Ehl-i bidat ,Ehli bidat nedir?Ehli bidatın anlamı
Ehl-i bidat ,Ehli bidat nedir?Ehli bidatın anlamı
Bidat ehli, hevâ ehli, dalâlet ehli, şüpheler (şubûhât) ehli, tefrika ehli. İlim ehline göre bunlar aynı şeyin değişik isimleridir. Bunlar Kitap ve Sünnete ve Ümmetin, ashabın yolunu ve metodunu izleyen selefinin anlayışına aykırı görüşler ortaya koyan kimselerdir.
İslâm dininde bidat, Allahın ve Rasûlünün teşri buyurmadığı, farz veya müstehap türünden olmayan, bunlarla ilgili olarak hiçbir şekilde emretmediği şeylerdir. Ancak şerî deliller ile bilinen hususlar ise, Allahın göndermiş olduğu dinin kapsamı içerisindedir. Bu konudaki bir kısım emirlere dair ilim adamlarının farklı görüşleri durumu değiştirmez.
Bidat ehline hevâ ehli adı verilmeşinin izahı ile ilgili olarak İmam Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şâtıbî (v. 791/1388) şunları söylemektedir: Ehl-i Bidat şerî delilleri onlara ihtiyaç duyulan bir eda ve bu delilleri esas alan bir üslup ve yaklaşım ile ele almadılar. Aksine hevalarım şerî delillerin önüne geçirdiler, kendi görüşlerine itimad edip güvendiler. Hatta şerî delilleri ise bu esaslara göre ele alınıp değerlendirilecek bir mertebede gördüler (el-İtisâm, II, 176).
Hevâ ise insanın sevmek veya nefret etmekten kaynaklanan eğilimleridir.
Sünnet ve hadis ehli dışında bütün fırkalar hadis imamlarından sahih olan bir görüş ile ayrılmış değillerdir. Bununla birlikte bunların İslâm dininden hak olan bazı şeylere de sahip olmaları kaçınılmazdır. İşte bundan dolayı şüphe sözkonusu olmuştur. Yoksa katıksız bir bâtıl hakkında kimsenin şüphesi olmaz. Bundan dolayı bidat ehline şüphe ehli denilmiştir. Ayrıca Onlar hakkında: Onlar, hakkı batıla karıştıranlardır denilmektedir (Minhacüs Sünne, V, 167).
Dinde tefrikaya düşmek bir tek fırkayı fırkalara dönüştürür. Onların bu noktaya düşmelerinin sebebi ise hevâlarına uymalarıdır. Dinden uzaklaşmalarıyla, hevaları da bölük bölük olmuş ve sonunda dağılmışlardır. Bu bakımdan yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Dinlerini fırka fırka edip gruplara ayrılan kimselerle senin hiçbir ilişkin yoktur (el-Enâm, 6/ 1 59). Burada yüce Allah, Rasûlünü böyle kimselerden uzak tutmuştur. Bunlar da bidat ve dalâletlere gömülen Allahın ve Rasûlünün izin vermediği hususlara dair söz söyleyen kimselerdir.
Kişiyi hevâ ehli arasına sokan bidat ise sünneti bilen ilim adamlarınca meşhur olan görüşe göre Haricilerin, Rafızilerin, Kaderiyenin ve Mürcienin bidatleri gibi, kitap ve sünnete aykırı düşen bidattır. Allah Rasulünün sünnetini bilen âlimlerce dinden oldukları zaruri olarak bilinen hususlarda tartışmaya girişen bir kimse başkaları bu konuda şüphe etse yahut nefyetse dahi- aslı konularda muhalefet eden kimselerin bidat sahibi olduğu hüküm üzerinde İslâmın ileri gelen âlimleri arasında ittifak vardır. Meselâ; sünnet âlimlerince mütevatir olarak kabul edilen Rasûlullah (s.a.s)ın şefâatine, havzına, kebâir ehlinin ateşten çıkartılacağına dair hadisler ile yine onlarca mütevâtir kabul edilen sıfat ve kadere dair hadisler Cenâb-ı Allahın celâl ve azametine yakışır şekilde arşı üzerinde olduğuna dair hadisler ve buna benzer, Rasûlullahın sünnetlerini bilen ilim ehlinin ittifak ettikleri esaslar bu türdendir. Hz. Peygamber (s.a.s)den gelen ilmi bilen ilim adamlarının mütevâtir kabul edilen şufaya dair hüküm, davalıya yemin ettirmek, muhsan zâninin recm edilmesi, hırsızlıkta nisabın muteber kabul edilmesi gibi hususlar bu türdendir. İşte bundan dolayı İslâmın önde gelen âlimleri bu gibi aslı meselelerde sünnet âlimlerine muhalefet edenlerin bidatçi olacakları üzerinde ittifak etmişlerdir.
Kişi, bidat sahibi olan bir kimsenin bidatini bizzat görür veya işitirse yahut da o kişinin bu bidate sahip olduğu yaygınlık kazanacak olursa bidat ehlinden olmakla nitelendirilir ve cerh edilir. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Bütün müslümanlar günümüzde de geçmiş asırlardan bu yana da Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı Basri vb. ilim ve din ehli ancak yaygınlık kazanması ile bilinebilecek hususlar ile bidat sahibini cerhetmişlerdir. Aynı şekilde Haccac b. Yusuf ve Gaylan el-Kaderi ile benzeri zulüm ve bidat sahipleri hakkında haberlerin yaygınlık kazanmasından başka bir şekilde bilinemeyecek durumlarda da bidat sahibi olduklarına şehâdet edilir. Bu konudaki delil ise Enes b. Mâlik (r.a.)ın yaptığı şu rivayettir:
Bir seferinde Rasûlullah (s.a.s)ın yanından bir cenaze götürüldü. Yanında bulunanlar ondan hayırla söz etti. Peygamber: Vacib oldu dedi. Daha sonra bir başka cenaze geçirildi. Ondan kötülükle söz edildi. Peygamber: Vacip oldu dedi yine. Bu sefer Ömer b. Hattab: Vacib olan nedir? diye sorunca Hz. Peygamber: Siz daha önce geçen hakkında güzel konuştunuz, iyilikle söz ettiniz o bakımdan cennet onun için vacip oldu. Ötekinden kötülükle söz ettiniz, ona da cehennem vacip oldu. Sizler Allahın yeryüzündeki şâhitlerisiniz. (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60).
Onun şahitliğinin veya velâyetinin reddedilmesi için fâsık olduğunu ortaya koymak böyledir. Şayet maksat onun kötülüğünden sakınmak için uyarmak ise bundan daha da aşağı deliller ile yetinilir.
Bidatin mahzurlarına ve hoşa gitmeyen yanlarına dair söylenmiş sözlerin bir kısmını İmam Şâtibî şöylece dile getirmektedir:
Bidat ile birlikte namaz, oruç, sadaka vb. Allaha yaklaştırıcı hiçbir ibadet kabul edilmez. Bidat sahibi ile birlikte oturup kalkan kimseden Allahın koruması kalkar ve o kişi kendi haline bırakılır. Bidat sahibinin yanına giden ona saygı gösteren, İslâmın yıkılmasına yardımcı olur. İslâmın aslını bozacak davranış ve anlayışta olan bidat sahibi kimse lânetlik kabul edilir. Bidat sahibinin ibadeti kendisini Allahtan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Düşmanlığın ve karşılıklı kinin kaynağı bidat sahibidir. Bidat, Muhammed (s.a.s)in şefâatine engeldir. Her bir bidat bir sünneti ortadan kaldırır, o bidat gereğince amel edenlerin günahı kadar da bidatleri ortaya koyana da yazılı!. Bidat sahibine Allah gazab eder, onu zelil kılar. Rasûlullah (s.a.s)in havzından uzaklaştırılır. Dinden çıkan kâfirler arasında sayılacağından ve dünya hayatından ayrılırken, âkıbetinin kötü olacağından, âhirette yüzünün kararacağından ve cehennem ateşiyle azab göreceğinden korkulur. Allah Rasûlü, bidatçiden beri ve uzaktır. Müslümanlar da ondan uzaklaşmıştır. Dünya hayatındaki fitneden başka ahiret azabının da artacağından korkulur (Şâtibî el-İtisâm, I, 106-107).
Bidat sahibi kimselere uygulanacak ceza herhangi bir şekilde artırılması veya eksiltilmesi sözkonusu olmayacak şekilde tesbit edilmiş değildir. Bu konuda müctehidler nass ile belirtilen bir takım bidatler hakkındaki rivayetlerden hareketle görüşlerine göre bazı hükümler ortaya koymuştur. Meselâ Haricilerin, öldürüleceğine dair haberler ile Ömer b. el-Hattâb (r.a)ın Sâbi el-Irâkî hakkında söylediği rivayet edilen sözler bunlardandır. Müctehidlerin bu konuda bazı görüşleri vardır
Bidat sahibi irşâd edilir, öğretilir ve görüşlerine karşı deliller ortaya konulur. Onunla konuşulmaz, selâm verilmez. Beldesinden sürgün edilir. Hallâcın öldürülmeden önce senelerce hapse atıldığı gibi hapse atılır. Sakınmalarını sağlamak maksadıyla bidatleri ilân edilir, yayılır. Onlarla savaşılır. Tevbe etmeyecek olurlarsa öldürülür. Genel olarak cerhedilir ve şehâdetleri rivayetleri herhangi bir şekilde kabul edilmez bu konuda etraflı görüşler vardır. Hastalandıkları takdirde ziyaretlerine gidilmez. Cenazelerinde bulunulmaz. Ömer b. el-Hattâbın Sabiği vurduğu gibi vurulurlar.
Delil ile kâfir oldukları ortada olanların tekfir edilmesi. Meselâ eğer bidat, İbâhiyye gibi açık bir küfrü gerektiriyorsa tekfir edilirler. Vahdeti vücûd, hulûl ve ittihadı savunanlar da aynı gruba dahildir.
Buna göre bizzat bidatin durumunun farklılığınâ göre verilecek cezalar dâ farklılık arzeder. Bu konuda bidatin dinde fesat çıkartacak kadar büyük olması ile olmamasına dikkat edilir. Bidat sahibinin bunun açıkça ortaya koyup o bidat ile tanınacak durumda olmasıyla olmaması, bidatçinin propagandasını yapmasıyla yapmaması, açıktan açığa onu kabul edip uyması ile uymaması bu konuda insanlara karşı ayaklanmasıyla ayaklanmaması, bidât ile bilmediğinden dolayı amel edip etmemesi durumları nazarı itibara alınır.
Bidat ehlinin kullandıkları deliller ile bidatlerin ortaya çıkış şekillerini şöyle özetlemek mümkündür:
1. Senedi oldukça zayıf ve Rasûlullaha yalandan uydurulan hâdislere güvenmeleri ve bunları delil almaları: Hz. Peygamber (s.a.s)ın cübbesi omuzlarından düşünceye kadar sema edip harekete gelmesini delil göstermeleri buna misaldır.
2. Maksat ve mezheplerin uygun olmayan şekilde vârid olmuş olan hadisleri reddedip bunların akla uygun olmadığını ileri sürmeleri, kabır azabını inkâr edenler gibi.
3. Allah ve Rasûlünden gelen buyrukları anlamak için gerekli olan Arap dili ilmine sahip olmamakla birlikte Arapça olan Kurân ve Sünnet hakkında zan ve tahminlere dayanarak söz söylemeleri ve böylelikle kendi anlayış ve kanaatlerini şerîatın önüne geçerek geçmiş ve ilimde derinlik sahibi olan Râsihûna muhalefet etmeleri.
4. Açık nasları bir kenara bırakarak muhkem nassların ışığında ele alınması gereken müteşabih naslara tâbi olmaları ve muhkem olanları da kalplerindeki eğrilik sebebiyle tevile kalkışmaları. Meselâ taklid edici lâfızları tetkik etmeden mutlak lâfızları delil almak. Tahsis edici lâfızları var mı yok mu düşünmeksizin umûmî lâfızları kabul etmek gibi. Sahih hadislerin Kurân-ı Kerîm ile çelişki teşkil ettiğini veya bu Hadislerde çelişki olduğunu, akla aykırı olduğunu söylemeleri bidatlere düşmelerinin sebepleri arasındadır
5. Delilleri yerli yerince kullanmamak. Meselâ delilin herhangi bir illet sebebiyle bir hüküm hakkında vârid olmasına rağmen onların bu delili o hüküm hakkında değilmiş gibi ele almaları ve bu hükmün illetinden uzaklaştırarak her iki illetin de bir olduğu vehmini vermek suretiyle başka bir hükme tahvil etmeleri.
6. Bidat ehlinden bazı grupların şerî açık hükümleri aklın kabul edemeyeceği şekilde tevil edip asıl maksat ve muradın bu olduğunu ileri sürmeleridir ve Arap dilinden anlaşılan manânın kasdedilmediğini söylemeleridir. Bu tür şeyleri ise ancak geneliyle, özeliyle şerîatı iptal etmek isteyenler yaparlar. Bunlar ise Bâtınî fırkalarından İsmailiye ve Nusayriye ile hulûl görüşlerini kabul edenlerdir.
7. İmam ve şeyhlerin taziminde aşırıya giderek onları hak etmedikleri makam ve mevkilere çıkartmak. Meselâ filân kişinin Allahın en büyük velisi olduğunu ileri sürmeleri, yahut bunların fazilet itibariyle Peygamberle (s.a.s) eşit olduğu, ancak onlara vahiy gelmediğini aradaki tek farkın bu olduğunu ileri sürmeleri, hattâ bazı hurafecilerin şeyhin kimi zaman bizzat tanrı olduğunu söylemeleri bu türdendir. Meselâ Hallâcın mensupları onun hakkında bu tür iddialarda bulunmuşlardır. Bazı Şiî grupların imamları masum kabul etmeleri, sûfilerin şeyhleri hakkındaki görüşleri bu türdendir.
8. Âlim ve şeyhleri körü körüne taklit etmek ve bu konuda yine kör bir taassub ile onlara bağlanmak. Bunların ileri sürdükleri en büyük delil ise şudur: Biz, filan salih adamı gördük de, o da bize şunu yapmayın bunu yapın dedi. Hattâ kimileri: Ben rüyamda peygamberi gördüm, bana şöyle dedi, şunu emretti diye söyleyip buna dayanarak amel etmesi ve bazı şeyleri terketmesi. Bunu yaparken de şeriatla bulunan sınırlardan yüz çevirir. Bu ise apaçık bir sapıklıktır.
9. Bidat sebeplerinin en büyüğü olan sünneti iptal etmek: bidatin başlangıcı zan ve hevâ ile sünneti eleştirmeye kalkışmaktır. Zul-Huveysiranın birtakım ganimetleri dağıttığı esnada Peygamber (s.a.s)in sünnetini tenkid ve tan ederek: Allaha yemin ederim bu paylaştırmada adalet gözetilmedi ve Allahın rızası nerededir de bulunmak istenmedi. (Buhâri, Humûs 19; Müslim, Zekât 140) sözünü söylemesi de bu türdendir. Yine İblîs kendi görüş ve havâsını esas alarak Rabbinin emrine karşı çıkıp tenkid etmiştir. Halbuki aslolan sünneti seniyeye tâbi ve teslim olmaktır. Allahtan gelmiş olan risâlete uymak ve ona teslim olmak işte budur.
10. Sünneti, yani şeriâtı ve maksadlarını bilmemek. Şeriatın gösterdiği yolu bilmeyen kimse onun yerine bidatçilerin yolunu izler.
I I . Ashâb-ı kirâmı ve onlara tâbi olan selef-i sâlihini izlemeyi terketmek. İmam Ahmed b. Hanbel der ki: Bize göre sünnetin esası Hz. Peygamber (s.a.s)ın ashabının izlediği yola sıkı sıkıya yapışmak demektir.
12. Zındıklık ve ilhad. Büyük bidatin pek çoğunun menşei Râfizîlik bidati gibi ilahı sıfatları reddetmek ve bâtıl tasavvufa meyletmek gibi zındıklar olmuştur. Velev ki bu bidatler imân ve İslâma bağlı fakat şerîatı bilmediği için ve hevâsına bir dereceye kadar tâbi olduğu için iman ve İslama tâbi kimselere intikal etmiş olsun.
13. Can ve mallar üzerinde egemen olan yöneticilerin şerîatı Muhammediyeden sapıp uzaklaşmaları. Nitekim Ahmesli bir kadının: Cahiliyyeden sonra yüce Allahın bize göndermiş olduğu bu doğru yol üzerinde biz ne kadar süre kalmaya devam edeceğiz? şeklindeki sorusuna Hz. Ebu Bekir: Sizin yöneticileriniz şeriat üzerinde dosdoğru oldukları sürece diye cevap vermiştir (Buhâri, Menâkibul Ensâr, 26). Ebûbekir es-Sıddık (r.a)ın bu sözleri söylemesinin sebebi şudur: Yöneticiler dosdoğru oldukları sürece insanlar da dosdoğru olurlar. Hz. Ali (r.a)ın halifeliğinin son dönemlerinde bidatler zuhur etmeye başlamıştır ki, bu da Haricilik ve Rafızilik bidatidir. Bu bidatler ise imâmet, hilâfet ve buna bağlı diğer İslâmî hükümlerle ilgilidir.
Şunu söyleyebiliriz: İlim ehlinin doğru kabul edilen görüşlerine göre bidat ehli gruplarını sayı olarak tam olarak tesbit etmek imkânsızdır. Ancak bunların en ünlüleri şöyledir:
1. Hâricîler: Bunlar, İmam Ali (r.a)a karşı çıkan ve ayaklananlardır. Bunların ayaklanmaları Irakta başlamıştır. Bidatleri ise, müslüman olup büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu söylemek ve ashabı kiramı tân etmek şeklinde ortaya çıktılar. Daha sonra pek çok bidatleri ilave ettiler ve yirmiden fazla fırkaya bölündüler. (Ayrıca bk. Hariciler, Hariciye mezhebi).
2. Râfîzîler: Bunların bidatleri ise Hz. Peygamber (s.a.s)ın Hz. Alinin hilafetini nâss ile tayin ettiğini, Hz. Ebu Bekir (r.a)ın ve Hz. Ömerin Allahın Rasulünün emrine muhalefet ettiklerini ileri sürmeleridir. Daha sonraları bunlardan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmanı ve başka ashabı yoluyla rivâyet edilmiş hadisleri de reddederler, Kurân-ı Kerimin manâlarına aykırı görüşler serdederler, yalan söylemeyi helâl kabul ederler.
3. Kaderiye: Bunlar da Allahın kadım ilmini kabul etmezler. Bunlar, Kaderiyyenin gulâtı (aşırı) olanlarıdır. Avâmı ise Allahın kadim ilmini kabul etmekle birlikte, kulların fiilleri Allah tarafından yaratılmış değildir derler. Ashâb döneminin sonlarında İbn Abbas ile Câbir b. Abdullahın hayatta olduğu sırada Basrada ortaya çıkmışlardır.
4. Cehmiyye: Cehm b. Safvâna uyan kimselerdir. Bunlar yüce Allahın sıfatlarını tevillere saparak nefyederler. Şanı yüce Allahın arsının üzerine yükseldiğini kabul etmezler. Onun konuşmasını, her gece dünya semasına nüzulünü vb. diğer sıfatlarını ederler. Bu görüşler kısmen veya tamamen Kuran ve Sünnetin neye delalet ettiğini bilmemekten dolayı, sünnet ehline mensup bazı kimselere de geçmiş bulunmaktadır. Cehmiyye II. asrın başlarında Horasanda ortaya çıkmıştır, imamların pek çoğu onların küfrüne hükmetmiştir.
5. Mutezile: Bunlar da Allahın sıfatını kabul etmezler, büyük günah işleyenleri ebediyyen cehennemde kabul ederler. Hz. Peygamber (s.a.s)ın şefâatini inkâr eder, Allahın mahlûkatı üzerinde yükselmesini kabul etmezler. Bunlar da Hasan-ı Basrînin vefatından sonra Basrada ortaya çıkmışlardır.
6. Mutasavvıflar: Bidat olarak ortaya çıkmış ve ibadet şekline girmiş çeşitli davranışları dinden ve dinin bir emri olarak kabul eden ve şeyhler hakkında aşırılığa giden kimselerdir. Bazıları yüce Allahın şeyhe hûlul ettiğini söyleyecek kadar sapıklığa varırlar. Onların pek çoğu da vahdet-i vücûda, hulul ve ittihada, yani hâlikin mahluk ile birleşmesine inanırlar. Bu. icmâ ile küfürdür. Onlar ayrıca, nassların tevilinde Batınilerin yollarını izler. Kanaatlerine göre bu gibi şeyler ise arifbillahın bilebileceği şeylerdir. Bu taife yalan ve iftira olarak ehli sünnete nisbet edilen taifelerin en kötü olanlarıdır. Hasan-ı Basrinin vefatından sonra Basrada ortaya çıkmışlardır.
7. Mezhebî taassub bidati: Bu, zaman itibariyle yukarıdakilerden daha sonra ortaya çıkmıştır. Böyle bir bidat dört imamın vefatından bir süre sonra görülmeye başlandı. Bu gibi bidatçiler dilleriyle imamların masum olduğunu kabul etmemekle birlikte vakıada böyle bir masumiyeti kabul ederler. Meselâ, bu bidate sahip bir kimse: İmam herhangi bir hadisi bilmeyebilir veya imamların hata edebileceği doğrudur ancak bizim imamımızın hata ettiği sabit olmamıştır derler. Hatta müteahhirlerden birisi şöyle der: Bizim mezhebimize aykırı olan her bir hadis ya tevil yahut mensuhtur. Ancak ilim ehli bilirler ki bu bir bidat ve bir dalalettir.
Müslüman olan her kişinin görevi, Kurân ve sahîh Nebevî sünnete tâbi olmak, Peygamber (s.a.s)in ve ashabının izlediği yolu izlemektir. Asıl Fırka-i Naciye onların izlediği ve onların izinden gidenlerin gittiği yoldur.
Ehl-i bidat ,Ehli bidat nedir?Ehli bidatın anlamı
Bidat ehli, hevâ ehli, dalâlet ehli, şüpheler (şubûhât) ehli, tefrika ehli. İlim ehline göre bunlar aynı şeyin değişik isimleridir. Bunlar Kitap ve Sünnete ve Ümmetin, ashabın yolunu ve metodunu izleyen selefinin anlayışına aykırı görüşler ortaya koyan kimselerdir.
İslâm dininde bidat, Allahın ve Rasûlünün teşri buyurmadığı, farz veya müstehap türünden olmayan, bunlarla ilgili olarak hiçbir şekilde emretmediği şeylerdir. Ancak şerî deliller ile bilinen hususlar ise, Allahın göndermiş olduğu dinin kapsamı içerisindedir. Bu konudaki bir kısım emirlere dair ilim adamlarının farklı görüşleri durumu değiştirmez.
Bidat ehline hevâ ehli adı verilmeşinin izahı ile ilgili olarak İmam Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şâtıbî (v. 791/1388) şunları söylemektedir: Ehl-i Bidat şerî delilleri onlara ihtiyaç duyulan bir eda ve bu delilleri esas alan bir üslup ve yaklaşım ile ele almadılar. Aksine hevalarım şerî delillerin önüne geçirdiler, kendi görüşlerine itimad edip güvendiler. Hatta şerî delilleri ise bu esaslara göre ele alınıp değerlendirilecek bir mertebede gördüler (el-İtisâm, II, 176).
Hevâ ise insanın sevmek veya nefret etmekten kaynaklanan eğilimleridir.
Sünnet ve hadis ehli dışında bütün fırkalar hadis imamlarından sahih olan bir görüş ile ayrılmış değillerdir. Bununla birlikte bunların İslâm dininden hak olan bazı şeylere de sahip olmaları kaçınılmazdır. İşte bundan dolayı şüphe sözkonusu olmuştur. Yoksa katıksız bir bâtıl hakkında kimsenin şüphesi olmaz. Bundan dolayı bidat ehline şüphe ehli denilmiştir. Ayrıca Onlar hakkında: Onlar, hakkı batıla karıştıranlardır denilmektedir (Minhacüs Sünne, V, 167).
Dinde tefrikaya düşmek bir tek fırkayı fırkalara dönüştürür. Onların bu noktaya düşmelerinin sebebi ise hevâlarına uymalarıdır. Dinden uzaklaşmalarıyla, hevaları da bölük bölük olmuş ve sonunda dağılmışlardır. Bu bakımdan yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Dinlerini fırka fırka edip gruplara ayrılan kimselerle senin hiçbir ilişkin yoktur (el-Enâm, 6/ 1 59). Burada yüce Allah, Rasûlünü böyle kimselerden uzak tutmuştur. Bunlar da bidat ve dalâletlere gömülen Allahın ve Rasûlünün izin vermediği hususlara dair söz söyleyen kimselerdir.
Kişiyi hevâ ehli arasına sokan bidat ise sünneti bilen ilim adamlarınca meşhur olan görüşe göre Haricilerin, Rafızilerin, Kaderiyenin ve Mürcienin bidatleri gibi, kitap ve sünnete aykırı düşen bidattır. Allah Rasulünün sünnetini bilen âlimlerce dinden oldukları zaruri olarak bilinen hususlarda tartışmaya girişen bir kimse başkaları bu konuda şüphe etse yahut nefyetse dahi- aslı konularda muhalefet eden kimselerin bidat sahibi olduğu hüküm üzerinde İslâmın ileri gelen âlimleri arasında ittifak vardır. Meselâ; sünnet âlimlerince mütevatir olarak kabul edilen Rasûlullah (s.a.s)ın şefâatine, havzına, kebâir ehlinin ateşten çıkartılacağına dair hadisler ile yine onlarca mütevâtir kabul edilen sıfat ve kadere dair hadisler Cenâb-ı Allahın celâl ve azametine yakışır şekilde arşı üzerinde olduğuna dair hadisler ve buna benzer, Rasûlullahın sünnetlerini bilen ilim ehlinin ittifak ettikleri esaslar bu türdendir. Hz. Peygamber (s.a.s)den gelen ilmi bilen ilim adamlarının mütevâtir kabul edilen şufaya dair hüküm, davalıya yemin ettirmek, muhsan zâninin recm edilmesi, hırsızlıkta nisabın muteber kabul edilmesi gibi hususlar bu türdendir. İşte bundan dolayı İslâmın önde gelen âlimleri bu gibi aslı meselelerde sünnet âlimlerine muhalefet edenlerin bidatçi olacakları üzerinde ittifak etmişlerdir.
Kişi, bidat sahibi olan bir kimsenin bidatini bizzat görür veya işitirse yahut da o kişinin bu bidate sahip olduğu yaygınlık kazanacak olursa bidat ehlinden olmakla nitelendirilir ve cerh edilir. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Bütün müslümanlar günümüzde de geçmiş asırlardan bu yana da Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı Basri vb. ilim ve din ehli ancak yaygınlık kazanması ile bilinebilecek hususlar ile bidat sahibini cerhetmişlerdir. Aynı şekilde Haccac b. Yusuf ve Gaylan el-Kaderi ile benzeri zulüm ve bidat sahipleri hakkında haberlerin yaygınlık kazanmasından başka bir şekilde bilinemeyecek durumlarda da bidat sahibi olduklarına şehâdet edilir. Bu konudaki delil ise Enes b. Mâlik (r.a.)ın yaptığı şu rivayettir:
Bir seferinde Rasûlullah (s.a.s)ın yanından bir cenaze götürüldü. Yanında bulunanlar ondan hayırla söz etti. Peygamber: Vacib oldu dedi. Daha sonra bir başka cenaze geçirildi. Ondan kötülükle söz edildi. Peygamber: Vacip oldu dedi yine. Bu sefer Ömer b. Hattab: Vacib olan nedir? diye sorunca Hz. Peygamber: Siz daha önce geçen hakkında güzel konuştunuz, iyilikle söz ettiniz o bakımdan cennet onun için vacip oldu. Ötekinden kötülükle söz ettiniz, ona da cehennem vacip oldu. Sizler Allahın yeryüzündeki şâhitlerisiniz. (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60).
Onun şahitliğinin veya velâyetinin reddedilmesi için fâsık olduğunu ortaya koymak böyledir. Şayet maksat onun kötülüğünden sakınmak için uyarmak ise bundan daha da aşağı deliller ile yetinilir.
Bidatin mahzurlarına ve hoşa gitmeyen yanlarına dair söylenmiş sözlerin bir kısmını İmam Şâtibî şöylece dile getirmektedir:
Bidat ile birlikte namaz, oruç, sadaka vb. Allaha yaklaştırıcı hiçbir ibadet kabul edilmez. Bidat sahibi ile birlikte oturup kalkan kimseden Allahın koruması kalkar ve o kişi kendi haline bırakılır. Bidat sahibinin yanına giden ona saygı gösteren, İslâmın yıkılmasına yardımcı olur. İslâmın aslını bozacak davranış ve anlayışta olan bidat sahibi kimse lânetlik kabul edilir. Bidat sahibinin ibadeti kendisini Allahtan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Düşmanlığın ve karşılıklı kinin kaynağı bidat sahibidir. Bidat, Muhammed (s.a.s)in şefâatine engeldir. Her bir bidat bir sünneti ortadan kaldırır, o bidat gereğince amel edenlerin günahı kadar da bidatleri ortaya koyana da yazılı!. Bidat sahibine Allah gazab eder, onu zelil kılar. Rasûlullah (s.a.s)in havzından uzaklaştırılır. Dinden çıkan kâfirler arasında sayılacağından ve dünya hayatından ayrılırken, âkıbetinin kötü olacağından, âhirette yüzünün kararacağından ve cehennem ateşiyle azab göreceğinden korkulur. Allah Rasûlü, bidatçiden beri ve uzaktır. Müslümanlar da ondan uzaklaşmıştır. Dünya hayatındaki fitneden başka ahiret azabının da artacağından korkulur (Şâtibî el-İtisâm, I, 106-107).
Bidat sahibi kimselere uygulanacak ceza herhangi bir şekilde artırılması veya eksiltilmesi sözkonusu olmayacak şekilde tesbit edilmiş değildir. Bu konuda müctehidler nass ile belirtilen bir takım bidatler hakkındaki rivayetlerden hareketle görüşlerine göre bazı hükümler ortaya koymuştur. Meselâ Haricilerin, öldürüleceğine dair haberler ile Ömer b. el-Hattâb (r.a)ın Sâbi el-Irâkî hakkında söylediği rivayet edilen sözler bunlardandır. Müctehidlerin bu konuda bazı görüşleri vardır
Bidat sahibi irşâd edilir, öğretilir ve görüşlerine karşı deliller ortaya konulur. Onunla konuşulmaz, selâm verilmez. Beldesinden sürgün edilir. Hallâcın öldürülmeden önce senelerce hapse atıldığı gibi hapse atılır. Sakınmalarını sağlamak maksadıyla bidatleri ilân edilir, yayılır. Onlarla savaşılır. Tevbe etmeyecek olurlarsa öldürülür. Genel olarak cerhedilir ve şehâdetleri rivayetleri herhangi bir şekilde kabul edilmez bu konuda etraflı görüşler vardır. Hastalandıkları takdirde ziyaretlerine gidilmez. Cenazelerinde bulunulmaz. Ömer b. el-Hattâbın Sabiği vurduğu gibi vurulurlar.
Delil ile kâfir oldukları ortada olanların tekfir edilmesi. Meselâ eğer bidat, İbâhiyye gibi açık bir küfrü gerektiriyorsa tekfir edilirler. Vahdeti vücûd, hulûl ve ittihadı savunanlar da aynı gruba dahildir.
Buna göre bizzat bidatin durumunun farklılığınâ göre verilecek cezalar dâ farklılık arzeder. Bu konuda bidatin dinde fesat çıkartacak kadar büyük olması ile olmamasına dikkat edilir. Bidat sahibinin bunun açıkça ortaya koyup o bidat ile tanınacak durumda olmasıyla olmaması, bidatçinin propagandasını yapmasıyla yapmaması, açıktan açığa onu kabul edip uyması ile uymaması bu konuda insanlara karşı ayaklanmasıyla ayaklanmaması, bidât ile bilmediğinden dolayı amel edip etmemesi durumları nazarı itibara alınır.
Bidat ehlinin kullandıkları deliller ile bidatlerin ortaya çıkış şekillerini şöyle özetlemek mümkündür:
1. Senedi oldukça zayıf ve Rasûlullaha yalandan uydurulan hâdislere güvenmeleri ve bunları delil almaları: Hz. Peygamber (s.a.s)ın cübbesi omuzlarından düşünceye kadar sema edip harekete gelmesini delil göstermeleri buna misaldır.
2. Maksat ve mezheplerin uygun olmayan şekilde vârid olmuş olan hadisleri reddedip bunların akla uygun olmadığını ileri sürmeleri, kabır azabını inkâr edenler gibi.
3. Allah ve Rasûlünden gelen buyrukları anlamak için gerekli olan Arap dili ilmine sahip olmamakla birlikte Arapça olan Kurân ve Sünnet hakkında zan ve tahminlere dayanarak söz söylemeleri ve böylelikle kendi anlayış ve kanaatlerini şerîatın önüne geçerek geçmiş ve ilimde derinlik sahibi olan Râsihûna muhalefet etmeleri.
4. Açık nasları bir kenara bırakarak muhkem nassların ışığında ele alınması gereken müteşabih naslara tâbi olmaları ve muhkem olanları da kalplerindeki eğrilik sebebiyle tevile kalkışmaları. Meselâ taklid edici lâfızları tetkik etmeden mutlak lâfızları delil almak. Tahsis edici lâfızları var mı yok mu düşünmeksizin umûmî lâfızları kabul etmek gibi. Sahih hadislerin Kurân-ı Kerîm ile çelişki teşkil ettiğini veya bu Hadislerde çelişki olduğunu, akla aykırı olduğunu söylemeleri bidatlere düşmelerinin sebepleri arasındadır
5. Delilleri yerli yerince kullanmamak. Meselâ delilin herhangi bir illet sebebiyle bir hüküm hakkında vârid olmasına rağmen onların bu delili o hüküm hakkında değilmiş gibi ele almaları ve bu hükmün illetinden uzaklaştırarak her iki illetin de bir olduğu vehmini vermek suretiyle başka bir hükme tahvil etmeleri.
6. Bidat ehlinden bazı grupların şerî açık hükümleri aklın kabul edemeyeceği şekilde tevil edip asıl maksat ve muradın bu olduğunu ileri sürmeleridir ve Arap dilinden anlaşılan manânın kasdedilmediğini söylemeleridir. Bu tür şeyleri ise ancak geneliyle, özeliyle şerîatı iptal etmek isteyenler yaparlar. Bunlar ise Bâtınî fırkalarından İsmailiye ve Nusayriye ile hulûl görüşlerini kabul edenlerdir.
7. İmam ve şeyhlerin taziminde aşırıya giderek onları hak etmedikleri makam ve mevkilere çıkartmak. Meselâ filân kişinin Allahın en büyük velisi olduğunu ileri sürmeleri, yahut bunların fazilet itibariyle Peygamberle (s.a.s) eşit olduğu, ancak onlara vahiy gelmediğini aradaki tek farkın bu olduğunu ileri sürmeleri, hattâ bazı hurafecilerin şeyhin kimi zaman bizzat tanrı olduğunu söylemeleri bu türdendir. Meselâ Hallâcın mensupları onun hakkında bu tür iddialarda bulunmuşlardır. Bazı Şiî grupların imamları masum kabul etmeleri, sûfilerin şeyhleri hakkındaki görüşleri bu türdendir.
8. Âlim ve şeyhleri körü körüne taklit etmek ve bu konuda yine kör bir taassub ile onlara bağlanmak. Bunların ileri sürdükleri en büyük delil ise şudur: Biz, filan salih adamı gördük de, o da bize şunu yapmayın bunu yapın dedi. Hattâ kimileri: Ben rüyamda peygamberi gördüm, bana şöyle dedi, şunu emretti diye söyleyip buna dayanarak amel etmesi ve bazı şeyleri terketmesi. Bunu yaparken de şeriatla bulunan sınırlardan yüz çevirir. Bu ise apaçık bir sapıklıktır.
9. Bidat sebeplerinin en büyüğü olan sünneti iptal etmek: bidatin başlangıcı zan ve hevâ ile sünneti eleştirmeye kalkışmaktır. Zul-Huveysiranın birtakım ganimetleri dağıttığı esnada Peygamber (s.a.s)in sünnetini tenkid ve tan ederek: Allaha yemin ederim bu paylaştırmada adalet gözetilmedi ve Allahın rızası nerededir de bulunmak istenmedi. (Buhâri, Humûs 19; Müslim, Zekât 140) sözünü söylemesi de bu türdendir. Yine İblîs kendi görüş ve havâsını esas alarak Rabbinin emrine karşı çıkıp tenkid etmiştir. Halbuki aslolan sünneti seniyeye tâbi ve teslim olmaktır. Allahtan gelmiş olan risâlete uymak ve ona teslim olmak işte budur.
10. Sünneti, yani şeriâtı ve maksadlarını bilmemek. Şeriatın gösterdiği yolu bilmeyen kimse onun yerine bidatçilerin yolunu izler.
I I . Ashâb-ı kirâmı ve onlara tâbi olan selef-i sâlihini izlemeyi terketmek. İmam Ahmed b. Hanbel der ki: Bize göre sünnetin esası Hz. Peygamber (s.a.s)ın ashabının izlediği yola sıkı sıkıya yapışmak demektir.
12. Zındıklık ve ilhad. Büyük bidatin pek çoğunun menşei Râfizîlik bidati gibi ilahı sıfatları reddetmek ve bâtıl tasavvufa meyletmek gibi zındıklar olmuştur. Velev ki bu bidatler imân ve İslâma bağlı fakat şerîatı bilmediği için ve hevâsına bir dereceye kadar tâbi olduğu için iman ve İslama tâbi kimselere intikal etmiş olsun.
13. Can ve mallar üzerinde egemen olan yöneticilerin şerîatı Muhammediyeden sapıp uzaklaşmaları. Nitekim Ahmesli bir kadının: Cahiliyyeden sonra yüce Allahın bize göndermiş olduğu bu doğru yol üzerinde biz ne kadar süre kalmaya devam edeceğiz? şeklindeki sorusuna Hz. Ebu Bekir: Sizin yöneticileriniz şeriat üzerinde dosdoğru oldukları sürece diye cevap vermiştir (Buhâri, Menâkibul Ensâr, 26). Ebûbekir es-Sıddık (r.a)ın bu sözleri söylemesinin sebebi şudur: Yöneticiler dosdoğru oldukları sürece insanlar da dosdoğru olurlar. Hz. Ali (r.a)ın halifeliğinin son dönemlerinde bidatler zuhur etmeye başlamıştır ki, bu da Haricilik ve Rafızilik bidatidir. Bu bidatler ise imâmet, hilâfet ve buna bağlı diğer İslâmî hükümlerle ilgilidir.
Şunu söyleyebiliriz: İlim ehlinin doğru kabul edilen görüşlerine göre bidat ehli gruplarını sayı olarak tam olarak tesbit etmek imkânsızdır. Ancak bunların en ünlüleri şöyledir:
1. Hâricîler: Bunlar, İmam Ali (r.a)a karşı çıkan ve ayaklananlardır. Bunların ayaklanmaları Irakta başlamıştır. Bidatleri ise, müslüman olup büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu söylemek ve ashabı kiramı tân etmek şeklinde ortaya çıktılar. Daha sonra pek çok bidatleri ilave ettiler ve yirmiden fazla fırkaya bölündüler. (Ayrıca bk. Hariciler, Hariciye mezhebi).
2. Râfîzîler: Bunların bidatleri ise Hz. Peygamber (s.a.s)ın Hz. Alinin hilafetini nâss ile tayin ettiğini, Hz. Ebu Bekir (r.a)ın ve Hz. Ömerin Allahın Rasulünün emrine muhalefet ettiklerini ileri sürmeleridir. Daha sonraları bunlardan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmanı ve başka ashabı yoluyla rivâyet edilmiş hadisleri de reddederler, Kurân-ı Kerimin manâlarına aykırı görüşler serdederler, yalan söylemeyi helâl kabul ederler.
3. Kaderiye: Bunlar da Allahın kadım ilmini kabul etmezler. Bunlar, Kaderiyyenin gulâtı (aşırı) olanlarıdır. Avâmı ise Allahın kadim ilmini kabul etmekle birlikte, kulların fiilleri Allah tarafından yaratılmış değildir derler. Ashâb döneminin sonlarında İbn Abbas ile Câbir b. Abdullahın hayatta olduğu sırada Basrada ortaya çıkmışlardır.
4. Cehmiyye: Cehm b. Safvâna uyan kimselerdir. Bunlar yüce Allahın sıfatlarını tevillere saparak nefyederler. Şanı yüce Allahın arsının üzerine yükseldiğini kabul etmezler. Onun konuşmasını, her gece dünya semasına nüzulünü vb. diğer sıfatlarını ederler. Bu görüşler kısmen veya tamamen Kuran ve Sünnetin neye delalet ettiğini bilmemekten dolayı, sünnet ehline mensup bazı kimselere de geçmiş bulunmaktadır. Cehmiyye II. asrın başlarında Horasanda ortaya çıkmıştır, imamların pek çoğu onların küfrüne hükmetmiştir.
5. Mutezile: Bunlar da Allahın sıfatını kabul etmezler, büyük günah işleyenleri ebediyyen cehennemde kabul ederler. Hz. Peygamber (s.a.s)ın şefâatini inkâr eder, Allahın mahlûkatı üzerinde yükselmesini kabul etmezler. Bunlar da Hasan-ı Basrînin vefatından sonra Basrada ortaya çıkmışlardır.
6. Mutasavvıflar: Bidat olarak ortaya çıkmış ve ibadet şekline girmiş çeşitli davranışları dinden ve dinin bir emri olarak kabul eden ve şeyhler hakkında aşırılığa giden kimselerdir. Bazıları yüce Allahın şeyhe hûlul ettiğini söyleyecek kadar sapıklığa varırlar. Onların pek çoğu da vahdet-i vücûda, hulul ve ittihada, yani hâlikin mahluk ile birleşmesine inanırlar. Bu. icmâ ile küfürdür. Onlar ayrıca, nassların tevilinde Batınilerin yollarını izler. Kanaatlerine göre bu gibi şeyler ise arifbillahın bilebileceği şeylerdir. Bu taife yalan ve iftira olarak ehli sünnete nisbet edilen taifelerin en kötü olanlarıdır. Hasan-ı Basrinin vefatından sonra Basrada ortaya çıkmışlardır.
7. Mezhebî taassub bidati: Bu, zaman itibariyle yukarıdakilerden daha sonra ortaya çıkmıştır. Böyle bir bidat dört imamın vefatından bir süre sonra görülmeye başlandı. Bu gibi bidatçiler dilleriyle imamların masum olduğunu kabul etmemekle birlikte vakıada böyle bir masumiyeti kabul ederler. Meselâ, bu bidate sahip bir kimse: İmam herhangi bir hadisi bilmeyebilir veya imamların hata edebileceği doğrudur ancak bizim imamımızın hata ettiği sabit olmamıştır derler. Hatta müteahhirlerden birisi şöyle der: Bizim mezhebimize aykırı olan her bir hadis ya tevil yahut mensuhtur. Ancak ilim ehli bilirler ki bu bir bidat ve bir dalalettir.
Müslüman olan her kişinin görevi, Kurân ve sahîh Nebevî sünnete tâbi olmak, Peygamber (s.a.s)in ve ashabının izlediği yolu izlemektir. Asıl Fırka-i Naciye onların izlediği ve onların izinden gidenlerin gittiği yoldur.