Ebû Zer-i Gıfârî
yağmacılık yapmalarıyla tanınmışlardı.
Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin tesîriyle bir müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş
kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştu.
Putlardan nefret ediyordu
Fakat o
putlardan nefret ediyordu.
Nihâyet bir gün herşeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak
yol kesme işinden vazgeçti. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için kendisine yol gösterecek bir rehber aramaya başladı. Üç sene böylece devam etti.
Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta iken
müşrikler ise engellemek için çâreler arıyordu.
Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin yurduna da ulaşmıştı. Mekkeden gelen biri
Ebû Zer-i Gıfârînin Lâ ilâhe illallah dediğini işitince dedi ki:
- Mekkede bir zât var
senin söylediğin gibi Lâ ilâhe illallah diyor ve Peygamber olduğunu bildiriyor.
Ebû Zer heyacanla sordu:
- Hangi kabîledendir?
- Kureyştedir.
Ne haber getirdin?
Ebû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi Üneyse dedi ki:
- Hayvanına bin
haberini bana getir.
Üneys
sohbeti ve ihsânları ile şerefledi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memleketine döndü. Kardeşi Ebû Zer kardeşine sordu:
- Ne haber getirdin?
- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki
kötülüklerden sakındırıyor.
- Peki insanlar
onun hakkında ne diyorlar?
Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi Üneys şöyle cevap verdi:
- Şair
kötülükten de sakındırıyor.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri kardeşinin bu sözü üzerine:
- Sen bana
dedi.
Kardeşi Üneys dedi ki:
- İyi olur
ona karşı son derece kin besliyorlar ve onunla görüşenleri takip ediyorlar.
Ebû Zer
hemen Mekkeye gitmeye ve Peygamberimizi görüp Müslüman olmaya karar verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak büyük bir şevkle Mekke yoluna düştü.
Kimseye sormadı
Mekkeye varınca hâlini kimseye anlatmadı. Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düşmanlık yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da
kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı.
Ebû Zer-i Gıfârî de Mekkede kimseyi tanımıyordu. Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimseye bir şey sormadan Kâbenin yanına varıp oturmuştu. Peygamberimizi görmek için fırsat kolluyor
nerede olduğunu öğrenmek için bir işâret arıyordu. Burada Zemzemden başka bir şey yiyip içmiyordu.
Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali
Hz. Ebû Zer de ona sırrını açmadı.
Sabah olunca
Ebû Zeri görünce:
- Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış
diyerek tekrar evine götürdü.
Sabahleyin yine Beytullaha gitti
sonra oturduğu köşeye çekildi. Hz. Ali tekrar davet edip evine götürdü ve ona sordu:
- Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin?
- Eğer bana doğru bilgi vereceğine katî söz verirsen
söylerim.
- Söyle
hâlini kimseye açmam.
Akıllılık ettin
- İşittim ki
ondan işittiklerini ezberleyip bana nakletmesi için kardeşimi göndermiştim. Kardeşim gönlüme şifâ verecek bir haber getirmedi. Onun için bizzat kendim onunla görüşmek ve ona kavuşmak için buraya geldim.
- Sen doğruyu buldun
arkamdan gel ve benim girdiğim eve sen de peşimden gir!
Ebû Zer-i Gıfârî
onunla birlikte Peygamberimizin mübârek yüzünü görmekle şereflendi. Ve hemen:
- Esselâmü aleyküm
diyerek selâm verdi. Bu selâm İslâmda bu şekilde verilen ilk selâm ve Ebû Zer-i Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu.
Peygamber efendimiz selâmını aldıktan sonra
aralarında şu konuşma geçti:
- Sen kimsin?
- Gıfâr kabîlesindenim.
- Ne zamandan beri buradasın?
- Üç gün üç geceden beri buradayım.
- Seni kim doyurdu?
- Zemzemden başka bir yiyecek
içecek bulamadım. Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duymadım.
- Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur.
- Yâ Muhammed! İnsanları neye davet ediyorsun?
- Bir olan ve ortağı bulunmayan Allaha îmân etmeye ve putları terketmeye
benim de Allahın Resûlü olduğuma şehâdet etmeye davet ediyorum.
Bana İslâmı bildir
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri:
- Bana İslâmı bildir
dedi.
Peygamber efendimiz ona Kelime-i şehâdeti okudu. O da söyleyip
Müslüman oldu. Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iştiyâkla dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâya yemîn ederim ki Müslüman olduğumu Kâbede müşrikler arasında haykırmadıkça memleketime dönmiyeceğim.
Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâbe yanına gidip
yüksek sesle:
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh
diye haykırdı.
Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum ettiler. Taş
kanlar içinde kaldı.
Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:
- Bırakın bu adamı
öldüreceksiniz! O sizin ticâret kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir kabîledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz?
Böylece Ebû Zer hazretlerini müşriklerin elinden kurtardı.
Kavminin yanına dön!
Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği şevkle
ellerinden kurtardı.
Bundan sonra Peygamber efendimiz Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerine buyurdu ki:
- Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana ulaşınca
onu kavmine haber ver! Ortaya çıktığımızın haberi sana geldiği zaman yanımıza dön!
Bu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi arasına dönüp
onlara İslâmiyeti anlatmaya başladı. Hicrete kadar bu hizmete devam etti.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri kavmini İslâmiyete davet ediyordu. Birgün kabîlesine
bağıranları susturdu ve dedi ki:
- Durun
dinleyelim bakalım ne anlatacak!
İşte sizin taptığınız şey
Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri şöyle devam etti:
- Ben Müslüman olmadan önce
buna çok şaşılır.
Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden biri cevap verdi:
- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın?
Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri
yüksek sesle kalabalığa şöyle hitap etti:
- O
çirkinliğini ve bunlardan sakınmayı emrediyor.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri İslâmiyeti uzun uzun açıkladı. Kabîlesinin
kendi kardeşi Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi görerek Müslümanlığı kabûl ettiler.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri bu hizmetleri yaptığı sırada
daha sonra Medîne-i münevvereye hicret yapıldı.
Her şeyi sorardı
Ebû Zer hazretleri de Medîneye hicret etti. Peygamber efendimiz hicretten sonra Eshâb-ı kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû Zer hazretlerini de Münzir bin Amr hazretleri ile kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için tekrar kabîlesi arasına gönderildi.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri Hendek savaşından sonra Medîneye geldi ve yerleşti. Bundan sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.
Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi. Herşeyi Peygamberimize sorardı. Îmân
namaza dâir ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullaha bizzat sorarak öğrenmiştir.
Resûl-i Ekrem efendimiz Ebû Zeri çok sever
sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuşurdu.
Ayrıca Ebû Zer hazretleri
ne kadar acı olursa olsun dâimâ doğru sözlü olacağına söz vermişti. Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu husûsta Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Dünyaya Ebû Zerden daha sâdık kimse gelmedi.
Tebûk seferi
Resûlullaha anlatılamayacak derecede muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle demiştir:
- Yâ Resûlallah
insanın kalbi ancak bu kadar muhabbetle dolu olur.
Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca
devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişmek için yaya yürümeye başladı. Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle vakti Ebû Zer orduya yetişti. Resûlullahın yanında bulunan Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.
Resûlullah efendimiz:
- Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim
buyurdular.
Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullaha dediler ki:
- Yâ Resûlallah
gelen Ebû Zerdir.
- Allah Ebû Zere rahmet eylesin! O
yalnız başına vefât eder ve yalnız başına haşrolunur.
Daha sonra Ebû Zere:
- Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın
buyurdular.
Her adımına karşılık
Ebû Zer
devesinin durumunu anlattı ve bu sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz:
- Bana gelip kavuşuncaya kadar
diye duâ buyurdular.
Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi. Son derece kanâatkâr
Mesîh-ül-İslâm lâkabını vermişti.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
Mekkenin fethine de kendi kabîlesinin sancağını taşıyarak katılmıştır.
Peygamberimize tam bağlanıp
onun vefâtından sonra Şama gitti. Oraya yerleşti.
Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
Kâ'be'nin yanında durarak şöyle dedi:
- Ey ahâli
azıksız nasıl çıkar?
Âhıret azığı
Orada toplanan ahâli sordu:
- Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer?
- Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık elde etmeye
fayda vermez.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
hep fakîrlere dağıtırdı.
Bir defasında Şam vâlisi
uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve fakîrlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı.
Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:
- Aman efendim
yoksa vâli benden hesap sorar.
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri buyurdu ki:
- Oğlum
o zaman iâde ederiz.
Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli
sözünün eri olduğunu anladı.
Ancak
durumu halîfe Hz. Osman'a mektup ile bildirdi.
Medîne'den ayrıl!
Bunun üzerine halîfe
diye sordu. Bunun üzerine Hz. Osman buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Zer
iktisat tarafına teşvik eylemektir.
Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:
- Resûlullah bana "Binalar Sel dağına ulaştığı zaman
ben Medîne'den gideyim.
Hz. Osman müsâade buyurdu. Birkaç koyun ve keçi
Medîne-i münevvere yakınlarındaki Rebeze adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de Şam'dan buraya gönderildi.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
dâimâ Allaha şükrediyordu.
Elbisen eskidi
Birgün
muhterem hanımı hatırlattı:
- Elbisen çok eskidi
bir yenisini bulamaz mıyız?
- Bize artık elbise değil
iyi haberlerim var.
- Hayırdır İnşâallah efendi...
- İnşâallah yakında
rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.
Hanımı ağlamaya başladı.
- Niçin ağlıyorsun hanım?
Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:
- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak vâki olsa
seni nasıl defnedebilirim?
- Şimdi bunları bırak da
var mı?
Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzaklara
ne giden! Üzüntüyle içeri döndü. Başını salladı:
- Bilirsin ki
kimin yolu düşebilir?
- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâati gelince
yemeden onları salıverme!
Hanımı
yaklaştı.
Gelenler var!
Nihâyet atlılar ve develiler
açıkça belli oldular. O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri koştu:
- Müjde efendi! Söylediğin gibi
gelenler var!
Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:
- Elhamdülillah! Çok şükür
Kıbleye doğru çevirelim.
Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Hanımı
kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.
Bunlar Abdullah bin Mesûd
gelenlere evi gösterip sordu:
- Ebû Zer içerde
sevâba nâil olmak istemez misiniz?
Bu ismi duyan kâfile mensupları
Ebû Zer hazretlerinin hizmetine koştular.
Abdullah bin Mesûdun verdiği kefenle kefenlendi ve cenâze namazını da
Abdullah bin Mesûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep birlikte Medîneye döndüler. Çoluk çocuğunu Hz. Osman himâyesine aldı.
Hz. Ömer
temiz giyimli mert birine benziyordu. Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı:
-Bu genç
babamızı öldürdü. Bunun muhâkeme edilmesini istiyoruz.
Üç gün mühlet ver
Hz. Ömer
her iki tarafın da ifâdelerini aldı. Hâdisenin nasıl cereyân ettiği iyice öğrenildikten sonra kâtil genç suçlu görülerek idâma mahkûm edildi.
Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra
dedi ki:
-Siz
bu paralar orada kalır. Çünkü benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir teslim olurum.
Hz. Ömer:
-Yerine bir kefil bırakman lâzım
buyurdu.
-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?
-Kefilini göster!
Genç
orada bulunanların yüzüne dikkatlice baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî hazretlerini göstererek:
-İşte bu zât kefil olur
dedi.
Hz. Ömer:
-Ey Ebû Zer
kefil olur musun?
-Evet
üç güne kadar döneceğine ben kefil olurum.
Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Da'vâcı gençler gelmiş fakat
suçlu genç gelmemişti. Da'vâcılar dedi ki:
-Ey Ebû Zer
onun cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız.
Ebû Zer hazretleri gayet sakin bir şekilde:
-Daha vakit var
ben hazırım.
Sözünde durdu
Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer hazretleri de ortaya çıkıp
o gençten başkası değildi.
Genç geciktiği için özür dileyerek:
-Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak olduğu için ancak bu zamanda gelebildim.
Orada bulunanlar
gencin sözünde durmasına hayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söylediklerinde:
-Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur. Arkamdan
"Artık dünyada sözünde duran kalmadı" dedirtmem.
Ebû Zer hazretlerine
genci tanımadığı hâlde neden kefil olduğunu sorduklarında:
-Genç bana güvenerek
dedirtmem.
Bu durumu gören da'vâcılar:
-Biz de bu dünyada kerem sahibi
dediler.
Peygamber efendimiz Ebû Zer hazretleri hakkında buyurdu ki:
-Benim ümmetimde Ebû Zer
Meryem oğlu İsâ'nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır.
-İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bakmak kendisini mesrur eden kimse
Ebû Zerr'e nazar eylesin.
Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimizden bizzat işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden Enes bin Mâlik
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edilen bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meşhur altı hadîs kitabında yer almıştır.
Ebû Zerr'in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöyledir:
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurdu ki:
Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime haram kıldım. Ya'ni zulümden münezzehim. Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zulüm etmeyin.
Ey kullarım! Hepiniz
sizi hidayete kavuşturayım.
Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum. Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size bunun sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.
Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız
hepinizi ben giydirdim. Benden giyecek talep ediniz ki sizi giydireyim.
Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de fakir-i mutlaksınız.
Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz
benim mülkümde zerrece artış olmaz. Zühd ve takvânızın fâidesi yine sizedir.
Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz insan ve cinleriniz
ziyânı size ulaşır.
Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakileriniz
her istediğinizi veririm. Böylece benim mülkümden bir şey eksilmiş olmaz. İğne denize daldırıldığı zaman iğne denizden birşey eksiltir mi? Ucunda kıymetsiz bir yaşlık kalır.
Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi
irâde-i cüz'iyyeleri ile kendi nefslerine uyarak günâh işliyorlar.
Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır
Bir gün mescid girdim. Resûlullah efendimiz yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum
buyurdu ki:
Yâ Ebû Zer
mescide girince iki rekât namaz (tahıyyet-ül mescid) kılmak gerekir. Kalk kıl.
Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı kıldım sonra yine Resûlullahın yanına varıp oturdum. Dedim ki
-Yâ Resulallah
bana namaz kılmayı emir buyurdunuz. Bu namaz nedir?
-Azı ve çoğu Allahü teâlânın koyduğu bir ibâdettir.
-Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir:
-Allahü teâlâya imân etmek ve onun yolunda cihad yapmak.
-Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil mü'min hangisidir?
-Ahlâkı en güzel olanıdır
-Yâ Resûlallah mü'minlerin en emini kimdir?
-İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen kimsedir.
-Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir?
-Günâhlardan uzaklaşmaktır.
-Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir?
-En uzûn kılınan namazdır
-Yâ Resûlallah
oruç nedir?
-Ecrini
-Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir?
-Mal ve canı ile yapılan cihaddır
-Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha efdaldir?
-Madden ve manen kıymetli olanı.
-Sadakanın en efdali hangisidir?
-Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.
-Yâ Resûlallah
Allahü teâlânın indirdiği âyetler içinde en fazîletlisi hangisidir?
-Âyet-el kürsîdir..
Ebû Zer hazretleri devam ederek
-Yâ Resûlallah bana nasihât et!
-Sana Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. İşin başı budur.
-Yâ Resûlallah biraz daha!..
-Sana Kur'ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nur
gökte meleklerin övgüsüdür.
-Biraz daha...
-Çok gülmeyi terket
yüzün nurunu giderir.
-Biraz daha nasihât buyur
Yâ Resûlallah!
-Susmayı tercih et sadece hayır söyle
bu şeytanı senden uzaklaştırır dîne uymakta sana yardımcı olur.
-Biraz daha
Yâ Resûlallah!
-Cihad et
çünki cihad ümmetimin zühdüdür.
-Biraz daha...
-Miskinleri
fakirleri sev onlarla bulun.
-Biraz daha
Yâ Resûlallah!
-Kendinden aşağı olanlara bak
çünkü içinde bulunduğun hal senin için nimettir.
-Biraz daha
Yâ Resûlallah dedim!
-Akrabanı ziyaret et
onlar seni ziyaret etmeseler de.
-Biraz daha
Yâ Resûlallah dedim.
-Allahü teâlâya itâat et
kınayanların kınamasına aldırma.
-Biraz daha nasihât et
Yâ Resûlallah!
-Acı da olsa Hakkı söyle!
-Biraz daha istedim.
-Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk gibi de soyluluk yoktur.
Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin tesîriyle bir müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş
Putlardan nefret ediyordu
Fakat o
Nihâyet bir gün herşeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak
Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta iken
Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin yurduna da ulaşmıştı. Mekkeden gelen biri
- Mekkede bir zât var
Ebû Zer heyacanla sordu:
- Hangi kabîledendir?
- Kureyştedir.
Ne haber getirdin?
Ebû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi Üneyse dedi ki:
- Hayvanına bin
Üneys
- Ne haber getirdin?
- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki
- Peki insanlar
Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi Üneys şöyle cevap verdi:
- Şair
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri kardeşinin bu sözü üzerine:
- Sen bana
Kardeşi Üneys dedi ki:
- İyi olur
Ebû Zer
Kimseye sormadı
Mekkeye varınca hâlini kimseye anlatmadı. Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düşmanlık yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da
Ebû Zer-i Gıfârî de Mekkede kimseyi tanımıyordu. Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimseye bir şey sormadan Kâbenin yanına varıp oturmuştu. Peygamberimizi görmek için fırsat kolluyor
Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali
Sabah olunca
- Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış
Sabahleyin yine Beytullaha gitti
- Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin?
- Eğer bana doğru bilgi vereceğine katî söz verirsen
- Söyle
Akıllılık ettin
- İşittim ki
- Sen doğruyu buldun
Ebû Zer-i Gıfârî
- Esselâmü aleyküm
Peygamber efendimiz selâmını aldıktan sonra
- Sen kimsin?
- Gıfâr kabîlesindenim.
- Ne zamandan beri buradasın?
- Üç gün üç geceden beri buradayım.
- Seni kim doyurdu?
- Zemzemden başka bir yiyecek
- Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur.
- Yâ Muhammed! İnsanları neye davet ediyorsun?
- Bir olan ve ortağı bulunmayan Allaha îmân etmeye ve putları terketmeye
Bana İslâmı bildir
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri:
- Bana İslâmı bildir
Peygamber efendimiz ona Kelime-i şehâdeti okudu. O da söyleyip
- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâya yemîn ederim ki Müslüman olduğumu Kâbede müşrikler arasında haykırmadıkça memleketime dönmiyeceğim.
Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâbe yanına gidip
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh
Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum ettiler. Taş
Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:
- Bırakın bu adamı
Böylece Ebû Zer hazretlerini müşriklerin elinden kurtardı.
Kavminin yanına dön!
Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği şevkle
Bundan sonra Peygamber efendimiz Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerine buyurdu ki:
- Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana ulaşınca
Bu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi arasına dönüp
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri kavmini İslâmiyete davet ediyordu. Birgün kabîlesine
- Durun
İşte sizin taptığınız şey
Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri şöyle devam etti:
- Ben Müslüman olmadan önce
Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden biri cevap verdi:
- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın?
Bunun üzerine Ebû Zer hazretleri
- O
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri İslâmiyeti uzun uzun açıkladı. Kabîlesinin
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri bu hizmetleri yaptığı sırada
Her şeyi sorardı
Ebû Zer hazretleri de Medîneye hicret etti. Peygamber efendimiz hicretten sonra Eshâb-ı kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû Zer hazretlerini de Münzir bin Amr hazretleri ile kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için tekrar kabîlesi arasına gönderildi.
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri Hendek savaşından sonra Medîneye geldi ve yerleşti. Bundan sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.
Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi. Herşeyi Peygamberimize sorardı. Îmân
Resûl-i Ekrem efendimiz Ebû Zeri çok sever
Ayrıca Ebû Zer hazretleri
- Dünyaya Ebû Zerden daha sâdık kimse gelmedi.
Tebûk seferi
Resûlullaha anlatılamayacak derecede muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle demiştir:
- Yâ Resûlallah
Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca
- Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.
Resûlullah efendimiz:
- Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim
Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullaha dediler ki:
- Yâ Resûlallah
- Allah Ebû Zere rahmet eylesin! O
Daha sonra Ebû Zere:
- Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın
Her adımına karşılık
Ebû Zer
- Bana gelip kavuşuncaya kadar
Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi. Son derece kanâatkâr
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
Peygamberimize tam bağlanıp
Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
- Ey ahâli
Âhıret azığı
Orada toplanan ahâli sordu:
- Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer?
- Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık elde etmeye
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
Bir defasında Şam vâlisi
Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:
- Aman efendim
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri buyurdu ki:
- Oğlum
Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli
Ancak
Medîne'den ayrıl!
Bunun üzerine halîfe
- Yâ Ebâ Zer
Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:
- Resûlullah bana "Binalar Sel dağına ulaştığı zaman
Hz. Osman müsâade buyurdu. Birkaç koyun ve keçi
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri
Elbisen eskidi
Birgün
- Elbisen çok eskidi
- Bize artık elbise değil
- Hayırdır İnşâallah efendi...
- İnşâallah yakında
Hanımı ağlamaya başladı.
- Niçin ağlıyorsun hanım?
Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:
- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak vâki olsa
- Şimdi bunları bırak da
Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzaklara
- Bilirsin ki
- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâati gelince
Hanımı
Gelenler var!
Nihâyet atlılar ve develiler
- Müjde efendi! Söylediğin gibi
Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:
- Elhamdülillah! Çok şükür
Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Hanımı
Bunlar Abdullah bin Mesûd
- Ebû Zer içerde
Bu ismi duyan kâfile mensupları
Abdullah bin Mesûdun verdiği kefenle kefenlendi ve cenâze namazını da
Hz. Ömer
-Bu genç
Üç gün mühlet ver
Hz. Ömer
Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra
-Siz
Hz. Ömer:
-Yerine bir kefil bırakman lâzım
-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?
-Kefilini göster!
Genç
-İşte bu zât kefil olur
Hz. Ömer:
-Ey Ebû Zer
-Evet
Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Da'vâcı gençler gelmiş fakat
-Ey Ebû Zer
Ebû Zer hazretleri gayet sakin bir şekilde:
-Daha vakit var
Sözünde durdu
Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer hazretleri de ortaya çıkıp
Genç geciktiği için özür dileyerek:
-Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak olduğu için ancak bu zamanda gelebildim.
Orada bulunanlar
-Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur. Arkamdan
Ebû Zer hazretlerine
-Genç bana güvenerek
Bu durumu gören da'vâcılar:
-Biz de bu dünyada kerem sahibi
Peygamber efendimiz Ebû Zer hazretleri hakkında buyurdu ki:
-Benim ümmetimde Ebû Zer
-İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bakmak kendisini mesrur eden kimse
Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimizden bizzat işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden Enes bin Mâlik
Ebû Zerr'in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöyledir:
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurdu ki:
Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime haram kıldım. Ya'ni zulümden münezzehim. Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zulüm etmeyin.
Ey kullarım! Hepiniz
Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum. Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size bunun sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.
Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız
Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de fakir-i mutlaksınız.
Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz
Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz insan ve cinleriniz
Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakileriniz
Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi
Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır
Bir gün mescid girdim. Resûlullah efendimiz yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum
Yâ Ebû Zer
Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı kıldım sonra yine Resûlullahın yanına varıp oturdum. Dedim ki
-Yâ Resulallah
-Azı ve çoğu Allahü teâlânın koyduğu bir ibâdettir.
-Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir:
-Allahü teâlâya imân etmek ve onun yolunda cihad yapmak.
-Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil mü'min hangisidir?
-Ahlâkı en güzel olanıdır
-Yâ Resûlallah mü'minlerin en emini kimdir?
-İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen kimsedir.
-Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir?
-Günâhlardan uzaklaşmaktır.
-Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir?
-En uzûn kılınan namazdır
-Yâ Resûlallah
-Ecrini
-Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir?
-Mal ve canı ile yapılan cihaddır
-Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha efdaldir?
-Madden ve manen kıymetli olanı.
-Sadakanın en efdali hangisidir?
-Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.
-Yâ Resûlallah
-Âyet-el kürsîdir..
Ebû Zer hazretleri devam ederek
-Yâ Resûlallah bana nasihât et!
-Sana Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. İşin başı budur.
-Yâ Resûlallah biraz daha!..
-Sana Kur'ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nur
-Biraz daha...
-Çok gülmeyi terket
-Biraz daha nasihât buyur
-Susmayı tercih et sadece hayır söyle
-Biraz daha
-Cihad et
-Biraz daha...
-Miskinleri
-Biraz daha
-Kendinden aşağı olanlara bak
-Biraz daha
-Akrabanı ziyaret et
-Biraz daha
-Allahü teâlâya itâat et
-Biraz daha nasihât et
-Acı da olsa Hakkı söyle!
-Biraz daha istedim.
-Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk gibi de soyluluk yoktur.