1- Onların Nübüvvet Hanedanından Olmaları:
Risalet soyundan olmaları, bu ağacın has meyveleri olmaları; başka birileri bu özellikte ortak mı acaba? Hz. Aliden, Hz. Fatımadan, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve diğer eimm-i hüdadan başkalarını tanıyor musunuz? Onlar öyle bir nesildendirler ki hepsi birbirindendir ve Allahın onlarda olan bir takım kabiliyetlerden dolayı istifa ettiği (seçtiği) ve bütün insanlığın üzerinde tuttuğu bir nesil. Al-i İmran süresinin 33 ve 34 ayetlerinde: Gerçekten Allah, Ademi, Nuhu ve İbrahim soyunu ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı. Bir zürriyet olarak birbirlerinden gelmiştir. Allah her şeyi işiten ve bilendir.
Ehlibeyt böyle bir soydandır, böyle bir ağacın meyveleridirler. Bu birinci özellikleri..
2- Risalet Ve Nübüvvetin Özel Talim Ve Terbiyesinden Geçmeleri:
Bu önemli özellik de başka hiç kimsede bu özellik yoktur. Emirül-Muminin Ali (a. s): Peygamberi Allah eğitti ve en güzel şekilde eğitti. Peygamber de beni eğitti. Ne zamandan beri? Ta beşikten risaletin kudretli ve ilahi ellerinde yetişti. Nehcül-Belağada Hz. Ali (a. s) buyuruyor: Ben gece gündüz peygamberi takip ederdim, bir deve yavrusunun anasını takip ettiği gibi. Hatta Hz. Peygamber (s.a.a) Hira mağarasında olduğunda ve ona vahiy indiğinde ben de oradaydım. Bir feryat sesi duydum, arz ettim ya Resulullah bu feryat sesi nedir? Buyurdu: Ya Ali bu Şeytanın feryadıdır. Benim peygamberliğe seçildiğimi görünce ümidini kesti, ondandır feryadı. Ardından şöyle buyurdu: Ya Ali sen benim gördüğümü görüyorsun, duyduğumu duyuyorsun; ama sen peygamber değilsin.
Hz. Ali de Hz. Hasanı ve Hz. Hüseyini eğitti. Hatta imam Hasan ve imam Hüseyin Peygamber tarafından talim terbiye edilmiş onun omuzlarında büyümüşlerdi. Bu talim ve terbiye nesilden nesile devam etti. Allah neden Hz. Davudu peygamber seçiyor; ardından oğlu Süleymanı. Birileri bize itiraz ediyor, Siz İslamdaki önderlik olayını saltanata dönüştürmüşsünüz. Hz. Ali oğlu Hz. Hasanı, oda kardeşi Hz. Hüseyini, ondan sonra oğlunu ve böyle devam ediyor. Bu saltanat değimli? Biz onlara şöyle deriz: Siz hiç Kuran okudunuz mu? Kuranda İbrahim, oğlu ishak, oğlu İsmail, İshakın oğlu Yakup, Yakupun oğlu Yusuf, Hz. Zekeriyanın oğlu Hz. Yahya, hepsi peygamber olarak seçilmişlerdi. Peki, Allah-u Teala saltanat mı talim vermek istiyor Kuran-ı Kerimde?!
Bunun üzerinde düşündünüz mü? Şunu arz etmek istiyorum: Onlar öyle büyük mesuliyetleri üstleniyorlar ki böyle bir kifayetli ellerin talim ve terbiyesinden geçmeden o sorumluluğu üstlenmeleri mümkün değil. Hilafet ve imamet İslamda peygamberi temsil demektir; peygamberin yerine oturmak demektir. Peygamberin yaptıklarını yapmak demektir, vahiy almanın dışında. Vahiy peygamberimizle son bulmuştur. Bunun dışında peygamberin bütün vazifeleri peygamberden sonra kime intikal ediyor? Yerine oturan halifeye, imama intikal ediyor. Bu sorumluluğu üstlenebilmesi için. Kifayetli ilahi ellerle terbiye edilmesi, eğitilmesi gerekiyor. Ondan dolayıdır ki, Emirül-Muminin Ali (a.s) Resulullahın (s.a.a) eliyle Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Hz. Alinin eliyle, Hz. Zeynül-Abidin Hz. Hüseyin eliyle eğitilmiştir ve sonuna kadar böyle devam etmiştir. Bu özellikte de yine onlara ortak olan kimse yoktur.
3- Nübüvvet Ve Risaletin İlim Ve İrfanının Madeni Ve Varisi Olmaları:
Bu da Ehlibeytin kendilerine has önemli özelliklerinden birisidir. Evet, önceki o iki husus, onlara böyle bir özelliği kazandırmıştır. Yani, risalet neslinden olmayan, risaletin talim ve terbiyesinden geçmeyen bir kimse, layıkıyla ve bütün yönleri ile risaletin ilim ve irfanına mahzar olmaya layık olamaz. Onun için Ehlibeytin önemli özelliklerinden birisi de nübüvvetin ilim ve irfanının mazharı, varisi olmalarıdır.
Büyük Sünni âlimlerden Ehlibeyt hakkında çok güzel sözler çıkmıştır. Bir tanesi de Said Nursidir. Maalesef bu âlimler ve yolunda olduğunu iddia eden kardeşlerimiz, söylenen sözlerin manasını tam veremiyorlar, hakkını eda edemiyorlar. Said Nursi, İmam Ali hakkında: Âl-i Beytin mümessili olması hasebiyle nur-i Muhammedi, hakikat-i Muhammediye ve Sırrı Muhammediye onda tecelli etmiştir. Ardından şöyle demiştir: Hiç kimse ile kıyaslanamaz. Yani, Ali başkalarıyla kıyaslanamaz.
Hilafet sıralamasında ve makamda Hz. Aliyi 4. sıraya koyanlara Said Nursi, o mümessil-i Âli Muhammed olduğu için hakikati Muhammediye, Sırrı Muhammediye onda olduğu için hiç kimse ile kıyaslanamaz. Bu sözü ilk söyleyen Hz. Muhammeddir (s.a.a). Ne buyurmuştur: Biz Ehlibeytle hiç kimse kıyaslanamaz
Ama gerçekten bu söylenen sözleri idrak noktasında ve hakkını eda etme noktasında kaç kişi gösterebilirsiniz? Bu özellik, yani Peygamberin nübüvvetinin, ilim ve irfanının varisi olmalarında hiç kimse Ehlibeytle kıyaslanamaz.
4- Ehlibeytin Başkalarının Üstadı Olmaları Ve Onların Kimseye Muhtaç Olmamaları:
Öndeki üç özellik, Ehlibeyti diğer kimselerin üstadı konumuna getirmiştir.
Herkes onlardan ilim almış. Onlar kimseden ilim almamıştır. Kendi babaları dışında hiç kimseden ilim almamışlardır. Bakın İslam âlim ve büyüklerinin okudukları medreseler, üstatları, hocaları hepsi bellidir. Siz bir kişiyi gösterin ki mesela İmam Muhammed-ül Bakıra üstatlık yapmış olsun. Zamanının büyük âlim-uleması, mezhep alimleri hepsi İmam Cafer-i Sadıktan almışlardır. Hiçbir kimse gösteremez ki İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer-i Sadık bunlardan oturup da ders almış olsun!
Ama bunların hepsi ya direk ya da vasıtalı olarak İmam Cafer-i Sadıktan feyz almışlardır. Bu özellik, Ehlibeytten başka kimsede yoktur. Bu âlemde bir kişi Ehlibeyt imamlarından bir tanesine bir şey öğretmiş olduğunu ispat etsin, böyle biri varsa söylesin.
İmam Ali (a. s) bir söz buyurmuş: Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum. Bu sözün birçok manası vardır, ama siz bana bir kişiyi gösterin (Hz. Peygamber (s.a.a) dışında) İmam Aliye (a.s) bir şey öğretmiş olsun. İmam Ali (a.s): Ben Hz. Muhammed (s.a.a) kölelerinden bir köleyim buyurmuştur. Peygamberin makamı bellidir. Peygamberden sonra insanlık tarihinde bir insan gösterebilir misiniz ki İmam Aliye bir kelime değil, yarım kelime öğretmiş olsun!!!. Öğreten varsa İmam Ali kölesi olurdu. Kim diyebilir ki: Sorun bana, yerden sorun, gökten sorun; ben göğün yollarını yerden daha iyi tanıyorum!
Bu sözü söyleyebilecek başka biri var mı? Onun için Ehlibeytin dördüncü özelliği, herkesin üstadı olmaları ve herkesin onların talebesi olmalarıdır. Bu, zamanların hepsi için geçerlidir. Ansiklopedileri tarih kitaplarını okuyun; istisnasız şu mezhebin, bu mezhebin kitabı değil, hepsini okuyun. Taberiyi, İbn-i Esiri, İbn-i Hişamı ve günümüzdeki kitapları okuyun. 12 imamın ismini görün ve İslam âlimleri onlar hakkında neler yazmışlar? Bu durum Ehlibeyt dostları için iftihardır.
5- Ehlibeytin Şaibesiz, Pırıl Pırıl, Kuranın Tabiri İle Mutahhar (Tertemiz) Oluşları:
Aslında buna delil bile istemez. bir nebze tarihten haberi ve bilgisi olan bu hakikati idrak eder. Nedir bu özellik? Ehlibeytin şaibesiz, pırıl pırıl, Kuranın tabiri ile mutahhar (tertemiz) oluşlarıdır. Hangi Ehlibeyt imamına tarihten bir şaibe gösterilebilir? Ferdi, ailevi, sosyal, siyasal, fikri, ameli herhangi bir konuda en ufak bir şaibelerini hiç kimse gösteremez. Bu Ehlibeytin beşinci önemli özelliğidir. Evet Kuranın tabiriyle mutahhar oluşları, şaibesiz ve pırıl pırıl tertemiz oluşlarıdır. Başka birisi var mı? Hakkında böyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebileceğimiz başka birisi var mı? Kuranın üstüne taharet damgasını bastığı, başka birisini gösterebilir misiniz ki hayatının başından sonuna kadar bir tane bile siyah leke bulunmasın?! Tarih bilen, okuyan, araştıranlar, buyursun varsa söylesin. İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyn, İmam Zeynül-Abidin; bunlar meşhurdurlar ama, biz diyoruz ki Ehlibeyt imamlarının hiç birisi hakkında bir tane bile şaibeli nokta yoktur.
6- Bütün İlahi Ve İrfani Değerlerin Zirvesinde Oluşları:
Aklımıza ilahi, insani değer ve fazilet sayılabilecek ne kadar özellik varsa getirelim ve bu ölçüleri İslamın ilk gününden itibaren insanlara tatbik edelim bakalım bu ölçülerde Ehlibeyt nereye oturuyor diğerleri nereye oturuyor!!! Ehlibeyte benzemelerini bırakın, karşılaştırmaya bile gelmezler. Said Nursi, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) için hakiki nübüvvet vereseleri demiş. Bu ne demek? Yani Peygamberin hakiki varisleri demektir. Peygamberden onlara mal mülk mü kaldı? Hayır, peki Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, peygamberden neyi miras aldılar? Burada bahsedilen mirastan kasıt nedir? Bir de inin tarihimize, hayatımıza, yaşamımıza, ibadetimize, ilmimize tefsirimize, hadisimize bakın; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinden ne kadar nasibimiz var? Bakalım gerçekten Peygamberin hakiki varisleri olma unvanı, bu halleriyle onların haline şamil mi, değil mi?
Buhari ve Muslim de dahil bütün Kütüb-i Sittenin hepsini karıştırsan, Hz. Hasandan 13-14, Hz. Hüseyinden 7-8 taneden fazla hadis bulamazsınız. Sahih-i Buharide bir tane bile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinden hadis nakledilmediğini biliyor musunuz? Peki, Hz. Peygamber (s.a.a) hakiki vereseleri bunlar ise, niye bunlardan bir şey alınmamış. Nereye gitmiş bu ilim? İbn-i Hecer Mekki , Sevaikul-Muhrika isimli kitabında diyor ki:
Uzun bir zaman, Medineden başka yerlere giden kervanların yükünü, Cafer-i Sadıktan alınan ilimler teşkil ediyordu.
Peki, gelin soralım şimdi: Ey İbn-i Hecer, bu develer, bu kafileler yüklerini, bu ilimleri nereye götürüp döktüler. Bunlardan neden kitaplarda hiçbir eser yoktur? Hakiki verese olmak bu mudur? Yoksa Peygamber (s.a.a) onları gerçek verese-i nübüvvet seçti ama biz onlara sahip mi çıkamadık?
7. Ehlibeytin; İslamın, Kuranın, İlahi Ve Dini Değerlerin Maslahatını Her Şeyin, Hatta Kendi Canlarının Bile Üstünde Tutmaları:
Evet, Ehlibeytin en önemli özelliklerinden birisi budur ki bizce birçok insan, bu hususu kavrayamadığından dolayı bazı olayları da yanlış değerlendirmektedir. Evet, onlar abdullahtılar, Allahın kuluydular. İmam Ali Allahın abdiydi. Rabbi onun için neyi istese ve emretseydi, onu yapardı. İmam Aliye (a.s) Allah savaşacaksın dediğin de savaşırdı, sus dediğinde de susmasını biliyordu. Sordular Ya Ali, neden meydana çıkarken sadece tek yönlü zırh giyiyorsun? Sırtın açık kalıyor, neden sırtını da kapatacak bir zırh giymiyorsun? dediklerinde şöyle cevap veriyordu:
Ben, hiçbir zaman düşmana sırt çevirmiyorum ki, sırtıma da zırh giymeye ihtiyaç duyayım!
Savaş gerektiğin de meydanlarda Ali böyle kükrüyordu. Bir öksüzün önünde eğilmek onun başını okşamak ve onun yanında küçülmek gerektiğinde Ali elini o öksüzün başına çekiyordu:
Yavrum bu Aliyi bağışlayın, Aliyi affedin, Ali sizden birkaç gün gafil olmuş diye yalvarırdı o küçüğe!
Ali, susması gereken yerde de İslamın maslahatı için, Kuranın maslahatı için susmasını da biliyordu. Ali sadece Zülfikarından kan damlayan bir Ali değildi. Birçokları bize Aliyi böyle tanıtmaya çalışıyor. Sadece Zülfikarından 24 saat kan damlayan bir Ali!
Ali ibadet meydanlarının da kahramanıydı. Ali mihrapların da kahramanıydı. Ali insani değerlerin de kahramanıydı. Ali İslamın, Kuranında kahramanıydı. Ali secdelerin, rükûların ve gözyaşının da kahramanıydı. Her şeyinde kahramanıydı. Ali buydu. Diyorlar ki, siz peygamberin vefatından sonra şöyle böyle olmuş. Dediğiniz gibi olsaydı o Allahın aslanı elinde Zülfikar onların kökünü kazırdı. Siz Aliyi küçültüyorsunuz korkak duruma düşürüyorsunuz. Ben onlara 1 cümle söylüyorum.
Peygamber mi daha şecaatli idi, yoksa Alimi? Hz. Ali Nehcül-Belağa da buyuruyor ki, Biz savaşlar da zor durumda kaldığımız da peygambere sığınıyorduk. Bakın Ali Allahın aslanı Zülfikarın sahibi, La Feta İlla Ali, La Seyfe İlla Zülfikar hitabına muhatap olan Ali böyle buyuruyor. Ama bu Peygamber Hudeybiye antlaşmasında müşriklerin karşısında ateşkes imzalamaya razı oluyor. Hatta mübarek ismini Resulullah lakabıyla yazdırmaya yanaşmıyorlar. Resulullah bu anlaşmayı yazan Aliye Olsun ya Ali, sen sil o lakabı, Muhammed yaz buyuruyor. Peki, haşa Peygamber korkak mıydı ki böyle buyurdu? Peygamber canından mı korkuyordu? Niye ateşkes imzaladı? Bu durumu kabul etmeseydi ve saldırsaydı düşmanlara!
Anlamıyorlar ki Peygamber Allahın kuludur. Allahın emri orada geri çekilmekti, Allahın emri orada İslamın ve Kuranın maslahatı için susmaktı. Hz. Ali de Peygamberden almış dersini. Ali peygamberden ayrımı? Ali, Kuranın tabiriyle Peygamberin canı, nefsi mesabesinde değil mi?
Bazıları İmam Alinin(a.s) hatalarından olarak şunu gösteriyorlar: Baksanıza Peygamber Hudeybiye anlaşmasında Hz. Aliye dedi ki, ya Ali, sil benim lakabımı oradan , Hz. Ali de dedi ki yok silmiyorum ya Resulullah!!!
Gerçekten orda İmam Ali (a.s) ne buyurmuş bir bakalım bu davranış Peygambere isyan mı hata mı? İtiraz mı? Yoksa ne?
İmam Ali buyurdu ki: Ya Resulullah vallahi elim gitmiyor sizin isminizi silmeye! Senin adını ben nasıl silerim İşte Ali böyleydi. Allah basiretimizi artırsın.
Ehlibeytin en büyük özelliklerinden birisi de buydu işte. İslamın, Kuranın maslahatını ön planda tutmak; isterse canına mâl olsun, isterse haysiyetine mâl olsun, isterse korkaklıkla suçlansın. Onun için, Ali savaş meydanlarında sırtını asla düşmana dönmüyor, ama yeri geldiğinde de 25 yıl susmasını biliyor. Onun eğittiği risalet ağacının meyveleri Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer imamlar hepsi böyledir. Bunların hayatlarında ki farklı davranışlarının sırrı da burada yatmaktadır.
Hz. Hasan niye Muaviye ile ateşkes yaptı da Hz. Hüseyin çıktı Muaviyenin oğlunun karşısında kıyam etti. Diyebilir miyiz ki Hz. Hüseyin, Hz. Hasandan daha cesaretliydi? Elbette ki hayır Hz. Hasan, o gün İslamın maslahatını susmada, feragat etmede hatta gözünün önünde babasına lanet edenlere rağmen İslamın maslahatını susmada gördüğü için bağrına taş basıp susmasını bilmiştir. Çünkü o zaman İslamın maslahatı öyle gerektirmişti.
Hz. Hasanın gözünün önünde babasına hakaret ediliyordu. Ama ne yapsın, orada Allahın emri susmaktı. Çünkü İslam tehlikedeydi. Emirül-Muminin Nehcül-Belağada buyuruyor ki:
Ben Peygamberden sonra iki mahzurun arasında kaldım. Ya kesik ellerimle saldırıp hakkımı savunacaktım; o zaman İslamın temelden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Çünkü içten münafıklar, dıştan da Bizans ve Kisra İmparatorluğu sınırlara dayanmış, İslamı tehdit ediyorlardı. Ben İslamın maslahatı için sustum. Ama boğazım da kemik, gözümde diken kalmış bir kimsenin susması gibi sustum.
İşte Hz. Hasanın susması da böyle bir susmaydı. Ama öbür taraftan Hz. Hüseyin de baktı ki eğer kıyam etmezse, can feda etmese, sahip olduğu her şeyi topyekûn Allaha kurban vermezse, İslamın temelleri tehlikede.
Buyurdu: İslam Yezit gibi bir öndere, halifeye, zalime müptela olduğunda, o İslamla vedalaşmak gerekir!
Hz. Hüseyin baktı ki İslam, temelden sarsılıyor. Bundan dolayı gereğini yaptı ve her şeyini İslama feda etti. Muaviye zahirde İslami bir görüntü sergiliyordu. Ama Yezid alçağı açık bir şekilde şarap içiyor, kumar oynuyor, ayyaşlık meclisleri tertip ediyordu; it oynatıyordu, maymun oynatıyordu; zina ediyordu. İmam Hüseyin, baktı ki eğer bu haliyle Yezidin karşısında sussa, bu onu teyit anlamına gelecek ve İslamın fatihası işte o gün okunacaktı.
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki Mekkeden çıkarken: Ben yarın hareket ediyorum. Çünkü Medineden biat etmeden çıktı geldi Mekkeye; orada da rahat bırakmadılar. Haber geldi ki ya Hüseyin, eğer burada kalırsan, gizlice Allahın evinde, Kâbenin kenarında senin kanını dökecekler. İmam Hüseyinin gönlü razı olmadı Allahın evi kana bulaşsın. Buyurdu: Ben yarın yola çıkıyorum; Iraka doğru hareket ediyorum. Kim bizim yolumuzda canını feda etmek istiyorsa, likaullaha kavuşmak istiyorsa, gelsin, ben gidiyorum. Geldi Kerbelaya ve sahip olduğu her şeyi feda etti
Risalet soyundan olmaları, bu ağacın has meyveleri olmaları; başka birileri bu özellikte ortak mı acaba? Hz. Aliden, Hz. Fatımadan, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve diğer eimm-i hüdadan başkalarını tanıyor musunuz? Onlar öyle bir nesildendirler ki hepsi birbirindendir ve Allahın onlarda olan bir takım kabiliyetlerden dolayı istifa ettiği (seçtiği) ve bütün insanlığın üzerinde tuttuğu bir nesil. Al-i İmran süresinin 33 ve 34 ayetlerinde: Gerçekten Allah, Ademi, Nuhu ve İbrahim soyunu ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı. Bir zürriyet olarak birbirlerinden gelmiştir. Allah her şeyi işiten ve bilendir.
Ehlibeyt böyle bir soydandır, böyle bir ağacın meyveleridirler. Bu birinci özellikleri..
2- Risalet Ve Nübüvvetin Özel Talim Ve Terbiyesinden Geçmeleri:
Bu önemli özellik de başka hiç kimsede bu özellik yoktur. Emirül-Muminin Ali (a. s): Peygamberi Allah eğitti ve en güzel şekilde eğitti. Peygamber de beni eğitti. Ne zamandan beri? Ta beşikten risaletin kudretli ve ilahi ellerinde yetişti. Nehcül-Belağada Hz. Ali (a. s) buyuruyor: Ben gece gündüz peygamberi takip ederdim, bir deve yavrusunun anasını takip ettiği gibi. Hatta Hz. Peygamber (s.a.a) Hira mağarasında olduğunda ve ona vahiy indiğinde ben de oradaydım. Bir feryat sesi duydum, arz ettim ya Resulullah bu feryat sesi nedir? Buyurdu: Ya Ali bu Şeytanın feryadıdır. Benim peygamberliğe seçildiğimi görünce ümidini kesti, ondandır feryadı. Ardından şöyle buyurdu: Ya Ali sen benim gördüğümü görüyorsun, duyduğumu duyuyorsun; ama sen peygamber değilsin.
Hz. Ali de Hz. Hasanı ve Hz. Hüseyini eğitti. Hatta imam Hasan ve imam Hüseyin Peygamber tarafından talim terbiye edilmiş onun omuzlarında büyümüşlerdi. Bu talim ve terbiye nesilden nesile devam etti. Allah neden Hz. Davudu peygamber seçiyor; ardından oğlu Süleymanı. Birileri bize itiraz ediyor, Siz İslamdaki önderlik olayını saltanata dönüştürmüşsünüz. Hz. Ali oğlu Hz. Hasanı, oda kardeşi Hz. Hüseyini, ondan sonra oğlunu ve böyle devam ediyor. Bu saltanat değimli? Biz onlara şöyle deriz: Siz hiç Kuran okudunuz mu? Kuranda İbrahim, oğlu ishak, oğlu İsmail, İshakın oğlu Yakup, Yakupun oğlu Yusuf, Hz. Zekeriyanın oğlu Hz. Yahya, hepsi peygamber olarak seçilmişlerdi. Peki, Allah-u Teala saltanat mı talim vermek istiyor Kuran-ı Kerimde?!
Bunun üzerinde düşündünüz mü? Şunu arz etmek istiyorum: Onlar öyle büyük mesuliyetleri üstleniyorlar ki böyle bir kifayetli ellerin talim ve terbiyesinden geçmeden o sorumluluğu üstlenmeleri mümkün değil. Hilafet ve imamet İslamda peygamberi temsil demektir; peygamberin yerine oturmak demektir. Peygamberin yaptıklarını yapmak demektir, vahiy almanın dışında. Vahiy peygamberimizle son bulmuştur. Bunun dışında peygamberin bütün vazifeleri peygamberden sonra kime intikal ediyor? Yerine oturan halifeye, imama intikal ediyor. Bu sorumluluğu üstlenebilmesi için. Kifayetli ilahi ellerle terbiye edilmesi, eğitilmesi gerekiyor. Ondan dolayıdır ki, Emirül-Muminin Ali (a.s) Resulullahın (s.a.a) eliyle Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Hz. Alinin eliyle, Hz. Zeynül-Abidin Hz. Hüseyin eliyle eğitilmiştir ve sonuna kadar böyle devam etmiştir. Bu özellikte de yine onlara ortak olan kimse yoktur.
3- Nübüvvet Ve Risaletin İlim Ve İrfanının Madeni Ve Varisi Olmaları:
Bu da Ehlibeytin kendilerine has önemli özelliklerinden birisidir. Evet, önceki o iki husus, onlara böyle bir özelliği kazandırmıştır. Yani, risalet neslinden olmayan, risaletin talim ve terbiyesinden geçmeyen bir kimse, layıkıyla ve bütün yönleri ile risaletin ilim ve irfanına mahzar olmaya layık olamaz. Onun için Ehlibeytin önemli özelliklerinden birisi de nübüvvetin ilim ve irfanının mazharı, varisi olmalarıdır.
Büyük Sünni âlimlerden Ehlibeyt hakkında çok güzel sözler çıkmıştır. Bir tanesi de Said Nursidir. Maalesef bu âlimler ve yolunda olduğunu iddia eden kardeşlerimiz, söylenen sözlerin manasını tam veremiyorlar, hakkını eda edemiyorlar. Said Nursi, İmam Ali hakkında: Âl-i Beytin mümessili olması hasebiyle nur-i Muhammedi, hakikat-i Muhammediye ve Sırrı Muhammediye onda tecelli etmiştir. Ardından şöyle demiştir: Hiç kimse ile kıyaslanamaz. Yani, Ali başkalarıyla kıyaslanamaz.
Hilafet sıralamasında ve makamda Hz. Aliyi 4. sıraya koyanlara Said Nursi, o mümessil-i Âli Muhammed olduğu için hakikati Muhammediye, Sırrı Muhammediye onda olduğu için hiç kimse ile kıyaslanamaz. Bu sözü ilk söyleyen Hz. Muhammeddir (s.a.a). Ne buyurmuştur: Biz Ehlibeytle hiç kimse kıyaslanamaz
Ama gerçekten bu söylenen sözleri idrak noktasında ve hakkını eda etme noktasında kaç kişi gösterebilirsiniz? Bu özellik, yani Peygamberin nübüvvetinin, ilim ve irfanının varisi olmalarında hiç kimse Ehlibeytle kıyaslanamaz.
4- Ehlibeytin Başkalarının Üstadı Olmaları Ve Onların Kimseye Muhtaç Olmamaları:
Öndeki üç özellik, Ehlibeyti diğer kimselerin üstadı konumuna getirmiştir.
Herkes onlardan ilim almış. Onlar kimseden ilim almamıştır. Kendi babaları dışında hiç kimseden ilim almamışlardır. Bakın İslam âlim ve büyüklerinin okudukları medreseler, üstatları, hocaları hepsi bellidir. Siz bir kişiyi gösterin ki mesela İmam Muhammed-ül Bakıra üstatlık yapmış olsun. Zamanının büyük âlim-uleması, mezhep alimleri hepsi İmam Cafer-i Sadıktan almışlardır. Hiçbir kimse gösteremez ki İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer-i Sadık bunlardan oturup da ders almış olsun!
Ama bunların hepsi ya direk ya da vasıtalı olarak İmam Cafer-i Sadıktan feyz almışlardır. Bu özellik, Ehlibeytten başka kimsede yoktur. Bu âlemde bir kişi Ehlibeyt imamlarından bir tanesine bir şey öğretmiş olduğunu ispat etsin, böyle biri varsa söylesin.
İmam Ali (a. s) bir söz buyurmuş: Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum. Bu sözün birçok manası vardır, ama siz bana bir kişiyi gösterin (Hz. Peygamber (s.a.a) dışında) İmam Aliye (a.s) bir şey öğretmiş olsun. İmam Ali (a.s): Ben Hz. Muhammed (s.a.a) kölelerinden bir köleyim buyurmuştur. Peygamberin makamı bellidir. Peygamberden sonra insanlık tarihinde bir insan gösterebilir misiniz ki İmam Aliye bir kelime değil, yarım kelime öğretmiş olsun!!!. Öğreten varsa İmam Ali kölesi olurdu. Kim diyebilir ki: Sorun bana, yerden sorun, gökten sorun; ben göğün yollarını yerden daha iyi tanıyorum!
Bu sözü söyleyebilecek başka biri var mı? Onun için Ehlibeytin dördüncü özelliği, herkesin üstadı olmaları ve herkesin onların talebesi olmalarıdır. Bu, zamanların hepsi için geçerlidir. Ansiklopedileri tarih kitaplarını okuyun; istisnasız şu mezhebin, bu mezhebin kitabı değil, hepsini okuyun. Taberiyi, İbn-i Esiri, İbn-i Hişamı ve günümüzdeki kitapları okuyun. 12 imamın ismini görün ve İslam âlimleri onlar hakkında neler yazmışlar? Bu durum Ehlibeyt dostları için iftihardır.
5- Ehlibeytin Şaibesiz, Pırıl Pırıl, Kuranın Tabiri İle Mutahhar (Tertemiz) Oluşları:
Aslında buna delil bile istemez. bir nebze tarihten haberi ve bilgisi olan bu hakikati idrak eder. Nedir bu özellik? Ehlibeytin şaibesiz, pırıl pırıl, Kuranın tabiri ile mutahhar (tertemiz) oluşlarıdır. Hangi Ehlibeyt imamına tarihten bir şaibe gösterilebilir? Ferdi, ailevi, sosyal, siyasal, fikri, ameli herhangi bir konuda en ufak bir şaibelerini hiç kimse gösteremez. Bu Ehlibeytin beşinci önemli özelliğidir. Evet Kuranın tabiriyle mutahhar oluşları, şaibesiz ve pırıl pırıl tertemiz oluşlarıdır. Başka birisi var mı? Hakkında böyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebileceğimiz başka birisi var mı? Kuranın üstüne taharet damgasını bastığı, başka birisini gösterebilir misiniz ki hayatının başından sonuna kadar bir tane bile siyah leke bulunmasın?! Tarih bilen, okuyan, araştıranlar, buyursun varsa söylesin. İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyn, İmam Zeynül-Abidin; bunlar meşhurdurlar ama, biz diyoruz ki Ehlibeyt imamlarının hiç birisi hakkında bir tane bile şaibeli nokta yoktur.
6- Bütün İlahi Ve İrfani Değerlerin Zirvesinde Oluşları:
Aklımıza ilahi, insani değer ve fazilet sayılabilecek ne kadar özellik varsa getirelim ve bu ölçüleri İslamın ilk gününden itibaren insanlara tatbik edelim bakalım bu ölçülerde Ehlibeyt nereye oturuyor diğerleri nereye oturuyor!!! Ehlibeyte benzemelerini bırakın, karşılaştırmaya bile gelmezler. Said Nursi, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) için hakiki nübüvvet vereseleri demiş. Bu ne demek? Yani Peygamberin hakiki varisleri demektir. Peygamberden onlara mal mülk mü kaldı? Hayır, peki Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, peygamberden neyi miras aldılar? Burada bahsedilen mirastan kasıt nedir? Bir de inin tarihimize, hayatımıza, yaşamımıza, ibadetimize, ilmimize tefsirimize, hadisimize bakın; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinden ne kadar nasibimiz var? Bakalım gerçekten Peygamberin hakiki varisleri olma unvanı, bu halleriyle onların haline şamil mi, değil mi?
Buhari ve Muslim de dahil bütün Kütüb-i Sittenin hepsini karıştırsan, Hz. Hasandan 13-14, Hz. Hüseyinden 7-8 taneden fazla hadis bulamazsınız. Sahih-i Buharide bir tane bile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinden hadis nakledilmediğini biliyor musunuz? Peki, Hz. Peygamber (s.a.a) hakiki vereseleri bunlar ise, niye bunlardan bir şey alınmamış. Nereye gitmiş bu ilim? İbn-i Hecer Mekki , Sevaikul-Muhrika isimli kitabında diyor ki:
Uzun bir zaman, Medineden başka yerlere giden kervanların yükünü, Cafer-i Sadıktan alınan ilimler teşkil ediyordu.
Peki, gelin soralım şimdi: Ey İbn-i Hecer, bu develer, bu kafileler yüklerini, bu ilimleri nereye götürüp döktüler. Bunlardan neden kitaplarda hiçbir eser yoktur? Hakiki verese olmak bu mudur? Yoksa Peygamber (s.a.a) onları gerçek verese-i nübüvvet seçti ama biz onlara sahip mi çıkamadık?
7. Ehlibeytin; İslamın, Kuranın, İlahi Ve Dini Değerlerin Maslahatını Her Şeyin, Hatta Kendi Canlarının Bile Üstünde Tutmaları:
Evet, Ehlibeytin en önemli özelliklerinden birisi budur ki bizce birçok insan, bu hususu kavrayamadığından dolayı bazı olayları da yanlış değerlendirmektedir. Evet, onlar abdullahtılar, Allahın kuluydular. İmam Ali Allahın abdiydi. Rabbi onun için neyi istese ve emretseydi, onu yapardı. İmam Aliye (a.s) Allah savaşacaksın dediğin de savaşırdı, sus dediğinde de susmasını biliyordu. Sordular Ya Ali, neden meydana çıkarken sadece tek yönlü zırh giyiyorsun? Sırtın açık kalıyor, neden sırtını da kapatacak bir zırh giymiyorsun? dediklerinde şöyle cevap veriyordu:
Ben, hiçbir zaman düşmana sırt çevirmiyorum ki, sırtıma da zırh giymeye ihtiyaç duyayım!
Savaş gerektiğin de meydanlarda Ali böyle kükrüyordu. Bir öksüzün önünde eğilmek onun başını okşamak ve onun yanında küçülmek gerektiğinde Ali elini o öksüzün başına çekiyordu:
Yavrum bu Aliyi bağışlayın, Aliyi affedin, Ali sizden birkaç gün gafil olmuş diye yalvarırdı o küçüğe!
Ali, susması gereken yerde de İslamın maslahatı için, Kuranın maslahatı için susmasını da biliyordu. Ali sadece Zülfikarından kan damlayan bir Ali değildi. Birçokları bize Aliyi böyle tanıtmaya çalışıyor. Sadece Zülfikarından 24 saat kan damlayan bir Ali!
Ali ibadet meydanlarının da kahramanıydı. Ali mihrapların da kahramanıydı. Ali insani değerlerin de kahramanıydı. Ali İslamın, Kuranında kahramanıydı. Ali secdelerin, rükûların ve gözyaşının da kahramanıydı. Her şeyinde kahramanıydı. Ali buydu. Diyorlar ki, siz peygamberin vefatından sonra şöyle böyle olmuş. Dediğiniz gibi olsaydı o Allahın aslanı elinde Zülfikar onların kökünü kazırdı. Siz Aliyi küçültüyorsunuz korkak duruma düşürüyorsunuz. Ben onlara 1 cümle söylüyorum.
Peygamber mi daha şecaatli idi, yoksa Alimi? Hz. Ali Nehcül-Belağa da buyuruyor ki, Biz savaşlar da zor durumda kaldığımız da peygambere sığınıyorduk. Bakın Ali Allahın aslanı Zülfikarın sahibi, La Feta İlla Ali, La Seyfe İlla Zülfikar hitabına muhatap olan Ali böyle buyuruyor. Ama bu Peygamber Hudeybiye antlaşmasında müşriklerin karşısında ateşkes imzalamaya razı oluyor. Hatta mübarek ismini Resulullah lakabıyla yazdırmaya yanaşmıyorlar. Resulullah bu anlaşmayı yazan Aliye Olsun ya Ali, sen sil o lakabı, Muhammed yaz buyuruyor. Peki, haşa Peygamber korkak mıydı ki böyle buyurdu? Peygamber canından mı korkuyordu? Niye ateşkes imzaladı? Bu durumu kabul etmeseydi ve saldırsaydı düşmanlara!
Anlamıyorlar ki Peygamber Allahın kuludur. Allahın emri orada geri çekilmekti, Allahın emri orada İslamın ve Kuranın maslahatı için susmaktı. Hz. Ali de Peygamberden almış dersini. Ali peygamberden ayrımı? Ali, Kuranın tabiriyle Peygamberin canı, nefsi mesabesinde değil mi?
Bazıları İmam Alinin(a.s) hatalarından olarak şunu gösteriyorlar: Baksanıza Peygamber Hudeybiye anlaşmasında Hz. Aliye dedi ki, ya Ali, sil benim lakabımı oradan , Hz. Ali de dedi ki yok silmiyorum ya Resulullah!!!
Gerçekten orda İmam Ali (a.s) ne buyurmuş bir bakalım bu davranış Peygambere isyan mı hata mı? İtiraz mı? Yoksa ne?
İmam Ali buyurdu ki: Ya Resulullah vallahi elim gitmiyor sizin isminizi silmeye! Senin adını ben nasıl silerim İşte Ali böyleydi. Allah basiretimizi artırsın.
Ehlibeytin en büyük özelliklerinden birisi de buydu işte. İslamın, Kuranın maslahatını ön planda tutmak; isterse canına mâl olsun, isterse haysiyetine mâl olsun, isterse korkaklıkla suçlansın. Onun için, Ali savaş meydanlarında sırtını asla düşmana dönmüyor, ama yeri geldiğinde de 25 yıl susmasını biliyor. Onun eğittiği risalet ağacının meyveleri Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer imamlar hepsi böyledir. Bunların hayatlarında ki farklı davranışlarının sırrı da burada yatmaktadır.
Hz. Hasan niye Muaviye ile ateşkes yaptı da Hz. Hüseyin çıktı Muaviyenin oğlunun karşısında kıyam etti. Diyebilir miyiz ki Hz. Hüseyin, Hz. Hasandan daha cesaretliydi? Elbette ki hayır Hz. Hasan, o gün İslamın maslahatını susmada, feragat etmede hatta gözünün önünde babasına lanet edenlere rağmen İslamın maslahatını susmada gördüğü için bağrına taş basıp susmasını bilmiştir. Çünkü o zaman İslamın maslahatı öyle gerektirmişti.
Hz. Hasanın gözünün önünde babasına hakaret ediliyordu. Ama ne yapsın, orada Allahın emri susmaktı. Çünkü İslam tehlikedeydi. Emirül-Muminin Nehcül-Belağada buyuruyor ki:
Ben Peygamberden sonra iki mahzurun arasında kaldım. Ya kesik ellerimle saldırıp hakkımı savunacaktım; o zaman İslamın temelden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Çünkü içten münafıklar, dıştan da Bizans ve Kisra İmparatorluğu sınırlara dayanmış, İslamı tehdit ediyorlardı. Ben İslamın maslahatı için sustum. Ama boğazım da kemik, gözümde diken kalmış bir kimsenin susması gibi sustum.
İşte Hz. Hasanın susması da böyle bir susmaydı. Ama öbür taraftan Hz. Hüseyin de baktı ki eğer kıyam etmezse, can feda etmese, sahip olduğu her şeyi topyekûn Allaha kurban vermezse, İslamın temelleri tehlikede.
Buyurdu: İslam Yezit gibi bir öndere, halifeye, zalime müptela olduğunda, o İslamla vedalaşmak gerekir!
Hz. Hüseyin baktı ki İslam, temelden sarsılıyor. Bundan dolayı gereğini yaptı ve her şeyini İslama feda etti. Muaviye zahirde İslami bir görüntü sergiliyordu. Ama Yezid alçağı açık bir şekilde şarap içiyor, kumar oynuyor, ayyaşlık meclisleri tertip ediyordu; it oynatıyordu, maymun oynatıyordu; zina ediyordu. İmam Hüseyin, baktı ki eğer bu haliyle Yezidin karşısında sussa, bu onu teyit anlamına gelecek ve İslamın fatihası işte o gün okunacaktı.
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki Mekkeden çıkarken: Ben yarın hareket ediyorum. Çünkü Medineden biat etmeden çıktı geldi Mekkeye; orada da rahat bırakmadılar. Haber geldi ki ya Hüseyin, eğer burada kalırsan, gizlice Allahın evinde, Kâbenin kenarında senin kanını dökecekler. İmam Hüseyinin gönlü razı olmadı Allahın evi kana bulaşsın. Buyurdu: Ben yarın yola çıkıyorum; Iraka doğru hareket ediyorum. Kim bizim yolumuzda canını feda etmek istiyorsa, likaullaha kavuşmak istiyorsa, gelsin, ben gidiyorum. Geldi Kerbelaya ve sahip olduğu her şeyi feda etti