyor Uygur'un da vur guladığı gibi: «dilde görünür yazarlık; dilsiz yazı olmaz». T. Men- güşoğlu «Fenomenologi ve Nicolai Hartmann» adlı çalışmasının önsözünde, Türkçe yazdığı ilk yazı olan bu doçentlik tezinin dilini jürinin isteği üzerine M.Ş. Tunç'un denetiminde değiştirmek zo runda bırakıldığını anlatır ve ekler: «Yeni dil atılımım on yıl ge ciktirildi». Sorun'un önemini felsefenin özgül alanında irdelemek isteyenler, değerli «hoca»nm anılan ve anılmayan kitaplarıyla ör- neğin Onay Sözer'in «E. HusserPin Fenomenoloji'si ve Nesnelerin Varlığı» başlıklı kitabını karşılaştırarak okumalıdır: gelişme «ho- ca»nm isteğini de aşmıştır besbelli. Nermi Uygur, felsefe dilini ner- deyse bir yazım dili gibi kıvraklaştırdığı için de kutlanmalıdır el bet. Bu «kıvrak» sözcüğü burda oldukça «yakışıksız» kaçsa bile. Şu cümlede salt «felsefece» bir kaygı gören, bana kalırsa indirge meci bir okurdur, ister farkına varsın ister varmasın, sakatlamıştır cümleyi: «Dağ ile dikduruş arasında gizli bir anlam alış-verişi sez memek elde değil: İnsan-olmada dikduruştan önemli pekaz şey var». Nermi Uygur'un felsefeyi sokağa çıkaranlardan biri olduğunu söyledim. Bu yargıyı «Dil Yönünden Fizik Felsefesi» adlı kitapta bile kanıtlamak olası görünüyor, başlığın «ürkütücülüğüne» rağ men. «Ana dürtüsü dil olan» bu çalışma, uzmanlara olduğu kadar sabırlı bir okura da açıktır çünkü. Tanımsal çerçevesi de betimsel çerçevesi de fizik ile felsefe arasındaki birbirine gerekliliği vurgula makta, bütün özgüllüğüne rağmen okunabilmektedir. Ama bu so kağa çıkma durumunu Uygur'un son kitabı «Yaşama Felsefesinde daha elle tutulur biçimde görmek olası. Kitabın ilk parçası «Dağcı» nın bir eğretileme olduğunu söyle mek bile fazla: Yazından felsefeye her üretici/yaratıcı edimin yön temini sezdirdiği kadar, o üretimi/yaratıcı edimi selamlıyor da: «Kendi yolunu kendi yapan kişidir dağcı». Yaşamın tam ortasında duruyor bu kitap: Doğu ile batı arasında sarkaç gibi gidip geliyor- sanız altını çizerek okuyun: «Kültür değiştirmek bir bakıma bit meyecek bir hesaplaşma çabasını başlatmak demektir». Kitle ile tişim araçlarından kentleri dolduran motorlu motorsuz taşıtlara, çağcıl yaşamı sorgulamayı, bireyliğin nasıl korunabileceğini araş tırmayı seviyorsanız, «milyarlarca kişiyi kapsayan evrensel bir kentin» ağzı var dili yok bir uyruğu olmak istemiyorsanız, işte si ze nerdeyse iki küçük baş yapıt: «Kültür Taşrası» ve «Bisiklet». Teknolojinin her kımıldanışında insanoğlu sunduğu nimetlerle dertlerin sanıldığı gibi kolay çözümlenemeyeceğini gösteriyor Uy gur. Hiç kuşkum yok: Yazıların alt-katmanlarmda geliştirdiği ni ce sorun okur-yazarlarm ilgisini çekecek, kültür ve çevre konula rında yeni yaklaşımlara yol açacak. Örneğin «taşralılığın aşılma sı» konusunda yazmayı istiyorum, olanaklar ve sorular açısından. Gelgelelim, benim dönüp dönüp okuduğum yazı «Gecenin Erdemi Ya Da Gece Fenomenolojisine Giriş». Bazı parçalarını yayımladı ğım «Yol Üstündeki Semender» adlı şiirim dolayısıyla Kleist, Pa- vese, Mayakovsky, Beşir Fuat, Benjamin gibi gecenin oğullarıyla uğraşıp durduğum için mi acaba? Yoksa Nermi Uygur'un o «batık mutluluk» deyişine vurulduğum için mi? Belki de şundan: Uygur, bakılanın öteki-yüzünü gösteriyor, tersinden okumanın gereğini sezdiriyor. «Denenmiş biçimleriyle ola ki felsefenin işi bitiktir. - Denen- memisleriyle durum ne, peki?» diye sorarak daha kitabının önsö zünde, bizi/beni yığınla dolambaçlı soruyla burun buruna getiren, daha doğrusu böylesine sorular sormaya yönelten bir felsefe yaza- n'na bir «yazar» gönülden bir selâm sunabilir olsa olsa.