Ehli dalalet ,Ehli dalalet nedir?
Doğru yoldan, sırat-ı müstakîmden, Hz. Peygamberin sünnet yolundan ayrılmış, bütün İslâm dışı din ve düşünce akımları.
Doğru yoldan çıkıp kaybolmak anlamıyla kullanılan dâlle (yalın hali dalâle, dalâl), Kurânda çeşitli kullanımlarla geçmektedir.
Dalâlet veya dalâl; doğru yoldan sapma, sapıklık, sapkınlık demektir. Dalâl; doğru yoldan bilerek veya bilmeyerek sapmak anlamına da gelir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kurân Dili, I, 135). Gaflet, hayret, gaybûbet, helâk mânâlarına da kullanılır. Dâllîn, sapıklar demektir ve Kurân buyruklarınâ göre onlar dost edinilmeyecek, Allahın gazâbına uğramış azıp-sapmış kişilerdir, dinlerini bölük bölük yapanlardır (el-Fâtiha, 1/5-7; el-Enbiyâ, 9/159). Allâh, cemaatten ayrılmamayı emretmiş, dinde çekişenleri reddetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) dinde her yeni şeyin bidat, her bidatin de dalâlet olduğunu söylemiştir (İbn Mâce, Mukaddime, 46). Kurânda hak ehli müminlere dalâlet ehli olan kâfirlerin nasıl karşı durdukları birçok âyetlerde anlatılır. Hz. Peygamber zamanında insanlar mümin, kâfir (müşrik) ve münâfık diye üç ayrı gruptu. Müminler ehl-i İslâm, kâfirler ve münâfıklar ehl-i dalâlet olarak tanımlanmıştır. Bunlar için Rasûlullah, Ben onlardan uzağım, onlar da benden buyurmuştur. Bunlar ayrıca siyah yüz sahipleri diye tanımlanır (Âlu İmrân, 3/106). Onlar, müteşâbih âyetlere uyarlar (Âlu İmrân, 3/7). Ehl-i Sünnet âlimleri onları ehl-i kitab (Yahudi ve Hristiyanlar), ehl-i İslâmdan sapan sapık bidat firkaları (Bâtınîlik, Dürzîlik, Hulûliye, Cehmiye, Cebriye, Kaderiye, Neccâriye, Müşebbihe, Hàriciye, Keşfiyye, Habıtiyye, Bahâiye vb ) şeklinde târif etmişlerdir.
İslâmda ehl-i dalâletin öncüleri; İslam şeriatının ahkâm ve akîdesini zedeleyen sapık yollar ve bidatlere dalan Cehmiye, Mutezile ve filozoflardır. Çağdaş dünyada dalâlet ehlinin tarifini belirlemek için Kuran-ı Kerîmdeki dalâl ifadelerinin anlaşılması gerekmektedir.
İman; doğru yola girmek,İslâma teslim olmak demektir. Küfr ise imanın, ihtidânın karşıtıdır; doğru yoldan çıkıp kaybolmaktır. Kuran-ı Kerîm küfrü bu dalâl anlamında çeşitli kullanımlarla bize göstermektedir: Doğrusu babamız apaçık bir dalâl içindedir (Yusuf, 12/8) âyetinde Hz. Yâkubun oğullarının, kardeşleri Yusufu kıskanmalarına ilişkin olarak; Erkek onun aklını basından almış, doğrusu biz kendisini apaçık dalâl içerisinde görüyoruz dediler (Yusuf, 12/30) âyetinde Mısır hükümdarına karşı şehirli kadınların sözü olarak; doğru yoldan ayrılmak manasını ahlâkı bağlamda kullanarak ele alınmaktadır.
Dalâlın dinî kullanım alanı ise Kuranın bütün âyetlerinde sık sık vurgulanmaktadır: her kim yoldan şaşarsa (dâlla) kendi zararına şaşar (el-İsrâ, 17/15); Doğrusu Onun yolundan kimin şaştığını (yadillu) ve kimlerin doğru yolda olduğunu en iyi Rabbin bilir (el-Enâm, 6/117); Onlar, huda (irşad)dan mahrumiyet pahasına dalâleti (sapıklığı) ve aftan mahrumiyet pahasına da cezayı satın alanlardır (el-Bakara, 2/175); Hayır! Ahirette iman etmeyenler azab ve derin bir dalâl içerisindedirler (Sebe, 34/8); Onlar bundan evvel bâriz dalâl içindeydiler (Âlu İmrân, 3/164); Onların sürüden farkı yoktur; onlar yollarını daha da çok şaşırmış durumdadırlar (Furkan, 25/44); Doğrusu iman etmeyip Allahın yoluna engel olanların sapması (dâllu) büyük bir sapmadır (en-Nisâ, 4/167); İşte Rablerine iman etmeyenlerin misâli: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârda kalan küllere benzer; elde ettiklerini elde tutamazlar. Dalâlin büyüğü işte budur (İbrahim, 14/18).
Kâfirler de müminleri dalâlde olmakla suçlarlar!: Ne zaman kendilerine bir uyarıcı gelse, kâfirler ona yalancı demekte ve şunu söylemektedirler: Allah birşeyi indirmemiştir, siz büyük dalâl içindesiniz (el-Mülk, 67/9). Hz. Peygamber ise şöyle cevap verir: O merhametlidir. Biz Ona inanır ve Ona bağlanırız ümitle. Siz kimin gerçekten dalâl içerisinde olduğunu az zaman sonra öğreneceksiniz (Muhammed, 47/29). Her ümmete hak yolu göstermek üzere peygamberler gönderilmiş ve genelde o ümmetlerin ileri gelenleri peygamberlere şöyle demişlerdir: Doğrusu biz seni apaçık bir dalâl içerisinde görüyoruz. Meselâ Hz. Nuh şöyle cevap vermiştir: Ey milletim, bende dalâlet yok; ancak her bir yaratığın Rabbi olanın elçisiyim (el-Ârâf, 7/59-61).
Kuranda küfrün en karakteristik görünümlerinden biri olarak şirkin, putperestliğin bir dalâl hali olarak zikredildiğini görürüz: Müşrik, Allahtan başka kendisine ne zarar verebilecek ne de faydası dokunabilecek olanı anar. Bu gerçekten dalâlin derin olanıdır (el Hacc, 22/12); İbrahim, babası Azere Putlara ilahlık mı yakıştırıyorsun? Doğrusu ben seni de senin milletini de açık bir dalâl içersinde görüyorum dedi (el-Enâm, 6/74).
Küfür, her türlü şekliyle gerçekten dalâldir. İşte vahyi yalanlayanlar için inen buyruklar: O halde seyredin siz saşkınlar (dâllun), kıyâmet gününe yalandır diyenler; cehennemin zakkum ağacından yiyeceksiniz siz (Vâkıa, 56/52).
Ve onların sonları, acıklı âkıbetleri için şöyle buyurulur: Her kavimden elçiler yolladık; Allaha kulluk edin, putlardan uzak durun diye. Kimini Allah yola koydu ama onlardan bazıları dalâlete eğilimliydiler. Gez, gör, yeryüzünü, bak iftiracıların sonu ne olmuş (en-Nahl, 16/36).
Kalpleri katılaşanlar hakkında: Yazıklar olsun kalbi Allahın zikredilişine karşı katı olanlara. Bunlar açıkça dalâl içerisindedirler (Zümer, 39/22).
Kötülük haksızlık yapanlar ile zâlimler de dalâlet ehlidir: Vay haline o masum gündeki toplantıda iman etmeyenlere; kötü işleri isleyenler, bu gün apaçık dalâl içerisindedirler (Meryem, 19/37-39; Ayr. bk. Lokman, 31/11).
Şüpheciler, Allahtan ümit kesenler de aynı yoldadır: İman edenler son vakitten yana korku içerisinde, onun hakikat olduğunun iyice farkındadırlar. Evet, hakikaten o saatten yana kuşkuları bulunanlar derin bir dalâl içindedirler (Es-Şûra, 42/18); Rabbinin rahmetinden, yoldan ayrılanlardan (dâllune) başka kim ümit keser ki (el-Hicr, 15/56).
Dâlla kelimesinin eşanlamlı kullanışları da aynı maksatla doğru yoldan sapanlar için zikredilmektedir: Gâviye, gevâ, gâvi gibi. Cennet müttakîlerin, cehennem ise gâvilerin yanına getirilecektir. Orada birbirleriyle çekisip dururken cehennem ateşindeki kafirler, Allaha yemin olsun, muhakkak sizi bütün varlıkların Rabbi ile eşit ilâhlar kılmakla apaçık dalâlde bulunmuşuz. Gerçek su ki, bizi yoldan çıkaran günahkârlar oldu diyecekler (eş-şuarâ, 26/96-99).
İrşâd olunmak anlamındaki ihtidânın aksi itâatsizlik için: Adam, ebediyet ağacının meyvesinden yiyerek Rabbine itâatsizlik etti ve yoldan uzaklaştı. Ne var ki sonra Rabbi onu seçti, yeniden ona doğru döndü ve onu tekrar yolun doğrusu üzerine koydu (Tâhâ, 20/121-122) âyetleri örnektir.
Zâğâ fiili de yan dönmek, doğru yoldan sapmak anlamındadır: Sana bazı âyetleri tek anlamlı, bazı âyetleri ise çok anlama gelebilecek o kitabı indirmiş olan O dur. Kalplerinde zeyğ (sapma eğilimi) olanlar bu şüpheli kısma eğilirler; amaçları ihtilâf çıkarmaktır. İlmen ehil olanlar ise şöyle der: Biz ona iman ediyoruz; hepsi Rabbimizdendir. Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi döndürme (Âlu İmrân, 3/7-8).
Emihe yahut Emehe fiili, gözleri kapalı ve kafası hangi yola gireceği konusunda tamamıyle karışmış olarak sonu belirsiz yollara düşme diye anlamlandırabileceğimiz, bu dünyada bir o yana bir bu yana giden, doğru istikamete de asla ulaşamayan kâfirlerin halini ifade için kullanılmıştır: Doğrusu âhirete iman etmeyenlere gelince; biz onlara yaptıkları işleri güzel göstermekteyiz ki, yolların karıştırsınlar (en-Neml, 27/4).
Kayıtsızlık, dikkatsizlik anlamındaki gaflet de dalâle yakındır: Dalâlın dini kullanımdaki anlamının irşâd çizgisinden kopmak olmasına karşılık gafletin manası ona karşı tamamıyle kayıtsız kalmaktır: Onlar sığır sürüsü gibidirler. Hayır, daha da şaşkındırlar. Bunlar, aldırışsızlardır (el-Araf, 7/179). Kurana muhâtap olmayanları gâfiller olarak niteleyebiliriz: Biz sana bu Kuranı vahyetmeden önce sen de gâfillerdendin (Yûsuf, 12/3); Ey Muhammed bunu sana babalarının uyanmamış olması yüzünden kendileri de gaflete düşmüş olanları uyarmak için Kadir ve Rahîm olan vahyetmektedir (Yâsin, 36/5-6).
Şu âyette de aldırmazlık, küfr zulüm ve şirk ile yakın alakalıdır: Hak olan vaad (cehennem azâbı) yaklaştığı zaman, gör kâfîrlerin gözleri nasıl yuvalarından fırlayacak gibi bakar. Vay başımıza gelenlere derler; biz, bundan yana vurdumduymaz, gaflet içinde idik; biz zâlimlerdik. Doğrusu siz ve Allahtan başka taptığınız ne varsa hepsi cehennem için yakacaktır. şimdi gireceksiniz oraya (el-Enbiyâ, 21/98).
Allah, kâfirlere rehberlik etmez. O onların kalplerine, kulaklarına, gözlerine mühür vurmuştur. Onlar aldırmazlar (en-Nahl, 16/107-108). Ey Muhammed onlara o üzücü günün haberini ilet ki, onlar gaflet içinde ve inanmaz iken son karar verilecektir (Meryem, 19/39).
Hevâ ehli olarak dalâlet: Ben sizin ahvânıza uyacak değilim. Zira o takdirde yolumu şaşırırım ve doğru yolu bulanlardan olmam de (el-Enâm, 6/56); Allahtan bir irşâd olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha şaşkın kim olabilir? Doğrusu Allah zâlimleri, doğru yola iletmez (el-Kasas, 28/50); Geçmişte yolunu kaybetmiş ve birçok insanı da yoldan çıkarmış, şimdi de düz yoldan kopmuş olanların ehvâma tâbi olma (el-Maide, 5/77).
İnançsızlara ehl-i ehvâ denilmiştir. İmam Eşarî şöyle der: Hakîkaten ayrılmış olan Mutezilileri ve Kaderîleri kendi ehvâları, önderlerine ve atalarına körü körüne itâate, Kuranı da oldukça rastgele bir biçimde anlamaya itmiştir.
Bütün bu misâllerden ve Kurandaki genel anlatım düzeninden dalâlet ehlinin: Küfür hevâ, isyan, nankörlük, iftirâ, yalancılık, büyüklenmek, inançsızlık, Allahın elçisine tâbi olmamak, Kurana inanmamak, sünneti terketmek, kalplerini katılaştırmak, şirk koşmak, âhirete inanmamak, hakka karşı aldırışsızlık, müteşâbihlere uymak, inançta şüpheli davranmak, bilgisizce âyetler hakkında tartışmak, haklara tecâvüz etmek, vahiyle alay etmek, haddi asmak, fâsıklık, fâcirlik, zâlimlik, müsriflik, Allahın indirdiği ile hükmetmemek gibi özellikleri olduğu anlaşılmaktadır. Dalâlet ehli, yani Kâsitûna gelince onlar cehennemin yakıtıdırlar (el-Cin, 72/14-15). (Ayrıca bk. Ehl-i Bidat, Ehl-i Sünnet)
Doğru yoldan, sırat-ı müstakîmden, Hz. Peygamberin sünnet yolundan ayrılmış, bütün İslâm dışı din ve düşünce akımları.
Doğru yoldan çıkıp kaybolmak anlamıyla kullanılan dâlle (yalın hali dalâle, dalâl), Kurânda çeşitli kullanımlarla geçmektedir.
Dalâlet veya dalâl; doğru yoldan sapma, sapıklık, sapkınlık demektir. Dalâl; doğru yoldan bilerek veya bilmeyerek sapmak anlamına da gelir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kurân Dili, I, 135). Gaflet, hayret, gaybûbet, helâk mânâlarına da kullanılır. Dâllîn, sapıklar demektir ve Kurân buyruklarınâ göre onlar dost edinilmeyecek, Allahın gazâbına uğramış azıp-sapmış kişilerdir, dinlerini bölük bölük yapanlardır (el-Fâtiha, 1/5-7; el-Enbiyâ, 9/159). Allâh, cemaatten ayrılmamayı emretmiş, dinde çekişenleri reddetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) dinde her yeni şeyin bidat, her bidatin de dalâlet olduğunu söylemiştir (İbn Mâce, Mukaddime, 46). Kurânda hak ehli müminlere dalâlet ehli olan kâfirlerin nasıl karşı durdukları birçok âyetlerde anlatılır. Hz. Peygamber zamanında insanlar mümin, kâfir (müşrik) ve münâfık diye üç ayrı gruptu. Müminler ehl-i İslâm, kâfirler ve münâfıklar ehl-i dalâlet olarak tanımlanmıştır. Bunlar için Rasûlullah, Ben onlardan uzağım, onlar da benden buyurmuştur. Bunlar ayrıca siyah yüz sahipleri diye tanımlanır (Âlu İmrân, 3/106). Onlar, müteşâbih âyetlere uyarlar (Âlu İmrân, 3/7). Ehl-i Sünnet âlimleri onları ehl-i kitab (Yahudi ve Hristiyanlar), ehl-i İslâmdan sapan sapık bidat firkaları (Bâtınîlik, Dürzîlik, Hulûliye, Cehmiye, Cebriye, Kaderiye, Neccâriye, Müşebbihe, Hàriciye, Keşfiyye, Habıtiyye, Bahâiye vb ) şeklinde târif etmişlerdir.
İslâmda ehl-i dalâletin öncüleri; İslam şeriatının ahkâm ve akîdesini zedeleyen sapık yollar ve bidatlere dalan Cehmiye, Mutezile ve filozoflardır. Çağdaş dünyada dalâlet ehlinin tarifini belirlemek için Kuran-ı Kerîmdeki dalâl ifadelerinin anlaşılması gerekmektedir.
İman; doğru yola girmek,İslâma teslim olmak demektir. Küfr ise imanın, ihtidânın karşıtıdır; doğru yoldan çıkıp kaybolmaktır. Kuran-ı Kerîm küfrü bu dalâl anlamında çeşitli kullanımlarla bize göstermektedir: Doğrusu babamız apaçık bir dalâl içindedir (Yusuf, 12/8) âyetinde Hz. Yâkubun oğullarının, kardeşleri Yusufu kıskanmalarına ilişkin olarak; Erkek onun aklını basından almış, doğrusu biz kendisini apaçık dalâl içerisinde görüyoruz dediler (Yusuf, 12/30) âyetinde Mısır hükümdarına karşı şehirli kadınların sözü olarak; doğru yoldan ayrılmak manasını ahlâkı bağlamda kullanarak ele alınmaktadır.
Dalâlın dinî kullanım alanı ise Kuranın bütün âyetlerinde sık sık vurgulanmaktadır: her kim yoldan şaşarsa (dâlla) kendi zararına şaşar (el-İsrâ, 17/15); Doğrusu Onun yolundan kimin şaştığını (yadillu) ve kimlerin doğru yolda olduğunu en iyi Rabbin bilir (el-Enâm, 6/117); Onlar, huda (irşad)dan mahrumiyet pahasına dalâleti (sapıklığı) ve aftan mahrumiyet pahasına da cezayı satın alanlardır (el-Bakara, 2/175); Hayır! Ahirette iman etmeyenler azab ve derin bir dalâl içerisindedirler (Sebe, 34/8); Onlar bundan evvel bâriz dalâl içindeydiler (Âlu İmrân, 3/164); Onların sürüden farkı yoktur; onlar yollarını daha da çok şaşırmış durumdadırlar (Furkan, 25/44); Doğrusu iman etmeyip Allahın yoluna engel olanların sapması (dâllu) büyük bir sapmadır (en-Nisâ, 4/167); İşte Rablerine iman etmeyenlerin misâli: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârda kalan küllere benzer; elde ettiklerini elde tutamazlar. Dalâlin büyüğü işte budur (İbrahim, 14/18).
Kâfirler de müminleri dalâlde olmakla suçlarlar!: Ne zaman kendilerine bir uyarıcı gelse, kâfirler ona yalancı demekte ve şunu söylemektedirler: Allah birşeyi indirmemiştir, siz büyük dalâl içindesiniz (el-Mülk, 67/9). Hz. Peygamber ise şöyle cevap verir: O merhametlidir. Biz Ona inanır ve Ona bağlanırız ümitle. Siz kimin gerçekten dalâl içerisinde olduğunu az zaman sonra öğreneceksiniz (Muhammed, 47/29). Her ümmete hak yolu göstermek üzere peygamberler gönderilmiş ve genelde o ümmetlerin ileri gelenleri peygamberlere şöyle demişlerdir: Doğrusu biz seni apaçık bir dalâl içerisinde görüyoruz. Meselâ Hz. Nuh şöyle cevap vermiştir: Ey milletim, bende dalâlet yok; ancak her bir yaratığın Rabbi olanın elçisiyim (el-Ârâf, 7/59-61).
Kuranda küfrün en karakteristik görünümlerinden biri olarak şirkin, putperestliğin bir dalâl hali olarak zikredildiğini görürüz: Müşrik, Allahtan başka kendisine ne zarar verebilecek ne de faydası dokunabilecek olanı anar. Bu gerçekten dalâlin derin olanıdır (el Hacc, 22/12); İbrahim, babası Azere Putlara ilahlık mı yakıştırıyorsun? Doğrusu ben seni de senin milletini de açık bir dalâl içersinde görüyorum dedi (el-Enâm, 6/74).
Küfür, her türlü şekliyle gerçekten dalâldir. İşte vahyi yalanlayanlar için inen buyruklar: O halde seyredin siz saşkınlar (dâllun), kıyâmet gününe yalandır diyenler; cehennemin zakkum ağacından yiyeceksiniz siz (Vâkıa, 56/52).
Ve onların sonları, acıklı âkıbetleri için şöyle buyurulur: Her kavimden elçiler yolladık; Allaha kulluk edin, putlardan uzak durun diye. Kimini Allah yola koydu ama onlardan bazıları dalâlete eğilimliydiler. Gez, gör, yeryüzünü, bak iftiracıların sonu ne olmuş (en-Nahl, 16/36).
Kalpleri katılaşanlar hakkında: Yazıklar olsun kalbi Allahın zikredilişine karşı katı olanlara. Bunlar açıkça dalâl içerisindedirler (Zümer, 39/22).
Kötülük haksızlık yapanlar ile zâlimler de dalâlet ehlidir: Vay haline o masum gündeki toplantıda iman etmeyenlere; kötü işleri isleyenler, bu gün apaçık dalâl içerisindedirler (Meryem, 19/37-39; Ayr. bk. Lokman, 31/11).
Şüpheciler, Allahtan ümit kesenler de aynı yoldadır: İman edenler son vakitten yana korku içerisinde, onun hakikat olduğunun iyice farkındadırlar. Evet, hakikaten o saatten yana kuşkuları bulunanlar derin bir dalâl içindedirler (Es-Şûra, 42/18); Rabbinin rahmetinden, yoldan ayrılanlardan (dâllune) başka kim ümit keser ki (el-Hicr, 15/56).
Dâlla kelimesinin eşanlamlı kullanışları da aynı maksatla doğru yoldan sapanlar için zikredilmektedir: Gâviye, gevâ, gâvi gibi. Cennet müttakîlerin, cehennem ise gâvilerin yanına getirilecektir. Orada birbirleriyle çekisip dururken cehennem ateşindeki kafirler, Allaha yemin olsun, muhakkak sizi bütün varlıkların Rabbi ile eşit ilâhlar kılmakla apaçık dalâlde bulunmuşuz. Gerçek su ki, bizi yoldan çıkaran günahkârlar oldu diyecekler (eş-şuarâ, 26/96-99).
İrşâd olunmak anlamındaki ihtidânın aksi itâatsizlik için: Adam, ebediyet ağacının meyvesinden yiyerek Rabbine itâatsizlik etti ve yoldan uzaklaştı. Ne var ki sonra Rabbi onu seçti, yeniden ona doğru döndü ve onu tekrar yolun doğrusu üzerine koydu (Tâhâ, 20/121-122) âyetleri örnektir.
Zâğâ fiili de yan dönmek, doğru yoldan sapmak anlamındadır: Sana bazı âyetleri tek anlamlı, bazı âyetleri ise çok anlama gelebilecek o kitabı indirmiş olan O dur. Kalplerinde zeyğ (sapma eğilimi) olanlar bu şüpheli kısma eğilirler; amaçları ihtilâf çıkarmaktır. İlmen ehil olanlar ise şöyle der: Biz ona iman ediyoruz; hepsi Rabbimizdendir. Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi döndürme (Âlu İmrân, 3/7-8).
Emihe yahut Emehe fiili, gözleri kapalı ve kafası hangi yola gireceği konusunda tamamıyle karışmış olarak sonu belirsiz yollara düşme diye anlamlandırabileceğimiz, bu dünyada bir o yana bir bu yana giden, doğru istikamete de asla ulaşamayan kâfirlerin halini ifade için kullanılmıştır: Doğrusu âhirete iman etmeyenlere gelince; biz onlara yaptıkları işleri güzel göstermekteyiz ki, yolların karıştırsınlar (en-Neml, 27/4).
Kayıtsızlık, dikkatsizlik anlamındaki gaflet de dalâle yakındır: Dalâlın dini kullanımdaki anlamının irşâd çizgisinden kopmak olmasına karşılık gafletin manası ona karşı tamamıyle kayıtsız kalmaktır: Onlar sığır sürüsü gibidirler. Hayır, daha da şaşkındırlar. Bunlar, aldırışsızlardır (el-Araf, 7/179). Kurana muhâtap olmayanları gâfiller olarak niteleyebiliriz: Biz sana bu Kuranı vahyetmeden önce sen de gâfillerdendin (Yûsuf, 12/3); Ey Muhammed bunu sana babalarının uyanmamış olması yüzünden kendileri de gaflete düşmüş olanları uyarmak için Kadir ve Rahîm olan vahyetmektedir (Yâsin, 36/5-6).
Şu âyette de aldırmazlık, küfr zulüm ve şirk ile yakın alakalıdır: Hak olan vaad (cehennem azâbı) yaklaştığı zaman, gör kâfîrlerin gözleri nasıl yuvalarından fırlayacak gibi bakar. Vay başımıza gelenlere derler; biz, bundan yana vurdumduymaz, gaflet içinde idik; biz zâlimlerdik. Doğrusu siz ve Allahtan başka taptığınız ne varsa hepsi cehennem için yakacaktır. şimdi gireceksiniz oraya (el-Enbiyâ, 21/98).
Allah, kâfirlere rehberlik etmez. O onların kalplerine, kulaklarına, gözlerine mühür vurmuştur. Onlar aldırmazlar (en-Nahl, 16/107-108). Ey Muhammed onlara o üzücü günün haberini ilet ki, onlar gaflet içinde ve inanmaz iken son karar verilecektir (Meryem, 19/39).
Hevâ ehli olarak dalâlet: Ben sizin ahvânıza uyacak değilim. Zira o takdirde yolumu şaşırırım ve doğru yolu bulanlardan olmam de (el-Enâm, 6/56); Allahtan bir irşâd olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha şaşkın kim olabilir? Doğrusu Allah zâlimleri, doğru yola iletmez (el-Kasas, 28/50); Geçmişte yolunu kaybetmiş ve birçok insanı da yoldan çıkarmış, şimdi de düz yoldan kopmuş olanların ehvâma tâbi olma (el-Maide, 5/77).
İnançsızlara ehl-i ehvâ denilmiştir. İmam Eşarî şöyle der: Hakîkaten ayrılmış olan Mutezilileri ve Kaderîleri kendi ehvâları, önderlerine ve atalarına körü körüne itâate, Kuranı da oldukça rastgele bir biçimde anlamaya itmiştir.
Bütün bu misâllerden ve Kurandaki genel anlatım düzeninden dalâlet ehlinin: Küfür hevâ, isyan, nankörlük, iftirâ, yalancılık, büyüklenmek, inançsızlık, Allahın elçisine tâbi olmamak, Kurana inanmamak, sünneti terketmek, kalplerini katılaştırmak, şirk koşmak, âhirete inanmamak, hakka karşı aldırışsızlık, müteşâbihlere uymak, inançta şüpheli davranmak, bilgisizce âyetler hakkında tartışmak, haklara tecâvüz etmek, vahiyle alay etmek, haddi asmak, fâsıklık, fâcirlik, zâlimlik, müsriflik, Allahın indirdiği ile hükmetmemek gibi özellikleri olduğu anlaşılmaktadır. Dalâlet ehli, yani Kâsitûna gelince onlar cehennemin yakıtıdırlar (el-Cin, 72/14-15). (Ayrıca bk. Ehl-i Bidat, Ehl-i Sünnet)