Duâ, kulun Allah Teâlâya karşı kulluk vazifesini yapma şeklidir.
Duânın kendisi ibadettir. Bizler ibadetten sonra nafile ibadetle de Allah Teâlaya yöneliriz. Kaldı ki duâ, nafile ibadet olarak da kabul edilemez. Çünkü bizzat Cenâb-ı Hakk dua etmemizi emir buyurmuş, duâlarımız olmazsa ne işe yaradığımız suâlini kendimize sormamız gerektiğini açıkça beyan eylemiştir. Nitekim Furkan Sûresi, 77. Âyette Allah Teâla
De ki; duâlarınız olmasa Rabbin ne diye size değer versin. buyurmuştur.
Duâ eden fiilen mabûduna hiçbir şey söylemese bile hâliyle şunu arzetmiş olur:
Yarabbi, bak Sana elimi açtım, sana yöneldim. Çünkü ben kulum, Sen de benim Allahımsın, mabûdumsun, mahbûbumsun (sevgilimsin), matlûbumsun (istediğimsin), maksudumsun. Seni kendi kabiliyetim nispetinde idrak ediyorum ve kendi çapımda kulluktaki acziyetimi Sana arz eyliyorum. Seni tanıyorum, kalben tasdik ediyorum, Sana inanıyorum, Senden istiyorum.
Duâ esnasında bu dünyaya gönderiliş gayemize uygun bir hal içinde oluruz. Yani kulluk yaparız. Yana yakıla duâ edenle, samimiyetle, içten niyaz edenle Allah arasında perde kalmaz. Kul hakkı, zulme devam etmek, haram lokma yemek, Efendimiz (sas)e salâvat okumama durumları hariç. Çünkü bunlara dikkat edilmezse duâ muallakta yani boşlukta asılı kalır.
Ayrıca kul, muhakkak duâsının kabul olduğunu düşünerek duâ etmelidir. Ne kadar ibretlidir ki Kurân-ı Kerîmde Cenâb-ı Zülcelâl ve Tekaddes hazretleri, şeytanın kovulması sahnesini ibret nazarlarımıza, muhabbetli gönüllerimize beyân ediyor. Orada şeytan, Allahtan mühlet istiyor. Cenâb-ı Hakk da ona mühlet veriyor. Seni hemen helâk etmeyeceğim. Diyerek şeytanın hâcetine karşılık veriyor. şimdi düşünün ki; şeytan aleyhil-lane (şerrinden Allaha sığınırız.) bile Allah Teâlâya hâcetini arz ediyor ve o bile karşılık alıyorsa, duâsının kabul olmadığını düşünen bir kişi nasıl mümîn olarak kabul ediyor?
Allah Teâla, mahviyeti ve tevazuu nasıl beyân ettiyse öylece hareket etmek kulluğun icabıdır. Cenâb-ı Hakk bir şeyi tarif ediyorsa artık mümin olana o tarif üzere hareket etmek düşer.
Hazret-i Pir, 25. Beyitte :
Lâkin sen sırlarını bildiğin insana, Senin sakladığını bilirim ancak sen yine de sırrını bana itiraf et, arzuhâlini sun, duâ ederek benden yardım talep et buyurmuşsundur.
Cenâb-ı Hakkın emri üzerine hareket etmeyi, tevazuun dahi ancak Cenâb-ı Hakkın beyan ettiği ölçüler içerisinde olduğu zaman kıymetli olduğunu beyânla kendi hissiyatımızı ve telâkkimizi Allahın emirleri karşısında söz dinleyerek kurban etmemiz gerektiğini ifade ediyor.
Benim Sana yüzüm yok, Yarabbi, yüzüm olduğundan değil, Sen emreylediğin için Sana duâ ediyorum
diyerek asıl teslimiyetini gösteriyor. Yani İslâm olmayı Zira İslam, kişinin, kendince teslim olması değil, Allah Teâlânın murad ettiği şekil üzere Cenâb-ı Hakka teslim olması demektir.
Bir âlimin ifadesiyle Dua ve niyazda olan kul, kün kelimesindeki sakin nun gibidir. O dua haliyle beraber feyekün oluverir. Sırrı zâhir olur. Çünkü Allah her şeyi sebepsiz yaratma kudretine sahip olmasına rağmen her bir şeyi sebebiyle alâkalı olarak halk eylemiştir (yaratmıştır).
* Mesnevi şerhi, Padişah Cariye Kıssası, M.Fatih Çıtlak, 1.Baskı, Mart 2011, Sayfa 70-74
Duânın kendisi ibadettir. Bizler ibadetten sonra nafile ibadetle de Allah Teâlaya yöneliriz. Kaldı ki duâ, nafile ibadet olarak da kabul edilemez. Çünkü bizzat Cenâb-ı Hakk dua etmemizi emir buyurmuş, duâlarımız olmazsa ne işe yaradığımız suâlini kendimize sormamız gerektiğini açıkça beyan eylemiştir. Nitekim Furkan Sûresi, 77. Âyette Allah Teâla
De ki; duâlarınız olmasa Rabbin ne diye size değer versin. buyurmuştur.
Duâ eden fiilen mabûduna hiçbir şey söylemese bile hâliyle şunu arzetmiş olur:
Yarabbi, bak Sana elimi açtım, sana yöneldim. Çünkü ben kulum, Sen de benim Allahımsın, mabûdumsun, mahbûbumsun (sevgilimsin), matlûbumsun (istediğimsin), maksudumsun. Seni kendi kabiliyetim nispetinde idrak ediyorum ve kendi çapımda kulluktaki acziyetimi Sana arz eyliyorum. Seni tanıyorum, kalben tasdik ediyorum, Sana inanıyorum, Senden istiyorum.
Duâ esnasında bu dünyaya gönderiliş gayemize uygun bir hal içinde oluruz. Yani kulluk yaparız. Yana yakıla duâ edenle, samimiyetle, içten niyaz edenle Allah arasında perde kalmaz. Kul hakkı, zulme devam etmek, haram lokma yemek, Efendimiz (sas)e salâvat okumama durumları hariç. Çünkü bunlara dikkat edilmezse duâ muallakta yani boşlukta asılı kalır.
Ayrıca kul, muhakkak duâsının kabul olduğunu düşünerek duâ etmelidir. Ne kadar ibretlidir ki Kurân-ı Kerîmde Cenâb-ı Zülcelâl ve Tekaddes hazretleri, şeytanın kovulması sahnesini ibret nazarlarımıza, muhabbetli gönüllerimize beyân ediyor. Orada şeytan, Allahtan mühlet istiyor. Cenâb-ı Hakk da ona mühlet veriyor. Seni hemen helâk etmeyeceğim. Diyerek şeytanın hâcetine karşılık veriyor. şimdi düşünün ki; şeytan aleyhil-lane (şerrinden Allaha sığınırız.) bile Allah Teâlâya hâcetini arz ediyor ve o bile karşılık alıyorsa, duâsının kabul olmadığını düşünen bir kişi nasıl mümîn olarak kabul ediyor?
Allah Teâla, mahviyeti ve tevazuu nasıl beyân ettiyse öylece hareket etmek kulluğun icabıdır. Cenâb-ı Hakk bir şeyi tarif ediyorsa artık mümin olana o tarif üzere hareket etmek düşer.
Hazret-i Pir, 25. Beyitte :
Lâkin sen sırlarını bildiğin insana, Senin sakladığını bilirim ancak sen yine de sırrını bana itiraf et, arzuhâlini sun, duâ ederek benden yardım talep et buyurmuşsundur.
Cenâb-ı Hakkın emri üzerine hareket etmeyi, tevazuun dahi ancak Cenâb-ı Hakkın beyan ettiği ölçüler içerisinde olduğu zaman kıymetli olduğunu beyânla kendi hissiyatımızı ve telâkkimizi Allahın emirleri karşısında söz dinleyerek kurban etmemiz gerektiğini ifade ediyor.
Benim Sana yüzüm yok, Yarabbi, yüzüm olduğundan değil, Sen emreylediğin için Sana duâ ediyorum
diyerek asıl teslimiyetini gösteriyor. Yani İslâm olmayı Zira İslam, kişinin, kendince teslim olması değil, Allah Teâlânın murad ettiği şekil üzere Cenâb-ı Hakka teslim olması demektir.
Bir âlimin ifadesiyle Dua ve niyazda olan kul, kün kelimesindeki sakin nun gibidir. O dua haliyle beraber feyekün oluverir. Sırrı zâhir olur. Çünkü Allah her şeyi sebepsiz yaratma kudretine sahip olmasına rağmen her bir şeyi sebebiyle alâkalı olarak halk eylemiştir (yaratmıştır).
* Mesnevi şerhi, Padişah Cariye Kıssası, M.Fatih Çıtlak, 1.Baskı, Mart 2011, Sayfa 70-74